MÜNAFİKÛN SÛRESİBu sûre, onbir ayettir ve Medenîdir. Münafıkların Riyaları 1"Münafıklar sana geldiği zaman, "Şehâdet ederiz ki sen, kesinlikle Allah'ın peygamberisin" dediler. Allah da bilir ki sen, elbette O'nun peygamberisin. Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalana olduklarına şehâdet eder". Bu sûrenin, kendinden önceki sûreyle münasebeti şöyledir: O sûre, hem Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvetlerinden, hem de Cenâb-ı Hakk'ın, "Tevrat'ı yüklenenlerin hali (Cuma,5) ayetinde, darb-ı mesel getirerek, peygamberi kalb ve dil ile yalanlayanlardan bahsetmişti. Bu sûre de, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, lisanen değil de, kalben yalanlayanlardan bahsetmiştir. Bu sûrenin başı ile, o sûrenin sonu arasındaki münasebet de şöyledir Cenâb-ı Hakk o sûrenin sonunda, Cum'a namazı için seslenildikten (ezan okunduktan) sonra, mü'minlerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e saygı duymaları, onun hakkına riayet etmeleri ve edâ bakımından peygambere uymayı, başka şeyleri takdim etmeleri gerektiğine, peygambere saygısız davranıp, başka şeylerin poşine düşmenin, münafıkların huylarından olduğuna dikkat çekmiştir. Yalancılar ise, Cenâb-ı Hakk'ın bu sûrenin başında da buyurduğu gibi, münafıklardır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Münafıklar, yani Abdullah b. Übeyy ve arkadaşları sana geldiği zaman, yani yanına geldiklerinde, "Şehadet ederiz ki sen, kesinlikle Allah'ın peygamberisin" derler" buyurmuştur. Münafıkların sözü burada bitmiştir. Cenâb-ı Hakk, daha sonra söze başlayarak, "Allah da bilir ki sen, elbette O'nun peygamberisin" buyurmuştur ki bu, "Seni peygamber olarak gönderen O'dur. Binâenaleyh senin peygamber olduğunu bilir. Allah o münafıkların, açığa vurduklarından başka bir (niyet ve inancı) gizlediklerine şehadet eder" demektir. Bu ayet, imanın hakikatinin, kalb ile olduğunu gösterir. Her sözün hakikati de böyledir. Çünkü aksine inandığı sözü söyleyen kimse, yalancıdır. Çünkü yalan, lafzî var oluşla (görünürde meydana gelen ile), zihnî var oluş arasındaki terslikten ibarettir ve bu tıpkı, cehaletin, zihnî var oluş ile, haricî (dünyevî) var oluş (vakıa) arasındaki terslikten ibaret oluşu gibidir. Baksana o münafıklar dilleriyle "Biz senin Allah'ın peygamber olduğuna şehadet ediyoruz" diyorlar, Allahü teâlâ ise, onların sözlerinin kalblerindeki inançlarına ters oluşundan dolayı, onları, "yalancı" diye adlandırmıştır. Bazı kimseler de şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ, o münafıkları, "Şehadet ederiz ki sen, kesinlikle Allah'ın peygamberisin" demeleri hususunda yalanlamamış, aksine, "(Münafıklar, o sözü) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar" (Tevbe, 74) ve "Sizden olduklarına dâir Allah'a and ederler" (Tevbe, 56) ayetlerinde de beyan buyurduğu gibi, o münafıklardan sâdır olan diğer yalanlar hususunda, yalancı olduklarını söylemiştir. Ayetteki, (geldiği zaman) ifâdesinin cevabı, cümlesi olup bu, "Onlar, senin yanına geldiklerinde, peygamber olduğuna şâhidlik ederler Binâenaleyh dillerindeki bu sözleri, kalblerindekine uymadığı için, bu şehadetlerinde yalancıdırlar" demektir. Ayetle ilgili şöyle birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: O münafıklar, "şehadet ederiz ki sen kesinlikle Allah'ın peygamberisin" demişlerdir. Eğer onlar, "Senin Allah'ın peygamberi olduğunu biliyoruz" demiş olsalardı, bu söz, Kur'ân'da geçen ifadelerinin, manasını aynen ifade eder miydi, etmez miydi? Deriz ki: İfade etmezdi. Çünkü onların, "şehadet ederiz ki..." şeklindeki sözleri, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliği üzerine yapılmış açık ve sarîh bir şehadettir. Ama "biliyoruz" ifadesi, ilgili bilginin var olduğu hususunda sarîh (açık) değildir. |
﴾ 1 ﴿