ÂDİYÂT SURESİOnbir ayet olup, Mekke'de nazil olmuştur. 1"Andolsun, o hani harıl koşan atlara...". Bil ki, "ed-dabh" koştuğu zaman atların nefeslerinin çıkardığı ses olup, bu, kişneme sesi değildir. Ne var ki bu, nefesin sesi, hırıltısıdır. Alimler, el-Âdiyât ile neyin kastedildiği hususunda ihtilaf ederek şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir: Âdiyât: Hacı Taşıyan Develerdir Birinci Görüş: Ali (radıyallahü anh)'den ve İbn Mes'ûd'dan, bunların develer olduğu ileri sürülmüştür. Ki bu, İbrahim ve Kurazî'nin de görüşüdür. Saîd ibn Cübeyr, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir gün, Haceru'l-Esved'in yanında oturuyordum. Derken, birisi çıkageldi ve bana, (......)'ın ne demek olduğunu sordu, ben de "el-âdiyât"ı, atlar diye tefsir ettim. O da bunun üzerine, Zemzem kuyusunun altında bulunan Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'ye gitti; bunu ondan sordu ve ona, benim söylediğim şeyleri anlattı. Bunun üzerine Hazret-i Ali (radıyallahü anh), "Onu bana çağır" dedi. Ben de varıp yanıbaşında durunca bana, "İnsanlara bilmediğin konularda fetva veriyorsun. Allah'a and olsun ki, İslâm'daki ilk gazve, Bedir gazvesi idi ve bizim o savaşta, sadece iki atımız vardı. Zübeyr'in atı ve Mikdad'ın atı. Şu halde Arafat'tan Müzdelife'ye; Müzdelife'den Mina'ya giden, koşan develerdir, yani hac develeridir..." dedi. İbn Abbas sözüne devamla şöyle der: "Ben de bunun üzerine, kendi görüşümden Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin görüşüne döndüm..." Nitekim bu görüş, bu suretin fazileti hakkında, merfu olarak Ubeyy'den rivayet edilen şu haberle de kuvvet kazanır: "Her kim bu sûreyi okursa, kendisine, Müzdelife'de sabahlayıp da bir topluluğu müşahede edenlerin sayısınca ecir verilir." Bu görüşe göre, "O (tırnaklarıyla) çakarak ateş çıkaranlara..." (Âdiyât, 2) ayetinin manası da şu şekilde olur: Hayvanların tırnaklan, koşmanın şiddetinden ateş fırlatırlar, böylece taşı taşa vururlar. Bunun üzerine de ateş çıkarırlar..." Yahutta mana, "Develere binenler, yani hacılar, Müzdelife'de ateşlerini yaktıklarında..." şeklinde olur. "Sabahleyin baskın yapanlara..." ifâdesine gelince, "el-ığâre" hızlı yürümek anlamına gelir. Çünkü o hacılar, bayram sabahı, hızlıca yola-koyularak Minâ'ya giderlerdi. "Derken orada toz koparanlara" ifadesine gelince, buda, "Koşma yüzünden yerden toz toprak kaldıran..." anlamındadır. Muhammed ibn Ka'b'den ise, en-Nak' kelimesinin, Müzdelife'den Mina'ya kadar olan kısmın ismi olduğu varid olmuştur. "Bununla bir topluluğun ta ortasına girenlere" (Âdiyât, 5) ifadesine gelince, Müzdelife kastedilmektedir. Çünkü o, orada hacılar toplandığı için "el-Cem " diye isimlendirilmektedir. Bu takdire göre, kasemin bu hayvanlara yapılmış olması birkaç sebeptendir: 1) Cenâb-ı Hakk'ın "Deveye, bakmazlar mı?" (Gâşiye, 17) ayetinde zikretmiş olduğumuz, ondaki pekçok fayda ve menfaatler.. 2) Burada sanki, nankörlüğü hususunda insanoğluna bir tariz vardır. Şüyle ki, Cenâb-ı Hak sanki, "Ben, böylesi hayvanları senin emrine amade kıldım, sen İse bana taat yerine serkeşlik yapıyor, asi oluyorsun..." demiştir. 3) Burada hac develerinin zikredilmesinden maksad, hacca teşvik etmektir. Cenâb-ı Hak sanki şöyle buyurur: "Ben bu deveye kasem ettim. Daha sonal senin amelini zayi ederim (ey hacı)..." Bu ayette buna göre, hacca iltifat etmeyen kimseye bir tariz bulunmaktadır. Çünkü kelimenin anlamı, "nankör"dür. Vâcib (farz) olduktan sonra haccetmeyen kimse de, bu sıfatla muttasıf olur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Beyti haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfrederse, şüphesiz ki Allah alemlerden ganidir" (Al-i Imran, 97) buyurmuştur. Âdiyât: Soluk Soluğa Koşan Atlardır