2

"Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiği zaman geceye..."

“Duhâ” Kelimesi Hakkında

Müfessirler, ayetteki, “Ve'd-Duhâ” "Andolsun kuşluk vaktine" ifadesiyle ilgili olarak şu iki izahı yapmışlardır:

1) "Duhâ" ile, kuşluk vakti kastedilmiştir. Kuşluk vakti, güneş yükselmeye başlayıp, ışıklarını her tarafa saldığı zamanki, gündüz başlangıcı zamanıdır.

2) "Duhâ" ile, bütün gündüz kastedilmiştir. Delili ise, Allahü teâlâ'nın, bunu geceye mukabil zikretmiş olmasıdır.

“Secâ” Kelimesi Hakkında

Ayetteki “Ve'l-leyli izâ secâ” "ve sükûna erdiği zaman geceye..." ifadesine gelince, dilciler "secâ"nın manası hususunda, birbirine yakın şu üç manayı vermişlerdir: "Dindiği zaman", "karalığını döktüğü zaman" ve "örttüğü zaman"...

1) Birinci manaya gelince, Ebû Ubeyde, Müberred ve Zeccâc, "secâ"ya "sekene" "sükûna erdiğinde-dindiğinde..." manasını vermişlerdir. Nitekim Arapça'da "rüzgarı dinmiş gece" manasında "leyle-i sâciye"; zayıf açıp-kapanan göz manasında, "aynün sâciyetü" ve "dalgaları dinmiş deniz" manasında "bahrun sâciyetün" denilir. Şair bir duasında “Yâ mâlike'l-bahri iza'l-bahru secâ” "Deniz dindiği zaman, ey denizin sahibi Allah'ım..." demiştir.

2) İkinci manasına gelince, Ferrâ, Arapça'da bütün gece durgunlaştı, karanlığını döktü manasında "secâ" kelimesinin kullanıldığını söyler.

3) Üçüncü, yani bu kelimenin, "örttü-bürüdü" manasına oluşuna gelince, Esmâi ve İbnü'l-Arabî, elbisesinin insanı bürümesi gibi, gecenin de gündüzü bürümesi manasında Arapça'da, “Secâ'l-leylu” denildiğini söylerler.

Bil ki müfessirlerin görüşleri de, bu üç mana çerçevesindedir. Bu cümleden olarak, mesela İbn Abbas (radıyallahü anh), bu ayete, "Gece, dünyayı karanlığı ile bürüdüğü zaman" manasını verirken, Hasan el-Basri de, "İnsanlara karanlığını giydirdiği zaman geceye..." manasını vermiştir. Saîd b. Cübeyr'in rivayetine göre, İbn Abbas (radıyallahü anh) yine bu ifadeye, "Gece gelip, herşeyi bürüdüğü zaman..." manasını vermiştir.

Mücâhid, Katâde, Süddî ve İbn Zeyd de, "Gece, insanlarla dindiğinde..." manasını vermişlerdir. "Gecenin insanlarla dinişi" hususunda şu iki izah yapılabilir:

a) Bu, gecenin değil, insanların dinişi-sükûna erişi manasınadır. Fakat bu diniş, mecazî olarak ayette geceye nisbet edilmiştir. Bu yönüyle ayet, tıpkı ve "uyuyan gece, oruçlu gündüz" ifadeleri gibi olur.

b) "Gecenin dinip-sükûna ermesi", onun karanlığının her tarafa yerleşip, her tarafı sarması ve artık daha artmayacak bir hale gelmesi demektir.

Bazı Sorular

Burada şöyle bir kaç soru sorulabilir:

1- Gündüz İle Gecenin Özellikleri

Birinci Soru: Hak teâlâ'nın bir önceki sûrede, geceyi önce, bu sûrede ise sonra zikretmesinin hikmeti nedir?

Deriz ki: Bu hususta şu izahlar yapılabilir:

1) Hem gece hem de gündüz sayesinde, insanların faydasına olan şeyler, bir düzene girer, Ama Hak teâlâ'nın "Allah karanlıkları ve nuru (ışığı) yarattı" (En'âm, 6/1) ayetinden ötürü, gecenin önce oluş fazileti; gündüzün de nur oluş fazileti vardır. Hatta bundan da öteye, gece dünya gibi; gündüz de ahiret gibidir. Binâenaleyh bunlardan herbirinin diğerinde bulunmayan bir üstünlüğü ve fazileti vardır. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak bazan gündüzü geceye, bazan da geceyi gündüze takdim etmiştir. Bunun bir benzeri de Allah'ın "Secde et, rükûya git." (Âl-i İmran, 3/43) ayetinde secdeyi rükûdan; "rükûya varın, secde edin..." (Hacc, 22/77) ayetinde ise, rükûyu secdeden önce zikretmiştir.

