2"O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes". Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Ayetteki, "O halde ... namaz kıl..." (Kevser, 2) emriyle ilgili olarak şu izahlar yapılabilir: 1) Bu emirle, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den namaz kılması istenmiştir. Buna göre şayet, "Nimetten bahsedildiğine göre, buraya en uygun olan, şükür ifadesinin yer almasıydı.. O halde daha niçin, Cenâb-ı Hak, "O halde ... namaz kıl" demiş de, "şükret..." dememiştir?" denilirse, buna şu bakımlardan cevap verebiliriz: a) Şükür, tazim demek olup, bunun, üç rüknü vardır: Birincisi: Kalbi alakadar eden şey olup, bu da, kişinin, kalben bu nimetin, başkasından değil, Allah'tan olduğunu bitmesidir. İkincisi: Bu nimetin, dili alakadar eden kısmı... Ki bu da, kişinin, lisanıyla, Allah'ı övmesidir... Üçüncüsü: Amelle ilgili olan kısım ki, bu da, kişinin, Allah'a hizmet etmesi, inkıyad edip, boyun eğmesidir. Ki, namaz, bu hususları, hatta daha fazlasını kapsamaktadır. O halde namaz kılmayı emretmek, fazlasıyla beraber şükrü emretmek demektir. Demek ki, burada namazın emredilmesi daha güzel ve yerinde olmuştur. b) Eğer Cenâb-ı Hak, "O halde şükret" demiş olsaydı, bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in daha önce şükretmemiş olduğunu düşündürürdü. Ne var ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ta işin başından itibaren Rabbini tanımış, O'na itaat etmiş ve O'nun nimetlerine şükretmiştir. Ama, namaza gelince, o, namazı ancak vahiy ile tanımış ve öğrenmiştir. Çünkü, Cenâb-ı Hak, "Daha önce kitab nedir, iman nedir bilmezdin..." (Şura, 52) buyurmuştur. c) Cenâb-ı Hak, işin başında (burada), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e namazı emretmiştir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Ben abdestli değilim, nasıl namaz kılayım?" buyurmuş, sonra da Cebrail (aleyhisselâm), kanadıyla yere vurmuş, derken, Kevser suyu fışkırmış; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de abdest alınca, "Şimdi namaz kıl..." denilmiştir. Biz, kevseri, peygamberlik manasına aldığımızda, Cenâb-ı Hak adeta, "Biz, sana risaleti, hem kendine hem de insanlara taatı emretmen için verdik. Ki, taatların en kıymetlisi, namazdır. O halde, Rabbin için namaz kıl..." demek istemiştir. 2) "O halde Rabbin için namaz kıl..." ifadesi, "İmdi, Rabbin için şükret..." anlamındadır. Bu, Mücâhid ve Ikrime'nin görüşüdür. Bu görüşe göre, alimler, J-ûi emrinin başına fâ'nın getirilmesinin faydası hususunda şu izahları yapmışlardır: a) Bu, "Nimetlere şükretmenin, hemen değil, "terahî" (daha sonra da) olabileceğine de dikkat çekmektedir. b) Buradaki takibiyye fâ'sı ile, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ben, cinleri ve insanı, ancak Bana ibadet etmeleri için yarattım" (Zâriyât, 56) ifadesiyle anlattığı şeye işaret etmek kastolunmuştur. Ne var ki, Cenâb-ı Hak, bu konuda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, daha fazlasını tahsis etmiştir. Ki, bu da, Cenâb-ı Hakk'ın "sana yakın (ölüm) gelinceye değin, Rabbine ibadet ef"(Hicr,99) ayetinin ifade ettiği husustur. Bir de Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e (inşirah, 7) demiştir ki, bu, "Birisinin hemen peşinden senin, diğerini yapman gerekir. Binâenaleyh, benim nimetim sana ulaştıktan sonra ya nasıl olacak!? Bunun peşinden, hemen şükretmeye başlaman hemen gerekmez mi?!" demektir. 