10

"İşte göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman, (evet), o gün insan, "Kaçış nereye?" diyecek..".

Bu ifadelerle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki, Allahü teâlâ, burada, kıyamet alametlerinden şu üç şeye yer vermiştir.

Berk-i Basar

Birincisi: işte göz kamaştığı ... zaman" ifadesinin anlattığı husustur, (......) kelimesi râ'nın kesresi ve fethası ile okunmuştur. Ahfes şöyle der:

"Kesreli olan, Arapların sözünde çokça geçenidir. Fethalı olanı da kullanılır. Zeccac da, "Bir kimse şaştığında, dehşete kapıldığında, râ'nın kesresi ile, denilir" demiştir ki, bu da, esasında şuna dayanır. İnsan, şimşeğin parıltılarına çokça baktığında, bu şimşek bakana etki eder (gözünü kamaştırır).

Daha sonra bu kelime, her ne kadar, orada bir şimşeğe bakma söz konusu değilse de, hertürlü hayreti ifade için kullanılır olmuştur. Nitekim aya bakmaktan dolayı bakışları bozulan, bakışı kamaşan kimseyi ifade için de, denilir. Daha sonra bu kelime yine, diğer hayretleri ifade etmek için de kullanılır olmuştur. Aynen bunun gibi hayrete ve dehşete kapıldığında,"Adam, işi hususunda şaşırıp kaldı.." denilir. Ki, bu da temelde, Arabların, kadın, kocasıyla ansızın karsı karşıya gelip, kadın onu gördüğünde şaşırıp kaldığını anlatmak için söylenilen ifadesine varıp dayanır. Ama, ra'nın fethasıyla okunan, (......) kelimesine gelince, bu, kökündendir. Yani, "gözlerinin alabildiğine belerip dışarı fırlamasından dolayı gözü carladığında..." demek olur. Ebu's-Simâl da, "açıldı, genişledi..." anlamında, (......) şeklinde okumuştur. Nitekim Arapça'da, denilir ki, bunun manası, "Kapıyı açtı, kapıyı açtım..." şeklindedir.

Berk-i Basarın Zamanı

Alimler, bu halin ne zaman tahakkuk ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak,

a) Ölürken,

b) Öldükten sonra dirilirken,

c) Cehennemi gördüğünde... denilmiştir.

Şimdi bu halin, ölürken olduğunu söyleyenler, şöyle demişlerdir: Gözler, ölen şahıs, ölümün emarelerini ve ölüm meleğini gördüğünde belerir, kamaşır. Nitekim bu husus, ölümle yüzyüze gelen herkeste hissedilir. Bu fikre temayül edenler şöyle demişlerdir: "Bunlar, kıyameti sormuşlardır. Ne var ki, Allah, işte bu hadiseyi, ölürken onlara göstermiştir. Bunun şu iki sebebi vardır:

a) Münkir olan kimse, alay ederek "Kıyamet ne zamanmış?!" dediğinde ona, "Gözler belerdiğinde, ölüm yaklaştığında.." denilmiştir. Böylece de ölüm gelip çattığında, bu yöndeki şek ve şüpheleri yok olur; o esnada, öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti yalanlamalarının bir hata olduğunu anlar.

b) Ölümle yüzyüze gelip, gözleri asıldığında, dünyevi lezzetlerden dolayı öldükten sonra dirilmeyi inkar edişinin temelsiz olduğunu kati olarak anlar.." Bu hadisenin, kıyamet günü olacağını söyleyenler de şunu ifade etmişlerdir: "Çünkü, bu insanın sorusu, kıyametle ilgili olup, onun ne zaman kopacağını sormaktadır. Binâenaleyh, bunun cevabının da kıyamete ait özelliklerden ve kıyametin sonuçlarından olması gerekir. Nitekim bu manada, Cenâb-ı Hak, "O bunları ancak öyle bir gün için geciktiriyor ki, o (gün) gözler belerip kalacaktır.." (İbrahim, 42) buyurmuştur.

Hasf-i Kamer

İkincisi, Cenâb-ı Hakk'ın "Ay tutulduğu ... zaman" ayetinin beyan ettiği husustur. Bu ifadeyle ilgili olarak iki mesele vardır.

Birinci Mesele

Bu ifade ile, bu dünyada iken tutulduğunda da görüş müşahede ettiğimiz gibi, ayın ışığının gitmesi, ayın kararması kastedilmiş olabileceği gibi, bizzat onun yok edilmesi de murat edilmiş olabilir. Nitekim bu manada, "Onu ve onun evini batırdık, yerin dibine geçirdik..."(Kassas, 81) buyurmuştur.

İkinci Mesele

Meçhul olarak şeklinde de okunmuştur.

Ay İle Güneşin Bir Araya Getirilmesi

Üçüncüsü, Cenâb-ı Hakk'ın, "Güneşle ay bir araya getirildiği ... zaman" ayetinin beyan ettiği husustur. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Alimler, bu "cem" işinin nasıl olacağı hususunda da şu izahları yapmışlardır:

1) Allahü teâlâ, "Güneşin de aya yetişmesi uygun düşmez..."(Yasin, 40) buyurmuştur. Fakat, kıyamet vakti geldiğinde, bunlardan herbiri diğerine yetişir; derken, bir araya gelmiş olurlar.

2) Bunlar, ışıklarının gitmesi hususunda aynı olup bir araya gelmişlerdir, demek olup, bu da tıpkı, "Şafiî (r.h) sununla şunun arasını, şu hükümde cem etti.." denilmesi gibidir.

