4"Onda melekler ve ruh, Rablerinin izniyle, herbir iş için iner de iner". Bu ayetle ilgili olarak birkaç mesele var: Bil ki meleklerin bakışı ruhlaradır; beşerin bakışları da geçici bedenleredir. Melekler ruhunu, şehvet ve gazab gibi kötü sıfatların bulunduğu bir yer olarak gördükleri için seni kabullenememiş ve Allahü teâlâ'ya, "Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan akıtacak kimseleri mi yaratıyorsun?" (Bakara, 2/30) demişler. Ana-baban da, bir menî ve alaka iken, tâ ilk başta şeklinin çirkinliğini görünce, seni kabullenememiş, tam aksine nefretlerini ortaya koymuş; o meniyi ve alakayı kazurat saymış; elbiselerini ondan temizlemek için yıkamışlar; hem sonra düşünmek ve hamileliği önlemek için nice çaba sarf etmişlerdir. Ama Allahü teâlâ sana güzel bir şekil verip, ana-baban o güzel şekli görünce, seni bağırlarına basmış ve seni çok sevmişlerdir. Aynen bunun gibi, ruhundaki güzel şekli, yani marifetullah'ı ve Allah'a taatı görünce, seni sevmişler ve ta baştan (yaratılışta) söyledikleri o sözden özür beyan etmek için, sana kadar gelmişlerdir. İşte, "O (gece de) melekler... iner de iner" ayetleriyle bu kastedilmiştir. Binâenaleyh onlar sana gelip, ruhunu, beden gecesinin karanlıklarında ve maddi kuvvetlerin karanlıklarında görünce, işte bu noktada yine bu önceki sözlerinden özür dileyerek, "iman edenler için istiğfar ederler" (Mü'min, 40/7). Meleklerin İnmesi Ayetteki bu ifadenin zahiri, bütün meleklerin indiği manasına gelir. Ama melekler, yeryüzünün alamayacağı kadar çokturlar. İşte bu yüzden, alimler çeşitli izahlar yapmış: Birinci Görüş: Bütün meleklerin en yakın semaya, birinci göğe indiğini söylemişlerdir. Buna göre, "Problem aynen sürmektedir. Çünkü birinci gök de, her bir seccade serilebilecek kadar yerde bir melek olacak şekilde zaten doludur. Binâenaleyh bu tek gök, bütün o melekleri nasıl içine alabilir?" denilirse, deriz ki: Kur'ân-ı Kerim'in genel ifadesi ile haber-i vahidin aleyhine hükmedilebilir. Nasıl böyle hükmedilmesin ki?.. Çünkü haber-i vahidde, meleklerin kafileler halinde indikleri rivayet edilmiştir. Binâenaleyh oraya bir kafile inerken, diğer bölük çıkmaktadır. Bu tıpkı hacıların, onca çokluklarına rağmen hepsinin de Mescid-i Haram'a girebilmeleri gibidir. Fakat hacıların da bir kısmı girerken, bir kısmı çıkarlar. İşte bu sebebten ötürü bu iş, Kadir gecesinin fecrinin doğuşuna kadar sürmektedir. Binâenaleyh defalarca inişi (çeşitli kafilelerin iniş-çıkışını) ifade eden, "tenezzül" fiili kullanılmıştır. İkinci Görüş: Ekseri alimlerin tercihine göre, melekler yeryüzüne inmişlerdir. En uygun görüş budur. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın bundan maksadı, İnsanları o geceyi ihya etmeye teşviktir. Bir de çok çok hadis, meleklerin diğer günlerde bile, zikirlerin yapıldığı, dini konuların müzakere edildiği toplantılara indiğini göstermektedir. Binâenaleyh bunca şanından ve kadr-u kıymetinden ötürü, bu iniş kadr gecesinde, haydi haydi olur. Bir de mutlak olarak zikredilen bir "iniş", ancak gökten yere iniş manasına gelir. Bu görüşü benimseyenler de değişik izahlar yapmışlardır. Bu cümleden olarak, meleklerin yeryüzüne indiğini söyleyenler şu izahları yapmışlardır: 1) Bazıları meleklerin, insanlığın ibadetini, Allah'a taattaki ciddiyet ve gayretini görmek için indiklerini söylerler. 