4

"Sen, Rabbinin nimeti sayesinde, bir mecnun değilsin. Senin için muhakkak ve muhakkak tükenmeyen bir mükafaat vardır ve hiç şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin".

Bil ki Hak teâlâ'nın, "Sen, Rabbinin nimeti sayesinde bir mecnun değilsin" beyanı ile ilgili şöyle iki mesele vardır

Birinci Mesele

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün, hanımı Hatice (radıyallahü anha)'ye haber vermeden Hira mağarasına çekip gitti. Derken, Hatice (radıyallahü anha), onu aradı fakat bulamadı. Bir de ne görsün, karşısında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), herhangi bir toz duman olmadan, rengi değişmiş olarak durmuyor mu! Bunun üzerine, Hazret-i Hatice (radıyallahü anha), ona, "Sana ne oldu?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cebrail (aleyhisselâm)'in geldiğinden, kendisine, "Rabbinin ismiyle oku" dediğinden bahsetti ki işte Kur'ân'dan inen şeyin ilki budur.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sözüne devamla şöyle buyurdu: "Daha sonra Cibril beni, bulunduğum yerden, düz bir yere indirdi. Abdest aldı, ben de abdest aldım; sonra namaz kıldı, ben de onunla birlikte iki rekât namaz kıldım ve Cibril, "Ey Muhammed, namaz işte bu şekildedir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bunu Hatice (radıyallahü anha)'ye anlatınca, Hatice (radıyallahü anha), amcasının oğlu olan Varaka b. Nevfel'e gitti ki Varaka, kavminin dinine girmemiş, aksine hristiyan olmuştu-. Hazret-i Hatice (radıyallahü anha), ona durumu anlatınca, "Muhammedi bana gönder" dedi. Hazret-i Hatice (radıyallahü anha)de, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, Varaka'ya gönderdi. Varakanın yanına geldiğinde, Varaka ona, "Cibril sana, her hangi bir kimseyi Allah'a davet etmeni emretti mi?" deyince, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), "Hayır" cevabını verdi. Bunun üzerine Varaka, "Allah'a yemin olsun ki, eğer senin davet günlerine kadar yaşarsam, sana çok büyük destek verir ve çok yardım ederim" dedi. Fakat Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in davet günleri gelmeden de öldü.

İşte bu hadise, Kureyş kâfirlerinin diline düşüp yayıldı. Bunun üzerine Kureyş kâfirleri "o bir deli" dediler de Allahü teâlâ, bu sûrenin başından bu beş ayet ile, onun deli olmadığına yemin etti. Daha sonra İbn Abbas (radıyallahü anh) sözüne devamla, ilk nazil olan ayetin, (Ala, 1) ayeti olduğunu, bunun ise ikincisi olduğunu söyledi.

İkinci Mesele

Zeccâc şöyle der; (......) kelimesi, (......)'nın ismi, (......) ise, haberidir. (......) ifadesi ise, isim ile haber arasına girmiş bir ifadedir. Buna göre mana, "Rabbinin nimeti sayesinde, sende delilik vs. yoktur" şeklinde olur ve bu tıpkı, "Elhamdülillah sen akıllısın.", "Allah'a hamdolsun sen deli değilsin", "Allah'ın bir nimeti olarak, sen akıllı ve anlayışlısın" ve "Allah'ın nimeti sayesinde, sen fakir değilsin" denilmesi gibidir ki bütün bunların manası, "övgüye değer bütün bu sıfatlar sende mevcutken, kötü sıfatlar, Allah'ın in'amı, lütfü ve ikramı sayesinde, sende yer almamış, silinmiş gitmişlerdir" demektir. Ata ve İbn Abbas (radıyallahü anh), Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbinin nimeti ile..." ifadesiyle, "sana iman ve nübüvvet gereklidir" manasını kastettiğini ve bunun o müşriklerin, "Ey kendisine Kur'ân indirilen, sen bir delisin" (Hicr, 6) şeklindeki sözlerine cevap olduğunu söylemişlerdir.

