6

"Hakikaten gece kalkan kişi hem uygunluk itibariyle daha kuvvetlidir, hem kıraatçe daha sağlamdır".

Arapça'da, denilir ise, meydana getirmek anlamındadır. O halde, meydana gelen her şey, "naşi " olmuş olur. Çünkü, Arapça'da, erkek (müzekker) için "nâşlun", müennes içinse, "nâşletun" denilir.

Bunu iyice kavradığına göre, şimdi, biz diyoruz ki, ayetteki, ifadesiyle ilgili olarak şu iki görüş ileri sürülmüştür:

1) Bu, "gecenin saatleri ve vakitleri" demektir.

2) Bu, "gecenin saatlerinde meydana gelen işler" demektir.

Birinci Görüşe gelince, Ebû Ubeyde, "gecenin saatleri ve birbirini izleyen parçalan" demektir. Çünkü bu cüzler, peşpeşe meydana gelirler. Dolayısıyla da bunlar, olmuş olurlar" demektir. Sonra bu görüşü savunanlar da, kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak, kimileri, gecenin tümüne (......) adının verildiğini söylemektedirler. İbn Ebi Muleyke, şunu rivayet etmiştir: "İbn Abbas ve İbnu'z-Zubeyr'e, "nâşlete'l-leyl"in ne demek olduğunu sordum da, o, "Bu, gecenin tümüdür" dedi". Zeynu'l-Abidîn (radıyallahü anh) de, bu ifadenin, "akşamla yatsı arası vakit" manasına geldiğini söylemiştir ki, bu, Sald ibn Cübeyr, Dahhâk ve Kisai'nin görüşüdür. Bunlar, "Çünkü, gecenin "nâşi'esi", gecenin karanlığının başladığı zaman demektir" demişlerdir.

İkinci Görüce, yani, "nâşi'e"nin, gece yapılan işler anlamına geldiğini söyleyen görüşe gelince, alimler bu hususta şu izahtan yapmışlardır:

a) "geceleyin, yatağından ibadet için kalkan nefs, can" demek olup, bu, yükseldiğinde, belirdiğinde, bulut hakkında söylenilen, "Bulut peydah oldu, çıktı., belirdi.." ifadesine varıp dayanır.

b) Bu ifade, uykudan sonra, geceleyin yapılan kıyamdan ibarettir. İbnu'l-A'râbî, "Gecenin başında bir miktar uyuyup sonra kalktın mı, işte "neş'etun" budur; "nâşletu'l-leyl" ifadesi de, işte buna dayanır.

Bence bu hususta yapılabilecek bir üçüncü izah da şudur: İnsan, karanlık bir gecede, karanlık bir evde, hislerinin mahsüsat (maddî) aleminden herhangi bir şeyle meşgul olmadığı bir yerde, ibadete ve zikre yöneldiğinde, bu kimsenin kalbi, ruhanî (manevi) bir takım düşüncelere, ilahî bir takım fikirlere yönelir. Ama, gündüzün insanın duyu organları (havas), mahsüsat (maddî) alemiyle meşgul olduğu için, kişinin nefsi (ruhu), maddi alemle meşgul olmuş olur, böylece de ruhani haller için elverişli olmaz.. Müsait ve boş değildir. O halde, "naşlete'l-leyl" ifadesiyle, duyu organlarının maddi alemle irtibatının kesilmiş olması sebebiyle, karanlık gecede inkişaf eden o ruhani virdler ve nurani hatıralar kastedilmiştir. Cenâb-ı Hak bunlara, "nâşiete'l-leyl" adını vermiştir, çünkü bunlar, nefsi meşgul eden hislerin (duyuların), geceleyin boş; gündüzleyin ise meşgul olmaları sebebiyle, ancak gece meydana gelirler. Gece neşvesinde neş'et eden durumların ayrıntıları ise zikredilmiyor. Şunlar olabilir: Gah fikir ve düşünceler, gah birtakım nurlar nur, mükâşefeler, bazan kudsî alemle yüzyüze gelindiği için sevinç ve sürurlar, bazan o kudsî alemden duyulan mehabet ve ürkeklikler, gâh hayal penceresine açılan harika durumlar... İşte, bu geceleyin neş'et eden bu işler, kendisini hiçbir derleyicinin derleyemeyeceği, muhtevasında pekçok türler bulunan pekçok cinsler olup; ve fakat bunlar da, "neş'et eden şeyler" olduğu için, Cenâb-ı Hak bunları, ancak diye tavsif etmiştir.

Ayetteki, ifâdesine gelince, buradaki (......) kelimesi, uyum, muvaffakat "münasebet manalarına gelip, Arapça'da, "Falanca ile şu şekilde uyum sağladık, anlaştık.." deyiminde kullanılan ifâdesine vanp dayanır ki, "Allah'ın haram kıldığının sayısına uygun düşülsünler diye..." (Tevbe, 37) ayeti de bu anlamdadır.

