2"Muhakkak insan, kati bir ziyandadır". Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: (......) kelimesinin başındaki elif-lâm, cins için de olabilir, ahd için de olabilir. İşte bu yüzden müfessirler bu hususta şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir: 1) Bununla cins manası kastedilmiştir. Ve bu tıpkı, Arabların, "İnsanların elinde para çoğaldı..." demeleri gibidir. Bu görüşün delili, "iman edip salih işler işleyenler..." ifadesinin, "insan" ifadesinden istisna edilebilmiş olmasıdır. 2) Bununla belli şahıslar kastedilmiştir. Bu cümleden olarak mesela İbn Abbas, "Cenâb-ı Hak bu ayetle, Velîd İbn Muğîre, Âs ibn Vail ve Esved ibn Abdilmuttalib gibi bir kısım müşrikleri kastetmiştir" derken, Mukâtil, bu ayetin Ebu Leheb hakkında nazii olduğunu söylemiştir. "Merfû" bir haberde de, bu ayetin Ebû Cehil hakkında indiği zikredilmiştir. Rivayet olunduğuna göre, Mekkeli bu müşrikler, "Muhammed, bir hüsran içindedir!" diyorlardı. İşte bunun üzerine de, Cenâb-ı Hak, durumun, onların vehmettiğinin aksine olduğuna dair yemin etmiştir. "Küfrfin"ı ifade için, nasıl kufr maddesi kullanılıyorsa, "hüsran"ı ifade için de, husr maddesi kullanılmış olup, husru kelimesinin manası, "noksanlık ve ana sermayenin elden gitmesi (iflas)"dir. Şimdi burada şöyle iki tefsir yapılabilir. Zira biz, "el-insan" kelimesinin başındaki elif-lâm'ı cins manasına alırsak, o zaman, husr kelimesinin manası, insanın bizzat kendisinin ve ömrünün sona ermesi, bitmesi şeklinde olmuş olur. Ancak, amel-i salih işleyen mü'min bundan istisna edilmiştir, çünkü o, ne ömrünü ne de malını boş yere harcamamıştır. Zira böylesi bir kimse, ömrü ve malı sayesinde, ebedi saadeti elde etmiştir. Yok eğer, "el-insan" kelimesini kafirler manasına alırsak, o zaman bu ifadeyle kastedilen, kafir kimselerin bir sapıklık ve küfür içinde olmuş olmaları olur. Bu durumda da, istisnasının manası, "Bu kafirlerden iman edenler müstesna..." şeklinde olmuş olur. Bu durumda da, iman eden kimseler, bu zarardan kurtulup kâra geçmiş olurlar. Cenâb-ı Hak, buyurmuş, ama dememiştir. Çünkü, kelimeyi belirsiz getirmek, bazan vehamet ve korkunçluğu, bazan da düşüklüğü ve önemsiz oluşu ifade eder. Şimdi biz, bu velimedeki nekireliği birinci manaya hamledersek, o zaman mana, "insan, künhünü sadece Allah'ın bilebileceği büyük bir hüsran içindedir" şeklinde olmuş olur ki, bunun izahı da şudur: Günah, hakkında günah işlenilenin büyüklüğü nisbetinde büyük olur. Yahut da bu günah, büyük bir nimetin mukabili olarak işlediği için büyük olur. bu iki hususun her ikisi de, kulun, Rabbi hakkında, işlemiş olduğu günahta mevcuttur. İşte, bu sebeple de, pek yerinde olarak, bu günah son derece büyük olmuştur. Yok eğer, bu ifadedeki nekireliği ikinci manaya alırsak, o zaman mana, "İnsanın hüsranı, şeytanındakinden daha küçüktür" şeklinde olur ve bu manada, "Benim yarattıklarım içinde, (ey insanoğlu) senden daha asi kimseler vardır.." şeklinde bir müjde olmuş olur. Ama, doğru mana birincisidir. Birisi şöyle diyebilir: sözü, tek bir tür hüsranı ifade eder. Halbuki iman, pekçok çeşit hüsran içindedir.." Buna şu şekilde cevap verebiliriz. Gerçek hüsran, kişinin, Rabbine hizmetten mahrum olmasıdır. Geriye kalanlara, yani cennetten mahrum olup da cehenneme düşmesini şeylere gelince, bunlar, birincisine nisbetle adeta hiç mesabesindedirler. Bu tıpkı insanın, varoluşunda pekçok fayda ve gayenin mevcut olması, ama Cenâb-ı