Hazret-i Peygamberi Taltif

Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i burada şu üç sıfatla nitelemiştir:

Töhmetten Uzaksın

Birinci Sıfat: Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in deli olmadığını belirtmiş, sonra da bu iddiaya, bunun doğruluğuna kesinkes delalet edecek şeyi eklemiştir. Bu böyledir, çünkü ayetteki,"Rabbinin nimeti sayesinde..." ifadesi, Cenâb-ı Hakk'ın, tam bir fesahat, mükemmel bir akıl, beğenilen bir gidişat, her türlü kusur ve ayıptan uzak olma ve her türlü olumlu sıfatla muttasıf olma gibi nimetlerinin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de çok net bir şekilde mevcut olduğuna delâlet eder. Bu nimetler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'de, adeta elle tutulur, gözle görülür bir biçimde mevcut olunca, bunların o peygamberde mevcut oluşları, onda bir deliliğin bulunmasına ters düşer. Binâenaleyh Hak teâlâ, onların, o Peygamber (aleyhisselâm)'e, "Sen bir delisin" şeklindeki sözlerinde yalancı olduklarına, yakîn bir delaletle, delalet etsin diye, işte bu inceliğe dikkat çekmiştir.

Büyük Mükafaatın Var

İkinci Sıfat: Bu, "Senin için muhakkak ve muhakkak tükenmeyen bir mükafaat vardır" ayetinin itade ettiği husustur. Ayetteki, "gayr'ı-memnûn" ifadesinin ne demek olduğu hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür:

1) Ekseri alimlerin benimsediği fikre göre, bunun manası "noksan olmayan, kesintiye uğramayan, sonlu olmayan" şeklindedir. Nitekim Arapça'da, "Yürümek onu aciz bıraktı" manasında, denilir. "Menîn" de, zayıf, aciz, güçsüz manasınadır. Yine birisi birşeyi katedip, tamamladığında, denilir. Lebîd'in "(Bu köpekler), iyice siyah olup, rızık olarak kendilerine ayrılmış olan avı elde eder, yakalarlar" şeklindeki sözü de bu manadadır ki Lebîd bu mısrasıyla, ava alıştırılan köpeği tavsif etmektedir. Bu ayetin bir benzeri de, "Kesintisiz bir bağış..." (Hud, 108) ifadesidir.

2) Mücâhid, Mukâtil ve Kelbî'ye ait görüşe göre, bu ifadenin manası, "Başına kakılmak suretiyle bulandırılmayan bir nimet" şeklindedir. Mu'tezile, bu hususun izahı sadedinde "Bu, sana bir lütuf olarak verilmemiştir. Çünkü bu, ameline karşılık hakettiğin bir mükafaattır. Yoksa karşılıksız yapılmış bir lütuf değildir" manasını verir. Birinci görüş daha uygundur. Çünkü bu nimeti, bir ücret olarak görmek, bunda zaten bir başa kakmanın olamayacağını ifade eder. Binâenaleyh ayeti bu manaya almak bir tekrar gibi olmuş olur.

Alimler bu ücretin (ecrin), neden dolayı tahakkuk ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun manasının, "Bu, tenkidlere ve çirkin sözlere tahammül edip, onları sabırla karşılamandan ötürü, senin için kesintisiz büyük bir ücret var" şeklinde olduğunu söylerlerken, diğer bazıları, "İnsanları Allah'a davet etmen ve dini hükümleri onlara açıklaman hususunda, peygamberliğini ortaya koyup mucizeler gösterdiğin için, sana devamlı ve halis bir ücret var. Binâenaleyh o kâfirlerin, sana deli demeleri, seni bu önemli vazifeyle meşgul olmaktan alıkoymasın. Çünkü bu sayede senin için, Allah katında yüce mevkiler ve mertebeler vardır" manasını vermişlerdir.

Üstün Ahlak Sendedir

Üçüncü Sıfat: Bu, "Hiç şüphesiz büyük bir ahlak üzerindesin sen" ayetinin ifade ettiği husustur.

