5

"Andolsun ki biz, yere en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları, şeytanlara da atış taneleri yaptık. Ve onlara, çılgın ateş azabı hazırladık".

Bil ki, bu, Cenâb-ı Hakk'ın kadir ve âlim oluşunun ikinci delilidir. Bu böyledir, zira bu yıldızlar, muhdes oluşlarına, kendilerine muayyen bir miktarı, belli bir yerin ve belli bir hareketin tahsis edilmiş olması itibariyle, kendilerini yaratanın kâmil bir kudret sahibi olduğuna; sapasağlam, dünya ehli için bir zinet ve kendileri sayesinde menfaatlenmelerine sebep olmaları açısından, kutlarının maslahatlarına uygun olmasına nazarla da, bunları yaratanın âlim olduğuna delâlet ederler ki, bunun bir benzeri de, "Gerçekten biz, en yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik. (Onu) her mütemenit şeytandan koruduk.." (Saffât, 6-7) ayetleridir. Burada şöyle birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ayetteki, tabiri, "en yakın semâ, gök" anlamındadır. Zira, bu semâ, göklerin, insanlara en yakın olanıdır. Buna göre mana, "insanlara yakın olan semâyı..." şeklinde olur.kelimesi ise, "kandiller" demek olup, bununla yıldızlar adlandırılmıştır. Çünkü insanlar, mescidlerini, camilerini ve evlerini kandillerle donatmaktadırlar, işte bu sebeple sanki, "Biz, içinde toplandığınız evin (dünyanın) tavanını kandillerle donattık ki, bunlar, ışık bakımından, kendi kandillerinizin onlarla boy ölçüşemeyeceği kandillerdir.." denilmek istenmiştir.

Rücûm

Ayetteki "Bunlan şeytanlara da ateş mermileri yaptık..." cümlesine gelince, bil ki rücûm, recm kelimesinin çoğuludur. Bu, kendisiyle, taşlanılan şeyin adlandırıldığı bir masdardır. Alimler, bu ayetin izahı sadedinde şu iki açıklamayı yapmışlardır:

1) Şeytanlar, işitüebilecek olan şeyleri kulak hırsızlığı yaparak duymak istediklerinde bunlarla taşlanırlar. Buna göre şayet, "Yıldızları semânın bir süsü yapmak, onların sürekliliğini; bunları şeytanları taşlama aracı olarak görmek ise, bunların mütenahî olmasını gerektirir. Şu halde bu iki manayı bir arada düşünmek çelişki olur.." denilirse, biz deriz ki, (şeytanları taşlamanın) anlamı, onların, o şeytanları yıldızların kütleleriyle taşlamak değildir. Tam aksine o yıldızlardan şeytanlara atılan birer ateş parçası ayrılmış olabilir. İşte bu alev parçası, "sihâb" adını alır. Bu ise, ateşten alınan bir parçadır. Dolayısıyla da ateş, yine devam etmektedir.

2) Yaldızların şeytanlar için ateş mermileri olmasının diğer bir tefsiri de, "Biz bu yıldızları, ins şeytanları için bir zan sebebi ve gayb hakkında ileri geri konuşma vesilesi kıldık.." şeklinde olup, bu insan şeytanlanyla da, ahkâm kesen müneccimler kastedilmiş olur.

En Yakın Sema

Bil ki, bu ayetin zahiri, bu yıldızların, en yakın semada bulunduklarına delalet etmez. Bu böyledir, çünkü gökler, şeffaf olunca, yıldızlar, ister en yakın semada, isterse, enyakın semanın üstünde olan diğer semalarda olsun, mutlaka, en yakın semada görünür ve orada ışıldarlar. Binâenaleyh, her iki duruma göre de, en yakın sema, bu kandillerle bezenmiş ve süslenmiş olur.

Bil ki, astronomi alimleri, sabit yıldızların, gezegen yıldızların üstünde olan sekizinci felekte (yörünge) yer aldığı hususunda ittifak etmişlerdir. Onların bu husustaki delilleri şudur: "Bu sabit yıldızların bazıları, sekizinci felekte yer almıştır. Binâenaleyh, hepsinin orada olması gerekir. Biz, bunların bazısının sekizinci felekte bulunduklarını söyledik. Zira, bölgeye yakın olan sabit yıldızlar, bu gezegen yıldızlar ile tutulurlar (küsûf). Binâenaleyh, bu tutulan sabit yıldızların, onları tutan gezegen yıldızların üstünde olmaları gerekir. Biz, "sabit yıldızların bazen, sekizinci felekte olunca, hepsinin orada olması gerekir" dedik, çünkü bunların hepsi de, mesela her yüzyılda bir derece olmak üzere, çok yavaş ve aynı hareketi yaparlar. Binâenaleyh, bunların tümünün, tek bir küre (yörünge)de yer almış olmaları gerekir."