2) Melekler, "Biz ancak Rabbimizin emriyle inebiliriz" (Meryem, 19/64) demişlerdir. İşte bu onların, bu "iniş" ile zaten emrolunmuş olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla bu, alabildiğine bir sevgiye delalet etmez. Ama bu sûredeki, "Rablerinin izniyle... iner" ifadesi, meleklerin Cenâb-ı Hakk'tan önce izin istediklerine ve bunun üzerine kendilerine izin verildiğine delalet eder ki işte bu, insanlara karşı son derece bir sevgilerinin bulunduğuna delalet eder. Çünkü onlar, biz insanlara arzu duymuş ve bizimle karşılaşmayı istemişlerdir. Fakat bunun için izin beklemişlerdir. İmdi eğer, "(Melekler), "Biz saf safız" (derler)" (Saffât, 37/165) ayeti, "melekler... iner de iner" ayetine ters düşer" denilirse, deriz ki: "Biz bu iki durumu, farklı zamanlarda meydana gelmiş durumlar olarak görürüz." 3) Allahü teâlâ ahirette meleklerin, cennetliklerin yanına her kapıdan girip, "selam size" diyeceklerini va'detmiştir. İşte bu sûrede bahsedilen de dünyada olan hadisedir. Şimdi ey insan sen, Bana ibadetle meşgul olursan, melekler sana iner, selam vermek ve ziyaret etmek için yanına girerler." Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Melekler, bize selam vermek ve şefaatçi olmak için inerler. Kendisine meleklerin selamı isabet edenlerin günahları bağışlanır." 4) Allahü teâlâ bu gecenin faziletini, yeryüzünde taatta bulunmaya bağlamıştır. Binâenaleyh melekler, taatlarının daha çok mükafaat celbetmesi için yeryüzüne iniyorlar. Bu tıpkı, bir kimsenin daha çok mükafaat elde etmek için Mekke'ye gitmesine, orada ibadetler yapmasına benzer. Bütün bunlar, insanı taata teşvik eden hususlardır. 5) İnsanın, alim ve zahid gibi büyük kimselerin yanında yaptığı taat ve hayırları, kendi başına iken yaptığı taat ve hayırlardan daha güzeldir. Şimdi Allahü teâlâ, mükellefin o alim, abid ve zahid kimseler yanında yaptığı taatların daha mükemmel ve noksanlıktan daha uzak olduğunu anlaması için, mukarreb meleklerini indirir. 6) Bazı kimseler de, bu sûrede geçen "melekler" kelimesini, bazı melek grublarına tahsis etmişlerdir. Ka'bû'l-Ahbâr'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sidre-i Müntehâ, cennetin komşusu olan yedinci kat göğün sınırındadır. Binâenaleyh Sidre, dünya havası ile âhiret havası çizgisi üzerindedir ve kökü cennette dalları Kürsî'nin altındadır. Sidre'de, sayılarını ancak Allah'ın bilebileceği kadar çok melek vardır. Bunlar hep Allah'a ibadetle meşguldürler. Cebrail (aleyhisselâm)'in makamı da Sidre'nin tam ortasındadır. Buradaki her meleğe, mü'minler için merhamet etme ve anma duygusu verilmiştir. Dolayısıyla bu Sidre melekleri, Kadir gecesinde Cebrail (aleyhisselâm) ile birlikte dünyaya inerler. Binâenaleyh bu gecede, yeryüzünün her tarafında ya secdeye kapanmış, yahut mü'min ve mü'minlere dua ile meşgul melekler vardır. Cebrail (aleyhisselâm) ise, istisnasız herkesle musafaha eder (tokalaşır). Bu musafahanın alameti ise, onun musafaha ettiği kimsenin tüylerinin ürpermesi, kalbinin rikkate gelmesı ve gözlerinin yaşla dolmasıdır. İşte bu haller, Cebrail (aleyhisselâm)'in o kimseyle musafahasından kaynaklanmaktadır. Bu Gecede Zikrin Fazileti Şimdi o gecede kim üç kez, "Lâ ilahe illallah" derse, biriyle günahları bağışlanır; biriyle cehennemden kurtulur; biriyle de, Cenâb-ı Hak onu cennetine sokar. Gökyüzüne ilk çıkan Cebrail (aleyhisselâm) olur. O, güneşin önüne kadar çıkar ve iki yeşil kanadını açar. O, kanatlarını, o gecenin gündüzünün bu saatinde açar. Sonra da melekleri teker teker çağırır. Böylece hepsi yukarı çıkarlar ve meleklerin nuru ile, Cebrail (aleyhisselâm)'in kanadının nuru birleşir. Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselâm) ve beraberindeki o meleklerin tümü, o gün dua, rahmet ve mü'minler ile Ramazan orucunu, sevabını Allah'dan umarak tutan herkese istiğfarda bulunmak için, güneş ile dünya seması (birinci gök) arasında dururlar. O günün akşamında da, dünya semasına girerler ve halka halka otururlar. Derken yanlarına, bu semanın melekleri de gelir ve onlara dünyadaki erkek kadın insanları tek tek sorarlar. Hatta, "Falanca ne yapıyor, onu nasıl buldunuz" derler. Sidre melekleri de, "O falancayı ilk yıl âbid olarak bulmuştuk. Fakat bu yıl bidatci olarak bulduk. Falanca ise geçen yıl bidatcı idi, bu yıl âbid olmuş" derler. Bunun üzerine gök melekleri birinciye dua etmeyi bırakır, ikinciye dua etmeye başlarlar. Yine Sidre melekleri, "Falancayı Kur'ân okurken, falancayı rükûda, falancayı secdede bulduk. Bu insanların geceleri ve gündüzleri hep böyle" derler. Sidre melekleri sonra ikinci göğe çıkarlar ve ta Sidre'ye varıncaya değin, her gökte, birinci gökte yaptıklarını yaparlar. Sidre'ye varınca o, bunlara, "Ey sakinlerim, bana insanlardan bahsedin. Çünkü benim sizde hakkım var ve ben, Allah'ı sevenleri severim" der." Ka'bûl-Ahbar sözüne şöyle devam eder: "Bu melekler Sidre'ye. dünyadaki erkek-kadın her şahıs, isimleri ve babalarının isimleriyle tek tek sayıp anlatırlar. Sonra da bu haberler cennete ulaşır. Bunun üzerine cennet "Allah'ım, onlan çarçabuk bana gönder" diye dua eder. Sidre ve melekleri "Amin amin" derler." Bunu iyice kavradığına göre şimdi biz diyoruz ki: Cemaat ne kadar kalabalık olursa, oraya rahmetin inişi de o nisbette çok olur. İşte bu yüzden, en büyük kalabalık Arafat'ta vakfede bulunur. Şüphesiz Allah'ın rahmetinin oraya inişi de, o nisbette çok olur. Aynen bunun gibi, Kadir gecesinde de mukarreb meleklerin bir araya gelip, büyük bir cemaat oluşturmaları söz konusudur. Binâenaleyh o gecede Allah'ın rahmetinin inişi de o nisbette çok olmuştur. Rûh Alimler ayette geçen "ruh" hususunda da şu izahları yapmışlardır: 1) Ruh, büyük bir melektir. Eğer o, gökleri ve yerleri yutmak istese, tek lokmada yutardı. 2) Ruh, bir melaike topluluğudur. Diğer melekler bunları, ancak Kadir gecesinde görebilirler. Bu tıpkı bizim, kendilerini sadece bayram günleri görüp, ziyaret ettiğimiz zahid kimseler gibidir. 