12

"Ey peygamber, mü'min kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlatlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredeceğin) herhangi bir iyilik hususunda sana asi olmamaları şartıyla- sana, bey'atleşmeye geldikleri zaman, bey'atlerini kabul et. Onlar için, Allah'tan mağfiret iste... Çünkü Allah, çok affeden, çok merhametli olandır".

Biat Esnasında Ebû Süfyan'ın Zevcesi Hind

Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethedildiği gün erkekler bey'atleşmeyi bitirince, kadınlarla biate başladı. Kendisi Safa tepesinde, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de oranın altında, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emriyle kadınlarla bey'atleşip peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tebligatını onlara aktarıyordu. Ebû Süfyan'ın karısı, Utbe'nin kızı Hind ise, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendisini tanıyacağı endişesiyle başını örtmüş, kıyafetini değiştirmiş olarak, bey'at eden kadınlar arasında bulunuyordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sizin, Allah'a herhangi bir şeyi şirk koşmamanız şartıyla, sizinle bey'atleşiyorum" buyurunca, Hind başını kaldırdı ve "Allah'a yemin olsun ki, biz, putlara taptık. Şüphesiz sen, erkeklerden olmadığın, onlarla bey'ate konu yapmadığın bir şeyle bizi sorumlu tutuyorsun. Çünkü sen, erkeklerle sadece, müslüman olmaları ve cihâdda bulunmaları konusunda bey'atleştin..." dedi.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Hırsızlık yapmamanız ... şartı üzere bey'atleşiyorum..." deyince, yine Hind, "Ebû Süfyan, cimri bir adamdır. Ben onun malında bir kötülük işledim (onun malından çaldım). Bu sebeple, bilemiyorum, o aldığım mal bana helâl midir, değil midir?" dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan da, "Geçmişte aldığın, gelecekte alacağın herşey, sana helâl olsun..." deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gülümsedi, onu tanıdı ve ona, "Muhakkak ki, Utbe'nin kızı Hind'sin" deyince Hind, "Evet, dedi, binâenaleyh, ey Allah'ın Nebîsi, Allah sana afiyet versin... Geçmişte olanı bağışla..."

Hazret-i Peygamber (sözüne devamla), "Zina etmemeniz şartı üzere ..." deyince, Hind, "Hür kadın da zina eder mi?" dedi. Bir rivayette de, "Buradaki hiçbir hür kadın zina etmemiştir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)' "Çocuklarınızı öldürmemeniz şartı üzere..." deyince de, Hind, biz onları küçükken büyüttük, sen ise onları büyük iken öldürdün. Bunu sen de onlar da pek iyi bilirsiniz!" dedi. Zira, Ebû Süfyan'ın oğlu Hanzale, Bedir savaşında öldürülmüştü...

Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), güldü, derken gülmekten sırtüstü yere düştü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de tebessüm etti. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "kızdırıp düzdüğünüz iftirada da bulunmamanız şartı üzere..." deyince de, -ki bu iftira, kadının, kocasından olmayan çocuğuna, onun olduğunu iddia etmesidir-, Hind, Allah'a yemin ederim ki "bühtan", kötü bir iştir. Halbuki sen bize, doğruluğu ve güzel huyları emrediyorsun" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ma'rufta, iyi şeylerde bana isyan etmemeniz şartı üzere..." deyince de, Hind, "Allah'a yemin ederim ki, içinizde, herhangi bir şey hususunda sana isyan etmek düşüncesi var olduğu halde şurada bulunuyor değiliz!!.." dedi.

Ayetteki, "hırsızlık yapmamaları..." ifâdesi, mallarda, hıyanetten, ibadetlerde de noksanlıklardan nehyetmeyi de içine alan bir ifadedir. Çünkü, "Namazdan çalan kimse, hırsızdan daha hırsızdır" denilmektedir.

