11

"Ey iman edenler, size meclislerde yer açm denildiği zaman, genişletin, yer açın ki, Allah da size genişlik versin. Kalkın, denilince de hemen kalkın.. Allah, sizden iman etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltir. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır".

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Tefessehû

Bil ki, Allahü teâlâ, mü'min kullarını, kin ve nefret sebebi olan şeyden nehyedince, şimdi de onlara, daha çok muhabbet ve sevgi sebebi olacak olan şeyi emretmiştir. hitabı "Meclislerde yer açın, birbirinize yer verin" anlamındadır. Bu, "Kenara çekilin, sıkışmayın..." anlamındaki, ifâdesinden alınmadır. Geniş anlamında, yine, "Geniş belde" "Geniş sığınak..." ve "Bunda senin için bir genişlik var" denilmektedir.

İkinci Mesele

Hasan ve Dâvud ibn Ebî Hind, bu kelimeyi, "tefâsehû..." şeklinde okumuşlardır. İbn Cinnî, "Bu, anlatılmak istenen manaya daha uygundur. Çünkü denildiği zaman, bu, "Burada bir genişlik olsun" anlamındadır. Tefâsüh ise tefâ'ûl veznindedir. Bundan murad ise, mufâele, yani karşılıklı yer açmadır. Bu da, birden fazla kimse arasında olur. Tıpkı, karşılıklı bölüşme anlamında olan "mukâseme" ile, karşılıklı paylaşma, Ölçekle bölüşme anlamına gelen "mukavele" gibi, birden çok kimseden sudur eder" demiştir. Yine bu kelime, (......) şeklinde okunmuştur. Vahidî, "Tercihe şayan olan, bu kelimenin müfred okunmasıdır. Çünkü bundan murad, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in meclisidir. O da tekdir. Bunu çoğul okumanın İzahı ise, her oturan için, bir meclis, yani bir oturma yeri kabul etmek sebebiyledir.." demiştir.

Celselerde Gelene Yer Açma

Alimler, ayet hususunda şöyle birtakım izahlar yapmışlardır:

1) Burada kastedilen, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in meclisidir. Müslümanlar o mecliste, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yakın olma yarışı ve onun sözünü duyma arzusu içinde bulunduklarından dolayı, birbirlerini sıkıştırıyorlardı...

Nüzul Sebebi

Buna göre, ayetin sebeb-i nüzulü ile ilgili birkaç vecih zikredilmiştir:

a) Mukâtil İbn Hayyân şöyle demiştir: "Hazret-i Peygamber, cuma günü Suffa'da bulunurdu. Orası da gayet dar idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), muhacir ve ensardan, Bedir savaşına katılmış olanlara daha bir öncelik verirdi. Binâenaleyh, Bedir ehlinden bir cemaat geldi ve meclisin en ön safına geçtiler. Derken, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tam karşısına geçip, onun kendilerine yer açtırmasını beklediler. Hazret-i Peygamber, onları böyle tam karşısına dikilmeye sevkeden şeyi anladı da, bu ona ağır geldi. Etrafında bulunan ve Bedir'e katılmamış olan kimselere, "Ey falan, kalk; ey falanca kalk..." dedi ve önünde ayakta dikili bulunan kimseler sayısınca adam kaldırdı. Bu onun meclisinden kaldırılanların gücüne gitti; bunun onların hoşuna gitmeyip yüzlerinden okunuyordu. Münafıklar da bunu dillerine doladılar ve "Allah'a andolsur ki peygamber, bunlara âdil davranmadı. Çünkü bir gurup önceden gelip, yerlerin aldılar ve peygambere yakın olmak istediler. O da onları oradan kaldırıp, onların yerine uzakta kalmış olanları oturttu" dediler. Bunun üzerine, Cuma günü bu ayet nazil oldu.

b) İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Bu ayet-i kerime, Sabit b. Kays b. eş-Şemmâs hakkında nazil oldu. Şöyle ki: O, daha önce herkes meclisteki yerlerini almış iken, mescide girdi. Kulaklarındaki ağırlıktan ötürü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yakın oturmayı istiyordu. Bundan dolayı, iyice yaklaşıncaya kadar, ona yer açtılar. Sonra biri onu sıkıştırınca, onunla o kişi arasında, bir söz alış-verişi oldu. O da, sözünü duyabilmek için, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yakın olmayı istediğini ve fakat falancanın kendisine yer açmadığını peygambere söyledi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de cemaate, oldukları yerde (biraz sıkışarak) yer açmalarını, hiç kimsenin, hiç kimse için yerinden kalkmamasını emretti.

c) Onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yakın olmayı arzuluyorlardı. Herbiri, kendisinin sıkıştırılmasını da istemiyordu. Bazan, bir (din) kardeşi kendisine yer açmasını istediğinde, bundan kaçınıyordu. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hakk onlara, birbirlerine şefkatle davranmalarını ve bunun için biraz sıkıntıya katlanmalarını emretti. Yine onlar arasında, kendisine fakirlerin dokunmasından hoşlanmayanlar vardı. Çünkü ehl-i suffa yün elbise giyiyor ve bu sebeple de kokuyorlardı.

2) Hasan el-Basrî'nin tercihine göre mana, "Savaş meydanlarında birbirinize yer açın" şeklindedir. Bu tıpkı, "Savaşı elverişli yerlerde..."(Al-i İmran, 121) ayeti gibidir. Şöyle ki kişi, savaş safına gelip, "yer açın, bana yer açın" diyor, ama ön safta bulunanlar, şehid düşme arzusuyla, ona yer vermek istemiyorlardı.

3) Bundan murad, bütün meclisler ve tüm toplantı yerleridir. Kâdî şöyle demiştir: Doğruya en yakın olanı, bundan kastedilenin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in meclisi olmasıdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk, "mecalis" ifadesini, bunun malûm (bilinen) bir meclis olduğunu belirtir bir şekilde zikretmiştir. Ayetin nazil olduğu zamanda malûm olan yegane meclis ise, ancak, insanların girmek için birbiriyle büyük yarışa girdiği, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in meclisidir. Yine malumdur ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yakın olmanın, onun sözünü dinleme ve böylece büyük bir mertebeye nazil olmadan ötürü, büyük bir üstünlüğü vardır. Dolayısıyla Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Sizden, zeki ve görüş sahibi olanlar bana yakın olursun" buyurmuştur. Müslim, salât, 123 (1/323).

İşte bu sebepten ötürü, ashabın önde gelenleri ileri geçiyor ve çoklukları sebebiyle de birbirlerini sıkıştırıyorlardı. Bundan ötürü, mümkün olduğu sürece, yer açmakla emrolunmuşlardır. Çünkü bu, din hususunda, zarurî bilgileri (ve hükümleri) duyabilme ve bu husustaki arzuyu giderebilmeye daha elverişli idi. Bu husus, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in meclisi için söz konusu olunca, cihadın da böyle olması gerekir. Hatta bu, cihada daha uygun düşer. Çünkü savaşma kabiliyeti ve gücü çok olan kimse, Öne geçmesine daha çok ihtiyaç duyulduğu halde, bazan ön saftan geriye düşebilir. İşte bundan dolayı yer açmak gerekir. Hem sonra ilim ve zikir meclisleri de buna kryas edilir.

"Allah da size genişlik versin" hitabı, insanların, mekân, rızık, göğüs, kabir, cennet gibi genişliğini istedikleri herşey hakkında umûmî olan, mutlak bir ifadedir.

