4

"Ki bunlar onlara pişkin tuğladan taşlar atıyorlardı".

Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ebû Hayve, "Allah veya kuşlar attı" anlamında, (......) şeklinde okumuştur. Çünkü bu, cem-i müzezker için kullanılan bir zamir olup, fiil, manadan dolayı müennes getirilmiş, (......) şeklinde okunmuştur.

İkinci Mesele

Alimler, bu atmanın keyfiyeti hususunda da şu izahları yapmışlardır:

1) Mukâtil, şöyle der: Her kuş, biri gagasında, ikisi ayaklarında olmak üzere, üç taş atıyordu ki, kimi öldüreceğine dair ismi üzerinde yazılı bulunan bir adamı öldürüyordu. O taşlar, düştüğü yeri delip, öte taraftan çıkıyordu. Eğer mesela, bir kimsenin başına düşmüşse, onun makatından çıkıyordu.

2) İkrime İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allahü teâlâ, o taşları, fil ordusu üzerine salıverdi. O taşlar, onlardan herhangi biri üzerine düştüğünde, orada bir kabarcık meydana geliyor ve bu sebeple, çiçek hastalığına benzer bir hastalık meydana geliyordu. Bu, Safd İbn Cübeyr'in görüşüdür. Bu taşların en küçüğü, mercimek; en büyüğü ise, nohut kadardır. Bil ki, bazı kimseler, bunu kabul etmeyerek şöyle demişlerdir: "Şimdi biz, mercimek tanesi gibi olan bu taşlarda, ağırlık bakımından, insanın başından girip makatından çıkacak denli bir güç ve kuvvet olduğunu söylemiş olursak, o zaman, kocaman bir dağın da, ağırlığının olmayıp, ancak saman çöpü kadar bir ağırlıkta olduğunu da tecviz etmiş olurduk. Bu ise, gözle görünen şeylerden bile güvenin kalkması anlamına gelir. Çünkü, her ne zaman böyle bir şey caiz olursa, o zaman bizim yanıbaşımızda nice güneşlerin ve ayların bulunduğu, fakat bizim onu görmediğimiz, aynı şekilde, hür bir kimsenin de, kendisi doğuda bulunduğu halde, mesela Endüiüs'de bir toprak parçası görmesini vb. şeyleri mümkün görmemiz gerekirdi. Halbuki, bütün bunlar ise imkansızdır. Bil ki, bütün bu kimseler, biz ehl-i sünnet ve'l-cemâatin itikadına göre olabilecek şeylerdir. Ancak ne var ki, örf, böyle şeylerin olmadığı şeklinde cereyan etmektedir.

Üçüncü Mesele

Alimler "siccîl"in ne demek olduğu hususunda da şu izahları yapmışlardır:

1) Siccîl, sanki de kafirlerin azabının kaydedildiği divanlarının (amel defterlerinin) bir ismidir. Bu tıpkı, siccin'in kafirlerin amel defterlerinin özel ismi olması gibidir. Buna göre sanki, "Azabları yazılı ve tedvin edilmiş, azab türünden biri taş ile" denilmek istenmiştir ki bu manaya göre, kelimenin iştikakı, "salıvermek" demek olan "Iscâl" kökündendir. Su dolu büyük kovaya da, "seci" denmesi böyledir. Bu defterlere, içinde onların azablan yazıldığı için bir ad verilmiştir. Çünkü azab, hem, "O, bunların üzerine sürü sürü kuşlar saldı" ayetinden, hem de, "Onlar üzerine bir tufan saldık" (A'raf, 133) ayetinden anlaşıldığı üzere, "salıverme" sıfatı ile nitelenmiştir. Binâenaleyh ifâdesi, "Allahü teâlâ'nın bu kitaba yazdığı şeylerden olmak üzere..." manasınadır.

2) Ibn Abbas "siccîf'in manasının, "bir kısmı taş bir kısmı çamur" manasında olmak üzere, Farsça "senk" (taş) ve "kil" olduğunu söylemiştir.

3) Ebû Ubeyde şöyle der: "Siccîl, şedîd (kuvvetli) manasınadır."

4) Siccîl, dünya semasının adıdır.

5) Siccîl, cehennemden bir taştır. Çünkü siccîn, cehennemin isimlerinden biridir. Binâenaleyh "nûn", lâm'a çevrilmiştir.

