3

"Andolsun burçlar sahibi göğe ve o va'd edilen güne ve şahid ile meşhuda...".

Sûrenin Hedefi

Bil ki bu surenin maksadı, kafirlerin eziyetlerine karşı, hem Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, hem de ashabını teselli etmektir. Bu tesellinin nasıl olduğu ise şöyledir: Allahü teâlâ, mesela Ashab-ı Uhdûd, Firavun ve Semûd gibi önceki ümmetlerin de böyle olduklarını beyan etmiş ve bu işi, bütün kafirlerin bir yalanlama içinde olduklarını bildirerek noktalamış. Sonra da bunun peşinden, "Allah onların etrafını kuşatmıştır" (Buruc, 85/20) buyurmuş. Böylece bir üçüncü beyanda daha bulunmuştur ki bu beyan da, bu işin Levh-i Mahfuz'da yazılı-çizili olduğunu, değişmesinin imkansız olduğunu belirtmesidir. Bu manayı veren ifade de, "Doğrusu o, çok şerefli bir Kur'ân'dır" (Buruc, 21) ayetidir. İşte sûrenin tertibi bundan ibarettir.

Büruc

Bilki "bürûc'un ne demek olduğu hususunda şu üç görüş ileri sürülmüştür:

1) Bu on iki burçtur. En meşhur görüş budur. Cenâb-ı Hakk'ırı bu; burçlardaki enteresan durumlardan ötürü, bunlara yemin edişi, güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü güneş, bu burçlarda hareket etmektedir ve süflî alemdeki (yeryüzündeki) birçok menfaatın, güneşin hareketine bağlı olduğunda ise şüphe yoktur. Böylece bu, o burçların hakim bir yaratıcısının olduğuna delalet eder. Cübbâî ise, "Burçlara yemin, en yakın göğe (dünya semasına) yapılmış bir yemindir. Çünkü burçlar, bu semadadır" demiştir. Fakat bu bir hatadır. Biz bu hatanın nasıl olduğunu, "Biz, en yakın semayı yıldız süsleriyle süsledik" (Saffat, 37/6) ayetinin tefsirinde izah ettik.

2) Burçlar, ayın menzilleridir. Ayın hareket ve gidişatında çok enteresan işler yapıldığı için, ona bu şekilde yemin etmek güzel ve yerinde olmuştur.

3) Bürûc, büyük yıldızlar manasınadır. Bunlar, görülebildikleri için "bürûç" denilmiştir.

Yevm-i Mev'ûd

Ayetteki, "Va'dedilen gün" ifadesiyle kıyamet günü kastedilmiştir. Bunun böyle olduğunu, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'nin rivayetine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) söylemiştir. Kaffâl "Göğün yarılıp, parçalanıp son bulmasının ve artık burçlarının yok olmasının "va'dedildiği gün" manası da kastedilmiş olabilir" der.

Şahid ve Meşhud

Ayetteki, "şâhid" ile "meşhûd"un ne demek olduğu hususunda, müfessirlerin birbirinden farklı görüşleri vardır. Fakat Kaffâl, bu konuda en güzel izahı yapandır. O şöyle der: "Şâhid, şu iki şey için kullanılır:

1) Sayesinde, davaların ve hakların belirlendiği kimse (tanık)...

2) Mevcud olan, orada hazır bulunan (müşahid) demektir. Bu tıpkı, Hak teâlâ'nın, "âlimu'l-gaybi ve'ş-şehâde..." (Haşr, 59/22) ayetindeki kelime gibidir. Arapça'da, "Falan şahid, falan gaibtir" denilir. Ayeti bu ikinci manaya hamletmek daha evladır. Çünkü "şâhid" kelimesiyle, eğer birinci mana kastedilmiş olsaydı, "meşhud"un peşisıra ya "aleyhi" yahut "lehu" gelmeliydi. Bu durumda da ya meşhud aleyhi (aleyhine şahidlik edilen), yahut da meşhud lehû (lehine şahidlik edilen) denilirdi. Binâenaleyh açık olan bu görüştür. "Meşhud" sözü ile, "meşhud aleyh" manasının kastedilmiş olması da mümkündür. Nitekim Hak teâlâ da, "mes'ûlen anh" (kendisinden sorulan) yerine, sadece "mes'ûl" (İsra, 17/34) buyurmuştur.

