4

"Ey elbiselerine bürünüp yatan, birazı müstesna olmak üzere geceleyin kalk. Yarısı miktarınca yahut ondan biraz daha az, biraz daha fazla ibadet için kalk. Kur'ân'ı da açık açık, tane tane oku!.."

ifadesiyle ilgili olarak şöyle iki mesele vardır:

Müzzemmil

Alimler, "bürünen" şahsın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu hususunda ittifak etmişlerdir, (......) kelimesinin aslı, tâ ile olup, bu da "elbisesine bürünen" demektir. Bu demektir ki, tâ,za'ya idğam edilmiştir. Aslı olanda böyledir.

Alimler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in. elbisesine niçin büründüğü hususunda ihtilaf ederek şu izahları yapmışlardır:

1) Ibn Abbas, şöyle der "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelenlerin ilki, Cebrail (aleyhisselâm)'dir. Dolayısıyla, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cebrail (aleyhisselâm)'den korktu ve bu sebeple, kendisini cin çarpacağını sanarak, o dağdan (Nur dağından) titreyerek geri döndü ve evine gelince, "Beni örtün!" deyiverdi. Bir gün yine, kendisine Cebrail (aleyhisselâm) gelmiş ve ona nida ederek, "Ey örtüsüne bürünen..." demiştir."

2) Kelbî de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elbisesine, namaza hazırlık olsun diye Süründüğünü söylemiştir ki, bu Ferrâ'nın tercihidir.

3) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), geceleyin bir kadifeye bürünmüş yatıyordu. Onun bu hali, hoş görülmeyerek kendisine nida edildi ve "Ey elbisesine bürünüp yatan; kalk, çullukla meşgul ol!" denildi.

4) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hatice (radıyallahü anh)'nın peştamalına, kendisini teskin etmek için, bürünmüştü. Bunun üzerine ona, "Ey bürünen, gece kalk!.." dendi. Bununla, adeta ona, "Nefsine hizmeti bırak da, kullukla meşgul ol!" denilmek istenmiştir.

5) İkrime de bu ayete, "Ey büyük iş altına giren, büyük iş yüklenen..." manasını vermiştir. Ki buna göreyüklenmek; de "taşıdı, yüklendi" anlamında olur.

İkinci Mesele

İkrime kelimelerini şeddesiz ze ve şeddesiz dal; nûn'un ve şeddeli mîm ve se ile, ism-i fail ya da İsm-i mef'ûl olarak, müzzemmil ve müdessir (müzemmel ve müdesser) şeklinde okumuştur. Şimdi eğer bu kelime, ism-i fail kalıbında okunursa, mef'ûlü hazfedilmiş olur ve takdiri de "Ey kendisini bürüyen..." şeklinde olur. Bu gibi yerlerde mef'ulün hazfedilmesi fasîh sayılır. Nitekim Cenâb-ı Hak, bu manada, "Ona her şeyden verilmiştir" (Neml, 23) buyurmuştur ki, bu, demektir. Eğer bu kelime ism-i mef'ûl olarak okunursa, bu okuyuş da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ya kendisinin, yahut da bir başkasının onu örtmesinden dolayı okunmuş olur. Bu ifade, aslı üzere, şeklinde de okunmuştur.

Cenab-ı Hakk'ın, "Geceleyin kalk..." emrine gelince, bu ifadeyle ilgili iki mesele vardır.

Gece Namazının Farziyyeti Mensuh Mu?

İbn Abbas, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Cenâb-ı Hakk'ın, "geceleyin kalk" emrinden dolayı, geceleyin kalkmanın farz oloduğunu;zira,emrin zahirinin vücub ifade ettiğini; ama daha sonra bunun neshedildiğini söylemişlerdir. Alimler,bu neshin sebebi hususunda ihtilaf ederek şu izahları yapmışlardır:

a) Gece kalkmak işi, beş vakit namaz farz olunmazdan önce farz idi, ama bu beş vakit namaz ile neshedildi.

b) Cenâb-ı Hak, "... gecenin birazı müstesna, kalk! Yarısı miktarınca yahut ondan birazını eksilt... Yahut, üzerine artır..." buyurunca, ilgili şahıs, ne kadar kılacağını, geceden ne kadar kaldığını bilemedi. Dolayısıyla da, vacib-farz olan kadarını sürdürememe endişesiyle, bütün gece kalkmaya başladı. Bu da ona çok güç geldi. Çünkü, ayakları ve bacakları şişiverdi.. Böylece Allahü teâlâ, bu sûrenin sonundaki, "Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun..." (Müzzemmil, 20) emriyle, bunu neshetti. Ve bu hadise, İslâm'ın başlangıcındaki bir hadisedir. İbn Abbas sözüne devamla, "Bu farz kılış ile, onun neshedilmesi arasında bir yıl bulunur" demiştir.

