KARİA SÛRESİ

Bu sûre, onbir ayet olup, Mekkidir.

Bil ki Allahü teâlâ önceki sûreyi, "O gün Rableri onlardan tamamıyla haberdardır" ayetiyle bitirmiş, adeta "O gün, nasıl bir gündür?" denilmiş de bunun üzerine, "O gün, kâriadır" diye cevap verilmiştir.

Karia

1

Âyetin tefsiri için bak:3

2

Âyetin tefsiri için bak:3

3

"Felaket kapısını çalacak olan (kıyamet), nedir o felaket kapısını çalacak? O felaket kapısını çalacak olanı sana bildiren nedir?".

Bil ki ayetlerle ilgili birkaç mesele var:

Birinci Mesele

"Kar' alabildiğine vurmak ve yüklenmektir. Daha sonra zamanın büyük hadiseleri "kâria" diye adlandırılmıştır. Nitekim Hak teâlâ, "Yaptıkları şeyler yüzünden, başlarına kâria gelip çatacak"(Ra'd,31) buyurmuştur. Arapların, "Köle, deynekle dövülür" şeklindeki sözleri de bu köktendir. "Kamçı" manasındaki "mihra' " da "Kur'ân'ın kariaları ve "Kapıyı çalmak" deyimleri de böyledir. fiili, "Kılıçlarla vuruştular" manasındadır.

Kâria: Kıyamet İsmi

Alimler, "karia"nın, kıyametin isimlerinden biri olduğunda ittifak etmişlerdir. Ama kıyamete bu adın niçin verildiğinde şu değişik izahları yapmışlardır:

1) Bunun sebebi, kendisinden dolayı, mahlukatın can verdiği o sayhadır. Çünkü ilk sayhada akıllar zail olur. Nitekim Hak teâlâ "Gökte ve yerde bulunanlar, (o zaman) düşüp kendisinden geçer" (Zümer, 68) buyurmuştur. İkinci sayhada (sûra üflenişte) ise, İsrafil (aleyhisselâm) hariç, bütün mahlukat ölür. Allahü teâlâ daha sonra onu da öldürür. Sonra diriltir. O, sûra üçüncü defa üfler. Böylece herkes dirilip kalkar. Bu sûrun, kendisinde bütün ölüler sayısınca delikler bulunan ve herkese ait bir deliğin yer aldığı; Allahü teâlâ'nın her bedeni, o belli delikten, kendisine ulaşan o nefha sayesinde dirilttiği rivayet edilmiştir. Bu izahı, Hak teâlâ'nın, "Onlar, ancak bir sayha beklerler"(Yasin, 49) ve "O ancak bir sayhadır, nâradır" (Sâffat, 19) ayetleri de destekler.

2) Ulvî ve süflî kütleler, âlem tahrib edilirken, birbirlerine alabildiğine çarparlar. İşte bu çarpma (kar') sebebiyle kıyamete "kâria" denilmiştir.

3) Kâria, dehşetiyle, çılgınlığı ile, insanların kalblerini hoplatıp, çarptıran (kâria) olandır. Bu, göklerde, göklerin çatlayıp varılmasıyla; güneş ve ayda, onların söndürülmeleriyle; yıldızlarda, onların saçılmalarıyla; dağlarda, onların unufak edilip atılmalarıyla; yeryüzünde, onun dürülüp değiştirilmesiyle olur. Bu, Kelbî 'nin görüşüdür.

4) Kıyamet, Allah düşmanlarını, ilahi azab, hizy ve ibretâmiz cezalarla korkutur, kalblerini hoplatır ve döver. Bu, Mukâtil'in görüşüdür. Bazı muhakkik alimler, bunun, Kelbî'nin görüşünden daha evla olduğunu; çünkü Hak teâlâ'nın, "(Mü'minler ise) o günün korkudan emindirler" (Neml, 89) buyurduğunu söylemişlerdir.

İ'rab

(......) ifadesinin i'rabı hususunda, şu izahlar yapılmıştır:

1) Bu bir "tahzîr"dir. Çünkü tahzîr, hem ref, hem de nasb caizdir. Nitekim sen, yani "Aslandan sakın" dersin. Binâenaleyh ref de caizdir, nasb da caizdir.

2) Burada, şöyle bir takdir vardır: "Size, o "kâria", Cenâb-ı Hakk'ın, "Kabirlerin içindekiler çıkarıldığı zaman"(Âdiyât, 9) ayetinde haber verildiği biçimde gelecektir."

3) "Kâriâ" mübtedâ olarak merfudur; haberi ise, ifadesidir. Kutruba göre ise, haber olan, ifadesidir.

