MÜMTEHİNE SÛRESİ(Bu sûre onûç ayet olup, Medine'de nazil olmuştur.) İmanın Gereği 1"Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlan dost edinmeyin. Siz onlara sevgi izhâr edersiniz. Halbuki onlar, size gelen hakkı inkâr etmişlerdir. Peygamberi de sizi de, Rabbiniz olan Allah'a iman ediyorsunuz diye, onlar (yurtlarınızdan) çıkarıyorlardı. Eğer Benim yolumda cihad ve Benim rızamı aramak için çıkmışsanız (bunu yapmazsınız). Onlara hâla içinizden (gizli gizli) muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da çok iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa, muhakkak ki yolun ortasından sapmış olur". Ayetle ilgili bir kaç mesele var: Bu ayetin, kendinden önceki sûre ile İlgi ve münasebetini sağlayan şeylerden birisi de, her iki sûrenin de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendi zamanındaki yahudi, hristiyan ve diğer başkalarıyla ilişkilerini beyan etme hususunda olmalarıdır. Çünkü onların bir kısmı, anlaşmaya yönelmiş ve peygamberin doğruluğunu kabul etmişlerdir. Nadiroğulları bunlardandır. Zira onlar, "Allah'a yemin olsun ki o (peygamber), Tevrat'ta hem bedenî, hem de manevî özelliklerini gördüğünüz peygamberin tâ kendisidir" demişlerdir. Bir kısmı ise bunu inkâr ederek, ya açıktan açığa, ya da gizlice savaşa yönelmişlerdir. "Gizlice" diyoruz. Çünkü onlar görünüşte müslümanlarla birlikte olmalarına rağmen, gizliden gizliye kâfirlerle işbirliği yapıyorlardı. Bu sûrenin baş tarafı ile önceki sûrenin sonu arasındaki ilgi ve münasebete gelince, bu açıktır. Çünkü geçen sûrenin sonu, Cenâb-ı Hakk'ın vahdaniyyet gibi yüce sıfatlarını ihtiva ediyordu. Bu sûrenin başı ise, bu sıfatları kabul etmeyenlerle, içli-dışlı olmanın haramlığını kapsamaktadır. Nüzul Sebebi Ayetin sebeb-i nüzulü hakkında rivayet olunduğuna göre, bu ayet, Hâtıb b. Ebt Belte'a (radıyallahü anh) hakkında nazil olmuştur. Çünkü o, Mekkeli müşriklere, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in savaş için hazırladığını ve onlarla savaşmayı planladığını haber vermek istemiş ve onlara 'Tedbirinizi alın" diye mektup göndermeye teşebbüs etmiştir. Sonra yazdığı bu mektubu, Hâşimoğullarının bir cariyesi olan Sâriye adındaki bir kadınla göndermiştir. Bu kadın Mekke'den Medine'ye yani Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelmişti. O zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona, "Müslüman olarak mı geldin?" dediğinde, "Hayır" demişti. "Muhacir olarak mı geldin?" dediğinde de, "Hayır" demişti. Bunun üzerine, "Seni buraya getiren sebep nedir?" diye sorduğunda, o, "Şüphesiz ki efendilerim, Bedir günü gittiler, yani hep öldürüldüler. Böylece ben şiddetli bir ihtiyaç içinde kaldım" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine, onunla ilgilenmeleri için Muttaliboğullarını görevlendirmiş, onlar da onu giydirip kuşandırmışlar, binitini-azığını temin etmişlerdi. Hâtıb, o kadının yanına gelip ona on dinar vermiş, bir de elbise giydirerek, ondan yazdığı bu mektubu Mekkelilere götürmesini istemişti. Böylece o kadın yola koyuldu. Allahü teâlâ, peygamberini (vahiy ile) bu olaydan haberdar etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bunun üzerine, Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer, Ammar b. Yasir, Hazret-i Talha ve Hazret-i Züber (radıyallahü anha)m)'i, atlı olarak o kadının peşinden gönderdi. Kadına yetiştiklerinde, bu mektubu sorarlar. O, yemin ederek inkâr eder. Bunun üzerine Hazret-i Ali (radıyallahü anh), "Vallahi ne biz yalan söylüyoruz, ne de Allah'ın Resulü" der ve kılıcını çeker. Bunun üzerine kadın, saçlarının örgüsü arasından o mektubu çıkarır. Sonra onlar, mektubu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirirler. O da durumu Hâtıb'a sorar. Hâtıb bunu itiraf eder ve der ki: "Benim Mekke'de ailem ve malım-mülküm var. İstedim ki o müşriklere yakın görüneyim. Ama şunu da kesin olarak biliyorum ki Allah belasını onların başına indirecektir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu doğruladı ve özrünü kabul etti. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de, "Ey Allah'ın Resulü, müsâade et de, bu münafığın boynunu vurayım" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Nerden biliyorsun ki ey Ömer, belki de Allahü teâlâ, Bedr'e iştirak edenlerin hâline muttali oldu da onlara, "Dilediğiniz gibi yapın. Şüphesiz Ben sizin günahlarınızı bağışladım"dedi" buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer(radıyallahü anh)'in iki gözünden yaşlar boşandı ve "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedi. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Bu ayetin tefsirine gelince, buradaki, "Ey iman edenler.." hitabının kimlere ait olduğu daha önce geçmişti. Durum iman hususunda da aynı olup, iman, kendi içinde tek bir bütün olup, bu da kalb ile tasdiktir, yahut Mu'tezile'nin ileri sürdüğü gibi, pek çok şeyden müteşekkil olup, bu şeyler de, taatlerdir (ibadetlerdir). Ayetteki, "Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin" hitabına gelince, buradaki (edindi) fiili, iki mefûl alır. Bu mef'ûller, bu ayette, "aduvvî" (düşmanımı) ve "evliya" (dostlar) kelimeleridir, (......) kelimesi, tıpkı (atfetti) fiilinden gelen "afüvv" (affedici) kelimesi gibi, (haddi aştı - düşmanlık yaptı) fiilinden, fa'ûl vezninde bir isimdir. Bu kelime, masdar vezninde olduğu için, müfred manada kullanılabildiği gibi, cemî (çoğul) manasında da kullanılmaktadır. Adavet, sadâkatin zıddıdır. Bu ikisi, bundan dolayı, aynı zamanda ve aynı cihetten, bir yerde (birlikte) bulunamazlar. Fakat bu ikisi, mümkün oluş noktasından, birbirlerinin yerine geçerler. Zeccac ve Kerâbisî'den rivayet olunduğuna göre, "düşmanım" ifadesi, "Dinimin düşmanı" manasındadır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Kişi, arkadaşının dini üzeredir. Binâenaleyh her biriniz, kimi arkadaş edindiğine iyi dikkat etsin" Keşfû'l-Hafa, 2/201. Keşfû'l-Hafa, 2/201. buyurmuştur.Yine Ebû Zerr el-Gıfâri (radıyallahü anh)'ye "Ey Ebû Zer, iman kulplarının hangisi daha iyi bilir" deyince, Hazret-i Peygamber "Allah için dostluk yapmak; Allah için sevmek ve Allah rızâsı için buğzetmek Kenzu'l-Ummâl, 1/1395. Kenzu'l-Ummâl, 1/1395. buyurdular. Cenâb-ı Hakk'ın "Siz onlara sevgi izhâr edersiniz" hitabıyla ilgili iki mesele var: Bu mesele, ayetteki, fiilinin neye müteallik olduğu hususundadır. Deriz ki: Bu hususta bir kaç izah sekli vardır: 1) Nazm kitabının müellifi şöyle demiştir: "Bu, nekire olan "evliya" (dostlar) kelimesinin sıfat cümlesidir." Ferra da bu görüştedir. 2) Zemahşerî, Keşşafta, "Bunun zamirinden hâl olmak üzere, fiiline taalluk etmesi mümkündür. "Evliya" kelimesi bu zamirin sıfatı olur" demiştir. 3) Yine Zemahşerî, bunun müste'nef bir cümle olabileceğini, böylece "evliya" kelimesinin sıfatı olmayacağını söylemiştir. (......) ifadesindeki bâ harf-i ceninin, "Kim orada zulüm ve ilhâda yeltenirse..." (Hacc, 25) ayetindeki bâ harf-i cerri gibidir. Buna göre ayetin manası, "Sizler o müşriklere (kâfirlere), sizinle onlar arasında bulunan sevgi sebebiyle, peygamberin haberlerini ve sırlarını aktarıyorsunuz" şeklinde olur ki, ayetteki "Onlara hâla içinizden (gizli-gizli) muhabbet mi besleyeceksiniz?" ifadesi de buna delâlet eder. Ayetle ilgili bir kaç bahis var: 1) Dûşmanla Dostluk Mümkün Müdür? 