14"Hayır, hiçbir sığmak yok. O gön herkesin (varıp) duracağı yer, ancak Rabbi(nin huzuru)dur. O gün insana, önden yolladığı şeylerle geri bıraktığı şeyler haber verilecek. Daha doğrusu insan, (bizzat) kendisine karşı bir şahittir". Buradaki "Hayır" kelimesi kaçma talep ve arzusunu reddetmek için varid olmuştur. "hiçbir sığmak yok" ifadesi ise, Müberred ve Zeccâc, vezer kelimesinin asıl anlamının "sağlam ve muhkem dağ" olup, sonra da, "kişinin kendisine iltica ederek korunduğu her şeye" "el-vezeru" adının verildiğini söylemişlerdir.. Bu anlamda olmak üzere, Müberred, Ka'b Ibn Malik'in şu beytini inşad etmiştir: 'Tüm insanlar senin için bize başvurdular. Bizimse ancak kılıçlarımız ve uçları, insanlara sığmak ve melce, olan kargılarımız vardır." Ayetin anlamı, buna göre, "sayesinde Allah'ın emrinden kaçıp da sığınılacak hiçbir şey yoktur!" şeklindedir. Cenâb-ı Hakk'ın, "O gün herkesin (varıp) duracağı yer, ancak (Rabbi(n huzuru)dur" ifadesine gelince, bu hususta iki izah şekli vardır: 1) "El-Müstekarru" kelimesinin "el-istikrar (karar kılma)" anlamında olması.. Buna göre mana da, "Onlar, Allah'tan başkasının huzuruna varıp kalmaya kadir olamazlar" şeklinde olur. Nitekim bu anlamda olmak üzeredir ki Cenâb-ı Hak, (Necm. 42) buyurmuştur. 2) Mananın, "Ancak Rabbinedir onların karar kılacakları yer.." şeklinde olması.. Yani, "Cennet ya da cehennemden olan karar kılma, istikrar bulma yerleri, Allah'adır; daha açıkçası, bu, Allah'ın meşietine kalmıştır. Dilediğini cennete sokar, dilediğini de ateşe sokar.." demektir. Yapılan Her İşi Önünde Bulacak Cenâb-ı Hakk'ın, "O gün insana, önden yolladağı şeylerle, geri bıraktığı şeyler haber verilecektir" ifadesine gelince, bu, "yapıp da önden yolladığı ameller ile, yapmayıp da geri bıraktığı ameller.." ya da, "Malından takdim edip de, böylece tasaddukta bulunduğu ile, geriye bırakarak, arkasında kalan..", yahut da, "yapıp da önden yolladığı hayır ve kötü fiiller ile, arkasında bırakmış olduğu iyi ve kötü adetler..." anlamındadır. Mücahid' den rivayet edildiğine göre o, bunları, "ilk amel ile son amel" şeklinde yorumlamaktadır. Bu ifadenin bir benzeri de, " kendilerine neler yaptıklarını haber verecektir. Allah onları saymıştır, onlarsa bunu unutmuşlardır" (Mücadele, 6) ve "Biz, onların önden göndermiş olduklarım ve (geride bıraktıkları) eserlerini yazıyoruz..."(yasin,12) ayetleridir. Bil ki, en açık ve aşikar olanı, bu haber vermenin, kıyamet gününde, arz, hesaba çekilme ve amellerin tartılması sırasında olacağıdır. Yine bunun, ölüm esnasında olması da mümkündür. Şöyle ki, kişi öleceği zaman, cennet ya da cehennemden oturacağı yer ona gösterilir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Daha doğrusu insan, (bizzat) kendisine karşı bir şahittir" ayetine gelince, bil ki, Cenâb-ı Hak, "İnsana o gün amelleri haber verilecek" buyurunca, bunun peşinden, "Daha doğrusu, ona bunu, kendisinden başkasının haber vermesine de gerek yoktur" demiştir. Şöyle ki, bizzat onun nefsi, onun bu fiilleri yaptığına dair şehadette bulunacaktır. Ayette geçen (......) kelimesi hakkında da iki izah şekli vardır: 1) Ahfeş'in açıklamasına göre, bunun anlamı şudur: Cenâb-ı Hak onu, kendisi hakkında, mahza basiret ve gözcü kılmış, addetmiştir. Bu tıpkı, bir kimse hakkında, "Falanca, mahza cömertlik ve mahza keremdir.." denilmesi gibidir. İşte, burada da böyledir. Zira insan, aklî zaruret ile şunu bilir ki, onu Allah'a yaklaştırıp, O'nun taatı ve hizmetiyle meşgul eden şey, saadetin ta kendisidir. Ama, onu Allah'a taattan uzaklaştırıp, onu, dünya ve onun lezzetleriyle oyalayan şey de, bedbahtlığın ta kendisidir. Farzedelim ki o, yalan ve iftira uydurmuş; hakkı batıl, batılı da hak suretinde göstermiş olsun... Fakat o akl-ı selimiyle şunu bilir ki, zahiren üzerinde bulunduğu hal, ya iyidir ya da kötü. 2) Bundan murad, uzuvlarının, kendisinin yaptığı şeyler hususunda şahidi olmasıdır. Böylece de o, uzuvlarının şehadeti sebebiyle, kendi aleyhine tanık olmuş olur. Bu, İbn Abbas, Saîd İbn Cübeyr ve Mukâtil'in görüşüdür. Bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, "O gündeki, aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayakları onların neler yapıyor idiklerine şahidlik edecekdir" (Nur, 24); "Ne irtikap ediyor idiyseler bize elleri söyler..."(Yasin, 65) ve "kulakları, gözleri, derileri kendilerinin aleyhinde şahidlik edecektir" (Fussilet, 28) ayetlerinde olduğu gibidir. (......) kelimesinin müennes olmasına gelince, bunun müennes olması mümkündür. Çünkü, burada "insan" ile kastedilen, onun uzuvlarıdır. Buna göre sanki, "Doğrusu, insanın uzuvları onun aleyhinde şahittirler.." denilmek istenmiştir. Ebû Ubeyde ise, (......) kelimesindeki mübalağa için gelmiştir. Bu tapkı Arapların, çok rivayet eden adam" "çok azgın adam" "çok alim ve bilgili adam" demeleri gibidir. Bil ki, Cenâb-ı Hak önceki ayette, kıyamet gününde insana, amellerinin haber verileceğini belirtmiş, bu ayette de, bizzat onun, yaptığı işler hususunda kendi aleyhine şahid olduğunu bildirmiştir. İşte bu sebeple Vahidî, "Bu, kafirler için söz konusudur. Çünkü onlar yaptıkları şeyi inkar ederler. Bunun üzerine Allah da, onların ağızlarını mühürler, uzuvlarını konuşturur.." demiştir. Cenâb-ı Hak, |
﴾ 14 ﴿