Buna göre şayet, "Sen bir şeyden bir şey ile haber verdiğinde, mutlaka ondan, ilave bir bilgi elde etmen gerekir. Halbuki,sözü, kişinin bunu bilmediğini ifade eder. Öyleyse, bu, daha nasıl haber olarak düşünülebilir?" denilirse, biz deriz ki: Bizim bu haberle, ilave bir bilgimiz olmuştur. Çünkü biz, o "kâria"nın, diğer "kâria" lar gibi olduğunu sanıyorduk. İşte bu cehalete nisbet edilmemiz ( (......) ifadesinin kullanılması) ile, bu "kâria"nın, şiddet ve dehşet bakımından, diğerlerinin çok çok üstünde bir "kârla" olduğunu anlamış bulunuyoruz.

Üçüncü Mesele

"O felaket kapısını çalacak olanı sana bildiren nedir?" ayeti hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Bunun manası, "Sen onun künhünü bilemezsin. Çünkü o, şiddet açısından herhangi bir ferdin, vehminin ve zannının yetişemeyeceği bir noktadadır. Sen onu, her ne türlü takdir edersen et, bilesin ki o, senin takdirinden daha büyüktür" şeklindedir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Dünyanın bela ve musibetleri, bu "kâria"nin yanında, adeta bir "kâria" değildir. Dünyanın ateşi de, ahiretteki ateşin yanında, ateş değildir. İşte bu yüzden Cenâb-ı Hak, bu sûrenin sonunda, dünya ateşinin, ahiretinkinin yanında ateş olmadığına dikkat çekmek için, "harareti çetin bir ateş" (Kâria, 11) buyurmuştur. İşte böylece, bu açıdan, bu sûrenin başı ile sonu, birbiriyle mutabakat arzetmiş olur.

Buna göre şayet, "Cenâb-ı Hak, bu sûrenin başında, buyurmuş, sûrenin sonunda ise, "Artık onun anası "Hâviye"dir. Onun mahiyetini sana bildiren nedir?" (Karia, 9-10) buyurmuş, ama "Hâviye"nin ne olduğunu sana bildiren nedir?" dememiştir. Şu halde, aradaki fark nedir?" denilirse, biz deriz ki: Fark "Kâria"mn, elle tutulur, gözle görülür bir şeyin "kâria"sı olmasıdır. Ama onun, "Hâviye" olması ise, böyle değildir. Böylece, iki yer arasındaki fark ortaya çıkmış olur.

2) Bu tafsilatı, Cenâb-ı Hakk'ın haber vermeleri ve beyanı dışında, hiç kimse bilme imkânına sahip değildir. Çünkü bu, meydana gelen şeyin, meydana gelişini anlatmaktır; yoksa, olması takdir edilen şeylerin takdirlerinden bahsetmek değildir. Binâenaleyh, bunu bilmenin yolu, "sem'iyyât - nakıi deliller"den geçer.

Dördüncü Mesele

Bu ayetin bir benzeri de "Hakka ... Nedir Hakka? O hâkka'nın ne olduğunu sana bildiren nedir?' (Hakka, 1-3) ifadeleridir. Daha sonra muhakkik alimler şöyle demektedirler: ihlâli ifâdesi, ifâdesinden, daha ileri derecede bir ifadedir. Çünkü, sonra gelenin, mutlaka daha beliğ ve ileri derecede olması gerekir. Çünkü maksat, alabildiğine bir dikkat çekmedir. Bu "alabildiğinelik - mübalağa" ise, ancak, o şey çok kuvvetli olduğunda söz konusu olur. Bu iki ifadenin mana açısından birbirleriyle mukayesesine gelince, "Hakka", daha ileridir. Çünkü aslında bu kelime, "adalet" manasıyla ilgilidir. Kâria ise, kalblere çok korkunç şeylerle baskı yaptığı için, ileri derecede bir ifadedir.

İnsanların Pervaneler Gibi Uçuşması

4

Âyetin tefsiri için bak:5

5

"O gün insanlar yaygın pervaneler gibi olacak. Dağlar atılmış renkli yünler gibi olacak".

Keşşaf sahibi şöyle demektedir: "bu ayetin başındaki (......) kelimesi, (......) kelimesinin kendisine delalet ettiği, mukadder bir ifade ile mansub olup, ayetteki takdir, "kârla, insanların şöyle şöyle olduğu günde çarpar, vurur..." şeklindedir."

