9"Onlar, o mü'minleri sırf mutlak galib, her hamde layık Allah'a iman etmeleri sebebiyle işkence etmişlerdi. (O Allah ki), göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Allah her şeye hakkıyla şahiddir". Bu ifadenin manası, "Onlar onları ancak... den dolayı ayıplayıp, imana gelmeyi inkar ettiler" şeklinde olur. Bu tıpkı şairin şu ifadesi gibi olur: "Onlarda, düşman bölükleriyle çarpışmaktan dolayı kılıçlarında meydana gelmiş olan kırık ve çatlaklıklardan başka, (ki bu şayet bir kusur ise) bir ayıp yoktur!!" Bunun bir benzeri de, "Sizler bizden, ancak Allah'a iman etmiş olmanızı ... yadırgıyorsunuz" (Maide, 5/59) ayetidir. Cenâb-ı Hak, “İllâ en yu'minu” buyurmuştur. Çünkü azab etme işi, ilerde yapılan imana göre meydana gelecektir. Şimdi eğer, ilerde küfredeceklerine göre, geçmiştekine mukabil azab olunmazlar. Buna göre adeta, "imanlarına devam etmeleri sebebiyle..." denilmek istenmiştir. Ebu Hayve, kâf'in kesresiyle "nakimû" şeklinde okumuştur, ama fasîh olanı, fethalı olanıdır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, kendisi sebebiyle, "ilâh"ın, tasdik olunmaya ve ibadet edilmeye müstehak olduğu vasıfları dile getirmiştir. Birincisi, O'nun, el-Azîz oluşudur. Aziz, asla mağlub olunamayan, kadir, muktedir; savuşturulamayan kahir (hakim) olmasıdır. Netice olarak bu ism-i şerif, Cenâb-ı Hakk'ın tam bir kudrete sahip olduğuna bir işarettir. İkincisi, O'nun el-Hamîd olması. el-Hamîd de, mü'min kullarının lisanında, hamde ve övgüye layık ve müstehak olan zat, anlamındadır. Bazı nesneler, her ne kadar Allah'ı, lisanı ile övüp hamdedemese dahi, bizzat bu nesnelerin kendisi, gerçekte hamde layık olan zatın O olduğuna şehadet ederler. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Her şey lisân-ı hal ile O'nu hamde koyulmuştur..." (İsrâ, 17/44) buyurmuştur. Ki, bu, Cenâb-ı Hakk'ın ilmine bir işarettir. Zira, nesnelerin neticelerini bilmeyen kimsenin, övgüye ve hamde layık, değer fiillerde bulunması mümkün değildir. O halde, işte bu açıdan el-Hamîd, Cenâb-ı Hakk'ın ilminin tam ve mükemmel olduğuna delalet eder. Üçüncüsü, göklerin ve yerin mülkiyeti kendisine ait olan zat olması. Bu böyledir, zira onların maliki O'dur ve bunların ayakta durması, O'nun sayesindedir. Dilemesi halinde, bunları yok edebilir. Bu da, O'nun mülk ve hükümranlığının tam ve mükemmel oluşuna bir işarettir. Bu sıfatı, ilk ikisinden sonra getirmiştir. Çünkü, tam bir mülk ve hükümranlık, ancak, kudret ve ilim bakımından tam bir mükemmellik söz konusu olduğunda düşünülebilir. Böylece, bu sıfatları taşıyan kimsenin, Kendisine iman edilmeye müstehak ve layık olduğu sabit olmuş olur. O'ndan başkaları ise, buna, kesinlikle müstehak değillerdir. Daha nasıl olur da, bu cahil kafirler, böylesi imanın günah olduğuna hükmedebilirler. Bil ki, Allahü teâlâ, Kendisinin Azîz olduğunu bildirmek suretiyle, dileyip istemesi halinde, o zorba kralların bu mü'minlere azab edişlerine mani olabileceğine, ateşlerini söndürüp, onları oracıkta hemencecik öldüreceğine; Hamîd oluşu ile de, Cenâb-ı Hakk'ın katında nazar-ı dikkate alınan şeyin, işlerin (kendileri değil) neticeleri olduğuna işaret etmek istemiştir. Binâenaleyh, bu demektir ki O, mühlet verse bile, asla, ihmal etmeyecektir. Çünkü, O, o mü'minlere, hak ettikleri mükafaatı, o kafirlere de, hak ettikleri cezayı verecek olan zattır. Ancak ne var ki, O, bu hususta acele etmez. Zira O, hep, ya meşîetine, yahut da lutfu gereği kullarının menfaatine göre hareket eder. İşte bu sebeple, "Allah her şeye hakkıyla şahiddir" buyurmuştur ki, bu, Kendisine taatta bulunanlar için, büyük bir vaad; günahkarlar için ileri derecede bir tehdittir. |
﴾ 9 ﴿