7"Görmedin mi ki göklerde ne var, yerde ne varsa, Allah hepsini bilir. Neredi üç kişi fısıltı ile konuşsa, muhakkak O, bunların dördüncüsüdür. Bit beş kişiden olsa (bu iş), o muhakkak bunların altıncısıdır. Bundan daha az, (veya) daha çok (sayıda kişiden bu fısıldaşma olsa), muhakkak O, onlar nerede olurlarsa olsunlar, onlarla beraberdir Sonra O, bütün yaptıklarını kıyamet gününde kendilerine haber verecektir. Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla bilir". İbn Abbas (radıyallahü anh), "görmedin mi ki?" ifadesi, "bilmiyor musun ki? manasınadır" demiştir, ben de diyorum ki: Bu doğrudur. Çünkü Allahü teâlâ'nıı herşeyi bilir oluşu görünmez, fakat deliller vasıtası ile bilinir, anlaşılır. "Görme' kelimesi bu "bilme" manasında kullanılmıştır, çünkü Allah'ın âlim oluşunun delili O'nun muhkem, muntazam, sapasağlam işleridir. İşleri böylesine düzgün ve sağlan olan, şüphesiz âlimdir. Buradaki birinci mukaddimeye gelince, bu, göklerin ve yeriı hayranlık veren hadiselerinde, bitkiler ve canlıların oluşumlarında görülmekte anlaşılmaktadır. İkinci mukaddimeye gelince, bu da son derece açıktır. Şöyle ki, Allah'ın böyle âlim olduğuna delâlet eden delil açık ve net olunca, muhakkak ki, bu ilim ve istidlalin de, açıklık ve netlik derecelerinin en üst mertebesine ulaşmış, böylece de algılanan ve görülen birşey gibi olmuş olması gerekir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hakk, "görme" lafzını bilme manasında kullanıp "Görmedin mi ki" buyurmuştur. Allah'ın, herşeyı bilmesine gelince, bunun sebebi de şudur: Çünkü O'nun ilmi kadim bir ilimdir. Buna göre, bilinen bütün şeyler, bilinebildikleri açısından müşterek oldukları halde, eğer Allah'ın ilmi sadece bir kısmına taalluk etmiş olsaydı, bu ilim, bu tahsisde, bir tahsis edene muhtaç olurdu, bu ise, Allah hakkında imkânsızdır. Binâenaleyh şüphesiz Allahü teâlâ'nın bütün herşeyi bilir olması gerekir. Bil ki Cenâb-ı Hak, "Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah şüphesiz hepsini bilir" buyurmuş, ama önce yerde olan şeyleri zikretmemiştir. Böyle bir sıralamanın, son derece enteresan bir sırrı (Önceliği) vardır. Daha sonra Cenâb-ı Hakk, özellikle kullardan sudur eden fısıldaşma olayını zikretmiş ve "Nerede üç kişi fısıltı ile konuşsa, muhakkak O, bunların dördüncüsüdür. (Bu iş) bir beş kişiden olsa, O muhakkak bunların altıncısıdır. Bundan daha az (veya) daha çok (sayıda kişiden bu fısıldaşma olsa), muhakkak O, onlar nerede olurlarsa olsunlar, onlarla beraberdir. Sonra O, bütün yaptıklarını kıyamet gününde kendilerine haber verecektir. Çünkü Allah, herşeyi hakkıyla bilir" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili bir kaç mesele var: Ibn Cinnî, "Ebû Hayre, ayeti te ile (......) şeklinde okumuştur. Ekseriyetin kıraati olan, ya ile (......) şeklindeki kıraat, dil yönünden daha vazıhtır. Çünkü bu okuyuşta daha yaygınlık ve cinsin umumîliği (hem müzekker hem müenneslik durumu) vardır. Bu tıpkı, senin: "Bana hiçbir kadın gelmedi" ve "Bana hiçbir cariye gelmedi" demen gibidir. Bir de, fail ile mef'ûl arasına bir fasıla girmiştir. Bu fasıla harf-i cerridir. Öte yandan, "necvâ" kelimesinin müennesliği hakiki müenneslik değildir" demiştir. Fiilin müennes okunuşu, ayetin takdirinin şeklinde oluşundan dolayıdır. Bu tıpkı, "Hiçbir kadın kalkmadı" ve "Hiçbir câriye gelmedi" sözü gibidir. (......) deki fiili, tam fiildir ve "Üç kişinin fısıldaşması meydana geldiğinde, O Allah, onların dördüncüleridir, mutlaka bunu bilir" manasınadır. "Necvâ", karşılıklı olarak fısıldaşma (tenâcî) manasında masdardır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların necvâlarının pek çoğunda hayır yoktur"(Nisa, 114) ayetindeki kelime de, aynı manadadır. Zeccâc ise, "Necvâ, (necve)den türemiş olup, necve de, yüksek olan ve göze çarpan şey anlamındadır. Buna göre, bahse konu olan söz, başkasının duymasından uzak olduğu zaman bir sır olduğu için, tıpkı yüksekçe bir yer gibi olur. Çünkü o, yüksek olduğu için, başkalarının ona ulaşmasından emin olmuş olur. Keza necva kelimesini bir sıfat sayıp, "fısıldılaşan topluluk" diye takdir etmek de mümkündür. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar hani necvâ iken, yani gizli konuşurlarken" (İsra, 47) ayeti de böyledir. Bu "Onlar fısıltı sahibleri idiler" takdirindedir. Ayette, muzaaf olan (......) kelimesi hazfolunmuştur. Sıfat olarak gelen bütün masdarlar böyledir. (......) ifadesindeki, "selâse" kelimesinin mecrûr oluşu, şu iki ihtimalden ötürüdür: 1) İzafetten ötürü... 