Bil ki, Cenâb-ı Hak bu günü şu iki vasıf ile nitelemiştir:

Birincisi: O günde insanların, tıpkı uçuşan pervaneler gibi olmaları. Zeccâc şöyle der: ateşin içinde uçuşan canlılar, anlamındadır, bunlara yayılıp da kendilerini ateşe attıkları, için ismi verilmiştir. Cenâb-ı Hak burada, öldükten sonra dirilme meydana geldiği zamanda canlıların durumunu, "ferâş-i mebsûs" bir başka ayette ise, "yayılmış çekirgelere..." (Kamer, 7), benzetmiştir. Pervanelere benzetmesine gelince, bu, "ferâş"ın, uçmak için kalktıkları zaman aynı yöne yönelmeyip de, tam aksine her birinin başka başka cihet ve istikametlere yönelişlerinden dolayıdır. İşte bu durum, insanların öldükten sonra diriltilmeleri durumunda, böylesine dehşet ve korku içinde kalacaklarına delalet eder. Ama, maksat ve gaye açısından, belli olmayan, gelişigüzel yönlere doğru hareket edeceklerini gösterir. (......) kelimesine gelince, "dağılmış, saçılmış" demektir. Nitekim birisi bir şeyi dağıtıp, saçtığında,"onu saçtı, dağıtttı" ifadesi kullanılır. İnsanların çekirgelere benzetilmelerine gelince, bu, çokluk açısından yapılmıştır.

Ferrâ da, ifadesine, "çekirgelerin birbirlerine girmeleri gibi..." manasını vermiştir. Kısaca, Cenâb-ı Hak, insanların öldükten sonra dirilme anındaki durumlarını, hem saçılmış çekirgelere, hem de yayılmış pervanelere benzetmiştir. Çünkü insanlar, öldükten sonra diriltildiklerinde, tıpkı çekirgeler ve pervaneler gibi, birbirlerine girerler. Bahsettiğimiz bu husus, Cenâb-ı Hakk'ın, "Bölük bölük gelirsiniz..." (Nebe, 18), "insanların, alemlerin Rabbinin huzuruna çıkmak için kalktığı o günde..." (Mutaffifin, 6) ve Ye'cûc - Me'cûc kıssasındaki, "O gün biz onları, birbiri içinde dalgalanır bir halde bırakmışızdır" (Kehf, 99) ayetleriyle de desteklenir. Buna göre şayet, "Çekirgeler, pervanelere nisbetle, büyüktürler. Binâenaleyh aynı şey, aynı anda hem büyük hem de küçük olan şeylere nasıl benzetilebilir?" denilirse, biz deriz ki: Tek bir şey, hem büyük hem de küçük olan bu iki şeye teşbih edilmiştir, ama ayrı iki vasıf konusunda. Pervaneye teşbih edilmesi, herbirinin belli belirsiz yönlere gidip gelmelerinden; çekirgeye teşbih edilişi ise, çokluk ve birbirini izlemeleri açısındandır. Şöyle de denilebilir: Mahlukat, başlangıçta, tıpkı çekirgeler gibi büyük olurlar. Daha sonra, güneşin harareti ile yanmaları yüzünden, pervaneler gibi, küçük hale gelirler. Alimler, insanların pervanelere benzetilmeleri hususunda şu değişik izahları da yapmışlardır:

Pervane Teşbihinin Sebebi

1) Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ya alimdir, ya da öğenicidir. Geriye kalanlar ise, basit ve sefil kimselerdir. Dârimî, Makaddime, 32 (1/94).

Böylece.onları Allah, ahirette de böyle yapacaktır. Çünkü o, 'Tam uygun bir ceza olmak üzere" (Nebe, 26) buyurmuştur.

2) Allahü teâlâ, bu ifadenin başına teşbih harfini getirerek buyurmuştur. Çünkü onlar, o gün, 'dan daha zelil olacaklardır. Zira pervaneye azab edilmezken, bunlar azab göreceklerdir. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın "Hayvanlar gibidirler. Hatta, daha sapık..."(Araf, 179) ayetidir.

Dağlar Atılmış Yünler Gibi Olacak

Bu günün sıfatlarından ikincisi de Cenâb-ı Hakk'ın, "Dağlar atılmış renkli yünler gibi olacak..." ayetinin beyan ettiği husus. renkli yün, demektir. Ki, bunun izahı, Meânc, 9. ayetin tefsirinde geçmişti. ise, yünün, birbirinden iyice ayrılıncaya değin çırpılması, ayrılması, kabartılması demektir. İbn Mes'ûd da zaten, bu ifâdeyi, (......) şeklinde okumuştur.