3) Bu, Allah'ın bir mahlukudur. Bunlar da, yerler, giyerler. Fakat ne melektirler ne insan... Belki de bunlar, cennetliklerin hizmetçileridir. 4) Bu kelimeyle, kendisine "Ruhullah" denildiği için, Hazret-i İsa (aleyhisselâm) da kastedilmiş olabilir. Dolayısıyla o da, bu gecede, ümmet-i Muhammed'i tanımak için meleklerle birlikte iner. 5) Bu, "Kur'ân"dır. Çünkü Hak teâlâ, "Sana emrimizden (katımızdan) bir ruh indirdik" (Şûra, 42/53) buyurmuştur. 6) Ruh ile, rahmet-i ilahiyye kastedilmiştir. "Allah'ın ravhından ümit kesmeyin" (Yusuf, 12/87) ayeti, işte bu manadan ötürü "Allah'ın ruhundan, yani rahmetinden ümit kesmeyin" şeklinde okunmuştur. Buna göre Hak teâlâ sanki, "Melekler iner, onların peşinden rahmetim de iner. Böylece insanlar o gecede, hem dünya hem de ahiret saadetini birlikte bulurlar" demek istemiştir. 7) Ruh, meleklerin kıymetlileridir. 8) Ebû Nüceyh'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ruh, hafaza ve kiramen kâtibin melekleridir. Sağdakiler kişinin yerine getirdiği farzları ve ibadetleri kaydederler; soldakiler de kişinin kötü şeyleri bırakışını, yapmayışını kaydederler. En doğru olan görüş bu "Ruh" ile Cebrail (aleyhisselâm)'in kastedilmiş olmasıdır. Onun bu şekilde, diğer meleklerden ayrı olarak zikredilişi ise, son derece kıymetli oluşundan ötürüdür. Binâenaleyh Hak teâlâ, "Bir kefede tüm melekler, bir kefede ise Cebrail (aleyhisselâm) var" demek istemiştir. Ayetteki, "Rablerinin izniyle" kaydının, o meleklerin bizi görmeye ve arzulu olduklarına delalet ettiğini daha önce söylemiştik. Eğer, "Onlar bizim bunca günahımız olduğunu bilmelerine rağmen, daha nasıl bizi görmeyi arzuluyorlar?" denilirse, biz deriz ki: "Melekler, günahlarımızı ayrıntılı bir şekilde bilmiyorlar. Rivayet olunduğuna göre, melekler Levh-i Mahfuz'u gözden geçirirler ve orada mükelleflerin taatlarını tafsilatlı bir şekilde görürler. Günahları görmeye sıra gelince, araya bir perde çekilir ve böylece onlar günahları görmezler. Bu durumda da, "Güzel şeyleri ortaya koyan, çirkin şeyleri ise saklayan zatı tesbih ve tenzih ederiz" diyorlar. Meleklerin Yeryüzünden İstifadeleri "Biz daha önce meleklerin inişlerinin fayda ve hikmetlerinden bahsetmiştik. Şimdi de diğer bazı faydaları zikredelim ki bunların neticesi de, o meleklerin yeryüzünde, gökler aleminde görmedikleri çeşitli taatları görmüş olmalarına varıp dayanır: 1) Zenginler evlerinden çeşitli yemekler götürür ve fakirlere ikram ederler. Fakirler de zenginlerin yemeklerini yer ve Allah'a ibadet ederler. İşte bu gökler aleminde bulunmayan bir taat çeşididir. 2) Melekler asi ve günahkar kişilerin yalvarış-yakanşlarını duyarlar. Bu da göklerde bulunmayan bir taat çeşididir. 