5"Eğer her ikiniz de, Allah'a tevbe ederseniz (ne âlâ!). Çünkü doğrusu, sizin kalbleriniz kaymıştır. (Yok), onun aleyhine birbirinize arka çıkarsanız, hiç şüphesiz Allah bizzat onun yardımcısıdır. Cebrail de, mü'minlerin salih olanları da. Bunların ardında, melekler de onun yardımcısıdır. Eğer o, sizi boşarsa, yerinize Allah'a itaatta teslim olan, Allah'ın birliğini tasdik eden, namaz kılan, günahlardan tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan kadınlar, dullar ve kızlar olmak üzere Rabbinin ona sizden hayırlılarını vermeleri umulan bir şeydir". Ayetteki, "Eğer her ikiniz de, Allah'a tevbe ederseniz..." ifadesi, onları kınamada ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sıkıntı verme konusunda göstermiş oldukları dayanışmadan tevbe etmede ileri bir mana ifade etsin diye iltifat yoluyla, Hazret-i Aişe ve Hafsa'ya yapılmış olan bir hitaptır. Ayetteki, ifadesine gelince, bu "siz ikinizin kalbleri, haktan döndü.." demek olup, bu hak da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hakkıdır ki, bu, ufacık bir kusur neticesinde beraberinde kınamanın söz konusu olacağı büyük bir haktır. Buradaki şartın cevabı karine bulunduğu için hazfedilmiş olup, bu cevap, "Bu sizin için hayırlı olur.." şeklindedir. Kulûb kelimesinin çoğul getirilişi ile, aslında, tesniye anlamı kastedilmiştir. Ferrü şöyle demektedir: "Bu kelimenin çoğul olması, tesniye olarak getirilmesine tercih edilmiştir. Zira insandaki uzuvların pek çoğu, meselâ iki el, iki ayak, iki göz, vs. vs. gibi, ikişer ikişerdir. Binâenaleyh, insanın uzuvları bu şekilde olunca, tesniyeye muzaf olduğunda, bir, iki gibi kabul edilmiş olur. İşte bu husus, daha önce geçmişti. Cenâb-ı Hak, "Onun aleyhine, yani Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e eziyyet etme hususunda birbirinize arka çıkarsanız, hiç şüphesiz bizzat Allah onun yardımcısıdır." Yani, sizin bu dayanışmanız, ona zarar vermeyecektir. Zira, hem Allah, hem de Cebrail (aleyhisselâm), yani Kerûbiyyûn meleklerinin reisi onun dostudur" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk, şanının yüce ve değerinin çok yüksek olduğunu bildirmek için, Cebrail (aleyhisselâm)'i diğer meleklerden ayırarak tek başına zikretmiştir, "Mü'minlerin salih olanları da onun dostudur." İbn Abbas, Cenâb-ı Hakk'ın bu ayetle Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'i kastettiğini, zira bunlar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında ona düşmanlık besleyenlere karşı, onun dostu ve yardımcısı idiler. Bu, aynı zamanda iki Mukâtîl'in de görüşüdür. Dahhâk, bununla mü'minlerin hayırlılarının kastedildiğini söylemiştir. Yine bu ifadeye, "mü'minlerden salih olanlar" yani "iman edip salih amelde bulunanlar" manası verildiği gibi, "mü'minlerden nifaktan berî olanlar" anlamı da verilmiştir. Yine bu ifadeye, "bütün peygamberler"; "halifeler"; "sahabe-i kiram"., manaları da verilmiştir. Buradaki salih kelimesi, çoğul anlamında kullanılmıştır. Çünkü, bu ifade ile, hem müfret hem de çoğul manası kastedilebilir. Cenâb-ı Hak; "Bunların ardından da, melekler de onun yardımcısıdır" buyurmuştur. Ki bu, "Allah, Cebrail (aleyhisselâm)'i ve mü:minlerin salihlerinden sonra, melekler de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yardımcısı, onun destekçisidir" demektir. Buradaki (......) kelimesi, "yardımcılar" anlamında olup, bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, (Nisa, 69) ifadesindeki (......) kelimesi gibidir. Ferrâ da, kelamın takdirinin, "Bunların yardımından sonra, melekler de yardımcıdır.." şeklinde olduğunu söylerken, Ebû Ali ise, "Fa'îl vezni, kendisinden çokluk manası kastedilerek, müfred olarak da gelir ve bu tıpkı, "(O gün) hiçbir hamîm (dostça), hiçbir hamime (dosta halini) sormaz" (Me'aric, 10) ayetinde olduğu gibidir" demiştir. Daha sonra Hak teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımlarını, "Eğer o sizi boşarsa, yerinize.., Rabbinizin ona, sizden hayırlılarını vermesi umulur" ifadesiyle tehdid etmiştir. Müfessirler (umulur ki) fiilini, bizzat Cenâb-ı Hakk'ın kendisi kullanıyorsa, bu, ümit manası değil, kesinlik manası ifade eder" demişlerdir. Kûfeliler ayeti şeddesiz olarak, (......) şeklinde okumuşlardır. Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, hanımlarını boşamayacağını biliyordu. Fakat onları korkutmak için, boşaması halinde ona, kendilerinden daha hayırlılarını vereceğini bildirmek suretiyle kudretini anlatmak istemiştir, Kıraat imamlarının çoğu, ifâdesini "ızhar"la okumuşlardır. Ama Ebû Amr'ın, her ikisi de dudak harflerinden olduğu için, kâfi, kâf'a idğam ederek okuduğu rivayet edilmiştir. Cenâb-ı Hakk daha sonra, peygamberine, bu hanımlarının yerine vereceği hanımları tavsif ederek, "müslimât, yani Allah'a itaat etmek suretiyle boyun eğen; mü'minat, yani Allah'ın birliğini tasdik eden, İhlaslı; "kânitât", yani itaatkâr, bir diğer manasıyla geceleyin namaz kılan" diye tavsif etmiştir. Bu ikinci mana daha uygundur, çünkü bunun peşinden "sâihât" yani oruç tutan sıfatını getirmiştir. Dolayısıyla gündüz tutulan orucun, yanında gece kılınan namazın olması gerekir. "Sâhhât" kelimesi, şeklinde de okunmuştur ki bu daha beliğdir. Oruç tutana "sâih" "seyyah" denmiştir. Çünkü seyyahın (çoğu zaman) beraberinde katığı bulunmaz. Dolayısıyla da kendisini yedirip-içiren birisini bulana kadar, aç dolaşır. Bu yönüyle de, iftar vakti gelinceye kadar, yemeyen-içmeyen oruçluya benzer." "Sâhhât" ifadesine, "hicret eden kadınlar" manası da verilmiştir. Allahü teâlâ daha sonra, onları tavsif ederek "dullar ve kızlar olmak üzere" buyurmuştur. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dünya ahiret eşlerinin bir kısmı dul, bir kısmı bakire iken onunla evlenmişlerdir. Dolayısıyla vakıaya göre durum ifade edilmiştir. Burada, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, şehvet duygusuyla değil, aksine Allah rızasını gözeterek evlendiğine bir işaret vardır. Bu ayetlerle ilgili şöyle birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: Cenâb-ı Hakk, meleklerinin ve onların yardımcılarının büyüklüğünü anlatmak için, "(Bütün) bunların ardından da, melekler de onun yardımcılarıdır..." buyurmuştur. Ayetteki şekillerinde de okunmuştur. İkinci Bahis: Yeryüzünde mü'minlerin anneleri olan peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımlarından daha hayırlı kadın yok iken, faraza bunların yerine verilecek olanlar, daha nasıl bunlardan hayırlı olabilir? Deriz ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine isyan ettikleri ve rahatsız ettikleri için, onları boşaması halinde, o kadınlar artık bu sıfat üzere kalmazlar. Dolayısıyla da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e itaatta bulunan ve sayılan vasıfları taşıyan başka kadınlar, bunlardan daha hayırlı olmuş olurlar. Üçüncü Bahis: Ayetteki, "müslimât" "mü'minât" ifadeleri, bir tekrar vehmini vermektedirler. Çünkü "müslüman kadınlar" ile "mü'min kadınlar" aynı manayadır (ne dersiniz)? Biz deriz ki: İslâm (müslümanlık), dil ile tasdikten, iman (mü'minlik) ise kalb ile tasdikten İbarettir, ki bu iki vasıf bazan birlikte bulunmayabilir. Binâenaleyh ayetteki bu iki kelime, o kadınlarda hem kalbin, hem de dilin tasdikinin bulunduğunu ortaya koyan ifadeler olmuş olurlar. Dördüncü Bahis: Cenâb-ı Hakk, araya atıf vav'ı sokarak, "Dullar ve kızlar..." buyurmuş; ama önceki sıfatlar arasına atıf vav'ını getirmemiştir (neden)? Deriz ki: Keşşâf sahibi "Bunlar, birbirine zıt iki sıfattırlar. Dolayısıyla o kadınlar, diğer sıfatlarda bir müştereklik arzettikleri halde, bu iki sıfatta müştereklik arzetmezler" demiştir. Beşinci Bahis: Cenâb-ı Hakk, burada "dul" oluşu övgü sadedinde zikretmiştir. Halbuki dulluk, erkeklerin rağbetini azaltan özelliklerdendir (ne dersiniz)? Diyoruz ki: Mal, güzellik, yahut soy sop yahut bu özelliklerin birlikte bulunmasından ötürü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nezdinde, bazı dullar, bazı bakirelere nisbetle daha iyi olmuş olabilirler. Durum böyle olunca da, buradaki "dullar" ile, bahsettiğimiz özellikte dullar kastedilmiş olabileceği için, "dul"luğun övgü sadedinde zikredilmesinde bir sakınca yoktur. |
﴾ 5 ﴿