MÜLK SÛRESİ

Otuz ayet olup, Mekkî'dir.

1

"Hâkimiyet, kendisinin elinde olan Allah'ın şanı ne yücedir! O her şeye hakkıyla kadirdir".

Bu sûreye Mülk Sûresi denildiği gibi, kendisini okumaya devam eden kimseyi kabir azabından kurtaracağı için de, el-Münciye (kurtaran) diye adlandırılmıştır. İbn Abbas'ın da, hep bu sûreyi kendisini okuyan kimseyi kabirde müdafaa edeceği için, el-Mücâdile (müdafaa eden) diye isimlendirdiği rivayet edilmiştir.

Ayetteki, (......) kelimesinin tefsirini biz, Furkan Sûrest'nin başında ayet yapmıştık. "Hâkimiyet, kendisinin elinde olan..." ifâdesine gelince, bil ki bu lâfız, ancak, Cenâb-ı Hakk'ın hem bir melik, hem de mâlik olduğunu te'kid etmek için kullanılmıştır. Ve bu tıpkı, "Emretmek yasaklamak, işleri bağlamak ve çözmek (kesin şekilde kararlaştırmak), falancanın elindedir. Bu hususta diğer organların bir payı yoktur.." denilmesi gibidir. Keşşaf sahibi de, "Mevcut olan her şeyin mülkü, O'nun elindedir; o halde, mümkin varlıklar namına mevcut olmayan her şeye de kadirdir" manasını vermiştir.

Cenâb-ı Hak, "O her şeye hakkıyla kadirdir" buyurmuştur ki, bu ifâdeyle ilgili olarak şöyle bir kaç mesele vardır:

Ma'dûm "Şey" Midir?

"Ma'dûm; bulunmayan, yok olan"a, "şey" denileceğini iddia edenler, bu ayete sarılarak, şöyle demişlerdir: "O, her şeye hakkıyla kadirdir" demek: O'nun "makdûru yarattığı ve yaratabileceği şeyler"in, "şey" olmasını gerektirir. Binâenaleyh, Allah'ın makdûru olan bu şey, ya mevcuttur yahut da ma'dûm'dur, mevcut değildir. Bunun mevcut olması caiz değildir. Çünkü, Allah şayet mevcut olana kadir olsaydı, O, ya, mevcut olan şeyi yeniden var etmeye kadir olmuş olurdu ki, bu muhaldir; zira, mevcut olanı yeniden var kılmak muhaldir. Yahut da O, onu yok etmeye kadir olmuş olurdu ki, bu da muhaldir. Zira, yok etme işinin (ayrı) bir fail ile meydana gelmesi imkânsızdır. Zira, "kudret" müessir bir sıfattır; binâenaleyh bu sıfatın bir tesiri söz konusudur. Yokluk ('adem) ise, katıksız bir olumsuzluktur. Dolayısıyla, yokluğu, kudretin eseri kılmak muhaldir. Bu sebeple de, yok etmenin bir fail ile meydana gelmesi muhal olur. Böylece, Allah'ın "makdûr"u olan "şey"in mevcut olmadığı sabit olmuş olur. Binâenaleyh, madem ki mevcut değil. Öyleyse "ma'dûm" olması gerekir. Bu sebeple de, "ma'dûm"un, "şey" olması gerekir.

Ma'dûm'un "şey" olduğunu kabul etmeyen âlimlerimiz de, bu ayetle istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Cevherin, cevher olması açısından, "şey" olduğunda şüphe yoktur. Meselâ, (sıfat olan) "siyâh"ın da, siyah olması açısından "şey" olduğunda şüphe yoktur. Allahü teâlâ ise, her "şey"e kadirdir. Binâenaleyh, bu ayetin bir muktezâsı olarak, Cenâb-ı Hakk'ın, cevher olması açısından cevhere, siyah olması açısından da siyaha kadir olması gerekir. Durum böyle olunca da, cevherin cevher olması, siyahın da siyah olması, o tek fail ile meydana gelmiş olması gerekir. Hür ve irade sahibi (muhtar) olan o failin, mutlaka fiilinden önce olması gerekir. Binâenaleyh, Allah'ın varlığı ve zatı, cevherin cevher, siyahlığın da siyah olmasından öncedir. Bu sebeple de "ma'dûm"un da, "şey" olması gerekir ki, işte matlup da budur.

Daha sonra alimlerimiz, karşı tarafın bu husustaki şüphelerine şu şekilde cevap vermişlerdir: Biz, yok etmenin bir fail ile olmayacağını kabul etmiyoruz. Bunu kabul etsek bile. ama ne var ki niçin, "ma'dûm" olan o "makdûr"un, "ilerde.." "şey" haline dönüşeceği için, "şey" diye adlandırılmış olduğu söylenemesin? Bizim, yaptığımız izaha göre, bu ifade, her ne kadar mecazî bir anlamda olmuş olsa bile, ancak ne var ki, "ma'dûm "un şey olmadığına dair diğer deliller bulunduğu için, bunu kullanmak gerekir.