Bil ki, Allahü teâlâ, "Dağlardan da beyaz beyaz, kırmızı kırmızı, renkleri çeşitli ve kuzgunîsiyah yollar..."(Fatır,27) buyurduğu üzere, dağların farklı farklı renklerde olduğunu beyan etmiştir. Allahü teâlâ daha sonra bu dağların cüzlerini parça parça etmiş, telif ve terkiplerini izale etmiş, böylece dağlar işte bu yönü ile, tıpkı, atıldığı zamanki muhtelif renklerdeki yünlere benzer hale gelmiştir. Bunda şöyle bir kaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Hak, burada, insanların hali ile dağların halini birlikte ele almış. Böylece adeta, bu, "kâria"mn, dağlara tesir etmesinin, onları, böylesine atılmış renkli yünler haline getireceğine; bunu duyan insanın halininse, nasıl olacağına dikkat çekmiştir. Binâenaleyh, eğer Rabbinin rahmetinden nasibdar olmamışsa, yazıklar olsun insanoğluna, yazıklar!.. Bu ifade ile, ateş dağlarının, alabildiğine kırmızı oldukları için, tıpkı atılmış renkli yünler halini alacaklarının da kastedilmiş olması muhtemeldir.

İkinci Mesele

Allahü teâlâ, dağlardaki bu hal değişikliğini, şöyle birkaç açıdan ele almıştır:

1) Dağların, paramparça olmaları. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Derken dağlar unufak edilir..."(Hakka,4) buyurmuştur.

2) Dağların, akan kum tepeleri haline gelmesi... Nitekim Cenâb-ı Hak, "Sen dağlan görür de, onları durur zannedersin... Halbuki onlar, bulutların yürümesi gibi yürürler..." (Neml, 88) buyurmuştur. Daha sonra da, atılmış renkli yünler haline gelenlerdir. O halde bu demektir ki dağlar, evin penceresinden içeri giren ve elin kendisine temas edemediği zerreler gibi parçalanacaktır. Daha sonra da, dördüncü olarak, onlar bir serap, hayal haline geleceklerdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Dağlar yürütülür de, derken bir serap haline gelirler" (Nebe, 20) buyurmuştur.

Üçüncü Mesele

Cenâb-ı Hak niçin, dememiş de, tam aksine, yeniden buyurmuştur? Çünkü, bu gibi yerlerde, tekrar, daha kuvvetli bir sakındırma ifade eder.

Mevazin

Bil ki Cenâb-ı Hak, kıyamet gününü tavsif edince, bu günde insanları iki kısma ayırmış ve

6

"İşte kimin tartıları ağır gelirse..."

buyurmuştur.

Bil ki (......) kelimesinin ne demek olduğu hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür;

Birinci Görüş: Bu, mevzun kelimesinin çoğulu olup, bu da, Allah'ın katında değeri ve kıymeti olan, kişiye ait ameller demektir. Bu, Ferrâ'nın görüşüdür. Ferrâ sözüne devamla şöyle der: "Bunun bir benzeri de, Arapça'da, "Benimki de seninkiyleeşdeğerdir" anlamında "Bende, senin dirhemine denk dirhem vardır" ve "Evim senin evinin değerindedir" denilir.

İkinci Görüş: Bu kelime, (......) kelimesinin çoğuludur. Nitekim İbn Abbas şöyle der: "Mizanın bir dili ve iki kefesi vardır. Orada sadece ameller tartılır. Böylece, itaatkar kişinin haseneleri, en güzel bir biçimde getirilir. Bu haseneler ağır bastığında, bu kişinin hakkı cennettir. Kafir kimsenin seyyieleri de, en çirkin bir biçimde getirilir. Onun tartısı hafif olur, böylece de bu kimse, cehenneme sokulur." Hasan el-Basrî ise şöyle demiştir: "Mizanın iki kefesi vardır, ama bunlar, şöyledir böyledir diye nitelemezler." Kelamcılar da şcy'fl demektedirler. Hasene ve seyyielerin bizzat kendilerinin tartılmaları düşünülemez. Hele hele hususen, haklar birbiriyle denkleştirdiğinde... Tam aksine tartılması kastedilen şey, hasene ve seyyielerin yazıldığı defterlerdir. Yahut da, nûr, hasenelerin emaresi; zulmet de, seyyielerin emaresi addedilir. Veya, hasenelerin sahifeleri, güzel şekillerle tasavvur edilir, seyyielerin defterleri ise, çirkin bir şekillerle tasavvur edilir. Böylece, ağırlık ve hafiflik ortaya çıkmış olur. Bunun faydası ise, hasene sahiplerinin halinin, o büyük cemaat arasında zuhur etmesi, böylece sevinçlerinin artması, seyyie sahiplerinin hallerinin de zuhur edip, böylece onların mahlukat yanında kepaze kimseler gibi olmalarıdır.