Asfin Me'kûl

"Derken (Allah) onları, yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi" Bu ayetle ilgili olarak birkaç mesele var:

Birinci Mesele

Alimler "asf'ın ne demek olduğu hususunda bir takım izahlarda bulunmuşlardır ki biz bunları, Rahman 12. ayetin tefsirinde zikrettik. Alimler burada da şu izahları yapmışlardır:

a) Bu, tarlada, hasad sonrasında katan rüzgarın kırıp geçirdiği, hayvanların yediği ekin yaprağıdır.

b) Ebü Müslim, "asf", samandır. Çünkü Hak teâlâ, "zu'l-asfı ve'r-reyhân" (samanlı ve kokulu...)" (Rahman, 12) buyurmuştur. Zira asf, rüzgarın toz halinde savurduğu ve taneden ayırdığı şeydir. Bu şey, yenildiği zaman iyice utanır, hiçbir mukavemeti kalmaz" demiştir.

c) Ferrâ, "asf, başak oluşmazdan önce, ekinin, sapını saran yapraklardır" der.

d) Asf, içi yenilen, kabuğu kalan tane demektir.

İkinci Mesele

Alimler, "me'kûl"ün tefsiri hususunda da şu izahları yapmışlardır:

a) Me'kûl, yenilmiş şey demektir. Bu izaha göre burada şu iki ihtimal söz konusudur.

Birinci İhtimal: Mana, "hayvanları yeyip, sonra da yediklerini dışkı olarak atıp, bu dışkının kuruyup dağılan ekin ve saman" şeklinde olmasıdır. Böylece bu ekinlerin, biribirlerinden ayrılışları, dışkının parçalarının dağılmasına benzetilmiştir. Fakat buradaki ifade, Kur'ân'ın edeb üslubuna göre gelmiş bir ifâde olup, tıpkı, "O ikisi (yani Isâ (aleyhisselâm) ile Hazret-i Meryem) de yemek yerlerdi"(Mâide,75) diyerek, def-i hacette bulunduklarını kastetmesi) gibidir. Bu, Mukâtilin Katâde'nin ve Atâ'nın rivayetine göre İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür.

İkinci İhtimal: Bu teşbih, ekinin yapraklarına kurt düşüp, onu delik deşik ettiği zamanki ekin yaprağına yapılmış bir benzetmedir.

b) "Me'kûl", Allah onları, tanesi yenilmiş, geriye samanı kalmış bir ekin gibi yaptı" demektir. Bu takdire göre ayet, "Allah onları, tanesi yenilmiş saman gibi yaptı" manasında olur. Bu tıpkı, "yüzü güzeldir" manasında, "Falanca güzeldir" denilmesi gibidir. Böylece "me'kûl"ün, asf (saman) İle olan ilgisi, tanelerinin yenilmiş olması bakımındandır, ünkü bu mana malumdur. Bu görüş de, Hasan el-Basrî'nindir.

c) "Me'kûl", "yenilen şeyler" demek olup, canlıların yediği" manasınadır. Çünkü yenilmeye elverişli olan her şeye "me'kûl" denir. Buna göre ayet, "Allah onları, hayvanların yediği saman gibi kıldı" manasındadir. Bu da İkrime ile Dahhak'ın görüşüdür.

Üçüncü Mesele

Bazı kimseler şöyle demişlerdir: Hacılar Kâ'be'yi harab etmişlerdir. Fakat bundan ötürü hiçbir hadise meydana gelmemiştir. Böylece, Fîl hadisesinin, bu şekilde olmadığına delalet etmiş olur. Böyle olsa bile, bu hadisenin sebebi, Kâ'be'ye saygıdan başka birşeydir."

Cevap: Biz, bu hadisenin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, peygamber olarak gönderileceğinin bir işareti olduğunu daha önce anlatmıştık. Çünkü böylesi bir hadiseye, o (aleyhisselâm) gelmezden önce gerek vardır. Fakat Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bizzat peygamber olarak gönderilip, peygamberliği kesin delillerle pekiştikten sonra artık böylesi birşeye ihtiyaç kalmamıştır. Allahü teâlâ en iyi bilen ve en iyi hükmedendir. Salat-u selam, efendimiz Hazret-i Muhammed'e, onun âline ve ashabına olsun (amin)!

4 ﴿