Tabi Olacağın Hidayet

Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele var:

Birinci Mesele

Bil ki bu ifade, biraz önce geçen, "Rabbinin nimeti sayesinde..." ifadesinin bir tefsiri ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in deli olduğunu söyleyenlere, bunun yalan ve asılsız bir şey olduğunu açıklayan bir ifadedir. Bu böyledir. Çünkü güzel huylar ve beğenilen hal ve hareket tarzları, o peygamberlerde açıkça görülen bir keyfiyettir. Böylesi güzel huylarla donatılmış birisine, deli olduğunu söylemek caiz değildir. Çünkü delilerin huyları kötüdür. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in güzel huyları, kâmil ve mükemmel olunca, pek yerinde olarak Allahü teâlâ bu huyları "büyük" diye nitelemiştir. İşte bundan ötürüdür ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Cenâb-ı Hak, "Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum ve ben mütekelliflerden de değilim" (sad. 86) demesini emretmiştir. Bu, "Ben, size gösterdiğim bu huylarım ve hareketlerimi tekellüf ile, zorlanarak, yapmacık olarak yapmıyorum. Çünkü, bunları zoraki yapanların bu tür hareketleri uzun süre devam etmez. Aksine bu hareketlerim fıtratıma, tabiatıma dayanmaktadır" demektir.

Bazıları da şöyle demişlerdir: "Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huy ve ahlakını "büyük" diye tavsif etmiştir. Çünkü Hak teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "İşte bu peygamberler, Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. Haydi onların hidayetü yollarına sen de uy" (En'âm, 90) buyurmuştur. Allah'ın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, uymasını emrettiği bu "hidâyet" ise, Allah'ı tanıma demek olan hidayet değildir. Çünkü böylesi, bir taklid olur ve taklid peygambere layık değildir. Bu, Allah'ın diğer peygamberlere emrettiği şer'î kanunları da değildir. Çünkü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şeriatı, onların getirdiği şeriattan başkadır. Böylece ayetteki "hidayet" ile kastedilenin, Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, kendinden önceki peygamberlerin her birine ayrı ayrı vermiş olduğu güzel huylar hususunda, herbir peygambere uyması olduğu ortaya çıkmış olur. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak sanki, o peygamberlerden her birine bir çeşit huy vermiştir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bütün peygamberlere uymasını emredince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adeta, o peygamberlerin her birinde ayrı ayrı bulunan güzel huyların tümünü kendisinde toplamakla emrolunmuş gibidir. Binâenaleyh işte bu, kendinden önce hiçbir peygambere müyesser olmayan üstün bir derece olunca, pek yerinde olarak, Cenâb-ı Hakk, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huyunu, "büyük" diye tavsif etmiştir. Burada şöyle bir diğer incelik daha vardır. Bu da ifâdesinde, harf-i cerrinin yer almasıdır. Çünkü (üzerindesin) ifadesi, "istilâ" içindir. Böylece bu lafız, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu huyların üzerine çıktığına, bunlara sahip ve hükümran olduğuna, bütün bu güzel huylara nisbetle, tıpkı efendinin kölesine, âmirin memuruna nisbeti gibi olduğuna delalet etmektedir.

İkinci Mesele

Huy, kendisini taşıyan kimsenin, güzel işleri çok kolay bir biçimde yapabildiği, ruhanî-manevî bir melekedir. Bil ki güzel şeyleri yapmak başkadır, onları kolaylıkla yapmak daha başkadır. Binâenaleyh sayesinde bu kolaylığın meydana geldiği durum, "huy"dur. "Güzel huy" ifadesine, cimrilikten, hasislikten, öfkeden ve karşılıklı muamelelerdeki şiddetten sakınmak; insanlara hem söz hem de fiil ile iyi davranmak, onları dost edinmek, alış-veriş ve şâire şeylerdeki akitler ve anlaşmalarda gafleti bırakmak, bunları unutmamak, insanlarla ilgiyi kesmemek ve ister neseben ister evlilik yoluyla olsun, insana gerekli olan haklar hususunda cömert davranma gibi hususlar girer. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan. bunun manasının, "Muhakkak ki sen, büyük bir din üzeresin" şeklinde olduğu ve Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Sana ve ümmetine, seçip verdiğim bu dinden, bana daha sevimli ve daha hoş başka bir din yaratmadım" dediği bununla İslâmiyet'i kastettiği rivayet edilmiştir.