2) Allahü teâlâ, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) ile ilgili sûrede yani Leyl Sûresi'nde, müslüman olmazdan önce küfür içinde oluşundan dolayı orada, geceyi gündüzden önce getirmiş; Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ilgili olan bu sûrede ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den doğuşundan itibaren hiçbir inkar ve günah sudur etmediği için, duhâ'yı -yani gündüzü- önce zikretmiştir,

3) Leyl Sûresi, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) ile ilgilidir. Duhâ Sûresi ise, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ilgilidir. Bundan dolayı Hak teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) arasında bir vasıta (bir üçüncü şahıs) bulunmadığının anlaşılması için, aralarına bir vasıta koymamış, bunları peşpeşe zikretmiştir. Binâenaleyh önce geceyi zikredip ki bu Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'i temsil eder, daha sonra da yukarı doğru yükseldiğinde, gündüzü bulursun ki bu da Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Eğer önce, duhâ'yı (gündüzü) zikredersen, -ki bu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir- daha sonra da aşağı doğru inersen, geceyi bulursun ki bu da, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'dir. Böylece bu ikisi arasında, bir vasıtanın, bir üçüncü şeyin olmadığı anlaşılmış olur.

2- Kasemin İzahı

İkinci Soru: Cenâb-ı Hakk'ın burada, sadece duhâ ile geceye yemin edişinin hikmeti nedir?

Cevap: Buna şu bir kaç şekilde cevap verilir:

1) Hak teâlâ sanki, "Zaman, saat saattir, dilim dilimdir: gece saatleri, gündüz saatleri... Bu saatler git gide artar. Bu yüzden bazan gece saatleri artarken gündüz saatleri azalır. Bazan da gündüz saatleri artarken, gece saatleri azalır. Binâenaleyh artış, gelişi güzel hareketten; azalış da kızgınlık ve öfkeden ötürü olmayıp, aksine hikmete mebnidirler. Risalet de, kulların menfaatine göre vahiy indirme de böyledir. Dolayısıyla vahiy bazan indirilir, bazan indirilmez. İşte bu indirme gelişi güzel olmadığı gibi, indirmeme de bir öfke ve kızgınlıktan ötürü değildir.

2) Alimin sözü, kendisi söylediğini yapmadıkça tesir etmez. Binâenaleyh Allahü teâlâ, "Beyyine (delil) iddia edene; yemin ise inkar edene düşer" şeklinde ferman buyurunca, mutlaka bu şekilde amel etmek gerekmez. Binâenaleyh kafirler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Rabbinin, onu terkettiğini, ona kızıp-öfkelendiğini iddia edince, Cenab-ı Hak "Haydi, öyle ise bu hususta delilinizi getirin" buyurdu. Onlar delil giremeyince "Rabbi ne onu terketti, ne de ona kızdı", diye yemin etmek düşmüştür.

3) Hak teâlâ sanki, "Gecenin, gündüz ile nasıl bir ilişki içerisinde olduğuna bakın. Bunlar birbirinden ayrılamaz. Aksine gece bazan galip, bazan da mağlub olur. Binâenaleyh sen, senin insanların eline bırakılacağını zannedersin" demek istemiştir.

3- Duhâ Vakti

Üçüncü Soru: Cenâb-ı Hak burada niçin özellikle "duhâ" (kuşluk) vaktini zikretmiştir?

Cevap: Bu hususta şu cevaplar verilebilir:

1) Kuşluk vakti, insanların bir araya geldikleri ve geceleyin, üzerinde meydana gelen ürkeklik ve yalnızlıktan sonra, kendilerine geldikleri bir zamandır. Bundan dolayı, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Vahyin kesilmesi sebebiyle, ürkekliğinden sonra artık vahyin nüzulünün kuşluğu doğmaya başlıyor" diye müjde vermiştir.

2) Bu vakit, Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ile konuştuğu; Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın karşısına dikilen sihirbazların, imana gelip secdeye kapandıkları bir vakittir. Binaenaleyh sadece bir zarf olduğu için zaman, böylesine bir fazilet vasfını kazanmış ve bu vasfa bürünmüştür. Ya, bilfiil taatta bulunan insanın durumu nasıl olur. Bu, şu şekilde de ifade edilebilir: "Musa (aleyhisselâm)'ya ikram eden o yüce Zât, sana ikram etmemezlik eder mi, (Ey Muhammed!) Secdeye kapanacakları bir biçimde, o sihirbazların kalblerini evirip-çeviren o yüce Allah, senin düşmanlarının kalblerini de çevirecektir" denilmek istenmiştir.