İkinci Görüş: İbn Abbas, Mücâhid, Katâde, Dahhâk, Atâ ve ekseri muhakkik ulemanın görüşüne göreyse, bu, atlardır. Bu haber, merfu olarak rivayet edilmiştir. Nitekim Kelbî şöyle demiştir: Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), Kinâne'den bir topluluk üzerine bîr seriyye gönderdi. Epey bir zaman geçtiği halde, onlardan hiçbir haber gelmeyince, onlar hakkında endişe edildi. İşte bunun üzerine Hazret-i Cebrail (aleyhisselâm) (bu sûre ile) onların yolculuğuna dair haber getirdi." İşte biz şayet, ifâdesindeki elif-lâm daha önce geçmiş ve malum olan şeyler için addedersek, o zaman, kendilerine kasem edilenler, o seriyyenin atları olmuş olur. Ama biz elif-lâm cins için alırsak, o zaman "âdiyât", Allah yolunda koşan bir at olmuş olur. Bil ki, bu ayetlerin lafızları, burada kastedilenin atlar olduğunu nida etmektedir. Bu böyledir, çünkü dabh ancak atlar için söz konusu olabilir. Bu kelimenin develer için kullanılması ise ancak "istiare" yoluyla olur. Tıpkı, (deve dudağı) ve (hayvan ayağı, tırnağı) kelimelerinin, istiare yoluyla insan için "iki "iki dudak (insan için)" kelimesinin de taylar için kullanılması gibi. Ancak, zaruret bulunmadığı müddetçe hakikatten mecaze geçmek, caiz değildir. Yine, ateş çıkarmak, devenin ayağının vurmasıyla değil de, daha ziyade atın tırnağının taşa vurmasıyla olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Sabahleyin baskın yapanlara" (Âdiyât, 2) ifadesi de böyledir. Çünkü bu at ile, diğer hayvanlardan daha kolay olur. Nitekim biz, bu sûrenin, bir seriyye hakkında varid olduğunu rivayet etmiştik. O halde durum böyle olunca, doğruya en yakın olanı, sûrenin medeni olmasıdır. Çünkü savaşa izin, Medine'de gelmişti. İşte, Kelbî'nin dedîği de budur. Sen bunu iyice anlayınca, bil ki, burada birkaç mesele bulunmaktadır. Cenâb-ı Hak muhakkak ki atlara kasem etmiştir. Çünkü onun koşması ndaki haslet ve özellikler, diğer hayvanlarınkinde yoktur. Çünkü onlar, hem düşmanı takip etmek için hem de ona saldırmak, sonra geri çekilmek için elverişlidir. Zira sen, menfaatin düşmanı izlemede olduğuna kanaat edersen, hasmına saldırırsan, böylece de ganimet elde edersin. Ama maslahatın geri çekilmekde olduğuna kanaat getirirsen, at sayesinde, en hızlı biçimde düşmandan kaçbilirsin. Şüphesiz ki selamette olmak, iki ganimetten birisidir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, ondaki dünyevî ve dini faydalardan dolayı, mücahidin atına kasem etmiştir. Yine bu ayetlerde, insanın atı, zinet ve böbürlenmek gayesiyle değil, bilakis bu faydadan dolayı beslemesi gerektiğine dair bir dikkat çekmek bulunmaktadır. Nitekim Cenâb-ı Hak bu manaya, "Hem onlara binmeniz, hem de zinet için atları, katırları, merkepleri yarattı..." (Nahl, 8) ayetinde de dikkat çekmiştir. Böylece bu ayette Cenâb-ı Hak, illet lamını, binmekle ilgili fiilin başına getirmiş ama "zinet" kelimesinin başına getirmemiştir. Cenâb-ı Hak buyurmuştur, çünkü bu, kendisiyle yorgunluğun ortaya çıktığı bir emaredir; zira hayvan o esnada bütün çabasını harcamakta, yorulduğunda durmamaktadır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "O at (o esnadaki yorgunluk) ve zayıflığına rağmen, sana inkiyaddan vazgeçmiyor. İşte kul da, Mevlasına taat hususunda böyle olsun.." demek istemiştir. Alimler (......) kelimesinin mansub olması hakkında birkaç izah zikretmişlerdir: 1) Zeccâc şöyle demiştir: İfadenin aslı, "Harıl harıl koşar vaziyetteki (atlara) yemin olsun.." şeklindedir. 2) ifâdesinin alır. şeklinde olması... Zira ed-dabh (boğazdan ses çıkarma), ancak koşma ile birlikte olur. Bu da, Ferrâ'nın görüşüdür. 3) Basralı alimler de şöyle demişlerdir: Kelamın takdiri şeklindedir. Buna göre (......) kelimesi, hal olduğu için mansubtur. |
﴾ 1 ﴿