1) Düşmanlık, sevgi beslemeye aykırı olduğu halde ve de sevgi beslemek de, böyle bir dost edinmenin neticelerinden olunca, düşmanın dost edinilmesi nasıl mümkün olabilir? Biz deriz ki: Düşmanlığın, bir işe nisbetle olması, muhabbet ve sevginin de bir başka şeye nisbetle söz konusu olması uzak bir ihtimal değildir. Baksana Cenâb-ı Hakk, "Hanımlarınızdan ve çocuklarınızdan, size düşman olanlar vardır" (Teğâbûn, 14) buyurmaktadır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Çocuklarımız, bizim ciğerparelerimizdir' Keşfu'l-Hafa, 1/262. buyurmuştur. 2) Cenâb-ı Hakk, "Benim düşmanım" deyince, niçin bununla yetinmeyerek, bir de "sizin de düşmanınız" buyurmuştur? Çünkü Allah'ın düşmanı şüphesiz ki zaten mü'minlerin de düşmanıdır? Biz deriz ki: Kişinin, mü'minlere düşman olmasından, onun mutlaka Allah'a da düşman olacağı neticesi çıkmaz. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Hanımlarınızdan ve çocuklarınızdan, size düşman olanlar vardır" (Teğabün, 14) buyurmuştur. Önce "Benim Düşmanım" Denilmesinin İzahı 3) Cenâb-ı Hakk niçin, "Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlar..." buyurdu da, "Sizin de düşmanınız, benim de düşmanım" buyurmadı? Deriz ki: Mü'min ile kâfir arasındaki düşmanlık, mü'minin Allah'a ve O'nun Resulüne duyduğu sevgiden ötürüdür. Binâenaleyh iman ehli olan kulun Allah'a duyduğu sevgi, herhangi bir sebebe bağlıdır. Fakat Allah'ın kula karşı duyduğu sevgi ise, hiçbir sebebe bağlı değildir. Çünkü Allah, mutlak manada müstağnidir. Binâenaleyh O'nun asla hiçbir kimseye ve şeye ihtiyacı yoktur. Bu sebeple de, herhangi bir sebebe bağlı olmayan, bir sebeb ve illete bağlı olandan önce zikredilmiştir. Bir de, bir şey iki uca nisbet edildiğinde, en yüksek olan taraf, aşağıda olan taraftan önce zikredilir. Velî Kelimesinin Cemisinin Kullanılmasının Hikmeti 4) Cenâb-ı Hakk niçin "veliyyen" dememiş de, "evliyae" buyurmuştur? Halbuki, bunun mukabili olan "adüvv" kelimesi müfred olarak gelmiştir? Deriz ki: Harf-i ta'rîf ile marife kılınır bir kelime, nasıl bütün ferdleri içine alırsa, izafet yoluyla marife kılınan kelimeler de böyledir (çoğul gibidir). 5) Bazı âlimler, deki bâ harf-i cerrinin zâid olduğunu söylemişlerdir. Halbuki daha önce, Kur'an'da. anlamsız bir ziyadeliğin mümkün olmadığı anlatılmıştı. Dolayısıyla buradaki bâ harf-i cerri, bazı manalar ifade etmektedir, gerçekte zâid (fazlalık) değildir. Düşmanca İşlerinin Hatırlatılması Daha sonra Cenâb-ı Hakk, "Halbuki onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir. Peygamberi de, sizi de, Rabbiniz olan Allah'a iman ediyorsunuz diye, onlar yurdlarınızdan çıkarıyorlardı. Eğer Benim yolumda cihad ve Benim rızamı aramak için çıkmışsanız, (bunu yapmazsınız). Onlara hâla içinizden, gizli-gizli muhabbet mi besleyeceksiniz. Halbuki Ben, sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da çok iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa, muhakkak ki yolun ortasından sapmış olur." Buradaki, 'İnkâr etmişlerdi" cümlesinin başındaki vâv, "hâl" için olup, "Halbuki onlar inkâr etmişlerdi" manasındadır. "Hak" sıfatının mevsûfu mahzüf olup, uhak dîn" takdirindedir. Bunun mevsûfunun, "hak Kur'ân" şeklinde olduğu da söylenmiştir: O kâfirler, peygamberi ve sizi, Mekke'den Medine'ye sürmüşlerdir. Bu da, Rabbiniz olan Allah'a iman ettiğiniz içindir. Ayetteki, hitabı hakkında şöyle der: Bu cümle, cevabı, daha önce geçmiş bir şart cümlesi olup bu cevap da: “Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin" hitabının cümlesidir. Ayetteki, "cihâden" ve "ibtiğâe" kelimeleri mef'ûlü leh oldukları için mansubturlar. Mukâtil "Onlara halâ içinizden