Ayetteki, "zina etmemeleri..." ifadesi de, gerçek anlamda zinayı ifade eden bir ifade olduğu gibi, ona götüren sebepleri de ihtiva eden bir ifadedir. Çünkü Hazret-i

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Eller de zina eder; gözler de zina eder. Kişinin ayakları ile avret mahalli de, ya bunlara uyar, onları doğrular, yahut uymaz" Müsned, 2/343-344. buyurmuştur.

Cenâb-ı Hakk, "evlatlarını öldürmemeleri..." ifadesiyle, cahiliyye dönemindekilerin yaptığı gibi, kız çocuklarının diri diri gömülmelerini kastetmiştir. Ve bu ifade, çocuğu ve diğer şeyleri öldürme gibi, her çeşit kötülük hakkında genel bir ifadedir.

Ayetteki, "... bir iftira uydurup getirmemeleri..." ifadesi de, göz gezdirmeden nehyeden bir ifadedir. Yani, "o kadınlardan herhangi birisi, kocası aleyhine nemmâmlıkta bulunmasın; eğer böyle yaparlarsa bu, küskünlüğü, ayrılığı doğurur..." demektir.

Bu ifadenin, kocasından olmayan bir çocuğu, kocasına, aileye katmaktan men eden bir ifade olması da muhtemeldir. Nitekim İbn Abbas buna, "Hiçbir kadın, kocasına ondan olmayan bir çocuğu nisbet etmesin, nesebine katmasın..." anlamını vermiştir.

Ferrâ da şöyle demektedir: "Kadın, bir çocuk buluyor ve kocasına, "Bu, senden olan, benim cocuğumdur" diyordu. İşte, kadınların elleriyle ayaklan arasında uydurup düzdükleri bühtan budur!.. Bu böyledir, zira, annesi çocuğunu emzirdiğinde, çocuk, annesini elleriyle ayakları arasında bir konumda bulunur.. Yoksa bu, ayet-i kerimenin manası, o kadınları zinadan nehy konusu değildir. Zira, zinadan nehyeden ifade, az önce geçmişti..."

Cenâb-ı Hakk, "(emredeceğin) herhangi bir iyilik hususunda sana âsi olmamaları..." buyurmuştur. Yani, "Allah'a tâata muvafık olan her şeyde..." demektir. Ayetteki "ma'rûf" kelimesine, "iyilik ve takva hususunda..." manası verildiği gibi, "kendisinde doğruluk, iyilik bulunan herşeyde..." manası da verilmiştir. Yani, "Ey peygamber, onlar, senin vereceğin bütün emirler hususunda sana isyan etmemeleri şartı üzere... bey'atlerini kabul et" demektir.

İbnu'l-Müseyyeb, Kelbî ve Abdurrahman ibn Zeyd ise, ayetteki bu ifadeye, "kendilerine emrettiğin ve (ölüye) kendini parçalarcasına ağlamak, üstünü başını yırtma, saçını başını yolma, eteklerini, yanlarını parçalama, yüzlerini tırmalama, mahremleri olmayan erkeklerle konuşma, mahremi olmayan erkekle başbaşa olma ve mahremi olmayan erkekle yolculuk yapma... gibi kendilerine yasakladığın herşey hususunda..." manasını vermişlerdir.

Nihaye'nin Vebali

Kimileri de, ayetteki "ma'rûf" sözünü, ölüye, kendisini parçalarcasına ağlama manasına tahsis etmişlerdir. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ümmetim içinde bulunan şu dört şey, bırakmadıkları cahiliyye adetlerindendir: Soy-sopla övünmek, başkalarım neseplerinden dolayı tenkit etmek, yıldızların yağmuru yağdırdığına inanmak ve dövünerek ağlamak..." Ve yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Dövünerek ağlayan kadın, eğer ölümünden önce tevbe etmezse, kıyamet gününde, üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzdan bir zırh olduğu halde kaldırılır" buyurmuştur. Yine O, "Yüzüne başına vuran, üstünü başını yırtan ve cahiliyye istekleriyle istek ve çağrıda bulunan kimse bizden değildir" Müslim, Cenâiz, 29 (2/644). buyurmuştur.