2) "Necvâ" kelimesinin, ismi fail olarak, "mütenâcîn" (fısıldaşanlar) anlamında olmasından ötürü... Buna göre takdir, "Fısıldaşan üç kişi olduğunda..." şeklindedir. Bu durumda "selase" kelimesi sıfat olur. Ibn Ebî Able, "selâse" ve "hamse" kelimelerini mukadder bir, "Fısıldaşıyorlar" fiilinin "hâl"i olarak mansub okumuştur ve "Çünkü "necvâ" (fısıldaşma) ifadesi, bu fiile delâlet eder" demiştir. Allahü teâlâ, üçü ve beşi zikretmiş, fakat ikisi arasındaki dördü zikretmemiştir. Alimler bu hususta şöyle bazı izahlar yapmışlardır: 1) Bu, Allah'ın rahmetinin mükemmelliğine bir işarettir. Çünkü üç kişi bir araya geldiğinde, onlardan ikisi fısıldaşmaya ve aralarında konuşmaya başlasalar, diğer bir kişi tek başına ve yalnız kalır, bu sebeple kalbi daralır, üzülür. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hakk, o üçüncüye, "Senin arkadaşın ve sırdaşın da Benim" buyurmuştur. Beş kişi de böyledir. Onlar (ikişer ikişer) konuştuğunda, beşinci kişi tek kalır. Ama onlar dört kişi olduklarında, hiç biri tek kalmaz. İşte bu, halktan kesilmiş ve tek başına kalmış olan hiç kimseyi, Allah'ın tek başına ve yalnız bırakmayacağına bir işarettir. 2) Tek sayılar, çift sayılardan daha şereflidir. Çünkü, Allah tekdir, tek'i sever. Binâenaleyh, bütün işlerde, ilahi işlere riâyetin gerekliliğine işaret için, özellikle tek sayıları zikretmiştir. 3) Kendisinden, bir fayda elde edilmek gayesiyle yapılan müşaverede geçerli en az sayı, üç kişidir. Çünkü, iki kişi, müsbet ya da menfi istikamette birbiriyle çekiştiğinde, üçüncüsü onlar arasında, arayı bulan bir hakim gibi olur. Binâenaleyh, işte o zaman bu müşavere tam ve mükemmel olur, gayeye ulaşılmış olur. Müşavere için toplanmış olan bütün topluluklarda da durum böyledir. Dolayısıyla, onlar arasında, görüşü kabul edilecek ve hakem olacak olan bir kişinin mutlaka bulunması gerekir. İşte bu sebepten dolayı, müşavere yapacak olanların sayısı tekli olmalıdır. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk ilk iki tekli sayıyı zikretmiş, bundan sonraki tekil sayılara dikkat çekmek üzere, bu ikisini zikretmekle yetinmiştir. 4) Bu ayet-i kerime, mü'minlere öfkelerinden dolayı, birbiriyle fısıldaşmak üzere toplanan münafık bir topluluk hakkında nazil olmuştur ki, onların sayılan, bu iki sayıda idi. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Bu ayet, Amr'ın iki oğlu Rebla ve Habîb ile, Safvân ibn Umeyye hakkında nazil olmuştur. Onlar bir gün, kendi aralarında konuşuyorlardı. Onlardan birisi, "Allah senin ne dediğini bilir mi?" deyince, ikincisi, "Bazısını bilir, bazısını bilmez.." dedi. Üçüncüsü de, "Eğer bazısını biliyorsa, O, hepsini biliyor demektir" der.." demiştir. 5) Abdullah İbn Mes'ûd'un mushafında, bu ayet, "Dört kişi, beş kişi ya da bundan daha an veya daha çoğu fısıldaşmaya başladıklarında, Allah onların beşincisi, altıncısıdır... Allah onlarla beraberdir..." şeklinde varid olmuştur. Ayet-i kerime şeklinde, buradaki (......)'nın, cinsini nefy eden lâ olması itibariyle, nasb ile okunmuştur. Bunun, (......)'nın mahalline atfedilerek merfû olarak, ref ile (......) şeklinde okunması da münkündür. Bu (......) demen gibidir. Üçüncü ihtimale göre, bu ikisi de, mübteda olmak üzere merfû olabilirler. denilmesi gibi. Dördüncü ihtimale göre, bu ikisi, ifadesinin mahalline atfen merfû olabilirler. Buna göre sanki, şöyle denilmiş gibi olur: denilmesi gibi olur. Beşinci bir ihtimale göre, bu ikisi, 'ya atfen, mecrûr olabilirler. O zaman, denilmesi gibi olur. (......) kelimesi, bâ ile şeklinde de okunmuştur. Allahü teâlâ'nın, onların dördüncüsü oluşundan ve onlarla beraber oluşundan murad, onların sözlerini, İçlerini, açık ve gizli olan her şeylerini bildiğini anlatmaktır. Allahü teâlâ sanki, onlarla beraber bulunmakta, onları müşahede etmektedir... Oysa ki Allahü teâlâ, mekân ve müşahedede bulunmaktan münezzehtir. Bazıları fiili, nûn'un sükûnuyla, (......) şeklinde okumuşlardır ki, ve aynı anlamdadır. Ayet-i kerimedeki, "Sonra O, bütün yaptıkları kıyamet gününde kendilerine haber verecektir" cümlesi, "Allahü teâlâ, onları, bunlardan dolayı hesaba çekecek ve hak ettikleri cezayı verecektir" anlamındadır. Cenâb-ı Hakk daha sonra, "Allah her şeyi hakkıyla bilir" buyurmuştur. Bu, günahlar hususunda bir sakındırma, taatler hususunda ise bir teşviktir. |
﴾ 7 ﴿