3) Bunlar, durulmuş ve siyahlaşmış olarak bir araya gelirler. Derken, bunlar adeta, cehenneme atılmış, azgın iki boğa gibidir. Bunların bir araya getirilip, sonra da denize atılacakları da ileri sürülmüştür. İşte, o zaman orası, Allah'ın en büyük ateşi haline gelir (cehennem gibi olur).

Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesiyle ilgili olarak yaptığımız bu izahlar, ayetteki, "gözler belerdiğinde cümlesini kıyametin alametlerinden sayanlara göre ancak doğru olur. Ama, bunu, ölümün alametlerinden kabul edenlere göre ise, ifadesinin manası, "ölürken gözlerinin ışığı gittiğinde.." şeklinde olur. Nitekim, gözü çıkarılıp, gözbebeği başın içinde kaybolduğunda, denilir ki, bu ifade de, temelde, "yerin, üzerindekilerle beraber aşağıya doğru kayıp gömülmesi" halinde kullanılan cümlesine varıp dayanır.

Diğer ayete, yani cümlesine gelince, bu ifade de, ruhun, ahiret alemine göçmesini ifade eden kinaye yollu bir ifadedir. Buna göre ahiret, adeta bir güneş gibi kabul edilmiş olur. Çünkü ahirette, dünyada iken gözükmeyen şeyler ortaya çıkar; dünyada iken kapalı olan şeyler, orada iken vuzuha kavuşur. İnsanın ruhu, tıpkı bir ay gibidir. Binâenaleyh, ay, nasıl ki ışığını güneşten alıyorsa, insanın ruhu da, marifetullah nurunu ahiret aleminden alır. Bu ayetleri, kıyametin alametleri manasına alıp yorumlamak, ölümün alametleri manasına atıp yorumlamaktan daha evladır. Ve kıyametin halleri ile de, daha fazla uyum sağlayan ifadelerdir.

İkinci Mesele

Ferrâ şöyle der: "Cenâb-ı Hak buyurmuş da, dememiştir. Çünkü bu ifade ile, ay ile güneşin, güneşin nurunun, ayın da ziyasının gitmesi hususunda birleşmeleri, cem olunmaları kastedilmiştir." Kisâîde, bu ifadenin takdirinin, "iki nur bir araya getirildiğinde..." veya "iki ziya bir araya getirildiğinde" şeklinde olduğunu söylerken, Ebû Ubeyde de, "Kamer, bu cem işinde güneşin eşi olmuştur. Kamer, müzekker bir kelimedir. Dolayısıyla da hiç şüphesiz, lafzan müzekkerlik tarafı tercih edilmiştir" demektedir. Ferrâ da şöyle der: "Ben bu görüşü destekleyenlere, "Sizler, güneş ile ayın birleşmesini nasıl ifade edersiniz?" dediğinde, onlar, diyerek ifade ederiz" dediler. Bunun üzerine ben, "Peki ya, bu iki yer arasındaki fark nedir?" diye sordum; bunun üzerine de, bu görüşü savunan, görüşünden geri döndü..."

Ay ile Güneşin Birleşmesi?

Dinsiz kimseler, bu ayeti tenkit ederek, şöyle demektedirler: Güneş ile ay birleştiğinde, daha nasıl ayın batmasından bahsedilebilir?

Cevap: Allahü teâlâ, ister yer küresi ay ile güneşin arasına girsin, isterse girmesin, O, ayı tutmaya (husuf) kadirdir. Bunun delili ise şudur: Maddeler, birbirlerine denktirler. Dolayısıyla, biri için doğru olan şey, diğeri için de doğru olur. Allahü teâlâ da, bütün mümkinata kadirdir. Binâenaleyh, her konum ve her durumda ayın ziyasını gidermeye kadirdir.

İnsanın Kaçacak Yer Araması

(......) ayetine gelince bu, "Kıyametin vukuunu kabul etmeyen bu insan, kıyametin hallerini gözüyle müşahede edince, "Nereye kaçış?!" der" demektir. Meşhur olan kıraat, fâ'nın fethasıyla, meferr şeklindedir. Bu kelime yine, fa'nın kesresiyle mefirr diye de okunmuştur. Fetha ile okunması halinde meferr, "kaçmak" anlamına gelir. Ahfeş ve Zeccâc ise şöyle demiştir: fiilinin masdar-ı nûnûsi, aynu'l-fiilin fethasıyla, kalıbında gelir." Bu, dil alimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Buna göre mana, "Kaçış nereye? şeklinde olur.

Kişinin, "Kaçış nereye?" ifadesinin de iki manaya gelmesi muhtemeldir:

a) O kişi, kaçabilme imkanının alamet ve işaretlerini göremez, o zaman da, "Nereye kaçış?! Nereye kaçacaksın ki?!" der.. Bu tıpkı, bir kimsenin, Zeyd'i bulmaktan ümidini kestiği zaman, "Nerde Zeyd?!" demesi gibidir.

b) Mananın, "Nereye kaçalım?" şeklinde olması (burada, kaçmaya yer aranması söz konusudur). (......) kelimesinin kesreli mefirr okunmasına gelince, bu, ism-i mekan olur (kaçış yeri). Bu nedenle bazı dil alimleri, fethalı olarak meferr kelimesinin masdar-ı nûnûn ismi olduğu gibi, yine aynı zamanda ism-i mekanın da kalıbı olacağını; aynen bunun gibi, kesreli olarak mefirr kelimesinin de, ism-i mekanın adt olduğu gibi, bazan masdar-ı mimînin de ismi olacağını; bunun bir benzerinin de ve kelimeleri olduğunu öne sürmüşlerdir.

Hiçbir Sığınak Yok

10 ﴿