Yok Etme İşinin Faile İhtiyacı

Kâdî Ebû Bekir, farklı iki görüşünden birinde, nesneleri yok etmenin, bir fail ile meydana geldiğini iddia etmiştir ki bu, Mu'tezile'den Ebu'l-Hasan el-Hayyât ile Mahmûd el-Harezmî'nin de tercihidir. Bizim alimlerimizin çoğunluğu ile Mu'tezile'den bazı kimseler ise, yok etmenin bir fail ile olacağının muhal olduğunu iddia etmişlerdir.

Kâdî şu şekilde istidlalde bulunmuştur: "Mevcudat eşyadır (şey dediğimiz varlıklardır). Allah ise, her "şey"e kadirdir. O halde bu demektir ki O, "mevcûdâfa kadirdir. Binâenaleyh bu, "O, ya mevcudatı yeniden var etmeye kadirdir" demektir ki, bu, imkânsızdır. Çünkü, var olanı yeniden var etmek muhaldir. Yahut da "O, mevcudatı yok etmeye kadirdir" demektir ki, işte bu, yok etmenin bir fail ile mümkin olmasını gerektirir.

Kudretin Makdûra Taallûku

Ka'bî, "Allahü teâlâ, kulun makdûr'u gibi olan şeylere kadir değildir" diye iddia ederken, Ebû Ali ve Ebû Hâşim de, "Allah, kulun makdûruna kadir değildir.." demişlerdir. Alimlerimiz ise, Allah'ın, hem kulun makdûru gibi olan şeylere kadir olduğunu, hem de makdûru olmayana da kadir olduğunu söylemiş, bu hususta şu şekilde istidlalde bulunmuşlardır: Kulun makdûru olanın bizzat kendisi ile, "makdûru gibisi" olan, "şey"dir. Allahü teâlâ ise, "her şeye" kadirdir. Bu sebeple, yapılan bu izaha göre, tek bir makdûrun iki kadir (hem Allah, hem de kul) arasında var olabileceğinin ve bulunabileceğinin doğruluğu sabit olmuş olur.

Hakikî Tesir

Âlimlerimiz, Allah'ın kudretinden başka bir "müessir" olmadığını iddia etmişler; felsefecilerin görüşü olan tabiat fikri ile, Mu'tezile'nin görüşü olan, birbirini doğurma, neticelendirmeyi (tevâlüd) hem de kulun, kendi fiillerinin mucidi olması fikrini çürüterek, tümüne birden şu şekilde istidlalde bulunmuşlardır: Ayet, Allahü teâlâ'nın, her şeye kadir olduğuna delalet etmektedir. Binâenaleyh, şayet mümkün varlıklara dair herhangi bir şey, Allah'ın kudretiyle değil de, başka bir şey ile meydana gelmiş olsaydı, bu başka şey, makdûr'u olan şeyler konusunda, Cenâb-ı Hakk'ın kudretini tesir etmekten men ederdi ki, böyle bir şey olamaz.. Çünkü, Allah'ın dışında kalan her şey, mümkün ve muhdes varlıklardır. Dolayısıyla da, kuvvet bakımından, Allah'ın kudretinden daha az kuvvetlidirler. Daha az kuvvetli olanın ise, daha güçlü olanı saf dışı etmesi mümkün değildir.

İki Yaratıcı İmkânsız

Bu ayet, Allahü teâlâ'nın tek olduğuna delâlet etmektedir. Zira biz, şayet bir ikinci ilahın bulunduğunu farz etsek, bu durumda bu ilah, bir şeyi, ya yaşatmaya kadir olacak, veya olamayacak. Eğer, kesinlikle bir şeyi icad etmeye kadir değilse, ilah olamaz. Eğer kadir olursa, bu ikinci ilahın makdûru olanın, "şey" olması gerekir. Binâenaleyh, bu durumda da bu "şey"in, Cenâb-ı Hakk'ın, "O her şeye hakkıyla kadirdir" ifadesinden dolayı, birinci ilahın da makdûru olması gerekir. Bu durumda da, iki hâlık arasında, bir mahlukun meydana gelmesi neticesi ortaya çıkar ki, bu muhaldir. Çünkü, o iki itahdan biri yaratma konusunda bağımsız olursa, bu, onlardan her birinin diğerinden müstağni olması neticesini doğurur. Böylece de aynı zamanda hem birbirlerine muhtaç, hem de birbirlerinden müstağni olmuş olurlar ki, bu da muhaldir.