Kuşluk Vakti Mukabilinde Gece

Dördüncü Soru: Cenâb-ı Hakk'ın, gündüzün bir saati, bir parçası demek olan, duhâ (kuşluk) vaktini, buna mukabil bütün geceyi zikredişinin sebebi nedir?

Cevap: Bu hususta şu izahlar yapılabilir:

1) Bu, gündüzün bir tek saatinin bile, bütün geceye denk olduğuna bir işarettir ve bu tıpkı, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in faziletinin tartılması halinde, (manen) bütün peygamberlere denk olması gibidir.

2) Gündüz, sevinç ve ferahlık; gece ise, ürkeklik ve endişe vaktidir. Binâenaleyh ayet, dünyanın kederlerinin ve üzüntülerinin, sevinç ve rahatlıklarından daha fazla ve sürekli oluşuna bir işarettir. Çünkü kuşluk vakti bir tek saattir; gece ise birçok saattir. Rivayet olunduğuna göre, Allahü teâlâ Arş'ı yaratınca, siyah bir bulut Arş'ın solunda dikilip-durur ve "Ne yağdırayım?" diye nida eder. Bunun üzerine, "Yüz yıl keder ve hüzünler yağdır" diye emrolunur. Derken bulut açılır ve yeniden bu şekilde emrolunur ve bu iş tam üçyüz yıl tamamlanana kadar sürer. Daha sonra, Arş'ın sağında beyaz bir bulut dikilir ve "Ne yağdırayım?" diye nida eder. Bunun üzerine, "Bir saat sevinç yağdır" diye emrolunur. İşte bu sebepten dolayı, sen, kederlerin ve üzüntülerin sürekli; sevinçlerin ise az ve nadir olduğunu görürsün.

3) Kuşluk vakti, İnsanların harekete geçtiği ve buluşup tanıştıkları bir vakittir. Böylece bu vakit, haşr vaktinin bir benzeri olmuş olur. Dinip sükûnete erdiği zaman gece de, insanların, kabrin karanlığında sükuna erişlerinin bir benzeri olmuş olur. Binâenaleyh, bu demektir ki, her ikisi de bir hikmet ve bir nimettir. Ne var ki fazilet, (bu dünyada iken), ölüme değil, hayata; ölümden sonra da, ölümünden önceki durumuna aittir. İşte bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hak, kuşluk vaktini, gece vaktinden önce getirmiştir.

4) Cenâb-ı Hak, önce kuşluk vaktini zikretmiştir; böylece, Allah'ın rametinden ümit kesilmesin Daha sonra da bunun peşinden, Allah'ın bela ve musibetleri hususunda tam bir güven hasıl olmasın diye, geceyi getirmiştir.

Duhâ ve Leyl Hakkında Öteki Yorumlar

Beşinci Soru: Herhangi bir vaiz, bu sûredeki, “Ve'd-duhâ” ifâdesini, Hazret-i Muhammed'in yüzü, “Velleyli” ifadesini de saçları diye tefsir etmiş midir?

Cevap: Evet; ve bunda da yadırganacak bir husus yoktur. Bunlardan bazıları, daha da ileri giderek, meselâ “Ve'd-duhâ” kelimesini "Ehl-i beytin erkekleri “Velleyli” kelimesini de "kadınları" diye tefsir etmiştir. "ed-Duhâ" kelimesi ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliği; “Velleyli” ifadesi ile de, vahyin, kesilme zamanı da kastedilmiş olabilir. Çünkü vahiy indiğinde, ünsiyyet, rahatlık; kesildiğinde ise, ürkeklik, huzursuzluk baş gösterir. Yine, ayetteki "ve'd-duhâ" kelimesi ile, kendi sebebiyle, gaybî şeylerin bilindiği ilahi ilmin nuru; "el-leyl" kelimesi ile de, kendisi sebebiyle, bütün kusur ve ayıpların örtüldüğü afv-ı ilahi kastedilmiş olabilir. Yine "ve'd-duhâ" ifadesiyle, garib iken, İslâm'ın yücelmesi kastedilmiş olabilir. "El-Leyl" kelimesi de, İslâm'ın yeniden garib olacağına bir işaret sayılabilir. Yine, "ve'd-duhâ" ifadesiyle, aklın kemale ermesi; "el-leyl" kelimesiyle de, "ölüm hali" kastedilmiş olabilir. Yine bu ifadelerle, "Ben, mahlukatın kendisinde bir kusur göremediği açıktan yaptığı filler ile, gaybı bilen Allah'ın, kendisinde bir gayb görmediği sırrına, yani gizliden yapmış olduğun fiillere yemin ederim..." şeklindeki mana da kastedilmiş olabilir.

Rabbin Seni Terketmedi

2 ﴿