3) Allahü teâlâ bir hadis-i kudsi'de şöyle buyurmuştur: "Günahkarların yalvarış-yakarışları Bana, tesbihte bulunanların avazından daha sevimlidir." Melekler de "Gelin, yeryüzüne gidelim ve Rabbimize tesbihlerimizin sesinden daha sevimli gelen bir sesi duyalım" derler. Bu ses nasıl sevimli ve güzel olmasın! Çünkü tesbih edenlerin çıkardığı ses, itaat edenlerin o mükemmel halini ortaya koymaktadır. Günahkarların iniltileri ise, göklerin ve yerin Rabbisinin gaffar oluşunu ortaya koymaktadır. İşte birinci mesele budur. Meleklerin Günahsızlığı Bu ayet, meleklerin masum (günahsız) olduklarına delalet etmektedir. Bunun bir benzeri de, "Biz Rabbimizin emri olmadıkça inemeyiz" (Meryem, 19/64) ve "O melekler, Allah'ın önüne söz ile geçmezler" (Enbiya, 21/27) ayetleridir. Burada şöyle bir incelik var: Allahü teâlâ ayette, "melekler izinlidirler" dememiş, aksine "Rablerinin izniyle" buyurmuştur. Bu, onların, Rablerinin izni olmadan hiçbir hareket ve tasarrufta bulunamadıklarına bir işarettir. Mesela bir kimsenin, hanımına, "Benim iznim olmadan çıkma" demesi de böyledir. Çünkü bu durumda hanımının her çıkmak istediğinde izin alması gerekir. "Rablerinin" İfadesi Hakkında Ayetteki, "Rablerinin" ifadesi, melekler için bir ta'zimi (büyüklüğü), günahkarlar için de tahkiri ifade eder. Buna göre Hak teâlâ sanki, "Onlar Benim içindirler. Ben de onlar içinim" demek istemiştir. Bu ifadenin bizim hakkımızdaki benzeri de, "Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri yaratan Allah'dır" (A'raf, 7/54) ayetidir. Cenâb-ı Hak Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de, "Hani Rabbin demişti ki..." (Bakara, 2/30) buyurmuştur. Yine bu ifadenin bir benzeri de, rivayet edilen şu husustur. Hazret-i Davud (aleyhisselâm), ölüm döşeğinde hasta yatarken, "Allah'ım, benim için olduğun gibi, Süleyman için de ol" demiş. Bunun üzerine ilahi vahiy gelerek, Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Süleyman'a söyle: Ben onun için olduğum gibi, o da Benim için olsun" buyurmuştur. Yine rivayet olunduğuna göre, Allah'ın dostu Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) günlerce, misafir edecek bir adam bulamadı. Bunun üzerine bir misafir bulmak için araştırmaya çıktı ve bir çadır gördü. Onlara, "Misafir ister misiniz?" diye seslendi. Onlar, "Evet" dedi. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) misafir edecek şahsa, "Yanında süt veya bal katığı var mı?" dedi. Adam iki taşı eline aldı ve bunları birbirine vurdu. Taşlar yarıldı ve birinden süt, diğerinden bal akmaya başladı. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) hayret etti ve "Allah'ım ben senin halîlinim (dostunum) ama, böyle bir ikramı (imkanı) bulamadım. Bu adam buna nasıl ulaştı?" dedi. Bunun üzerine vahiy geldi ve "Ey dostum, o Bizim için oldu, Biz de onun için olduk" denildi. Meleklerin O Geceki İşleri Ayetteki, "Her bir iş için" ifadesi, "Melekler ve ruh o gece, her bir iş için inerler" demektir. Bu da, "Onlardan herbiri bir başka iş için inerler" demektir. Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır: 1) Meleklerin herbiri bir işle meşguldürler. Dolayısıyla bazıları rükû, bazıları secde, bazıları da dua ile meşguldürler. Tefekkür, ta'lim ve vahiyleri ulaştırma ile ilgili söz de böyledir. Bazıları da o gecenin faziletini idrak etmek, yahut da müslümanlara selam vermek için inmişlerdir. 