KALEM SURESİ

Elli iki ayet olup, Mekki'dir.

1

"Nün...".

Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Huruf-i Mukatta'a

Bu tür ifadeler hakkında ileri sürülen görüşleri biz, Bakara Sûresi'nin başında uzun uzun anlattık. Buraya has olan ilave izahlar ise şunlardır:

1) Nûn, "balık" demektir. Yunus (aleyhisselâm)'dan bahsedilirken, (Enbiyâ, 67) denilmesi de, buna varıp dayanmaktadır. Bu görüş, İbn Abbas, Mücâhid, Mukâtil ve Süddî'den rivayet edilmiştir. Daha sonra bu görüşte olanlardan kimileri, "Allahü teâlâ, bu harf ile, sırtında yeryüzünün bulunduğu o balığa yemin etmiştir.. Ki bu balık en aşağıdaki yerin altında bulunan denizdedir.." demişlerdir. Kimileri de, "Allahü teâlâ, karnında Yunus (aleyhisselâm)'u hapseden balığa yemin etmişdir" demişlerdir. Bir kısmıda, "Allahü teâlâ, Nemrud'un okuna kanı bulaşan o balığa yemin etmiştir" demişlerdir.

2) Bu da, İbn Abbas'tan rivayet edilmiş olup Dahhak, Hasan el-Basrî ve Katâde'nin tercihidir. Buna göre ö mürekkeb hokkası, anlamındadır. Ki şairin "özlem ve iştiyak onları hatırıma getirdiği her keresinde, mürekkeb hokkam, ardı arast kesilmeyen gözyaşları dökmüştür" sözü de bunu ifade eder. Binâenaleyh, bu harf, hokka ve kalem'e yapılmış bir yemin olmuş olur. Çünkü, yazı işi meydana geldiği için, bu iki alet edavattan sağlanan fayda çok büyüktür. Zira, karşılıklı antlaşmalar, bazan şifahî olarak, bazan da yazıyla sağlanır.

3) Nûn, meleklerin, Allah'ın kendilerine emrettiği şeyleri üstüne yazdıkları levhadır. Bunu, Muaviye ibn Kurre "merfû" olarak rivayet etmiştir.

4) Nûn, sayesinde, meleklerin yazılarını yazdığı (manevî) mürekkebtir.

Bil ki, bu izahların tümü de zayıftır. Çünkü biz, bu ifadeyi, kendisine kasem edilen bir şey addettiğimizde, bu durumda eğer bir cins addedilirse, bizim bunu mecrûr ve tenvinli yapmamız gerekir. Çünkü, bu takdire göre yemin, ya belirsiz bir hokkaya, yahut da belli olmayan bir balığa edilmiş olur. Buna göre adeta, ya yahut da şeklinde denilmiş olur. Yok eğer bir alem ise, bunu, munsarıf ve mecrûr kılmamız; eğer gayr-ı munsarıf addedersek, bunu, gayr-ı munsarıf yapıp fethalı okumamız gerekir.

5) Buradaki nûn harfi "Rahman" kelimesinin son harfidir. Çünkü, bu kelimede (......) kelimesiyle, Rahman isminin "nûn "u birleşmiştir. Böylece Allahü teâlâ, bu ismin en son harfini zikretmiştir ki, esas maksad, bu harfi değil, ismin tamamına yemin etmektir. Bu görüş de tutarsızdır, çünkü böyle bir şeyi caiz görmek, Batınîler için, o bâtıl şeylerine kapı açmak olur. Tam aksine hak ve gerçek olan şudur: Bu, ya bu sûrenin ismidir, yahut bunun getiriliş maksadı (yine) meydan okumadır, yahut da Bakara Sûresi'nin başında da zikredilmiş olduğu gibi diğer husustur.

Ayetteki Okunma Şekilleri

Kıraat alimleri, (......) ifâdesinde, (......)'un izhar ve ihfâ ile okunup okunamayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Binâenaleyh bunu izhâr ile okuyanlara gelince, bu kimse, bununla burada iki sakinin bir araya gelmesinin delâleti ile, vakf yapmaya niyetlenmiş olur. Vakıf yapıldığından, kendinden sonra gelenden ayrıymış gibi olmuş olur. Kendinden sonra gelenden ayrı olunca da, izhâr yapmak vacib olur. Çünkü, ağız harflerinde ihfâ, ancak, bitişme (ittisal) halinde söz konusu olur. İhfâ ile okumanın izahı da şudur: Vasi hemzesi, meselâ (......) ifadesiyle, Arapların sayılar hakkındaki gibi sözlerindeki harflerle beraber kullanıldığında düşmez. Bu harflerle beraber kullanıldıklarında hemze düşmeyince, biz, bunun vasi takdirinde olduğunu anlamış oluruz. Sen bu harfi (nûn harfini) vasi edince de, nûn'u gizlemiş olursun. Ki, bu hususu, ifadelerini tefsir ederken de ele almıştık. Ferrâ şöyle der: "Nûn'u izhar ile okumak, benim daha çok hoşuma gider. Çünkü nûn, hece harfidir. Hece harfleri ise, vasi olunsalar bile, üzerlerinde vakf yapılmış gibidir.

Kalem

"Kaleme, yazmakta oldukları şeylere and olsun ki...".

Bu hususta, iki görüş bulunmaktadır:

Birinci Görüş: Kendisine yemin edilen şey, cins olup, bu da, semada ve yerdekilerin, sayesinde yazı yazdıktan bütün kalemleri içine alır. Cenâb-ı Hak, "Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti" (Alak, 3-5) buyurmuştur. Allah, insana,, konuşma kabiliyeti vermek suretiyle lütufta bulunduğu gibi, kalemle yazabilme kuvvetini vermek suretiyle de lütfetmiştir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, "Ki o, insanı yarattı ve ona beyanı öğretti..."(Rahman,3-4) buyurmuştur.