Hakk'ın, "Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (zâriyat, 56) demesi gibidir ki, bu da, "Bu maksat, maksatların en ilerisi olunca, hiç şüphesiz diğer gaye ve maksatlar buna nisbetle, bir hiç mesabesindedir" demektir. Bil ki Allahü teâlâ, bu ayete, insanın bir hüsran içinde olduğuna delalet eden pekçok karineleri eklemiştir. Bunlar şunlardır: 1) Cenâb-ı Hakk'ın, (......) sözü insanın, hüsranın içine gömüldüğünü, onunla çepeçevre kuşatıldığını ifade eder. 2) (......) ifâdenin başına (......) edatının getirilmesi.. Çünkü (......) tekîd ifâ eder. 3) (......) ifadesinin başına lâm harfinin getirilişi. Burada şöyle iki ihtimal söz konusudur: (......) ifadesi, "Hüsran yolundadır" anlamındadır. Ve bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, neticesi cehennem olduğu için, yetim malını yeme hakkındaki, "... onlar muhakkak, karınlarında ateş yerler ..."(Nisa, 10)ayeti gibidir. İkinci İhtimal: Bu, "İnsan, hiçbir zaman, kendisini zarardan kurtaramaz" demektir. Çünkü husr ana sermayeyi zayi etmek, elden çıkarmak, demektir. Kişinin ana sermayesi ise, ömrüdür. Binâenaleyh kişinin, ömrünü zayi etmekten uzak durabilmesi hemen hemen imkânsızdır. Bu böyledir, zira, her an ve her dakika, daima insanın üzerinden geçmektedir. Şimdi, bu anlar ve dakikalar, insan tarafından günah için harcanmışsa, bu kimsenin bir hüsran içinde olduğunda şüphe yoktur. Eğer bu anlar ve dakikalar, mubah olan işlere harcanmışsa, yine, hüsran söz konusudur. Çünkü o mubah olan şeyler bittiğinde, ondan geriye hiçbir eser kalmamıştır. Halbuki insan, bu anlar ve dakikalar içinde, eseri devamlı olacak bir takım işler yapabilirdi. Yok eğer, o an ve dakikalar, taatla geçmiş ise, hem yaptığı o taatın, ya da başkası bir taatın en güzel bir biçimde yapılması da mümkün idi. Çünkü, Allah için olan huşunun mertebeleri sınırsızdır. Zira Cenâb-ı Hakk'ın, celâl ve kahrının mertebeleri de sınırsızdır. Binâenaleyh, insanın bu konudaki bilgisi çok ve ne kadar ileri olursa, bu kimsenin, Allah'a saygısı da o nisbette ileri olur. Dolayısıyla, bu kimsenin, o taatleri yaparken Allah'a olan tazimi de, o nisbette tam ve en mükemmel olur. Şimdi, en üstününü bırakıp da, en düşük ibadet ile yetinmek de, bir çeşit hüsrandır. Böylece insanın, bir tür hüsrandan asla uzak kalamayacağı sabit olmuş olur. Bil ki, bu ayet, insanda temel olanın, onun bir hüsran ve pişmanlık içinde olduğuna bir dikkat çekmek gibidir. Bunun izahı şöyle yapılabilir: İnsanın mutluluğu, ahireti sevmesinde, dünyaya iltifat etmeyişindedir. Çünkü Ahirete götüren sebepler gizli, dünyayı sevmeye götüren sebepler ise, zahir ve açıktır. Bunlar, beş duyu organları, şehvet ve gazabtır. İşte bu yüzden, insanların ekserisi, dünya sevgisiyle meşgul olmuş, dünyayı elde etmeye kendini vermiştir. Bu yüzden de, hep, bir hüsran ve bir helak içinde olmuşlardır. Buna göre şayet, "Allahü teâlâ, Tîn Sûresi'nde, "Andolsun ki biz, insanı en güzel biçimde yarattık. Derken onu aşağıların aşağığsma indirdik" (Tin, 4-5) buyurmuştur. Dolayısıyla oradaki ifade, başlangıcın kemal, neticenin ise, noksanlık olduğuna, buradaki ifade ise, başlangıcın noksanlık neticenin kemal olduğuna delalet etmektedirler. Şu halde, bu iki husus nasıl birleştirilebilir" denilirse, biz deriz ki: Tîn Sûresi'nde ele alınan şey, bedenin halleri; burada ele alınan şey ise, nefsin (ruhun) halleridir. Binâenaleyh, bu iki ayet arasında bir çelişki söz konusu değildir. |
﴾ 2 ﴿