Ahlak

Bil ki bu görüş zayıftır. Zira insanın birisi nazarî (teorik), diğeri amelî (pratik) olmak üzere iki "kuvve"si vardır. Din, nazarî (teorik - düşünce) kuvvesinin mükemmel oluşuyla ilgilidir. Huy da amelî (davranış) kuvvesinin mükemmel oluşuyla ilgilidir. Dolayısıyla bu iki kuvveden, birisini diğerine hamletmek mümkün değildir. Bu soruya şu iki bakımdan da cevap verilebilir:

1) "Hulk" (huy-ahlâk), lügatta, ister algılanan şeyler hususunda, ister yapılan şeyler hususunda olsun, adet edinme manasınadır.

2) Biraz önce de, "Hulk" (huy) sayesinde, güzel fiillerin kolayca (içten gelerek) yapıldığı bir husustur" diye açıklamıştık. Binâenaleyh ruh, ilâhî ve hak bilgilere alabildiğine istidâdlı, batıl inançları kabullenmeye ise, istidatsız olan kudsî bir varlık olunca, hak bilgileri kabullenmede işte bu kolaylık meydana gelmiş olur. Dolayısıyla da bu kolaylığın, "huy" (hulk) diye adlandırılması uzak bir ihtimal değildir.

Peygamber: Canlı Kur'an

Sa'îd b. Hişam şöyle demiştir: "Hazret-i Aişe (radıyallahü anha)'ye, "Bana, Resûlüllah'ın huyunu-ahlâkını anlat" dedim, o da bana, "Sen Kur'ân okumuyor musun?" dedi. Ben, "Evet, okuyorum" dedim. Bunun üzerine o, "İşte Kur'ân, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ahlâkı odur" dedi. Yine bir keresinde, Hazret-i Aişe (radıyallahü anha)'ye bu husus sorulmuştu, o da, "Onun huyu, Kur'ân'dır" demiş, daha sonra da Mü'mfnûn Sûresi'nin başından on ayet okumuş, işte bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mukaddes ruhunun, tabiî olarak gayblar âlemine ve o gayb alemiyle ilgili her şeye cezbedilmiş olduğuna, bedenî lezzetlerden ve dünyevî mutluluklardan, karakteri ve fıtratı gereği, alabildiğine uzak olduğuna ve hoşlanmadığına bir işarettir. Allah'ım, bize de bu tür hallerden birazcık nasib et (amin).

Hişâm b. Urve'nin babasından, babasının da Hazret-i Aişe (radıyallahü anha)'den rivayetine göre şöyle demiştir: "Hiç kimse Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den daha güzel huy ve ahlaklı olamaz. Ashabından ve ehl-i beytinden kendine seslenen herkese "Lebbeyk (buyurun)" derdi. İşte bundan ötürü Hak teâlâ, "Hiç şüphesiz büyük bir ahlak üzeresin sen" buyurmuştur." Enes (radıyallahü anh) de şöyle der: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, on yıl hizmet ettim. O bana, yaptığım hiçbirşey hususunda "niçin yaptın?"; yapmadığım hiçbir şey hususunda da, "keşke şöyle yapsaydın" demedi.

Ben diyorum ki: Allahü teâlâ, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nazarî kuvvesi ile ilgili olan şeyi, "büyük" diye tavsif ederek, "(Allah) sana, bilmediklerini öğretti. Allah'ın sana olan lütfü büyüktür" (Nisa, 113); amelî kuvvesi ile ilgili olan şeyi de, yine "büyük" diye tavsif ederek, "Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin" buyurmuştur. Dolayısıyla insanın, bu iki kuvvesinden başka bir şey yoktur. Binâenaleyh bu iki ayet birlikte, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ruhunun, beşer ruhları arasında en büyük bir yere ve üstün bir dereceye sahip olduğunu gösterir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ruhu, alabildiğine kuvvetli ve alabildiğine mükemmel olduğu için, sanki meleklerin ruhları türünden olmuştur.

Muarızlar Yakında Bilecekler

Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, "Büyük bir ahlak üzeresin " diye tavsif edince, şöyle buyurmuştur:

4 ﴿