Bir başka rivayetinde de o, "Bunun farz kılınışı Mekke'de neshedilmesi ise Medine'de olmuştur. Sonra bu miktar da, yine, beş vakit namaz ile neshedilmiştir." demiştir. Bu görüşü ile birinci görüşü arasındaki fark şudur: Birinci görüşte, teheccüdün farziyyeti,(önce), Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun...”emri ile; daha sonra da, beş vakit namazın farz kılınması ile nesholunmuştur. Ama, birinci görüşe göre, teheccüdün farz oluşunun nesh edilişi, doğrudan doğruya beş vakit namazın farz kılınması ile olmuştur.

Teheccüd, Hiç Farz Kılınmadı Görüşü

Bir kısım kimseler de şöyle demişlerdir: Teheccüd hiçbir zaman farz olmamıştır. Bunun delili ise şunlardır:

1) Cenâb-ı Hakk'ın, "Gecenin birazında da, senin için nafile olmak üzere, teheccüd namazı kıl" (İsra, 79) emridir. Böylece Cenâb-ı Hak, teheccüdün, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e farz değil, nafile olduğunu beyan etmiştir, İbn Abbas buna,"Bu ayetin manası, "Sana alabildiğine farz olarak..." şeklindedir" diyerek cevap vermiştir.

2) Teheccüd, şayet Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vacip olmuş olsaydı, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ona uyunuz... "(A'raf,158) ayetinden dolayı, ümmetine de vacib olurdu ve dolayısıyla, neshin varid oluşu, aslın hilafına bir hareket olmuş olurdu.

3) Bazıları da, teheccüdün vacib olmadığı hususunda şu şekilde istidlal etmişlerdir: Cenâb-ı Hak "... yarısı miktarınca yahut ondan birazım eksilt..." buyurmuş, böylece bu işi, mükellefin re'yine havale etmiştir. Böyle olan şey ise, vacib olmaz.. Bu izah zayıftır; çünkü, bir kimsenin, "Sana gece kâim olmanı, kalkıp namaz kılmanı farz kıldım.. Ama bunun, az ya da çok olarak takdir ve tayini senin reyine bırakılmıştır" demesi aklen uzak sayılmaz. Sonra, teheccüdün vacib olmadığını söyleyenler, Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifâdesine tutunulmasına karşılık şu cevabı vermişlerdir: "Bu emrin zahiri, nedb ifade eder. Çünkü biz, Allah'ın emirlerini, bazan nedb, bazan da vücub ifade ettiğini görmekteyiz. Dolayısıyla, müşterekliği ve mecazlığı bertaraf etmek için, bu iki uç arasındaki müşterek noktayı ifade ettiğini söylemek gerekir. Bu nokta ise, yapma tarafının, yapmama tarafına tercih edilmesidir. Ama, bu işin terkedilebileceği hususu ise, aslın muktezasına göre sabittir. Emrin muktezasına göre yapılma ve kılınma tarafı; aslın muktezasına göre de, kılınmama tarafı tahakkuk edebileceğine göre, bu emir, mendub olmuş olur. Allah en iyi bilendir.

İkinci Mesele

Ebu's-Simâl, mîm'in fethası ile; diğerleri ise, mîm'in dammesi ile (......) şeklinde okumuşlardır. Ebû'l-Feth Ibn Cinnî şöyle demiştir: "Harekelemenin maksadı, içtimai sakineynden kaçınmaktır. Binâenaleyh, hangi harekeyle harekelenirse, bu maksat hasıl olmuş demektir. Kutrub, kurradan yi okumada lamın ve mîm'in ref'i ile kulu'l-hakke ve kumu'l-leyle kıraatlerini nakletmiş ve sonra da şöyle demiştir: Bu harfleri kull ve kuml diye meksûr okuyanlar, aslı üzere böyle okumuşlardır; damme (ref) ile kulu ve kumu okuyanlar "itbâ" yapmışlar, fetha ile kule ve kume diye okuyanlar ise, fethanın hafifliğine meyletmişlerdir.