2) Ekseri alimlerin görüşüne göre ayetin manası, "Allahü teâlâ'nın o yılda takdir ettiği her hayır ve her şer için inerler" şeklindedir. Bunda onların inişlerinin bir ibadet oluşuna bir işaret vardır. Buna göre melekler adeta, 'biz yeryüzüne kendiliğimizden inmedik. Fakat kendisinde mükelleflerin iyiliği ve hayrı sözkonusu olan her iş için ineriz" demektedir. Cenâb-ı Hak ayetteki "emr" (iş) kelimesini, dünya ve ahiret iyiliklerini içine alsın ve kendisinden o meleklerin, mükellefin dini ve dünyası ile ilgili hayrın bulunduğu şeyler için indiklerini beyan etmek üzere, umumi ve mutlak olarak zikretmiştir. Buna göre sanki birisi, o meleğe "Nereden geliyorsun?" demiş de, melek, "Seni ilgilendirmez. Bu lüzumsuzluk nereden? Fakat sen "Hangi iş için geldin?" diye sor. Çünkü sana düşen budur" cevabını vermiştir. 3) Bazı kimseler de, “Min kulli emrin” ifâdesini “Min kulli'mrii” şeklinde okumuşlardır. Bu, "Her insan için..." demektir. Rivayet olunduğuna göre, melekler karşılaştıkları her mü'min ve mü'mineye selam verirler. Berat ve Kadir Gecesi İlişkisi Ecellerin, rızıkların, Şaban ayının onbeşinde belirlenip taksim (takdir) edildiği rivayet edilmemiş midir? Ama sizler şu anda bunun, Kadir gecesinde olduğunu söylüyorsunuz" denilirse, biz deriz ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Allahü teâlâ olacak tüm şeyleri Berat gecesinde takdir eder. Kadir gecesi gelince de, bu şeyleri sahiblerine teslim eder" dediği rivayet edilmiştir. Şöyle de denilmiştir. Berat gecesinde eceller ve rızıklar; Kadir gecesinde ise, kendisinde hayır, bereket ve selametin bulunduğu işler takdir edilir. Kadir gecesinde, sayesinde dinin güç-kuvvet bulduğu ve müslümanlar için büyük faydaların bulunduğu şeylerin takdir edildiği; Berat gecesinde ise, o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğine teslim edildiği de söylenmiştir. O Geceki Selamet Üçüncü Cihet: Kadir gecesinin faziletiyle ilgili üçüncü cihet de şu ayetin ifade ettiği husustur: "O (gece) tan yeri ağarıncaya kadar bir selamdır" (Kadr, 97/5). Bu ayetle ilgili birkaç mesele var: Birinci Mesele Ayetteki "selam" ile ilgili, şu izahlar yapılır: 1) Bu, "Kadir gecesi, fecrinin doğuşuna kadar selamdır, yani melekler itaatkar kimselere selam verirler" demektir. Bu böyledir. Çünkü melekler, ta gecenin başlangıcından fecrin doğuşuna (sabaha) kadar bölük bölük inerler. Bu inişin bölük bölük oluşu, selamın çokça verilmesini temin içindir. 2) Bu gece "selam gecesi" olarak nitelenmiştir. Binâenaleyh selamın hafife alınmaması gerekir. Zira, o pişmiş buzağı (ikramı) hadisesinde, yedi meleğin Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'e selam, vermiş olmaları sebebiyle, onun huzur ve süruru, dünya krallarının huzur ve sürurundan daha fazla olmuştur. Daha doğrusu melekler ona selam verince, Nemrud'un ateşi, İbrahim (aleyhisselâm) için bir serinlik ve bir selamet (esenlik) oluvermiştir. Şimdi bu meleklerin bize verdikleri selamın bereketi ile, cehennem de bize bir serinlik ve esenlik olmaz mı? Fakat İbrahim (aleyhisselâm)'in meleklere ziyafeti, kızartılmış bir buzağı idi. Melekler bizden ise, böylesine kızarmış, (Allah aşkıyla) yanmış bir kalb istemektedirler. Hatta burada şöyle bir incelik daha vardır: Bu da, ayetin ümmet-i Muhammed'in faziletini ortaya koyduğudur. Çünkü o kıssada melekler, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'e inmişler; bu ayette ise, meleklerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetine indikleri belirtilmiştir. 