gizli-gizli muhabbet mi besleyeceksiniz?" ifadesindeki "muhabbet"in, nasihat etme manasında olduğunu söylemiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hakk, onların hallerinden hiçbir şeyin, Kendisine gizli kalmayacağını bildirerek, "Sizin kâfirlere karşı beslediğiniz o gizli sevgiyi ve açıkça yaptığınız şeyleri bilirim" buyurmuştur. Bu ifâdenin, gizli ve alenî yapılan her şeyi içine alması da uzak ihtimal değildir. Bazı alimler, şöyle demişlerdir: Allah, kulların filleri ve halleriyle ilgili bütün sırlarını, gizliliklerini, zahirlerini ve bâtınlarını bilir. Ayetteki, "Sizden kim bunu yaparsa..." hitabının içten içe gizli dostluk beslemeye, sevgi izhâr etmeye ve kâfirleri dost edinmeye dair bir kinaye olması mümkündür. Çünkü daha önce bu hususlardan bahsedilmişti. Ayetteki, "Muhakkak ki yolun ortasından sapmış olur..." ifadesiyle ilgili iki izah vardır: 1) Ibn Abbas (radıyallahü anh)'dan şu rivayet edilmiştir: "O kimse, inancındaki gerçek ve doğru imandan sapmış olur." 2) Mukâtil de şöyle demiştir: "O kimse, hidâyete yol bulamamış, şaşırmış olur." Daha sonra, bu ayetle ilgili birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: "Eğer ... çıkmışsanız" hitabı "dostlar edinmeyin..." ifâdesine müteallik olur ve "Eğer siz benim dostlarım iseniz, düşmanlarımı dost edinmeyin..." demektir. "içinizden (gizli gizli) sevgi mi besleyeceksiniz?" hitabı müste'nef bir cümle olup, manası, "Benim ilmimde, bir işi gizli ya da açık yapmanızın değişmediğini bildiğiniz halde, onlara gizli gizli dostluk beslemenizde ne fayda vardır?" şeklindedir. İkinci Bahis: Birisi şöyle diyebilir: "Eğer ... çıkmışsanız"cümlesi, bir kaziyye-i şartiyye'dir. Eğer böyle ise, şart cümlesi olan "Eğer ... çıkmışsanız..." hitabının ifade ettiği şartını bu nehiy olmaksızın mevcut olması mümkün değildir. Halbuki, bunun mümkün olduğu malumdur." Buna cevaben deriz ki, bu ifâdelerin toplam, o nehyin muktezâsı için bir şarttır, yoksa, sarih bir lafızla gelmiş olan nehy için bir şart değildir. Bu olmaksızın, o toplamın bulunması da mümkün değildir. Çünkü bu, daima mevcuttur. Dolayısıyla, "Benim rızâmı aramak için "ifâdesinin manası açıktır. Çünkü, çıkmak bazan Allah rızasını aramak için olur, bazan da olmaz. İhfa Kelimesinin Tercih Sebebi Üçüncü Bahis: Allahü teâlâ, daha önce geçen (......) ifâdesine daha uygun ifâdesine daha uygun olduğu halde, demedi de, dedi (niçin?). Deriz ki, bu ifâde, öbüründe olmayan bir kuvvet ve mübalağa vardır. Çünkü, "ihfâ (gizlemek)" "ısrar (gizli fısıldamak)"tan daha beliğdir. "Allah gizli ve en saklı olanı bilir..." (Tahâ, 7) ayeti de buna delâlet eder. Buradaki ifâdesi, "sırdan da gizli ve saklı ..." demektir. Dördüncü Bahis: Allahü teâlâ, "Gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da çok iyi bilenim..." buyurarak, aksi söz konusu olmaksızın, zâten bu bunun gerektirdiği halde, gizliyi bilmesini açık olanı bilmesinden önce getirmiştir (niçin)? Biz deriz ki, bu bizim bilmemize nisbetledir, yoksa Allah'ın bilmesine nisbetle değil. Çünkü, az önce de geçtiği gibi, Allah'ın ilminde bu iki durum aynıdır. Bir de, bundan maksat, daha gizli olanı -ki, o küfürdür- beyân etmektir. Dolayısıyla da önce zikredilmiştir. Minkum (Sizden) Kaydının Manası Beşinci Bahis: Allahü teâlâ, "Sizden kim bunu yaparsa..." buyurmuştur. Buradaki "sizden" ifâdesinin ne faydası vardır? Çünkü, malûmdur ki, bu fiili kim yaparsa yapsın, "muhakkak ki, yolun ortasından sapmış olur." Bu hususta deriz ki: Buradaki "sizden" ifâdesinin manası, "siz mü'minlerden" şeklinde olursa, bunun manası gayet açıktır. Çünkü, bu fiili kim yaparsa, artık o, mü'min olmaz... |
﴾ 1 ﴿