Meşhud: Kıyamet Günü

Bu mukaddimeyi iyice kavradığına göre, şimdi diyoruz ki, bu ayetteki "şuhûd"u, mevcut olma, orada bulunma manasına alırsak, bu ifade hakkında şu izahlar yapılabilir:

1) Meşhud, kıyamet günüdür; şâhid de, o günde, orada bulunan topluluktur. Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh) ve Dahhâk'dan rivayet edilmiştir. Bu ihtimalin doğruluğunun delilleri şunlardır:

a) Bundan daha büyük bir topluluk yoktur. Çünkü Allahü teâlâ orada, meleklerin, peygamberlerin, cin ve insin, evvelini ve ahirini toplayıp bir araya getirmiştir. Binâenaleyh lafzı, ifade ettiği en geniş ve mükemmel manaya almak evladır.

b) Allahü teâlâ, va'dedilen o günden bahsetmiştir ki o gün, kıyamet günüdür. Bunun peşinden de, "ve şahid ile meşhuda" demiştir ki bu "şahid" ile, o günde mevcut olan mahlukatın; "meşhud" ile de, o gün müşahede edilecek olan enteresan şeylerin kastedilmiş olması en uygun manadır.

c) Allahü teâlâ, kıyamet gününü, "Kafirlere, bir büyük günün seyrinden dolayı, yazıklar olsun.." (Meryem, 19/37), "Bu gün için insanlar toplanır ve bu, seyredilen bir gündür" (Hud, 11/103), "O gün, (Allah) sizi çağırır, siz de O'na hamdi ile birlikte icabet edersiniz" (İsra, 17/52) ve "O, tek bir sayhadan ibarettir. O anda hepsi, katımızda hazır edilmişlerdir" (Yasin, 36/53) ayetlerinde, "meşhûd" (görülen, yaşanan) bir şey olarak tavsif edilmiştir. Şâhid ile Meşhudun her ikisinin de nekire getirilmelerinin sebebi, ya (Tekvir, 81/14) ayetinde bahsettiğimiz husustur. Buna göre sanki, "Şahidin ve meşhudun ne kadar çok olduğunu bildiriyorum" denilmek istenmiştir. Yahut bu iki hususu kapalılıkla tavsif etmektir. Buna göre sanki, "Vasıflarını ve künhünü sadece Benim bilebileceğim bir şahid ve meşhud..." denilmek istenmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın ona kudretinin yeteceğine dikkat çekmek için, kıyamete yemin etmesi güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü o gün, hem bir fasl (hüküm) ve ceza günü, hem de mülkiyetin ve hükmün sadece Allah'a mahsus olduğu bir gündür. Bu görüş, İbn Abbas (radıyallahü anh), Mücâhid, İkrime, Hazret-i Hasan b. Ali (radıyallahü anh), İbnu'l-Museyyeb, Dahhâk, en-Nehâî ve es-Sevrî'nin tercihi olan görüştür.

Meşhûd: Cuma Günü

2) "Ayetteki "meşhûd" ile cuma günü kastedilmiştir. Bu, İbn Ömer (radıyallahü anh) ile İbn Zübeyr (radıyallahü anh)'in görüşüdür. Bu böyledir, çünkü cuma günü, bütün müslümanların, namaz için ve Allah'ı zikretmek için toplandıkları (meşhûd oldukları) bir gündür. Şu iki hadis de, cuma gününe "meşhûd" dendiğine delalet etmektedir:

a) Ebû'd-Derdâ (radıyallahü anh)'nın rivayetine göre, Hazret-i  Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü bana çokça salat-u selâm getirin. Çünkü bu gün, meleklerin kendisini müşahede ettiği, hazır bulunduğu meşhud bir gündür." İbn, Mace, Cenaiz, 65 (1/524).

b) Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Melekler, cuma günü, camilerin kapılarında hazır bulunurlar ve (girenlerin) adlarını yazarlar. İmam mimbere çıkınca, bu sahifeler dürülür-kapatılır." Bu özellik, sadece bu günde mevcuttur. Dolayısıyla bundan ötürü, bu güne, "meşhûd" denebilir. Nitekim Hak teâlâ, "Sabah namazı meşhûddur" buyurmuştur. Rivayet olunduğuna göre, gece ve gündüz melekleri sabah namazı vaktinde orada hazır bulunurlar Buhari, Cuma, 31; Müslim, Cuma, 24-25 (2/587). (görev devir-teslimi yaparlar). Dolayısıyla bu namaz, meleklerin ona şahid oluşundan ötürü "meşhûd" diye adlandırılmıştır. İşte cuma günü de böyledir.