Bil ki bu ayet, kullarına hayır ve rahat kapılarını açan herkese, Allahü teâlâ'nın da, dünya ve âhiretin hayırlarını genişlettiğine delâlet eder. Akıllı bir kimsenin, bu ayetin sadece meclislerde yer açma manasında olduğunu söylemesi uygun düşmez. Aksine bundan murad, müslümana hayırları ulaştırmak ve onun kalbine neş'e ve sürür vermektir. İşte bundan dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kul, müslüman kardeşine yardımda bulunduğu sürece, Allah da o kula, yardım etmeye devam eder" buyurmuştur Benzeri, bir hadis için bkz. Müsned, 2/274.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Kalkın denilince de kalkıverin. Allah sizden iman etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini artırır. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır" buyurmuştur. Bu ayetle ilgili bir kaç mesele var:

Inşuzû Kelimesinin Manası

Ibn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bu, "Size, "yerinizden kalkın" denildiğinde, kalkın" demektir. Buradaki "nüfuz" kelimesi, bir kaç manaya gelebilir:

1) Bu, "size, gelene yer açmak için, "kalkın" denildiğinde, "kalkın" demektir.

2) Bu, "Size Allah'ın Resulünün huzurundan kalkın" denildiğinde, sözü uzatmayıp, kalkın. Onun yanında çakılıp kalmayın" demektir. Bu tıpkı, "Söz dinlemek veya sohbet etmek için (izinsiz Resûlüllah'ın yanına) girmeyin. Çünkü bu peygambere ezâ veriyor" (Ahzâb, 53) ayeti kerimesi gibidir. Bu görüş, Zeccac'ındır,

3) Bu, "namaza, cihada ve hayır işlerine kalkın. Bunlar için hazırlanın, bunlarla meşgul olun, tedariklerinin ve bu konuda ağır davranmayın denildiği zaman..." demektir. Dahhâk ve Ibn Zeyd şöyle demişlerdir: "Bir topluluk namaz konusunda ağır davrandı da, bunun üzerine ezan okunduğu zaman, namaza hemen kalkmakla emrolundular."

İkinci Mesele

(......) kelimesi, şın'ın kesresiyle de, zammesiyle de okunmuştur. Bunlar ve ve gibi, aynı manada iki kullanıştırlar.

Bil ki Cenâb-ı Hakk onları önce bazı şeylerden sakındırıp, sonra da onlara bazı şeyleri emredince, yapacakları taatlere karşılık onlara va'dde bulunarak, "Allah sizden iman etmiş olanlarla, kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini artırır" buyurmuştur. Bu, "Allah, peygamberin emrine uymaları sebebiyle mü'minlerin ve onlardan özellikle âlim olanların derecelerini artırır" demektir. Sonra buradaki derecelerin yükselmesi hususunda iki görüş vardır:

a) Pek duyulmadık bir görüşe göre, bu Resûlüllah'ın meclisinde yükselme, temayüz etmedir.

b) Meşhur olan görüşe göre ise, bundan murad, mükâfaat dereceleri ve Allah'ın hoşnutluğunun mertebeleri bakımından yükselmektir.

İlmin Fazileti

Bil ki, ilmin faziletini, "(Allah) Âdem'e bütün isimleri öğretti" (Bakara. 31) ayetinin tefsirinde uzun uzun anlatmıştık. Kâdî şöyle demiştir: "Hiç şüphe yok ki âlimin ilmi, taatinden ötürü normal bir mü'min için söz konusu olmayan bir makam ve mertebeyi gerektirir. Işt ebundan ötürü yaptığı bütün işlerde âlime uyulur ve âlim olmayana uyulmaz. Çünkü âlim, haram ve şüpheli şeylerden kaçınma yollarını, başkalarının bilemediği, nefsi hesaba çekme yollarını bilir. Yine o, ibadette başkalarının bilemediği, huşu ve tesellül keyfiyetini bilir. Yine o, başkasının bilemeyeceği tevbe keyfiyetini, vaktini ve niteliklerini bilir. Öte yandan bu kimse, başkalarının aksine, boynuna düşen, haklara riayet eder. Bu durum, pek çok şeyde böyledir. Fakat, nasıl ki taatlarından ötürü onun mükâfaatının derece ve mertebesi yükseliyorsa, aynı şekilde işlediği günahların ikâb ve cezası da büyük olur. Çünkü, ilminden ötürü işlemekten imtina edeceği ve başkasına göre küçük olan pek çok günah, onun için büyük günah sayılır.

Necvâ'dan Önce Sadaka

11 ﴿