16"Gerçekten Biz, Firavun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de, üzerinize şahid olarak bir peygamber gönderdik. Firavun o peygambere isyan etti ve Biz de onu ağır ve çetin bir şekilde çarptık". Bil ki bu hitab Mekkelileredir ve maksadı, onları bu çetin yakalayışla tehdid etmektir. Burada şöyle birkaç soru sorulabilir: Birinci Soru: Ayetteki "resul" kelmesi niçin önce nekire, sonra mahfe olarak getirilmiştir? Cevap: Ayetin takdiri, "Biz Firavun'a bir elçi (resulen) gönderdik de, o ona İsyan etti. Biz de onu kıskıvrak yakalayıverdik. Size de bir peygamber (resulen) gönderdik, ama siz bu peygambere (er-resule) isyan ettiniz. Dolayısıyla da sizi de mutlaka kıskıvrak yakalarız" şeklindedir. İkinci Soru: "Kıyas"ın bir hüccet olduğunu isbat için, bu ayet delil getirilebilir mi? Cevap: Evet.çünkü ilgili söz ancak, İki şeyden birisini diğerine kıyasladığımız zaman, doğru bir söz olmuş olur. Buna göre eğer, "Farzet ki burada kıyas bir hüccettir. O halde siz, diğer yerlerde de kıyasın bir hüccet olduğunu nasıl söylersiniz. Çünkü bu durumda, diğer kıyasları, bu kıyasa kıyaslamaya muhtaç olunur. Bu İse, kıyası yine kıyas ile isbat etmek olur ki, bu caiz değildir" denilirse, biz deriz ki: Biz, diğer kıyasları buna kıyaslayarak isbat etmiyoruz. Eğer böyle yapsaydık, sizin bahsettiğiniz sakınca söz konusu olurdu. Aksine bu ayetle yapılan istidlalin vechi şudur: Şayet onlar yanında, bir hükmün illeti hususunda, o iki şeyin bu hükümde müşterek olmaları gerekirdi. Aksi halde, bu söz bu misal için getirilmezdi. Bu böyledir. Çünkü burada "mercûh" olan fark ihtimali söz konusudur. Buna göre birisi, "Belki de onlar, bu kıskıvrak yakalama işini, isyan durumunun bu şekle has oluşuna göre gerekli görmüşlerdir. Halbuki böyle bir hususiyyet beri tarafta mevcud değildir. Dolayısıyla burada da kıskıvrak yakalayacağı neticesi çıkmaz. Ama Cenâb-ı Hak, buna rağmen, bu iki şeyin hüküm bakımından eşit (aynı) olduğuna hükmetmiştir. Binâenaleyh böyle bir kesinliğin olabilmesi için, mutlaka şöyle denilmesi lazımdır: "Açık bir illette (sebebte), her ne zaman müştereklik (ortaklık) söz konusu olursa, hükümde de kesinlikle ortaklığın olması gerekir" şeklindeki bir prensib daha önce geçmiştr Hükme münasib oldukları bilinmeyen bir takım şeylere dayanarak böyle bir farkın bulunduğunu söylemek ise, bunların hükümde ortak olduklarını söylemeyi zedelemez. İşte "Kıyas hüccettir" şeklindeki sözümüzün manası da budur. Musa (aleyhisselâm)'ın Anılmasının Hikmeti Üçüncü Soru: Cenâb-ı Hak burada, diğer peygamberler ve milletleri değil de, özellikle Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ve Firavun kıssasını zikretmişdir? Cevap: Çünkü tıpkı Firavunun Musa (aleyhisselâm)'yı büyütüp, Musa (aleyhisselâm)'nın onlar içinde doğup büyümesinden dolayı, Firavun'un onu ayıplaması ve hafife alması gibi, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de Mekkeliler arasında doğup büyüdüğü için, Mekkeliler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ayıplamış ve hafife almışlardır. Hak teâlâ, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın durumunu, "(Firavun) "Biz seni çocukken kendi içimizde büyütmedik mi?..." (dedi)" (şuara, 19) ayetinde belirtmiştir. Dördüncü Soru: O peygamberin, onlara şahid olması ne demektir? Buna şu iki bakımdan cevap verebeliriz: a) O peygamber kıyamet günü, onların aleyhine olarak, kafir olduklarına ve yalanladıklarına şahadet eder. b) Bu ifadeyle, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu dünyada hakkı ortaya koyucu ve onların ısrarla üzerinde durdukları küfrün batıl olduğunu beyan edici olduğu anlatılmak istenmiştir. Çünkü şahid, aslında yaptığı şahidlikle hakkı (gerçeği) ortaya kor. İşte bundan ötürü, "şahadet", "beyyine" (açıklayan, hakkı ortaya koyan) diye tavsif edilmiştir. Şu halde o peygamberin de (aleyhisselâm), hakkı ortaya koyucu olması açısından böyle "beyyin" (açıklayan) diye tavsif edilmesi imkansız değildir. Bu izah, uzak bir ihtimaldir. Çünkü Hak teâlâ, "Biz sizi böyle, adil bir ümmet yaptık" (Bakara, 143), yani, "Ey ümmet-i Muhammed siz diğer ümmetlere, peygamberiniz de size şahid olsun diye, sizi adil ve seçkin bir ümmet kıldık" buyurmuş ve böylece o peygamberin (aleyhisselâm), gelecekte onlara şahid olacağını beyan buyurmuştur. Bir de ayetin bu ifadesini, ahiretteki şahidlik manasına almak "hakikat"; açıklamak-ortaya koymak manalarına almak ise "mecâz"dır. "Hakikat" ise mecazdan daha evladır. Beşinci Soru: Ayetteki "vebîl" ne demektir? Cevap: Bu hususta şu iki izah yapılabilir: a) Bu, "ağır-çetin" şey demek olup, arapların, "Onu ağır ve kötü bir neticeye ulaştırdı manasında söyledikleri ifâdesi de bundandır. Yine bol yağmura, "vâbil" denişi de buna dayanmaktadır. Kalın değneğe de "vebîl" denir. b) Ebu Zeyd, "Vebîl, hoş olmayan şey demektir. Nitekim neticeyi hoş olmadığı zaman "Kötü su" ve "Kötü ot" denilir" demiştir. Bunu iyice kavradığına göre diyoruz ki: "Ayetteki, "Biz onu vebîl, yani ağır ve çetin bir tutuşla yakaîayıverdik" ifadesi ile, Firavun'un suda boğuluşu kastedilmiştir." Kelbî, Mukâtil ve Katâde de bu manayı vermişlerdir. Cenâb-ı Hak, onları yeniden kıyametle korkutmaya dönerek şöyle buyurmuştur: |
﴾ 16 ﴿