Meşhûd: Arafat Günü

3) "Meşhûd" kelimesinin, arafe günü; "şâhid" kelimesinin de, Arafat'ta hazır bulunan hacılar manasına alınması ve "Hacc'ın büyük ve önemli bir ibadet olduğunu belirtmek için, bunlara yemin edilmiş olması da uygun ve güzeldir. Rivayet olunduğuna göre, "Allahü teâlâ, arafe günü meleklerine, "Şu saçı-başı dağınık, toz-toprağa bulanmış, bir uzak beldeden benim için gelmiş kullarıma bakın. Onları bağışladığıma sizi şahid tutuyorum" der. Tam o sırada İblis, gördüğü bu şeyden ötürü çığlık atar ve başına topraklar saçar." Arafe gününün "meşhûd" diye adlandırıldığının delili ise, Hak teâlâ'nın, "Gerek yaya, gerek her uzak yoldan gelecek ank develerin üstünde (binitli) olarak sana gelsinler. Böylece kendilerine ait olan menfaatlere şahit olsunlar" (Hacc, 22/27-28) ayetidir.

Meşhûd: Kurban Bayramı

4) Ayetteki "meşhûd" ile, Kurban Bayramı günü kastedilmiştir. Çünkü bu gün, dünyada insanların bir araya gelip toplandıkları en büyük gündür. Zira o günde Minâ ve Müzdelife'de doğu ve batıdan birçok insanların biraraya geldiği bir gündür ve bu gün, müslümanların bayramıdır. Buna yemin etmesinin gayesi ise, yine "hacc"ın büyük ve önemli bir iş olduğunu ortaya koymaktır.

5) "Meşhûd" kelimesini, cuma, arafe ve Kurban Bayramı günlerinin hepsine birden hamletmek mümkündür. Çünkü bu günler büyük günlerdir. Dolayısıyla da Hak teâlâ'nın, "On geceye, çifte, teke" (Fecr, 89/2-3) yemin etmesi gibi, bu günlere de yemin etmiştir.

"Belki de bu ayet dünyâ günlerinin büyük olan her gününü ve dünyevi makamların her bir yüce makamını bunun yanısıra da kıyamet gününü içine alan genel bir ifadedir. Çünkü kıyamet günü de, Hak teâlâ'nın, "İnsanların, alemlerin Rabbi'nin huzuruna çıkmak için kalkacağı büyük bir gün..." (Mutaffifin, 83/5-6) ve "Kafirlere, şahit olunan büyük bir günden ötürü, yazıklar olsun" (Meryem, 19/37) ayetlerinde olduğu gibi, büyük bir gündür. Bu tefsirin doğruluğuna, hem "şâhid", hem de "meşhûd" lafzının nekire olarak getirilmesi de delalet eder. Böylece, bizatihi belirlenmiş muayyen bir günün kastedilmediği, dolayısıyla da marife getirilmesine mahal olmadığı manasına gelebileceği anlaşılmış olur.

Şahid ve Meşhud

Ayetteki "şâhid"; birinci manaya, almamız halinde şu izahlar yapılır:

1) Şâhid, Allahü teâlâ"dır. Zira Hak teâlâ, "Allah kendisinden başka ilah bulunmadığına şehadet eder" (Al-i İmran, 3/18) "De ki: Allah'dan daha büyük şâhid kimdir?" De ki "Allah" (En'am; 6/19) "Herşeye şâhid olarak Rabbin yetmez mi?" (Fussilet, 41/53) buyurmuştur. Meşhûd (şehadet edilen şey) ise, ya "Allah, Kendisinden başka ilah bulunmadığına şehadet eder" (Al-i imran, 3/18) ayetinden ötürü, Allah'ın tevhidi (birliği)dir; yahut da, "De ki: Benimle sizin aranızda şâhid olarak Allah yeter." (Ra'd, 13/43) ayetinden ötürü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetidir.

2) Şâhid, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir, "meşhûd" ise, "Ya Biz, her ümmetten bir şâhid, seni de o şâhidler üzerine bir şâhid olarak getirdiğimizde (durumları) nice olur?" (Nisa, 4/41) ve "Biz seni bir şahid olarak gönderdik” (Ahzab, 33/45) ayetlerinden ötürü diğer peygamberlerdir.

3) Şâhid, bütün peygamberler;, "meşhûd" da, "Her ümmetten bir şahid... getirdiğimizde..." (Nisa, 4/41) ayetinden ötürü, onların ümmetleridir.

4) Şâhid, bütün mümkinat ve mahlukat alemidir. Meşhûd (kendisi için şehadet edilen ise), vâcibü'l-vücûd olan Allahü teâlâ'dır. Bu, usûl (kelâm) alimlerinin, "Bu istidlal şâhidden (görünenden) hareketle görünmeyen için yapılan bir istidlaldir" şeklindeki sözlerinden çıkardığım bir manadır. Buna göre, ayetteki yemin, hem Halika, hem mahluka, hem O yüce sanatkara, hem de sanatına yapılmış bir yemin olur.