Ayetteki, "bey'atlerini kabul et" ifadesi, yine ayette bulunan edatının cevabı olup, "Onlar seninle bu şartlar üzere bey'atleştiklerinde, sen de onlarla bey'atleş ve bey'atlerini kabul et..." demektir.

Biat'ın Şekli

Alimler, bu bey'atleşmenin nasıl olduğu hususunda ihtilaf ederek, şöyle demişlerdir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendi eliyle o kadınların elleri arasında bir bez parçası bulunduğu halde, bey'at alıyordu. Yine, "Hazret-i Peygamber, onlara bey'atı şart koşuyor, Hazret-i Ömer ise, onlarla müsafahalaşıyordu..." denilmiştir ki, bu sözün kaili, Kelbî'dir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şifahen bey'atleştiği ileri sürüldüğü gibi, bir kap su getirtip, peygamberin eli herhangi bir kadının eline değmeksizin, kendisi ve kadınlar ellerini o suya daldırarak bey'atleştikleri de ileri sürülmüştür. Ayetle ilgili birkaç bahis vardır:

Birinci Bahis: Cenâb-ı Hak, "O mü'min kadınlar sana geldiklerinde" buyurmuş, muhacir kadınlar hakkında buyurduğu halde, burada, "onları, imtihan ediniz.." dememiştir (niçin)? Buna şu iki bakımdan cevap verebiliriz:

1) İmtihan, zaten, ayetteki, "şirk koşmamaları..." ifadeleri ile gerçekleşmiştir.

2) Muhacir kadınlar, daru'l-harbten gelmişlerdi. Bu sebeple onlar, şer'i hükümlerin neler olduğunu bilemiyorlardı. Dolayısıyla da, mutlaka imtihan gerekli idi. Ama, "mü'min kadınlar" ise, daru'l-İslâm'da idiler. Ve şer'i hükümleri biliyorlardı. Binâenaleyh, imtihana gerek kalmamıştır.

Beyne Eydîhinne Tabiri

İkinci Bahis: Cenâb-ı Hakk'ın, "elleriyle ayaklan arasında" demesinin hikmeti nedir ve bu nasıl izah edilebilir? Biz diyoruz ki: Kimileri şöyle demiştir: Kadın bir çocuk bulduğunda, onu eliyle bulmuş ve onu almaya da, ayağı ile yürüyüp gitmiştir. Binâenaleyh, bu kadın o çocuğu, kocasına mal ettiğinde, böylece o adeta elleriyle ayakları arasında uydurup düştüğü bir iftirayı ortaya koymuş, yapmış olur. Bu ifadeye, "o çocuğu kendilerine mal ederler..." manası da verilmiştir. Çünkü onları, hiç de böyle olmadığı halde, "Bu, bizim çocuğumuzdur" derler... Halbuki çocuk, zinadan hasıl olmuş olan bir çocuktur. Ve yine, bu mecazi manayı izah için, "Annesi çocuğunu doğurduğunda, çocuk, onun, elleriyle ayaklan arasına düşer..." denilmiştir.

Üçüncü Bahis: Ayette bahsedilen bu hususların tertibi ve bunlardan bir kısmının diğer bir kısmından önce gelmesinin izahı nasıl yapılabilir? Biz diyoruz ki, Allah, en çirkin olanı, çirkinlikte ondan biraz daha aşağı olandan önce getirmiş ve bu iş, sona kadar böyle sıralanmıştır. Ayetteki tertip hususunda, "Cenâb-ı Hakk, ayette bahsedilen hususları, insanlar arasında en bariz olanına göre sıralamıştır..." denilmiştir.

Gazaba Uğrayanları Dost Edinmeyin

12 ﴿