4"Andolsun o göğe ve tarıka ki -"Tarık"ın ne olduğunu sen nereden bileceksin ki? O, delen yıldızdır.- herkes üzerinde muhakkak bir gözeten vardır". Herkesin Üzerindeki Bekçi Bil ki Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de, gökten, güneşden ve aydan çokça bahsetmiştir. Zira bunların gerek şekilleri, gerek hareketleri, gerekse doğup-batışlarında gösterdikleri haller çok enteresandır. "Târık", ister yıldız, ister başka birşey olsun, geceleyin gelip seni bulan herşeye denir. Binâenaleyh târik, "gündüz" manasına gelmez. Bunun delili, ehl-i imanın, dua ederken, "Gecenin tarıklarından Allah'a sığınırız" demeleridir. Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kişinin evine, ailesine târik yani gece geç vakit gelmesini yasaklamıştır. Araplar, bu kelimeyi "düşünce ve hayal mahsulü olan şey" manasında kullanırlar. Çünkü hayal ve düşünce, daha çok geceleri olur. Târik Nedir? Hak teâlâ, “Ve't-tariku” buyurunca, bu, dinleyenin, kendisini mutlaka bilmek isteyeceği şeyler cümlesinden olmuş olur. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak bunun peşisıra “Vemâ edrâke me't-tariku” "Tarık'ın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?" demiştir. Süfyan b. Uyeyne, "Kur'ân'da “Vemâ edrâke” şeklinde gelen her şeyi, Cenâb-ı Hak, peygamberine haber vermiş, ne olduğunu bildirmiş; ama “Mâ yudrike” şeklinde gelenleri ise, haber vermemiş, cevabının ne olduğunu bildirmemiştir. Meselâ, “Vemâ yudrike lealle's-sâate karibun” (Şura, 17) ayetinde olduğu gibidir" demiştir. Sakıb Cenâb-ı Hak şu sebeplerden ötürü bu yıldızı, "sâkıb" (delen) diye tavsif etmiştir: 1) Işığı ile karanlığı delip, karanlığa nüfuz ettiği için. 2) Havada tıpkı birşeyi delen birşey gibi, doğudan nüfuz edici olarak doğduğu için. 3) Sayesinde şeytanın görüldüğü ve vurulduğu, yani delindiği yakıldığı bir şey (şihâb) olduğu için, ona bu sıfat verilmiştir. 4) Ferrâ şöyle der: Bu ifade, "diğer yıldızların üzerine çıkan, hepsinin üstüne yükselen yıldız" manasınadır. Çünkü Araplar, gökyüzünün çok yücelerine çıkan bir kuşa, "Göğü delip gidiyor" manasında, “Kad sekabe't-tairu” derler. Yıldızın Tarik İsmini Almasının Sebebi Cenâb-ı Hak, geceleyin gözüktüğü için yıldızı, "târik" diye tavsif etmiştir. Sen bunun, bu yüzden, "târik" ismini aldığını, yahut da cinleri çarptığı için bu ismi aldığını bilirsin. "en-Necmû's-Sâkıb" İfadesi İle Neyin Kastedildiği Alimler, ayetteki "en-necmû's-sâkıb" ifadesiyle neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak kimileri bununla, bir gurub yıldıza işaret edildiğini, dolayısıyla ayette, marife olarak "et-târık" denildiğini ve bunun tıpkı, "Şüphesiz insan, hüsran içindedir" (Asr, 103/2) ayetindeki "el-İnsan" kelimesi gibi olduğunu söylemişlerdir. Diğerleri ise, bu ifade ile, belli bir yıldızın kastedildiğini söylemişlerdir. Bu cümleden olarak mesela İbn Zeyd, bunun "Süreyya Yıldızı" olduğunu söylerken; Ferrâ, ışığı, yedi kat göğü delip geçtiği için, "Zuhal Yıldızı" olduğunu söylemiş; diğer bazıları da, "O (şeytanı) delici bir şihâb izler" (Hicr, 15/18) ayetinden ötürü, bunun, kendisiyle şeytanların gökten taşlanıp kovalandığı şihablar olduğunu söylemişlerdir. Rivayet olunduğuna göre, Ebû Tâlib, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelir, Hazret-i Peygamber de ona, ekmek ve süt ikram eder. Tam o bunları yerken, gökten bir yıldız kayar, Önce su, sonra da ateşle dopdolu olur. Ebû Tâlib bundan son derece korkar ve "Bu ne?