3) Bu, "Bütün kötü şeylerden ve afetlerden selamet" manasına olup, tıpkı, "o hep bu iki iş ile meşguldür" manasında, "Şüphesiz falanca hac ve demektir" denilmesi gibidir. Bunun bir benzeri de "Gök mutluluk ... gâh bedbahtlık" ifadesidir. Alimler meleklerin ve ruhun Kadir gecesinde, bütün iyi şeyleri ve mutluluk veren şeyleri indirip, o gecede hiçbir zararlı şeyi indirmediklerini söylemektedirler. Binâenaleyh o gecede inen herşey, sırf bir "selam"dır, yani mahza selamet, fayda ve hayırdır. 4) Ebû Müslim şöyle der: "Buradaki "selam", bu gece rüzgarlardan, eziyetlerden, yıldırımlardan ve benzeri afetlerden beri bir gecedir" demektir. 5) Bu, "O gece, şeytanın kötülük yapamadığı bir selamet gecesidir" demektir. 6) Vakıf, "selam" kelimesinin sonunda da yapılabilir. Dolayısıyla selam, bir önceki ayetle ilgili olur ve fecir doğuncaya (sabaha) kadar sürer" şeklinde olur. Bu görüş zayıftır. 7) Bu gece, tâ başından sabaha kadar, her parçasında yapılan ibadetlerin, bin ayda yapılan İbadetlerden daha hayırlı olması hususunda selametli bir gece olup, farzlar için ilk üçte bir; nafileler için gece yarısı; dua için de seher vaktinin seçilmesinin müstehab oluşu hususunda diğer geceler gibi değildir. Aksine bu gece, bütün cüzleri ve parçaları açısından hep aynı fazilete sahip olan bir gecedir. 8) “Selâmun hiye” ifadesi, "cennettir bu" manasınadır. Çünkü cennetin bir ismi de, "selam yurdu", yani "selametten kalıba dökülmüş"tür. Matla' Matla', tulu' (yani doğuş) manasınadır. Nitekim Arapça'da, “Talea'l-fecru, tuluân vemetleâ” denilir. Buna göre ayetin manası, "bu selam işi, fecir doğuncaya kadar sürer" şeklindedir. Bu kelimeyi “Metliu” şeklinde okuyanlara göre, ismi zaman, yani "doğuş vakti" manasına olur. Bunun ism-i mekanı da, bu şekilde gelir. Bu izahı Zeccâc yapmıştır. Ama Ebû Ubeyde, Ferrâ ve diğerleri, kelime masdar mîm'i olduğu için, lâm'ı fethalı okumayı tercih etmişler ve şöyle demişlerdir: "Lâm kesreli okunursa, kelime, tıpkı, "meşrîk' (doğu) kelimesi gibi isim olur. Halbuki ayette bunun isim olarak alınmasının manası yoktur. Aksine Zeccâc'ın ileri sürdüğü gibi bu, doğuş vaktinin ismi (yani ism-i zaman) manasına alınırsa doğru olur." Ebû Alî ise der ki: "Kelimeyi, lâm'ın kesresiyle, masdar manasına almak da mümkündür. Çünkü "mef'ıl" kalıbındaki masdarların, ayne'l fiilinin kesresiyle gelmeleri gerekir. Bu tıpkı, Arapların "ihtiyarlık ve acizlik ona hakim oldu" demeleri ve "Sana mahizden, yani hayızdan sorarlar" (Bakara, 2/222) ayeti gibidir. Aynen bunun gibi, "matlı' " kelimesi de, kesreli okununca, bu kaidenin şazzı (istisnası) olarak gelmiş olur. Allahü teâlâ en iyi bilendir. Salat-ü selâm efendimiz Hazret-i Muhammed'e, âline ve ashabına olsun (amin)! |
﴾ 4 ﴿