18

"Eğer siz, inkar ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlar haline getirecek bir günde kendinizi nasıl koruyabileceksiniz. (Çünkü) gök bile, o sebeple yarılır ve o (Allah'ın) va'di gerçekleştirilmiştir".

Bu ayetlerle ilgili olarak şöyle birkaç mesele var:

Birinci Mesele

Vahidî, ayette bir takdim-tehirin olduğunu ve takdirin, şeklinde olduğunu söylemiştir.

İkinci Mesele

Keşşaf sahibi ayetteki "yevm" ile ilgili şu izahları (i'rabları) yapmıştır:

a) Bu, mef'ûlün bih olup, mana, "Eğer inkarınız üzere ölürseniz, yevm-i kıyametten ve onun dehşetinden kendinizi nasıl korursunuz?" şeklindedir.

b) Bu, zarf zamandır ve mana, "Eğer dünyada iken kafir olursanız, yevm-i kıyamette korunmanız nasıl olur?" şeklindedir.

c) Bu,fiili ile mansubtur, yani onun mef'ûlüdür. Buna göre, bu fiil, "inkar etme" manasınadır ve ayet, "Eğer yevm-i kıyameti ve hesabı inkar ederseniz, Allah'dan nasıl korku ve haşyet duymuş okursunuz" demek olur. Çünkü Allah'dan korkup ittika etmek, O'nun hesab ve cezasından korkmaktır.

Çocukları İhtiyarlatması

Allahü teâlâ, o günün dehşetlerinden olmak üzere, şu iki hususu zikretmiştir:

1) "Çocukları, ak saçlı ihtiyarlar haline getirecek bir gün " ifadesinin anlattığı husus... Bununla ilgili olarak şu iki izah yapılabilir:

a) Bu, o günün dehşetini anlatmak için yapılmış bir benzetmedir (teşbihidir). Nitekim böylesi dehşetli günleri anlatmak için, "Çocukların perçemlerini ağartan gün..." tabiri kullanılır ki, bunun aslı şudur: Üzüntü ve kederler, insanın başına üst üste gelip, iyice onu sardığında, insanın saçları hızlı bir biçimde ağarıverir. Çünkü çok keder, ruhun kalbde iyice sıkışıp kalmasına sebep olur. Bu sıkışma da, bol (vücud) sıcaklığının sönmesine sebep olur. Bunun sönmesi ve zayıflaması da, alınan gıda parçalarının vücutta tam hazmedil memesi neticesini doğurur. Bu ise balgamın yenilen şeylere hükümran olmasını gerektirir ki bu da, saçların aklaşmasının, büyük üzüntülerin sebep olduğu birşey olduğunu bildikleri için, ağarmayı sıkıntı ve mihnetten kinaye yapmışlardır. Yoksa bununla, o günün dehşetinin gerçekten çocukları ihtiyarlatacağı manası kastedilmemiştir. Çünkü kıyametin elem ve korkularının çocuklara gelip bulması söz konusu değildir.

b) Bununla, o günün, çocukların buluğa erip, hatta ihtiyarlık çağlarının gelip, böylece de saçlarının kırlaşacağı kadar uzun bir gün olduğu anlatılmak istenmiştir. Edebiyatçılardan biri Me'arrî'nin "iki sakal başım kalıkla dolduran bir zulüm" şeklindeki şiirini bana sordu ve Kur'ân'daki bu teşbihin, Me'arrî'nin beytindeki teşbihten üstünlük cihetini anlatmamı istedi. Ben de, bu üstünlüğü şu birkaç yönden anlattım:

Birincisi: Sakal başlarının kırlaştığını söylemek, o kadar enteresan bir hadise değildir. Fakat çocukların saçlarının kırlaşması ise, dikkate şayan bir hadisedir. Çünkü o günün dehşeti, onları sanki, çocukluk ve ihtiyarlık arasındaki gençlik dönemini yaşamadan, çocukluktan ihtiyarlığa taşımıştır ki bu, o günün şiddetini anlatmada, çok daha ileri bir ifadedir.

İkincisi: Sakal başlarının kırlaşması, saçların beyazlaşması demektir. Halbuki saçlar, gençlik kuvveti devam ederken de kıriaşabilir. Dolayısıyla bunda, ileri bir mana yoktur; bu o kadar dikkat çeker bir durum değildir. Fakat ayetteki ifade, çocukların, zayıf-nahif bir şekilde, yüzlerinin parlaklığı ve tazeliği kaybolmuş bir şekilde ihtiyarladıklarına delalet eder ki bu, o günün şiddetini anlatmada en ileri bir ifadedir.

Üçüncüsü: Sakal başlarının kırlaştığını söylemek, o kadar enteresan birşey değildir. Çünkü başın iki tarafı çokça "balgamı rutubetlerin bulunduğu yerdir. Dolayısıyla insanda ilk kırlaşma sakal başlarında başlar, daha sonra başın diğer taraflarına sıçrar. Binâenaleyh sakal başlarının kırlaştığını söylemek, dehşeti anlatmakta ileri bir ifade değildir. Ama, ayette olduğu gibi, bu kırlaşmanın, başın hatta bedenin tümünü sardığını anlatmak, ileri bir ifadedir. Allah en iyi bilendir.