Ayetteki İstisna

Cenâb-ı Hakk'ın "Gecenin birazından gayrı (saatlerinde) kalk. Yarısı miktarınca yahut ondan birazını eksilt. Yahut üzerine artır" ayetine gelince bil ki insanlar, bu ayetin tefsiri hususunda çok şey söylemişlerdir. Bence bu hususta, şu iki özel izah yapılabilir:

1) Ayetteki, "birazından gayrı" ifadesiyle, "gecenin üçte biri" manası kastedilmiş olup, bunun delili; "Şüphe yok ki Rabbin senin gecenin üçte ikisinden biraz eksik, yarısı, üçte biri kadar ayakta durmakta olduğunu ... biliyor" (Müzzemmil, 20) ayetidir. Binâenaleyh bu ayet, vacib olan miktarın en çoğunun, üçte-iki olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu gecenin üçte biri kadarını uyumanın caiz olduğunu gösterir. Durum böyle olunca da ayetteki, "Gecenin birazı müstesna kalk" ifadesi ile kastedilenin, üçte-biri olması gerekir. Bu sebeple de, emrinin manası, "Gecenin üçte ikisini kıyamda (namazda) bulun" şeklinde olur. Hak teâlâ bundan sonra "yarısı miktarınca" buyurmuştur ki bu da, "yahut yarısını kıyamla geçir" demektir. Bu tıpkı senin "ister sununla, ister bununla otur" manasında, demen gibi olur. Bu demektir ki ayette, atıf vâv'ı mahzuftur.

Buna göre ayetin takdiri manası, "Gecenin üçte ikisinde, yahut yarısında kalk, yahut yarısından noksan et, yahut yarısına ilavede bulun" şeklinde olur. Bu izaha göre, üçte-iki, ilavenin en fazlası; ücte-bir de noksanın en fazlası olmuş olur. Böylece de vâcib (farz) olan ücte-bir olmuş olur. Üçte-bire ilave de mendub olmuş olur. Buna göre şayet, "Sizin yaptığınız bu tefsire göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendisine farz olanı terketmiş olması gerekir, Çünkü Hak teâlâ, "Şüphe yok ki Rabbin, senin gecenin üçte-ikisinden biraz eksik, yarısı, üçte-biri kadar kıyamda durduğunu (...) biliyor"(Müzzemmil,20) buyurmuştur. Binâenaleyh kim bu kelimeleri, "cerr" ile, "nısfını, sülüsihî" şeklinde okursa, mana "Rabbin üçte ikiden, yandan ve üçte birden daha az kalktığını biliyor" şeklinde olur. Dolayısıyla üçte-bir vacib olduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine vacib (farz) olan miktarı yerine getirmemiş olur" denilirse, biz deriz ki: Bunlar, bu üçte-biri ictihadla tayin ediyorlar. Şu halde onlar çoğu kez bu ictihadlarında (takdir ve tahminlerinde) yanılmış, böylece de o üçte birden biraz daha noksan yapmış olabilirler. Böylece de bu, cüzlerin Allah katında sınırlanmasıyla bilinen, gecenin üçte-birinden daha az olmuş olur. Bundan ötürü Cenâb-ı Hak onlara, "O (Allah) bunu sizin sayamayacağınızı bildi... " (Müzzemil, 20) buyurmuştur.

2) Ayetteki "yarısı" ifadesi, " kafilen" (birazı) ifadesinin tefsiriyyesi olabilir. Bunun böyle olması, şu ıkı sebepten oturu mümkündür:

a) Birşeyin nısfı (yarısı), bütününe nisbetle azdır (kalildir).

b) Farz olan "yarısı" olduğuna göre, bunu yerine getiren, bu mükellefiyetin sorumluluğundan, bunun üzerine azıcık birşey eklemeden, kurtulduğuna emin olamaz. Böylece bu iş gerçekte yarı artı birazcık birşey olmuş olur. Dolayısıyla da geriye kalan bundan daha azı olmuş olur.