Kalemden nasıl yararlanıldığının izahına gelince, bu şöyledir: Her şeyden önce, kalem sayesinde, karşınızda olmayan uzaktaki kimseler, adeta muhatap gibi olurlar. Böylece kişi, bu kalem sayesinde, dili ile yanındaki kimselere bir şeyler öğretebildiği gibi, uzaktakilere de anlatma imkanını elde eder.

Kader Kalemi

İkinci Görüş: Kendisine kasem edilen şey, "Allah'ın yarattığı şeylerin ilki kaîemdir..." haberinde yer alan, belli ve muayyen olan o kalemdir. Nitekim İbn Abbas, "Allah'ın yarattığı şeylerin ilki, kalemdir. Daha sonra, Allah o kaleme, "Kıyamete kadar olacak şeyleri yaz!" dedi ve, Kalem de, canlıların ecelleri ve amelleri gibi, kıyamete kadar olacak şeyleri yazıverdi..." demiştir. O, sözüne devamla şöyle der: "Bu, uzunluğu semâ ile yer arası kadar olan, nurdan bir kalemdir."

Mücâhid de İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'ın yarattığı şeylerin ilki kalemdir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak kaleme, "Kaderi yaz!.." dedi de, kalem de, bunun üzerine, kıyamete değin olacak şeyleri yazıverdi.. İnsanlar, olmuş bitmiş (yazılmış) şeyler üzerinde hareket etmektedirler.."

Kâdî şöyle dör: "Bu haberdeki ifadeleri, mecazî manaya almak gerekir. Çünkü, yazmaya has olan bir alet durumundaki kalemin, canlı ve akıllı, böylece de kendisine emredilip yasaklar konulan bir şey olması caiz değildir. Çünkü, kalemin mükellef bir canlı oluşu ile, yazı aleti oluşunun arasını uzlaştırmak imkânsızdır. Tam aksine bundan muradın, Allahü teâlâ'nın o kaleme, olacak şeylerin tümünü yazdırtmasıdır. Bu da tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, "O bir şeye hükmetti mi, ona ancak "ol" der, o da oluverir..." (Bakara, 117) ayeti gibidir. Çünkü burada, ne bir emir, ne de bir mükellef tutma söz konusudur. Aksine bu, Cenâb-ı Hakk'ın kudretinin, hiçbir çekişme ve hiçbir karşı koyma olmaksızın, kudreti dahilinde olan şeye, kudretinin nüfuzudur.

Bazı kimseler de burada zikredilen "kalem"in, "akıl" olduğunu ve aklın, bütün mahlukatın hemen hemen temeli olduğunu ileri sürerek şöyle demişlerdir: "Bunun delili, haberlerde yer alan şu husustur; "Allah'ın yarattığı şeylerin ilki kalemdir." Bir başka haberde ise, "Allah'ın yarattığı şeylerin ilki bir cevherdir. Böylece Cenâb-ı Hak bu cevhere, heybet gözüyle nazar etti de, cevher eridi, kızdı. Derken ondan birduhân (duman) bir köpük yükseldi. Allah duhândan, dumandan yani, köpükten de yeri yarattı" buyurulmuştur. Bu haberlerin tümü, kalemin, aklın ve mahlukatın temeli olan o cevherin, aynı şey olduğuna delalet eder. Aksi halde çelişki söz konusu olur.

Cenâb-ı Hak, "yazmada oldukları şeylere and olsun" buyurmuştur. Bil ki buradaki kendinden sonraki ifadeyle, te'vil-i masdar durumundadır. Böylece ayetteki bu ifâde, takdirinde olmuş olur. Derken de yemin bizzat yazma işine yapılmış olur. Bu ifadeyle, ism-i mef'ûl manası kastedilmiş de olur, yani "yazılmış şeylere" demek olur. Her iki takdire göre de, şimdi biz buradaki "kalem" kelimesini, Allah'ın yarattıkları şeyler içinde yer alan bütün kalemler manasında alırsak, ayetin ifade ettiği mana açık olmuş olur. Böylece de Allahü teâlâ her kaleme ve her kalemle yazılan şeye yemin etmiş olur.

Bu ifade ile kastedilenin, Hafaza Meleklerl'nin ve Kiramen Kâtibinin yazmış oldukları şeyler olduğu da ileri sürülmüştür. Yine bu "kalem" ifadesiyle, kalemin sahiplerinin (kalem kullananların) kastedilmiş olması da mümkündür. Böyle olması halinde, 'deki "vâv" zamiri, kalem sahiplerine râci olmuş olur. Buna göre sanki, "Kalem sahiplerine ve onların satretmelerine, yani yazıp-cizdikleri şeye yemin olsun ki..." denilmek istenmiştir. Fakat biz, ayette geçen "kalem" ifadesini, (o hadiste haberde yer alan) o belli "kalem" manasına alırsak, o zaman Hak teâlâ'nın "yazmakta oldukları şeylere..." ifadesiyle onların kendisine yazı yazdıkları şey, yani Levh-i Mahfuz kastedilmiş olabilir. ifâdesindeki "cemî'Mik ile de, kelimenin cemîliği değil, aksine "ta'zîm" manası kastedilmiştir. Yahut da bu ifadesiyle, kıyamete kadar olacak şeylerin tamamı ile, mahlukatın yapacağı işler ve onların ömürleri kastedilmiş olabilir.

Kasemden Maksat

Bil ki Allahü teâlâ, kendisiyle yemin edilen şeyi zikredince, kendisi için yemin edilen şeyi de hemen peşinden getirerek şöyle buyurmuştur:

1 ﴿