Şimdi, ayetteki, (......) kelimesini biz, "gecenin saatleri" anlamına alırsak, mana, "bu saatler ve bu anlar, meydana gelen huşu ve ihlasa, alabildiğine muvaffıktır" seklinde olur; yok eğer, "uykusundan uyanan can, "nefs" anlamına alırsak, bu zaman da, "o nefsin kalbi ile lisanı arasındaki alabildiğine uyum" anlamına gelmiş olur; eğer biz bu ifadeyi, gece namazı kılmak anlamına alırsak, bu ifadeler ile huşu ve ihlas kastedilmiş olur. Yok eğer, benim bahsettiğim manada ele alırsak, o zaman mana, "Bu sa'y ü gayretlerin, geceleyin meydana gelecek mükasefelere ulaşmaları, gündüzden daha iyi ve ileri bir derecede olur.." şeklinde olur. Hasan el-Basrî de, mahlukatı görme diye bir şey kalmadığı için, "Gizli ile aşikar arasında, alabildğine uyumlu, mutabık.." manasını vermiştir.

İkinci Mesele

Bu ifade, vav'ın fethası ve kesresi ile, (......) şeklinde okunmuştur. Ki, bu hususta şu iki izah yapılabilir:

1) Ferrâ, bu ifadeye, "alabildiğine sebatlı, adeta sivillenmiş" manasını vermiştir. Çünkü insanlar, gündüzün geçimden dolayı, hep koşuştururlar, sağa sola gider gelirler.

2) "Namaz kılana, gündüz namazlarından daha ağır ve daha çetin..." demektir. Buna göre bu ifade, onlara onunla birlikte bulunmaları ağır geldiği için, senin "Falancaların, otoritelerinin ağırlığı o topluluğa, zor geldi" şeklindeki sözüne varıp dayanır. Hadiste de, "Ey Allahım, mudara olan şiddetini artır" şeklinde varit olmuştur. Böylece, Allahü teâlâ, nebisi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, geceleyin kıyamda olmadaki mükafaatın, "vad'a-uyum"un şiddet ve ağırlığına göre olduğunu bildirmiştir ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "ibadetlerin en efdali, en zor olanıdır" anlamındaki, hadisi de bunun bir benzeridir. Ebû Ubeyde, birinci kıraati tercih ederek şöyle der: "Çünkü Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, geceleyin namaz kılmasını emredince, bu ayeti zikretmiştir.

Buna göre Cenâb-ı Hak adeta "Ben sana geceleyin namaz kılmanı emrettim. Çünkü, geceleyin, kalb ile dilin uyum sağlaması kemal ve doruk noktasına ulaşır. Aynı zamanda da, geceleyin gönle gelen, fikir, hatıra ve düşünceler, ruhani mükaşefeleri daha fazla elde ederler" demiştir.

Ayetteki, "hem kıraatçe daha sağlamdır" tavsifine gelince, bu hususta şöyle iki mesele vardır.

Birinci Mesele

Ibn Abbas bu ifadeye, "Lafız açısından daha güzeldir' manasını verirken, İbn Kuteybe şöyle dmektedir: "Çünkü, geceleyin sesler diner, hareketler sona erer, söz netletleşir. Kişinin, duyup anlamasının arasına herhangi bir engel girmez.."

Kıraatler Konusunda Önemli Bir Not

Enes, "Sözce daha doğrudur.." şeklinde okumuş, bunun üzerine ona, "Ey Ebu Hamza. bu ifade, şeklindedir" denilince, Enes, aynı anlamdadır" demiştir. Ibn Cinnîde, "Bu, insanların, manayı nazarı dikkate almaları gerektiğine, manayı yakaladıklarında ise, lafızlara iltifat etmeyebileceklerine delalet eder" demiştir. Ki bunun bir benzeri de şu rivayettir: Ebu's-Sivar el-Gınavî ayetteki, sıifadesini, noktasız olarak ha ile (......) şeklinde okuyunca, kendisine, "Ayette şeklindedir, şeklindedir" denilince o, ve aynı anlamdadır" demiştir.

Ben de derim ki: "Bunların bu sözlerini, "Bunlar da, bizzat Kur'ân'ın kendisi ve onun lafzıdır" manasına değil de, Kur'ân'ın lafzını tefsir için zikretmiş olduklarına hamletmemiz gerekir. Çünkü biz, İbn Cinnî'nin dediği şeyi benimseyecek olsaydık, Kur'ân'ın lafızlarına karşı güven kalkar ve biz, bu okuyuşunda bazan isabet, bazan da hata edeceği için, herkesin o manaya uygun gördüğü bir lafızla, o manayı ifade edebileceğini caiz görmüş olurduk. Ki bu da, Kur'ân'dan olurdu. Böylece, bunun bizim bahsettiğimiz manaya hamledilmesi gerektiği sabit olmuş olur.

Gündüz Mesaisi

6 ﴿