Allah'ın Şey Diye Nitelenmesi

Cehmiyye, bu ayete dayanarak, Allahü teâlâ'nın "şey' olmadığını ileri sürerek şöyle demişlerdir: Eğer o, "şey" olsaydı, Cenâb-ı Hakk'ın, "O her şeye hakkıyla kadirdir" ifadesinden dolayı, Kendi nefsine de kadir olmuş olurdu.. Ne var ki, Allah'ın Kendi nefsine kadir olması muhaldir. Dolayısıyla, Allah'ın "şey" olması imkânsızdır. Alimlerimiz de şöyle demişlerdir; Hak teâlâ'nın "Hangi şey, şehâdet bakımından Allah'tan daha büyüktür?" (En'am, 19) buyruğu, Allah'ın bir "şey" olduğuna delâlet edince, umûmi olan bu ifadeyi, tahsis etmek gerekmiştir. Binâenaleyh bu ayet tahsis edilmiş genel lafızların, Allah'ın kitabında bulunduğuna delâlet ettiği gibi, genel ifadelerin, aklî delil ile de tahsis edilebileceğine, hatta fiilen vâki olduğuna delâlet etmektedir.

Her Şey Allah'ın Mahluku

Mu'tezile'nin ekserisi, Cenâb-ı Hakk'ın, "yalanı, cehâletî, abesi ve zulmü" yaratmaya kadir olduğunu iddia ederken, Nazzâm, buna kadir olmadığını iddia etmiştir. Alimlerin çoğu ise, "Cehalet ve yalan, ayrı ayrı "şey"lerdir. Allahü teâlâ, her şeye kadirdir. Binâenaleyh, O'nun bunları yaratmaya da kadir olması gerekir" diye istidlalde bulunmuşlardır:

Allah Mekândan Münezzeh

Ehl-i tevhid, Allahü teâlâ'nın cihetten ve mekândan münezzeh olduğuna istidlalde bulunarak şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ, şayet şu mekânda değil de bu mekânda olsaydı; Allah'ın içinde olduğu söylenen o mekân, içinde olmadığı söylenen diğer mekândan ayrı olmuş olurdu. Çünkü şayet, bu iki mekân birbirinden ayrı olmaz ise, Allahü teâlâ'nın burada değil de şurada olduğunu söylemek imkânsız olur. Hem sonra bu iki yerden birinin, diğerinden ayrı olması, bu mekânın mevcut bir şey olmasını gerektirir. Çünkü sırf yokluğa hem maddî olarak işaret etmek, hem de yine maddî olarak birinin diğerinden ayrı olması, hem de hareket etmeye uygun olması imkânsızdır. O halde, eğer Allah, bir mekânda olsaydı, o mekân mevcut olurdu. O mekân mevcut olmuş olsaydı, o da bir "şey" olur ve "O her şeye kadirdir" (Mülk, 1) ayetinden ötürü, Allah'ın makdûru (mahlûku) olurdu. Bu mekânın var oluşu, Allah'ın kudreti ve yaratmasıyla olduğuna göre, var oluş bakımından Allah'ın bu mekândan önce olması gerekir. Durum böyle olunca da, Allah'ın, hiçbir cihet yok iken, var oluşu, herhangi bir mekâna bağlı olmaksızın ezelde mevcut olmuş olur. Ezelî olan ise asla son bulmaz. Böylece Allahü teâlâ'nın hem ezelen, hem de ebeden, cihetten ve mekândan münezzeh olduğu sabit olur."

Hikimiyetin Gereği

Allahü teâlâ önce, "Hakimiyet elinde olan Allah" buyurmuş, daha sonra da "O her şeye hakkıyla kadirdir" buyurmuştur ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın her şeye kadir olduğu sabit olması durumunda, mülkün ancak O'nun elinde olabileceğini ihsas ettirmektedir. İşte bu, alimlerimizin, "Eğer kulun muradı yerine gelip de Allah'ın muradı yerine gelmeyecek olsaydı, bu Allah'ın aczini, za'fını ve mutlak manada mülkün sahibi olmamasını gerektirirdi" diye ifade ettikleri hususun ta kendisidir. Binâenaleyh bu, Allahü teâlâ'nın, mülkün mâliki olması durumunda, herşeye kadir olması gerektiğine delâlet eder.

Onuncu Mesele

"Kadir" kelimesi, "kâdir"in mübalağa (ileri mana ifade eden) sigasıdır. O, her şeye kadir olunca, hiçbir şeyin O'nun herhangi bir şeye kadir olup yaratmasına manî olamaması gerekir. Bu da, Allahü teâlâ üzerinde, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin hakkının bulunmamasını gerektirir. Aksi halde bu hak, O'nun o şeyi yapmasına mâni olur. Yine O'nun yaptığı hiçbir şeyin kabih (çirkin ve kötü) olmamasını gerektirir. Aksi halde bu kabîhlik, O'nun o şeyi yapmasına manî olur. Dolayısıyla kudret açısından kâmil olmaz. Böylece de "kadîr" olamaz. Allah en iyi bilendir.

İmtihan İçin Yaratılış

1 ﴿