Mizanı Ağır Basanlar

Cenâb-ı Hakk'ın

7

"Artık o, hoşnut bir yaşayıştadır"

ayetine gelince, (......) kelimesi, tıpkı, (......) kelimesinin anlamına gelmesi gibi, anlamına bir masdardır. (......) kelimesine gelince, Zeccâc şöyle demektedir: "Bu, "Sahibinin memnun kaldığı, hoşnut olduğu, hoşnut olunan bir yaşayıştır" anlamındadır. Ve bu tıpkı, "sütçü" ve "hurmacı" anlamında ve denilmesi gibidir. İşte bundan dolayı müfessirler, bu (......) kelimesinin, "Sahibinin kendisinden kulunun olduğu" anlamında "merdıyyetun" anlamına geldiğini söylemişlerdir.

Mizanı Hafif Kalanlar

8

"Ama kimin de tartıları hafif gelirse...".

Yani, "Hasenesi az olup, seyyieleri haseneleri baskın çıkanlara gelince..." demektir. Ebû Bekir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Bu amel defterleri ağır gelen kimselerin, amel defterlerinin ağır gelmesi, onların, dünyada iken hakka uymaları ve hakkın, kendilerine baskın gelmesinden dolayıdır. Kendisine sadece hakkın konulduğu bir tartının, ağır gelmesi ise hakdır: Amel defteri hafif olan kimselerin amel defterlerinin hafif olması ise, onların dünyada iken batıla uyup, batılın onlarca hafif bir şey olarak addedilmesinden dolayıdır. Kendisine batılın konulduğu tartının ise, hafif olması hakdır. Mukâtil de şöyle der: Bu böyle olacaktır; zira hak, ağır, batıl ise hafiftir.

Haviye

9

"Artık onun anası "Hâviye"dir"

ayetine gelince, bu hususta şu izahlar yapılabilir:

1) Hâviye, cehennemin adlarından biridir. O ateşe, ona düşen kimseler çok yüksekten düştükleri için, sanki ateş, derin bir çukur muş gibi olur. Buna göre mana, "Onun varacağı yer, o ateşin" şeklinde olmuş olur. "Onun varacağı yere - el-Me'vâ", çocuğun yine kendisine sığındığı anneye teşbih edilerek, (bir mecaz olarak), "anne (ümm)" denilmiştir.

2) O tepe üstü ateşe düşecektir. Bu görüşü, Ahfeş, Kelbî ve Katâde zikretmişlerdir. Çünkü onlar, ateşe, tepeüstü düşeceklerdir.

3) İnsanlar, birincisine beddua ettiği zaman, "Anası ölsün..." derler. Çünkü, kişi yuvarlandığında, yani düşüp de helak olduğunda, onun annesi, hüznünden ve kederinden helak olur, kendisini helak eder. Buna göre adeta "Ama kimin de tartıları hafif gelirse, o muhakkak ki helak olmuştur, anası ağlamıştır" denilmek istenmiştir.

10

"Onun mahiyetini sana bildiren nedir?" .

Keşşaf sahibi şöyle der: üçüncü şıkta, "Artık onun anası "Hâviye"dir" (Kâria, 9) ifadesinin kendisine delalet ettiği bela ve musibete raci olan bir zamirdir. Yahut da, (......) kelimesine raci bir zamirdir. Bunun sonundaki hâ ise, sekte içindir. Vasl yapıldığında hazfedilebilir. Ama tercihe şayan olan ise, Mushaf'a ittibâen, hâ ile vakf yapmaktır. Çünkü Mushaf'ta bu hâ, yer almıştır. Biz bu hâ ile ilgili (Bakara, 259) (En'am, 90) (Hakka, 28) ifâdelerinin tefsirinde zikrettik.

11

"(O), harareti çetin bir ateştir".

Bu, "Diğer ateşler, buna nisbetle, adeta, hiç de kızgın sayılmazlar" demektir. Bu kadar bir ifade, onun ne denli kızgın olduğuna dikkat çekme hususunda yeterli bir ifadedir. Biz, bundan ve bütün azab çeşitlerinden Allah'a sığınır, tevfiki ve güzel ahireti O'ndan talep ederiz. Ey Rabbimiz, bize, Peygamberlerinin lisanı üzere va'dettiğin şeyleri ver. Kıyamet gününde bizi rezil rüsvay etme. Muhakkak ki sen, vadinden dönmezsin (amin)!

0 ﴿