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bu kendisiyle şeytanların taşlandığı bir yıldız olup, Allah'ın ayetlerinden bir ayettir" der. Ebû Tâlib buna şaşınca, bu sûre nazil olur. “Lemmâ” Edatının Kıraatı Hakkında Bil ki Allahü teâlâ adına yemin ettiği şeyleri zikredince, yemin ettiği hususu da zikrederek, "Herkes üzerinde muhakkak bir gözeten vardır" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili olarak bir kaç mesele vardır: Ayetteki, “Lemmâ” ifadesi iki şekilde okunmuştur: 1) İbn Kesir, Ebû Amr, Nâfî ve Kisâî, bunu, şeddesiz mîm ile “Lemâ” şeklinde; 2) Âsım, Hamza ve Nehâî ise, şeddeli mîm ile “Lemm┺eklinde okumuşlardır. Ebû Ali el-Fârisî şöyle der: "Bunu şeddesiz okuyanlara göre, ayetin başındaki “İn” edatı, şeddeli “İnne”den hafifletilmiş “İn” olur ve “Lemmâ”daki lâm, bu “İn” edatını, in-i nâfiyeden seçebilmene yardımcı olan bir emare olur. “Mâ” da, tıpkı “Febimâ rahmetin minallahi” (Al-i imrân, 3/159) ve “Ammâ kalil” (Mü'minûn, 23/40) ayetlerindeki “Mâ”lar gibi zâid olur. Bu durumda, “İnne” şeddeli olarak kasem ile kullanılabildiği gibi, şeddesiz olarak da kasemle kullanılmış olur. Fakat bu ifadeyi şeddeli olarak “Lemmâ” şeklinde okuyanlara göre, ayetin başındaki “İn” edatı, tıpkı “Mâ en mekkennâkum” (Ahkâf, 46/26) ayetinde olduğu gibi in-i nâfiye olur. “Lemmâ” da “illâ” manasına olmuş olur. “Lemmâ” şu iki yerde “İllâ” manasına kullanılır: a) Burada, b) Kasemle kullanıldığı yerde... Nitekim mesela, “Seeltuke billahi lemmâ fealte” dersin ki bu “Lemma”, “İllâ” manasınadır. Ahfeş, Kisâî ve Ebû Ubeyde'nin”Lemmâ”nın “İllâ” manasına kullanıldığı görülmemiştir" dediği rivayet edilmiştir. İbn Avn da, "İbn Sîrîn'in yanında bunu şeddeli olarak “Lemmâ” şeklinde okudum. O, bu okuyuşumu yadırgamayarak, "Sübhânellâh, Sübhânellâh" dedi. el-Utbî de “Mâ” manasına olan “İn” ile birlikte kullanılan “Lemmâ”nın, Huzeyl lehçesine göre olduğunu iddia etmiştir. Ayette, bu gözetenin kim olduğu beyan edilmediği gibi, insanı nelerden koruduğunun beyanı da yer almamıştır: Hafız Kimdir? Birinci husus ile ilgili olarak şu iki görüş ileri sürülmüştür: 1) Müfessirlerden bazılarına göre, bu gözeten ve koruyan, Hak Sübhânehû ve Teâlâ'dır. Gerçekte de böyledir. Çünkü Allah'ın dışında kalan her varlık, "mümkin"dir. Mümkin olan her varlığın, varlığı yokluğuna ancak bir tercih eden sayesinde tercih edilmiştir. Bu da, zâtı gereği vâcibü'l-vücûd olan bir varlığa varıp dayanır ki bu varlık, kendisinin muhafazası ve öyle bırakması sayesinde varlıkların kalabildikleri ve devam edebildikleri, Kayyûm Hak teâlâ'dır. Hak