5) Şâhid, Hak teâlâ'nın, "Her nefis, bir sevkedici ve bir şâhidle birlikte gelir" (Kâf, 50/21) ayetinden ötürü, melektir; meşhûd ise, bu meleklerin şâhid olduğu mükelleflerdir.

6) Şâhid, meşhûd ise, "O gün onların aleyhine dilleri elleri ve ayakları şâhidlik eder" (Nûr,24/24) ve "Onlar, derilerine, "Niçin bizim aleyhimize şâhidlik ettiniz" derler" (Fussilet, 41/21) ayetlerinden ötürü, kıyamet günü aleyhine uzuvlarının şâhidlik ettiği insandır. Bu, Atâ el-Horasânî'nin görüşüdür.

Bu konuda üçüncü izah şekli de, kelimelerin iştikakına değil de, rivayetlere dayanan şu görüşlerdir:

1) Şâhid cuma günü; meşhûd, arafe günüdür. Ebû Musa el-Eş'arî (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Va'dolunan gön, kıyamet günü; şâhid, cuma günü, meşhûd, arafe günüdür. Cuma günü, bizim için Allah'ın bir daposudur" Müsned, 2/233.

Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den merfu olarak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Meşhûd, arafe günü, şâhid ise cuma günüdür. Güneş, cuma gününden daha faziletli bir gün için ne doğmuştur, ne batmıştır. O gün bir saat var ki, mü'min bir kul, tam o saatte Allah'tan bir hayır istese, Allah mutlaka onun duasına icabet eder, yine tam o saatte bir şerden kul Allah'a sığmsa, mutlaka onu, o şerden korur"

Said b. Müseyyeb'den mürsel olarak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Günlerin efendisi, cuma günüdür. O, şâhiddir. Meşhûd ise, arafe günüdür." Ibn. Mace, ikâme, 79 (1/344).

Bu, ehl-i ilimden, Hazret-i Ali (radıyallahü anh), Ebû Hureyre (radıyallahü anh), İbnu'l-Müseyyeb, Hasan el-Basrî ve Rebî b. Enes gibi bir çoklarının görüşüdür. Katâde, "Şâhid ve meşhûd, Allah'ın kendilerini büyük saydığı iki dünya günüdür. Nitekim "şâhid"in cuma günü, "meşhûd'un da, arafe günü olduğu rivayet edilmiştir.." der.

2) Şâhid, arafe günü, meşhûd ise Kurban Bayramı günüdür. Bu böyledir, çünkü bu iki gün, Allahü teâlâ'nın büyük saydığı, kıymet verdiği ve hac günlerinin önemlilerinden kıldığı iki gündür. Binâenaleyh bu iki gün, kendinde bulunan kimselerin, mü'min olduklarına ve ilahi rahmete müstehak olduklarına şehadet eder. Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), iki tane koç kesmiş; bunlardan birisi hakkında, "Bu, benim tebliğ görevini yerine getirdiğime şehadet edecek olan şeylerdendir" demiştir. Binâenaleyh, işte bundan dolayı, kurban bayramı gününün, bu habere binaen, kendisinde kurban kesen kimselere ve o günde bulunanlara şehadet etmesi muhtemeldir.

3) "Şâhid", Cenâb-ı Hakk'ın, kendisinden "Sen onlara şahid oldun (ey Allahım!)" (Maide, 5/117) şeklinde naklettiği ifadesinden dolayı, İsâ (aleyhisselâm)'dır.

4) "Şâhid", Allah; "meşhûd" ise, kıyamet günüdür. Çünkü Cenâb-ı Hak, 'Vay halimize Bizi uykumuzdan kim uyandırdı? Bu, Rahman'ın va'dettiği, peygamberlerin de kendisi hakkında doğru söylediği şeydir" (Yasin, 36/52) ve "Sonra onlara, ne yaptıklarını haber verir..." (Mücadele, 58/7) buyurmuştur.

5) "Şâhid", insan; "meşhûd" da, Cenâb-ı Hakk'ın birliğidir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye, onları kendilerine şahit tuttu. Onlar da, "Evet, Rabbimizsin" dediler" (A'râf, 7/172) buyurmuştur.

6) "Şâhid", insan; "meşhûd" ise, kıyamet günüdür. İnsanın şâhid olmasına gelince, bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Evet, Rabbimizsin. Şahit olduk" dediler" (A'râf, 7/172) ayetinden dolayıdır. Kıyamet gününün "meşhûd" olması da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kıyamet gününde sizler, "Biz, bundan gafildik" demeyesiniz diye..." (A'râf, 7/172) ayetinden dolayıdır. İşte bu konuda özetle sunduğum izahlar bundan ibarettir. Kur'ân'ın hakikatlerini en iyi bilense, Allah'tır.

Ashab-ı Uhdud

3 ﴿