Gökleri Yarıp Çatlatan Gün

1) Hak teâlâ'nın kıyametin dehşetini anlatan ikinci tavsifi de, "(Çünkü) gök bile o sebeple yarılır" ayetidir. Bu da, yine o günün şiddet ve dehşetini anlatan; onca büyüklüğüne ve sağlamlığına rağmen göğün, o günde paramparça olacağını anlatan bir ifâdedir. Binâenaleyh ya diğer canlıların o gündeki hali nice olur, bir düşün. Bunun bir benzeri de, "Gök yarılıp parçalandığı zaman..." (İnfitar, 1) ayetidir. Bu hususla ilgili şöyle iki soru var:

Sema Hakkında Müzekker Sıfat

Birinci Soru: Cenâb-ı Hak, burada niçin, "munfatır" yerine, "munfatıra" dememiştir? Buna şöyle birkaç şekilde cevap veririz:

1) Ebu Ubeyde, Ebû Amr b. el-'Alfl'dan, şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hak teâlâ demiş, müennes olarak, "munfatıra" dememiştir. Çünkü "semâ" kelimesinin mecazi manada kullanılması, tıpkı "sakf" (tavan) kelimesinin mecazi manada kullanılması gibidir. (Yani bu iki kelime mecazen birbiri yerine kullanılabilir). Nitekim mesela, "evin tavanı" manasında, "semau'l-beyt" dersin.

2) Ferrâ da şöyle der: "Semâ" kelimesi, hem müennes, hem müzekker sayılır.

Bu ayette, müzekker sayılmıştır. (Dolayısıyla haberi de müzekker olarak gelmiştir)." Ferrâ, buna delil olarak şu beyitleri getirmiştir:

"Eğer gök ona bir topluluk çıkaracak olsaydı, biz de bulutlarla birlikte yıldızlara ulaşırdık."

3) "Semâ" kelimesi müennes-i hakiki değildir. Hakiki müennes olmayan kelimeler, müzekker de sayılabilirler. Nitekim şair,

"Göz, ismidi-I'hayri sürmesiyle sürmelenmiştir" demiştir. Şair A'şâ da

"Ne, yağmur veren bir bulut var, ne de, ürün ve sebze verecek bir toprak parçası..." demiştir.

4) Ayetin takdiri, şeklindedir. Buna göre, ifâde, ifadeleri gibi olmuş olur ve yine Arapların, emzikli kadın manasındaki sözleri de böyledir.

İkinci Soru: Ayetteki ifâdesinin takdiri nasıldır? Buna birkaç şekilde cevap verilebilir:

1) Ferra bunun takdirinde olduğunu söyler.

2) Buradaki "bâ" harf-i cerri tıpkı "Ağacı keserle yardım. O da, onunla yarıldı" cümlesindeki "bâ" gibidir. Buna göre ayet, "O gökler tıpkı, sebebiyle birseyin yarılması gibi, o günün şiddet ve dehşetinden ötürü yarılmıştır" demek olur.

3) Semanın, o günün büyüklüğünün kendi üzerinde gerçekleşmesi ve o günden haşyetinden ötürü, yarılmasına sebep olacak bir biçimde ağırlık altında kalması kastedilmiştir. Bu tıpkı, "Göklere de, yere de ağır basmıştır o (kıyamet)"(A'raf, 187) ayetinde ifade edildiği gibidir.

Ayetteki, "O (Allah'ın) va'di gerçekleştirilmiştir" ifadesine gelince, bil ki buradaki "hû" (o) zamiri, hem "mefûl"e, hem de "fâif'e raci olabilir. Birincisinde, mana, "O günün va'di yapılmıştır" şeklinde olursa ki bu da, "o güne nisbet edilen o va'd mutlaka olacaktır. Çünkü Allahü teâlâ'nın hikmeti ve ilmi, bunun olmasını gerektirir" demektir. İkincisinde ise mana, "Allah'ın va'di hiç şüphesiz olacaktır. Çünkü Allahü teâlâ, yalan söylemekten münezzehtir" şeklinde olur. Hernekadar bu ifadeden önce, "Allah" lafzı geçmemiş ise de, malum olduğu için, bu zamirin O'na raci olması da güzel ve yerindedir.

Bil ki Allahü teâlâ, sûrenin başında "sa'idlerin hallerinden bahsetmiştir. Onların hallerinin, şöyle iki esas kısma ayrılacağı da malumdur:

a) Dine taalluk eden şeylerde Mevlâ'ya itaat... Cenâb-ı Hak bu hususu daha önce zikretmiştir.

b) İnsanlarla yaptıkları muamelelerindeki halleri... Hak teâlâ bunu da, "Onlar ne derlerse sabret. Onlardan güzel bir şekilde uzaklaş" (Müzzammil, 10) ayetinde işaret etmiştir. Şakilere gelince, Allahü teâlâ, önce bunları kısaca tehdid ederek işe başlamış ve "Dini yalanlayan o servet sahiplerini bana bırak..." (Müzzemmil, 11) buyurmuştur. Daha sonra aşiretteki çeşitli azaplardan bahsetmiş. Bunun peşinden dünyadaki azabı ele almıştır ki bu, onları dünyada iken çetin bir şekilde yakalamasıdır. Daha sonra da kıyametin dehşetini beyan etmiştir. Bu sadeddeki açıklamaları tamamen bitirince de, ilgili sözü şöyle buyurarak bitirmiştir.

18 ﴿