Bil ki, bu istidlal tutarsızdır. Çünkü, sabit yıldızların bazısının gezegen yıldızların üzerinde olmasından, bütünün orada olması neticesi çıkmaz. Çünkü, ayın altında bir kürenin bulunması ve hareketinin yavaş olması bakımından, sabit küreye eşit olması; kutuplara yakın yerlerde yer almış yıldızların da bu süfli (aşağı) kürede bulunmuş olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü, hareket bakımından birbirlerine benzemelerine rağmen, küçüklük ve büyüklük açısından farklı olan iki kürenin bulunması, hiç de uzak bir ihtimal değildir. Bu takdire göre, bu lamba diye adlandırılan bu yıldızların en yakın semada kümelenmiş olmaları imkânsız değildir. Böylece, felsefecilerin bu konudaki görüşlerinin zayıf ve tutarsız olduğu sabit olmuş olur.

Yıldızların Faydaları

Bil ki, yıldızların faydalan pek çoktur. Bunlardan bazıları, meselâ şunlardır:

1) Allahü teâlâ. semayı bunlarla süslemiştir.

2) Bunlar sayesinde geceleyin bir nebze ışık meydana gelir. İşte bundan dolayı, geceleyin hava çok kesif bir biçimde bulutlu olduğunda, karanlık alabildiğine artar. Ki bunun sebebi, bulutların, bu yıldızların ışıklarına mani oluşlarıdır.

3) Bunlar sayesinde, dört mevsimin hallerinde değişiklik meydana gelir. Çünkü bunlar, nuranî büyük kütlelerdir. Binâenaleyh, güneş, meselâ yazın, kızgın bir yıldıza yaklaştığında, o yaz çok sıcak olur. Ki bu, meselâ, bir ateşin başka bir ateşle birleşmesi gibi bir hal arzeder. Çünkü, toplamdan meydana gelen neticenin, yani hararetin daha kuvvetli olduğunda şüphe yoktur.

4) Allahü teâlâ, bu yıldızları, kara ve denizlerin karanlıklarında, sayelerinde yol iz bulunan bir takım alametler ve işaretler kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, bu hususu, "... daha nice alametler... (peyda etti). Yıldızla da onlar yollarını doğrulturlar.." (Nahl, 16) ayetiyle beyan etmiştir.

5) Allah, bu yıldızlan, insanları iman nurundan küfrün karanlığına iten şeytanlar için, kovma vesilesi kılmıştır. Bunun sebebinin şu olduğu rivayet olunmuştur: Cinler, semanın haberlerini dinlemeye çalışıyorlardı. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olarak gönderilince, sema, muhafaza altına alındı ve şeytanlar (cinler) gözetilmeye başlandı. Binâenaleyh, şeytanlardan kim, sema haberlerini dinleyip çalmak için gelirlerse, alev parçalarıyla (yıldızlarla) kovulurlar. Böylece de, o şeytan, duyduğu o şeyi yere indirip de insanlara telkin edip, böylece de peygamberin işini karıştırarak, onun bu haberi sebebiyle de insanlar şüpheye düşmesinler diye, Allah, bu yıldızlarla onları yakar. İşte, bu alev parçalarının kopmasının sebebi de budur. İşte, "Bunları şeytanlara da atış mermileri yaptık.," ayetinden kastedilen mana budur.

Şihablardaki Müşkilat

Bazı kimseler, bu hususu şu bakımlardan tenkit etmişlerdir.

1) Yıldızların akması ve kopması meselesi, eski felsefecilerin kitaplarında da bulunmaktadır. Çünkü onlar bu hususta şöyle derlerdi: "Yeryüzü, güneş sayesinde kızınca, oradan kuru bir buhar (duman) yükselir. Bu duman, feleğin (yörüngenin) altındaki ateşe ulaşınca, ateş sayesinde yanar ki işte, "şihâb" denilen alev budur.