3) emri, "Allah'a dua et" manasındadır. Çünkü, "namaz" dua demektir. Mananın böyle olması halinde, emrin başındaki fâ'nın faydasına gelince, bu da şöyledir: Cenâb-ı Hak adeta, "Sen, istemezden, dua etmezden önce, Biz, sana kevseri verme hususunda cimri davranmadık. Binâenaleyh, ya sen istedikten sonra durum nasıl olur?! Ne var kî, sen iste; sana verilir. Şefaat et; şefaatin kabul olunur" demek istemiştir. Bu böyledir, zira, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hep, nimetini düşünmüştür. Bil ki, bu görüşlerden en evla olanı, birinci görüştür; çünkü, o görüşe göre (......) kelimesinin ifade ettiği husus, şeriat örfüne en yakın manadır. Cenâb-ı Hakk'ın 'Ve, kurban kes" emriyle ilgili olarak iki açıklama yapılabilir: 1) Müfessirlerin hemen hemen hepsinin görüşüne göre bu ifade ile, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in deve kesmesi kastedilmiştir. 2) Bu emirle, ya önce ya içinde ya da sonra olmak üzere, namazla ilgili bir fiil kastedilmiştir. Bu görüşü savunanlar, bu hususta şu izahları yapmışlardır: a) Ferrâ, "Bunun manası, kıbleye dönmektir" demiştir. b) Esbağ İbn Nebâte de, Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu sûre nazil olunca, Hazret-i Peygamber, Cebrail'e, "Rabbimin bana emrettiği bu boğazlama, bu nahîre, "boğazlama" değildir. Ne var ki, Cenâb-ı Hak sana, namaza başladığın zaman, ellerini kaldırmanı, tekbir aldığında, rükûya gittiğinde, başını rükûdan kaldırdığında ve secde ettiğinde, ellerini kaldırmanı emrediyor. Çünkü bu, bizim, hem de yedi kat gökteki meleklerin namazıdır. Her şeyin bir süsü vardır. Namazın süsü de, her tekbir almada elleri kaldırmaktır.." buyurdu. c) Ali ibn Ebî Tâlib'in, bu ifadeyi, "namazda iken elleri göğüs (en-nahr) üzerine koyma olarak" diye tefsir ettiği ve "Namazdan önce elleri kaldırmak, sığınanın ve ücret taleb edenin; onları nahr (göğüs) üzerine koymak ise, huzû ve huşu içinde olan kimsenin adetidir" dediği rivayet edilmiştir. d) Atâ, "Bunun manası, "nahr"ın, göğüsün gözükünceye kadar iki secde arasında otur..." şeklindedir" demiştir. e) Dahhâk ve Süleyman et-Teymî'nin şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Bu ifadenin manası, "İki elini, dua ederken, göğüs hizana kaldır" şeklindedir." Vahidî şöyle demektedir: "Bütün bu görüşler aslında, "göğüs" anlamına gelen "en-Nahr" kelimesine varıp dayanmaktadır. Çünkü devenin kesileceği yere, "en-Nahr" denilmektedir. Zira devenin boğazlanma yeri, göğsündedir. Onun boğazı, göğsün en üst tarafından görülür. O halde, buradaki "en-nahr" kelimesinin anlamı, göğüse dokunmaktır. Nitekim başa ve karna dokunulduğunda, ve denilir. Ferrâ'nın görüşüne, yani, ayetteki ifâdeyle, kıbleye dönme manasının kastedil meşine gelince, İbnu'l-A'rabî şöyle demektedir: "Nahr, bir kimsenin, namazda, mihrabın karşısına dikilmesi demektir ki, bu da, bu kimsenin göğsünü, kıbleye doğru dikmesi, yönelmesi; sağa sola dönmemesi demektir. Yine Ferrâ şöyle demektedir. "Arapça'da, "onların evleri karşı karşıyadır" anlamında denilir." Nitekim bir şair de, şöyle demiştir: "Ey Ebâ Hakem, sen, yiğit ve savaşçı olan birini amcası ve birbirine bakan vadiler halkının seyyidi ve efendisi misin?" Namazın bu şekilde olması halinde ayetteki manevi nükte şudur: Cenâb-ı Hak adeta şöyle demek istemiştir: "Kâ'be, benim Beytim'dir. O, senin namazın, kalbinin kıblesi, rahmetinin kıblesi ve iki gözünün nazargahıdır. O halde, bu iki kıble hep devamlı, bir birini hizasında, yüzyüze bulunsun..." Ekseri ulema, ayetteki bu ifadeyi, şu sebeplerden dolayı, deve kesme manasına hamletmenin evla olacağını söylemişlerdir: 1) Allahü teâlâ, kitabında her ne zaman, namazdan bahsederse, onun peşinden, zekattan da bahseder. 