teâlâ, "Allah gökleri ve yeri, zail olmasınlar diye tutar" (Fatır, 35/41) ayetinde, genel olarak, gökler ve yer hakkında durumun böyle olduğunu, bu ayette de, özel olarak insan hakkında bunun böyle olduğunu beyan etmiştir. Söz gerçekte, Hak teâlâ'nın Kendisi dışında kalan herşey için yemin ettiğine varıp dayanır. Çünkü kendisi dışında varlıklar, mümkinü'l-vücud olup, muhdesdirler, muhtaçtırlar, mahlukturlar, terbiye edilip geliştirilmişlerdir. Ayetteki "nefs" kelimesini, mutlak "zat" manasına aldığımızda, bu sözkonusudur. Ama "nefs" kelimesini, teneffüs eden nefis, yani canlı manasına aldığımızda, Hak teâlâ'nın bu "nefs"in "gözeteni" olması ile, onun hallerini bilen, ona tüm faydaları ulaştıran ve ondan tüm zararları bertaraf eden bir zat olmuş olur. 2) Ayetteki bu "hafız" (gözeten-koruyan), meleklerdir. Nitekim Allahü teâlâ, "O, sizin üzerinize muhafız melekler gönderir" (En'âm, 6/61), "Sağda ve solda bir oturan (bekçi) vardır. O (insan) her ne söz söylese, mutlaka yanında bir gözeten muhafız vardır" (Kâf, 50/17-18), "Şüphesiz sizin üzerinizde, şerefli kâtibler olan hafız (koruyucu gözetici melekler) vardır" (İnfitar, 82/10-11) ve "O (insanın) önünden ve aralarından onu izleyen (melekler) vardır. Onlar onu, Allah'ın emriyle gözetirler" (Ra'd, 13/11) buyurmuştur. İkinci husus, yani, bu gözetip koruyanın o canı nelerden koruduğu hususuyla ilgili olarak şu izahlar yapılmıştır: 1) O hafız (gözetip-koruyan), kişinin yaptığı işlerin açığını da gizlisini de, küçüğünü de büyüğünü de yazarlar. Böylece kıyamet gününde, kişinin önüne, yazılmış, çizilmiş bir kitab açıp korlar. 2) Her canlı (kişi) üzerinde, onun amellerini, rızıklarını ve ecelini koruyan-gözeten bir "hafız" (bekçi) vardır. Binâenaleyh insan ömrünü ve rızkını tamamladığı zaman, onu tutup Rabbine götürürler. Bu mananın neticesi, kâfirleri tehdid, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tesellidir. Bu tıpkı, "Sen onlara karşı (azab istemekte) acele etme. Biz ancak onların (günlerini ve nefeslerini) sayıyoruz" (Meryem, 19/84) yani “sonra onlar bu kısa zamanda ahirete gelirler ve hakettikleri şeyi görürler" ayeti gibi olmuş olur. 3) Her kişi üzerinde, onu bozulmaktan, kırılmaktan, ölümden koruyan bir muhafız vardır. Binâenaleyh o cana, ancak Allah'ın takdir ettiği şeyler isabet eder. 4) Ferrâ da şöyle der: Her can üzerinde, onu kabre teslim edene kadar onu koruyan bir muhafız vardır. Bu, Kelbî'nin görüşüdür. Ayetler Arası Tenasüp Bil ki Allahü teâlâ her canın bir gözeticisi, amellerin bir kaydedici muhafızı bulunduğuna yemin ettiğine göre, herkesin, işlerin en önemlisini yapıp, elde etmeye gayret göstermesi gerekir. Halbuki hem şer'î, hem de aklî deliller, işlerin en mühiminin, mebde' ile me'âd'ın bilinmesi olduğu hususunda mutabıktırlar. Alimler, mebde' bilgisinin, me'âd bilgisinden önce geldiği hususunda müttefiktirler. İşte bundan dolayı Hak teâlâ, mebde' (yaratılışın başlangıcına) delalet eden şeyle söze başlayarak şöyle buyurmuştur: Nutfeden Yaratılan İnsan |
﴾ 4 ﴿