2) Bu cinlerin, kendi cinlerinden, meselâ bir veya bin tanesinin böylesi bir hırsızlıkta bulunup da, bunun peşinden yandıklarını görüp dururlarken, daha nasıl yanıp kül olan bu kimselerin yaptığını yapmaya devam ederler. Çünkü, aklı olan bir kimse, bir şey yüzünden meydana gelen böyle bir imhayı pekçok kereler, mesela bin kez gördüğünde, herhangi bir fayda elde edemeyeceğini bile bile aynı işi yapmaya yönelmesi imkânsız olur.

Melekler ve Vahy

3) Sema'nın kalınlığının beşyüz yıllık mesafe olduğu söylenmektedir. Şimdi bu cinler, eğer semanın kütlesine nüfuz ederler de, onun dokusunu yırtarlarsa, bu olmaz; bu batıl ve temelsizdir? Çünkü, Cenâb-ı Hakk, 'işte gözünü çevir, hiçbir çatlak görecek misin?" buyurmak suretiyle semada bir çatlaklığın olmadığını bildirmiştir. Yok eğer, cinler, semanın dokusunu delip geçemiyorlarsa, onlar daha nasıl, meleklerin sır olarak birbirlerine söyledikleri bu şeyleri, bu kadar büyük bir uzaklıktan duyabilirler?! Hem sonra, onların, meleklerin sözlerini bu kadar büyük bir uzaklıktan duymaları düşünüldüğünde, "Peki o halde, niçin onlar, yeryüzünde olan meleklerin sözlerini duyamıyorlar?" diye bir soru sorulabilir.

4) Melekler gelecekte olacak şeylere muttalidirler. Bu, ya onların o hadiseleri, Levh-i Mahfuz'da görüp, oradan öğrenmelerinden ötürü; yahut da Allah'ın onlara yaptığı vahyi alıp, bundan o şeyleri öğrenmelerinden ötürüdür. Her iki duruma göre de, peki melekler niçin bu şeyleri söylemekten kendilerini alamamışlar ve cinler böylece bunlara vakıf olmuşlar?

5) Şeytanlar, ateşten yaratılmışlardır. Ateş ise, ateşi yakmaz aksine güçlendirir. O halde daha nasıl şeytanların, bu şihablarla (ateş mermileriyle) kulak hırsızlığı yapmaktan engellendikleri düşünülebilir?

6) Bu taşlama, peygamberlikten ötürü idi. O halde daha niçin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra da devam etmiştir?

7) Bu taşlamalar, yere yakın bir yerde meydana gelmektedir. Bunun delili, bizim bunu gözümüzle müşahede etmemizdir. Şimdi eğer bunlar, feleğe yakın bir yerde meydana gelmiş olsalardı, yıldızların hareketini müşahede edemediğimiz gibi, bunların hareketlerini de müşahede edemezdik. Bu alevlerin yere yakın bir yerde meydana geldiği sabit olduğuna göre, daha nasıl bunların, şeytanların feleğe ulaşmalarına mani oldukları söylenebilir?

8)Bu şeytanların, meleklerdeki gaybî haberleri, kâhinlere taşımaları imkân dahilinde olsaydı, kâfirlerin mü'minlere zarar vermelerini sağlamak için, niçin mü'minlerin sırlarını kâfirlere taşıyamamışlardır.

9) Allahü teâlâ, bunların tâ baştan göğe yükselmelerine niçin mâni olmuyor da, bunları gökten kovmak için bu alevlerin (şihabların) yardımına muhtaç oluyor?

Sırasıyla Müşkillere Cevaplar

Birinci soruya şu şekilde cevap verilir: Biz, bu alevlerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, peygamber olarak gönderilmesinden önce, başka sebeplerden ötürü mevcud olduklarım inkâr etmiyoruz. Fakat bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden sonra, başka bir sebepten ötürü, yani cinleri kovmak ve menetmek için var olmalarına mani değildir. Rivayet edildiğine göre, Zührî'ye "Bu şeytanlar câhiliyyede de aynı şekilde taşlanıp, kovulmuyorlar mıydı?" denildi. O, "Evet" dedi.

"Hak teâlâ'nın, "(Cinler) "Biz dinlemek için onun bazı kısımlarında oturacak yerler (bulup) oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinleyecek olursa, kendisini gözetip duran bir şihab bulunuyor (derler)" (cin, 9) ayeti hakkında ne dersin?" denildiğinde, Zührî, "Bu iş, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olarak gönderildiğinde, daha ileri derecede meydana gelmiştir" dedi.