Bunun böyle olduğu sabit olduğuna göre, diyoruz ki: Bu ifadenin manası, "Gecenin yarısı müstesna, gece kalk (namaz kıl)" şeklindedir. Böylece elde edilen netice "Sen gecenin yarısını kıyamda geçir" manası olmuş olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Yahut ondan birazını eksilt" buyurmuştur ki bu, "Yahut o yarıdan, yarısını eksilt" demek olur. Böylece geriye dörtte bir kalmış olur. Cenâb-ı Hak daha sonra, "Yahut onun üzerine artır" buyurmuştur ki bu, "Bu yarının üzerine yarısını kat" demektir. Böylece de toplam, dörtte üçü olmuş olur. Bu durumda da ayet, Hak teâlâ'nın, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, gecenin yarısının tamamı, dörtte birini ve dörtte üçü sırasında muhayyer bıraktığı neticesine varır. Bu izaha göre, mutlaka yerine getirilmesi gerekli gece kıyamı, dörtte bir olmuş olur. Bunun üzerine ilave ise, mendub ve nafite olmuş olur.

Bu tefsire göre, bahsettiğimiz problem büsbütün ortadan kalkmış olur. Çünkü Hak teâlâ'nın "Şüphe yok ki Rabbin senin gecenin üçte ikisinden biraz eksik, yarısı, üçte biri kadar ayakta durmakta olduğunu... biliyor" (Müzzemmil,20) ayeti, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gecenin üçte ikisinde, yarısında ve üçte birinde, kıyamda olmadığına delalet eder. Çünkü farz olan, sadece dörtte-biri kıyamda geçirmek olunca, üçte birin yerine getirilmiş olmasında, o farzdan birşey terkedilmiş olmaz. Böylece de ileri sürülen probtem ortadan kalkmış olur. Allah en iyi bilendir.

Kur'an'ı Tertîl İle Oku

Cenâb-ı Hak, "Kur'an'ı da açık-açık tane-tane oku"buyurmuştur. Zeccac, "Bu ifadenin manası, "Onu açık bir şekilde oku" şeklindedir. Kur'ân'ı açık bir şekilde okumak ise, Kur'ân hususunda acele etmekle olmaz. Aksine onun bütün harflerinin, ortaya konulması ve o harflerin hakkının tastamam verilmesiyle olur" demiştir. Müberred de, bu ifadenin aslının, ön dişler arasında fazla olmayan bir seyreklik bulunduğunda söylenen deyimine raci olduğunu söylemiştir. Leys ise, "Tertîl, bir şeyi sırası üzere, tek tek yapmak" demektir. ifâdesi de güzel bir şekilde dizilmiş" manasınadır. O halde, sen sözde yavaş-yavaş, itinalı davranıp, onu güzel bir şekilde sıralar, dizersen, dersin" demiştir. Ayetteki bu kelime de, emredilen şeyin vücûbiyyetini (farziyyetini) ve okuyan kimsenin mutlaka uyması gerektiği hususu te'kid eden bir ifadedir.

Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gece namaz kılmasını emredince, o ayetlerin hakikatleri ve incelikleri hususunda iyice düşünebilmesi için, Kur'ân'ı "tirtil" ile (tane-tane) okumasını emretmiştir. Binâenaleyh Allah'ın zikrine (yadına) vuslat sağlanınca, kişi Allah'ın azametini ve celalini anlar. Va'd ve va'îdine vuslat sağlayınca da ümit ve korku elde edilmiş olur. Bu durumda da marifetullah nuru ile kalbi aydınlanmış olur. Kur'ân'ı hızlı okumak ise, kişinin onun manalarına vukuf sağlayamadığını gösterir. Çünkü nefis, ruhani-manevi-ilahi şeyleri zikretmek (anıp-hatırlamak) ile sevinir. Birşey ile sevinen de, onu (sıkça) yadetmeyi sever. Birşeyi seven ise, onun üzerinden hızlıca geçmez. Böylece "tertil"in maksadının, kalbin huzuru ve marifetullah'ın kemale ermesi olduğu ortaya çıkmış olur.

Ağırlığı Olan Bir Söz: Kur'ân

4 ﴿