9"(O), doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir tanrı yok. O halde O'nu vekil edin" . Bu ayetle ilgili bir kaç mesele var: Bil ki O'na yönkeliş (tebettül), ancak muhabbetin (sevginin) oluşmasından sonra elde edilir. Muhabbet (sevilmek) ise, ancak Allah'a yakışır. Çünkü sevginin sebebi, ya kemal (mükemmellik), ya da tekmil (mükemmelleştirme)dir. Kemal, zatı gereği mahbûb (sevimli) olduğu için sevilir. Çünkü başka birşeyden ötürü, birşeyin mahbûb (sevimli) olmasının imkansızlığı malumdur. Aksi halde teselsül gerekir. Bu durumda da en sonunda, mutlaka zatı gereği makbûb olan birşeye varıp ulaşmak gerekir. O halde kemal, zatı gereği mahbubdur. Çünkü mesela bin yıl önce yaşamış falanca zatın, diğer insanlardan daha fazla ilme sahip olduğuna inanan bir kimsenin meyli ve sevgisi ister istemez ona yönelir ve onu sever. (Zaloğlu) Rüstem'in diğer insanlardan daha cesur olduğuna inanan, ister istemez ona hayranlık duyar. Binâenaleyh biz, kemalin, zatı gereği mahbûb (sevimli) olduğunu anlıyoruz. Kemalin kemali (en ileri mükemmellik) ise Allah'a aittir. Binaenaleyh Allahü teâlâ, zatı gereği mahbubdur, sevilir. Bu sebeple kalbinde O'nun muhabbeti oluşmamış kimsenin bu durumu, Allah'ı kemalini bilmeyişinden (ve anlamayışından) ötürüdür. Tekmîl (mükemmelleştirme) ise şöyledir: Cömertlik, sevilen-takdir edilen bir özelliktir. Mutlak (kayıtsız-şartsız) cömert olan ise ancak Allahü teâlâ'dır. O hade mutlak mahbûb O'dur. Mutlak tebettül (yöneliş) de ancak Allah'a olur. Çünkü mutlak kemal O'na ait ve mutlak tekmil de yine O'ndandır. Binaenaleyh mutlak "tebettül"ün de ancak O'na olması gerekir. Bil ki "tekmîl"in başlangıcı (sebebi) olması yüzünden O'na yönelmek, zatında kamil olması sebebiyle O'na yönelmekten daha önce gelir. Çünkü "seyr-i sülûk"un başlangıcında bulunan insan, kendine düşen payı aramaktadır. Böylece de bu kimsenin Allah'a yönelişi, Allah'ın, tekmîl ve ihsan başlangıcı (sebebi) olması yüzündendir. "Seyri sülûk"un sonunda ise, bir kimsenin, biraz önce de beyan ettiğimiz gibi, irfan için değil, ma'rûf için çabalaması gibi, payına düşeni taleb etme derecesinden yükselir. Böylece bu kimsenin, bu durumda Allah'a yönelişi de, Allah'ın kamil olması sebebiyle olmuş olur. Şimdi, ayetteki, "O, doğunun da batının da Rabbidir" ifadesi, Allah'a yönelenlerin derecelerinin ilk olan o hale; "O'ndan başka hiçbir tanrı yok" ("La İlahe İlla hû") ifadesi de, bunların derecelerinin ve sıddîklerin adımlarının sonuncusu olan hâle bir işarettir. Her kelimenin altında gizli bir hazine yatan zatı, tesbih ve takdis ederiz. İşte bu iki halin ötesinde bir başka makam daha vardır ki bu da "tefviz" makamıdır, yani, İrade ve ihtiyarı aradan çıkarıp, bütün herşeyi Allah'a havale etmektir. Şimdi eğer Allah, bu kimseyi yönelenlerden kılmışsa, bu kimse yönelen olduğu için değil; Allah bu kimsenin yönelmesine razı olduğu için, bundan da öteye bu yöneliş Hakk'ın muradı olduğu içindir. Eğer O, bu kimsenin yönelmemesini murad etmişse, bu yöneltme olmayışından değil, Allah'ın o kimsenin yönelmemesine razı olduğu için, bundan da öteye bu yönelmeyiş hakkın muradı olduğu içindir. İşte burada dereceler son bulur. Binâenaleyh, "O halde O'nu vekil edin" ayeti, bu dereceye işarettir. Bunlar, kalemimin bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak yazabildiği şeylerdir. Ama köşe-bucakta nice gizli şeyler vardır ve bu ayetin sırlarından geriye kalanlar pek çoktur. Çünkü Hak teâlâ, "Eğer yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem, denizler, kendilerine yedi deniz katmakla birlikte mürekkeb olsa, (bunlarla yazmakla) Allah'ın kelimeleri bitmezdi" (Lokman, 27) buyurmaktadır. Ayetin başındaki "Rab" kelimesiyle ilgili olarak şöyle iki kıraat var: a) Bu, merfû (ötreli) okunur. Buna göre şu iki izah yapılır: 1) Bu kelime,"medh" üzere mertûdur ve takdiri, şeklindedir. Bu takdirde, kelime, mahzûf mübtedanın haberidir ve tıpkı (Hacc. 72) ve (Al-i İmran, 97) ayetlerinde olduğu gibidir. Bu son ayet, "Onların şehir şehir gezip dolaşmaları, az bir metadan (istifadeden) ibarettir" demektir. 2) Bu kelime, mübtedaolarak merfûdur. Haberi ise, "la İlahe illa hû" cümlesidir. Cümleden mübtedaya raci olacak zamir ise, munfasıl olan "huve" zamiridir. b) Bu mecrur okunur. Buna göre de şu iki izah yapılabilir: 1) Bu ifadesinden bedeldir. 2) Ibn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, bu kelime mukadder bir kasem harfiyle mecrurdur ve tıpkı "Vallahi yapacağım" demen gibidir. Kasemin cevabı ise, "La İlahe İlla hû" ifadesidir ve tıpkı, "Vallahi evden Zeyd'den başka hiç kimse yok" demen gibidir. Ibn Abbas (radıyallahü anh), bunu şeklinde de okumuştur. Hak teâlâ'nın "O halde O'nu vekil edin" ifadesi, "O'ndan başka tanrının olmadığı sabit olunca, O'nu vekil ve dayanak edinip, bütün işlerini O'na havale atmen gerekir" demektir. Burada büyük bir makam vardır. Çünkü O'ndan başka tanrının olmadığını bilmek, bütün işlerin O'na havale edilmesini gerektirince, bu, bütün işlerini O'na havale etmeyen kimsenin, "Lâ İlahe İla hû" ifâdesinin manasının doğru olarak bilmediğine delalet eder. Bunun izahı şöyledir: O'nun dışında kalan herşey, mümkin ve muhdes (sonradan olma) varlıklardır. Her mümkin ve muhdes varlık da, zâtı gereği vacib olana ulaşmadığı sürece vacib olmaz. Zatı gereği vacib olan tek olunca da bütün mümkinât O'na dayanmış ve O'nda son bulmuş olur ki işte Hak teâlâ'nın, "O'nu vekil edin" ifadesiyle kastedilen budur. Bazı alimler de buradaki "vekil" ifadesine, "va'dettiği yardım ve nusret hususunda kefîl (garantör)" manasını vermişlerdir. |
﴾ 9 ﴿