4"Gerçekten, Biz, Nuh'u kavmine gönderdik. "Kendilerine elem verici bir azab gelmezden evvel, kavmini uyar" diye. Dedi ki: Ey kavmim, muhakkak ki ben, sizi, apaçık uyaran bir peygamberim. Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun, bana da itaat edin diye. Ta ki, (Allah), sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın, sizi, mukadder bir müddete kadar bekletsin. Şüphe yok ki Allah'ın (tayin ettiği) müddet gelince, o, geri bırakılmaz. Eğer bilseydiniz". Cenâb-ı Hakk'ın, "Gerçekten Biz, Nuh'u kavmine gönderdik. "... kavmini korkut..." diye" ayetinde yer alan (......) fiili ile ilgili olarak şu iki izah yapılabilir: 1) Bunun aslı, (......)'dir. Dolayısıyla bu demektir ki, burada hazf ve îsâl yapılmıştır. Buna göre mana,"Biz Nuh'a, "inzar et.." demek suretiyle, onu, peygamber olarak gönderdik..." şeklinde olur ki, bu da, "Biz o Nuh'u, ona inzar etmesini emrederek, peygamber olarak gönderdik" demektir. 2) Zeccâc, buradaki (......)'in müfessire olduğunu ve kelamın takdirinin de, "Biz, Nuh'u, kavmine, peygamber olarak gönderdik. Yani, "Ey Nûh, kavmini inzar et..." şeklinde olduğunu söylemiştir. Ibn Mesud da, bu ifadenin başında (......) fiilinin mukadder olduğunu belirterek, başına (......) getirmeksizin, (......) şeklinde okumuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Kendilerine elem verici bir azab gelmezden evvel..." buyurmuştur. Mukâtil, buradaki etim azab ile, Allah'ın, Nûh (aleyhisselâm)'un kavminin Tufan ile boğulmasını kasdettiğini söylemiştir. Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Nûh (aleyhisselâm)'a bunu emredince, o da bu emre uyarak "Deki ki, Ey kavmim, muhakkak ki ben, sizi, apaçık korkutan bir peygamberim..." demiştir. Daha sonra da, sözüne devamla, "Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun, bana da itaat edin... Ta ki, (Allah), sizin günahlarınızdan birkısmını bağışlasın, sizi mukadder bir müddete kadar bekletsin. Şüphe yok ki Allah'ın (tayin ettiği) müddet gelince, o, geri bırakılmaz... Eğer bilseydiniz.." demiştir. Bu ifadedeki hakkında da, biraz önce izahta bulunduğumuz fiili için yapılan iki izah geçerlidir. Tebliğin Muhtevası Daha sonra Nuh (aleyhisselâm) kavmine üç şeyi emretmiştir: Allah'a ibadet etmelerini, O'ndan korkmalarını ve O'na itaat etmelerini. Dolayısıyla, ibadet emri, kalbî ve uzvî tüm vacib ve mendub olan amellerin hepsini içine alır. Takva emri de, haramlardan ve mekruhlardan sakınmayı içine alır."ve bana itaat edin..." cümlesi de, Cenâb-ı Hakk'a itaati ve emredilen-nehyedilen ne varsa her şeyi içine alır. Bu üçüncü şık, her ne kadar Allah'a ibadet etme ve O'ndan korkma emrini içinde mütalaa edilebilse bile, ancak ne var ki, Cenâb-ı Hak bu emri iyice tekid etmek için, onu, müstakil olarak zikretmiştir. Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm)'un kavmini bu üç şeyle mükellef tutunca, bu üç şeye mukabil onlara iki şeyi vadetmiştir: a) Ahiret zararlarını onlardan kaldırması ki bu, "Ta ki, (Allah) sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın..." buyruğundan anlaşılmaktadır. b) İmkan nisbetinde, onlardan dünyevi zararları gidermesi. Bu da, onların ömürlerini, mümkün olan en uzun bir biçimde uzatmak suretiyle yapılan bir va'ddir. Bazı Sorulara Cevaplar Burada şöyle birkaç soru sorulabilir: 1. Min Zünûbiküm'deki Min'in Anlamı Birinci Soru:Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifâdesindeki (......)'in yer almasının faydası nedir? Buna birkaç yönden cevap verilebilir: a) Buradaki (......) zâid olup, ayetin takdiri, şeklindedir. b) "Günahların bağışlanması" onunla muaheze olunmama anlamına gelir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, demiş olsaydı, bunun manası, "O sizi, günahlarınızın tümünden muaheze etmez.." şeklinde olurdu. "Günahların tümü ile muaheze etmeme" işi ise, bu bütünün içinde yer alan herhangi bir günah yüzünden muaheze etmemeyi gerektirmez. Dolayısıyla da Cenâb-ı Hak, "Ben seni günahların tümü ile muaheze etmeyeceğim. Ne var ki seni, sadece şu bir günah ile muaheze edebilirim..." diyebilir. Ama, Cenâb-ı Hak, buyurunca, bunun anlamı, "Cenâb-ı Hâk, günahlarınızın tamamını bağışlar..." şeklinde olmuş olur. Ki, bu da, günahların tümüyle muaheze edilmemeyi gerektirdiği gibi, o bütünü teşkil eden tek başına herhangi bir günah ile de muaheze edilmemeyi gerektirir. c) Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifâdesindeki farzedelim ki, ba'ziyyet edatıdır; ne var ki, iman eden herkes için bu bağışlanma haktır. Çünkü, imandan dolayı, daha evvel yapmış olduğu günahların bağışlanmış olması gerekir. Ama, imanından sonrakilere gelince, bu sebeple o, bağışlanmış olmaz.. Dolayısıyla, bu manaya göre buradaki 'in, ba'ziyyet min'i olması gerektiği sabit olmuş olur. 2) Ecel Değişebilir Mi? İkinci Soru: Eceli tehir etmenin imkansız olduğunu haber verdiği halde, daha nasıl, "Sizi, mukadder bir müddete kadar bekletsin..." buyurmuştur? Bu, bir çelişkidir. Cevap: Allahü teâlâ, mesela, Nûh (aleyhisselâm)'un kavminin, iman etmeleri halinde, onları bin yıl yaşatacağına; küfürleri üzere kalmaları halinde ise, dokuzyüzüncü senenin başında helak edeceğine dair hükmetmiştir. İşte bundan dolayı onlara, "İman edin ki, O da sizi, muayyen bir zamana, yani Kendisinin tayin ettiği ve ömrünüz hususunda en uzun süre kıldığı o vakte ertelesin ki, bu vakit de, bin yılın tamamlanmasıdır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu uzun sürenin bitmesi halinde, onların mutlaka öleceklerini haber vermiştir. 3. "Bilseydiniz" Diye Bitirmenin Manası Üçüncü Soru: Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer bilseydiniz.." demesinin hikmeti nedir? Cevap: Bu ifadenin gayesi, dünyayı sevmekten, onun için helak olmaktan ve onu sevmek sebebiyle dinden yüz çevirmeden alıkoymak, men etmektir. Bu da, onların dünyayı sevme ve onun peşinde koşmaya dalışlarının ölüm hususunda bile şüphe edecek bir dereceye vardığına delalet etmektedir Davete Gelenlerin Olmaması |
﴾ 4 ﴿