İkinci soruya şöyle cevap verilir: Kader geldiğinde göz kör olur. Binâenaleyh Allah, bir gurup cinin, azgınlıklarından ötürü yanmasına hükmetmiş, bunu takdir etmişse, kendilerinin yok olmasına sebep olacak sebeplerin kapıları onlara açılır.

Üçüncü soruya, şöyle cevap verilir: Gök ile yer arasındaki uzaklık beşyüz yıllık bir mesafedir. Fakat feleğin kütlesinin kalınlığı ise belki de bu kadar büyük değildir.

Dördüncü soruya şu şekilde cevap verilir: Zührî, All b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib'in, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şunu rivayet ettiğini söylemiştir: "Bir gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir gurup ashabıyla birlikte oturuyordu. Tam o sırada bir yıldız kaydı ve parladı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Böylesi birşey olduğunda, cahiliyye döneminde ne der, ne düşünürdünüz?" deyince, onlar, "Biz böylesi durumda, ya büyük bir zatın doğduğunu veya öldüğünü düşünürdük" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ... "Bu yıldızlar, ne bir kimsenin ölümü, ne de hayatı için atılmaz (kaydırılmazlar). Fakat Rabbimiz gökte bir fermanda bulunduğunda, Arş'ın taşıyıcısı melekler "Sübhanellah" derler. Derken gök ehli "Sübhanellah" derler ve bu tesbih, dünya semasına vanp dayanmcaya kadar, her kat gök müntehebatı sıra ile tesbihte bulunur. Derken, gök ehli, Arş'ın taşıyıcılarına, "Rabbiniz ne ferman buyurdu" diye sorarlar. Onlar da, bunlara o fermanı haber verirler. Bu haber veriş, dünya semasına kadar, bir semadan diğer semaya aktarılıp gelir, işte o sırada cinler bu haberi kaparlar, bu yüzden de taşlanırlar. Binâenaleyh onların getirdikleri haktır. Fakat bu cinler, o gerçek habere, bazı yalanlar katarlar Müslim, selam,124(4/1751).buyurmuştur.

Beşinci soruya da şu şekilde cevap verilir: Bir ateş, bazan diğerinden daha kuvvetli olabilir. Binâenaleyh daha kuvvetli olan, zayıf olanı tesirsiz hale getirip, yutar.

Altıncı sorunun cevabı şudur: Bu iş, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra da devam etmiştir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kâhinlerin haberlerinin yalan ve batıl olduğunu bildirmiştir. Binâenaleyh eğer bu tedbir devam etmeseydi, kâhinlik işi sürüp giderdi. Bu da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kâhinliğin batıl olduğuna dair sözünü zedelerdi.

Yedinci sorunun cevabı şudur: Biz ehl-i sünnete göre, uzaklık birşeyin duyulmasına mani değildir. Belki de Allahü teâlâ, o şeytanların meselâ o yerde durup da, meleklerin sözlerini dinleyebilecekleri bir şekilde sünnetullahı yürütmüştür.

Sekizinci sorunun cevabı şudur: Belki de Allahü teâlâ, o cinlere, melekler tarafından söylenen gaybî haberleri dinleme gücü vermiş, ama mü'minlerin sırlarını kâfirlere verme gücünden mahrum etmiştir.

Dokuzuncu sorunun cevabı da şudur: Allahü teâlâ istediğini yapar, istediğine hükmeder. Bu hususlardaki izahlarımız bundan ibarettir. En iyi bilen Allahü teâlâ'dır.

Bil ki Allahü teâlâ, yıldızların faydalarından bahsedip, bunlardan birinin de şeytanları taşlama ve kovma olduğunu belirtince, "ve onlara çılgın ateş azabı hazırladık" buyurmuştur ki bu, "Biz, şeytanlar için, onları dünyada işte o alevlerle (şihablarla) yaktıktan sonra, ahirette de çılgın cehennem azabını hazırladık" demektir. Müberred şöyle der: "Arapça'da "Ateş çılgın bir şekilde, cayır cayır yandı. O, çılgınlaştırılmış, çılgınca yanan bir ateştir" denilir. Bu tıpkı, kelimeleri gibidir." Alimlerimiz, cehennemin, elan mahluk (mevcud) olduğuna bu ayeti delil getirmişlerdir. Çünkü ayetteki "hazırladık" ifadesi, geçmişi haber veren, olmuş bitmişliği anlatan bir lafızdır.

5 ﴿