2) Mekkeliler, putları için dua edip, kurban kesiyorlardı. Bunun üzerine, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Şimdi sen de, Rabbin için namaz kıl ve kurban kes..." demiştir. 3) Bütün bu şeyler, namazın adabı ve kısımlarıdır. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbin için namaz kıl..." emrinin muhtevasına dahil olmluş olurlar. Bu sebeple, eseriyle, namazdan başka bir şeyin kastedilmiş olması gerekir. Çünkü, bir şeyin parçasının, bütünü üzerine atfedilmesi uzak bir ihtimaldir. 4) Cenâb-ı Hakk'ın, "Şimdi namaz kıl" emri, Allah'ın emirlerine son derece saygı duyulması gerektiğine ifadesi de, Allah'ın mahlukatına, alabildiğine şefkat duymaya bir işarettir. Kulluğun tamamı da, bu iki temel unsurun şümulü içindedir. 5) kelimesinin, deve boğazlamak anlamına alınması, yukarda bahsi geçen şeyler hakkında kullanılmasından daha yaygın ve meşhurdur. Binâenaleyh, Allah'ın kelamını bu manaya almak gerekir. Kurbanın Vacip Oluşunun Delilleri Bu sabit olduğuna göre şimdi biz diyoruz ki: Hanefiler, kurban kesmenin vacib olduğu hususunda şu şekilde istidlalde bulunmuşlardır: "Allahü teâlâ, "Hazret-i Muhammed'e, kurban kesmesini emretmiştir. Öyleyse, onun bu işi mutlaka yapması gerekir. Zira, kendisine vacib olan şeyi yapmaması caiz değildir. Hazret-i Peygamber, bu işi yapınca da, Cenâb-ı Hakk'ın "Ona uyunuz..." (A'râf, 158) emri ile, "Bana uyun ki Allah da sizi sevsin..."(al-i imran, 31) ayetlerinden dolayı bize de vacibdir." Şafiî uleması ise, şöyle demektedirler: "Ona uyun" emir ifadesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadisiyle tahsis edilmiş bir emirdir: "Şu üç şey, yani kuşluk namazı, kurban kesmek ve vitir namazı, size değil, bana farz kılınmıştır..." Namaz Hususundaki Farklı Tefsirler Cenâb-ı Hakk'ın, emrini "namaz" ile tefsir edenler de, kendi aralarında ihtilaf ederek şu izahları yapmışlardır: 1) Cenâb-ı Hak, buradaki "namaz" sözüyle, namaz cinsini kastetmiştir. Çünkü Mekkeliler, Allah'dan başkası için dua ediyorlar, Allah'dan başkası için kurban kesiyorlardı. Böylece Cenâb-ı Hak Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, Kendinden başkası için namaz kılmamasını ve kurban kesmemesini emretmiştir. Mücmeli beyan eden ifadenin daha sonra gelebileceğini söyleyenler, işte bu ayetle istidlal ederek şöyle demişlerdir: Çünkü, Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber, namazı nasıl kılacağını beyan etmeden nasıl olmuş da namaz kılmasını emretmiştir. Ebû Müslim buna şöyle cevap verir: "Cenâb-ı Hak, buradaki ifade ile, farz olan beş vakit namazı kastetmiştir. Cenâb-ı Hak, keyfiyetten bahsetmemiştir; çünkü, namazın nasıl kılınacağı daha önce biliniyordu. 2) Allahü teâlâ bu emir ile, bayram namazını ve kurban kesmeyi kastetmiştir. Zira, Mekkeliler, kurban kesme, "işini, namazdan önce yapıyorlardı da, işte bu ayet bunun üzerine nazil oldu. Muhakkik ulema ise, "Bir şeyi başka bir şeye vâv atıf harfiyle atfetmek, tertibi gerektirmediği için, bu görüş zayıftır" demişlerdir. 3) Said ibn Cübeyr'in, bu ifadelere, "Sabah namazını Müzdelife'de kıl, Mina'da da kurban kes..." manasını verdiği rivayet edilmiştir. Doğruya en yakın görüş ise, birinci görüştür; çünkü, "kes..." ifadesinin "namaz kıl" ifadesiyle birlikte zikredilmesi durumunda, "namaz kıl" ifâdesinin, Kurban bayramı gününde yapılanlar manasına alınması gerekmez. Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesindeki lâm'ın şu nükteleri vardır: Birinci Nükte: Beden için ruh ne ise, namaz için de bu lâm o durumdadır. Binâenaleyh, nasıl ki beden, tepeden tırnağa, onda ruh mevcut olduğunda güzel ve makbul oluyor, ama ruh çıktığında ise, atıyorsa, namaz, rüku ve secde de böyledir. Çünkü, kılınan namaz her ne kadar şeklen güzel ve uzun ise de, şayet orada, "Rabbin rızası için" ifadesinin lamı yer almıyorsa, kılınan bu namaz da, ölü ve atılmış bir şey olur. Ki, Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) buyurduğu "Beni anmak için namaz kıl" (Tâha, 14) emrinden de bu kastedilmiştir. Mekkelilerin kıldıkları namaz ve kestikleri kurban putlar için olunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Senin namazın ve kurbanın da Allah için olsun..." denilmiştir. İkinci Nükte: Cenâb-ı Hak, bir önceki sürede onların, gösteriş için, riya için namaz kıldıklarından bahsedince, "Sen, riya için değil, ancak ihlasla namaz kıl..." demek istemiştir. Ayetteki ifadesinin başındaki fâ, şu iki şeyin sebeb olmalarını ifade eder: 1) İbadetin, "Sana, bunca nimet vermek, senin, kullukla meşgul olmanı gerektirir" denilmek istenmiştir. 2) Aldırmamazlığa sebep olması. Onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Sen ebtersin..." deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Sana bunca nimetleri vermiş olmamızdan dolayı taatla meşgul ol, onların sözlerine ve saçma sapan lakırdılarına aldanma..." denilmek istenmiştir. Bil ki, çok nimet, arzulanan bir şey olup, bunun ayrılmaz vasfı da, arzulanıp, Cenâb-ı Hakk'ın, emrindeki fâ da, bu namazın, o nimetlerin ayrılmaz vasfı olunca, pek yerinde olarak namaz, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için en sevimli ve arzulanan şey olmuştur. İşte bundan dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), e "Gözümün aydınlığı da namazdadır" buyurmuştur. Andolsun ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ayakları şişinceye kadar namaz kılıyordu. Bunun üzerine kendisine, "Senin geçmiş ve gelecek tüm günahların bağışlanmış değil mi?" denilince de, "Şükreden bir kul olmayayım mı?" demiştir. Binâenaleyh, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Şükreden bir kul olmayayım mı?" ifadesi, Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesindeki fâ'dan dolayı, onun taatla meşgul olması gerektiğine bir işarettir. Zahire en uygun, Cenâb-ı Hakk'ın, "Şüphesiz Biz sana, kevseri verdik; o halde bizim için namaz kıl, kurban kes..." demesiydi. Ne var ki, o, böyle değil de, şu hikmetlerden dolayı, "Rabbin için namaz ki!" demiştir: 1) Bu ifadelerin, "iltifat" üslubuyla gelmesi fesahat babının temel unsurlarındandır. 2) Bir sözü, zahirden zahir isme çevirmek, bir tür, azamet ve heybet ifade eder. Ki, mesela halifelerin (idarecilerin) kendilerine hitap ettiği kimselere, "Sana, emîru'l-mü'minîn'in emrediyor. Sana, emîrü'l-mü'minîn'in yasak koyuyor" demeleri işte böyledir. 3) "Hakikaten Biz sana Kevseri verdik" ayetinin sarih beyanında, bu sözü söyleyenin, Allah mı, yoksa başkaları mı olduğuna dair herhangi bir karine yoktur. Hem, "Biz" ifadesi, aazametini göstermek isteyen tek bir kimseyi ifade edebileceği gibi, bir topluluğu da ifade eder. Şimdi, Cenâb-ı Hak şayet, "Bizim için namaz kıl" demiş olsaydı, bu İkili ihtimali nefyetmiş olurdu. Bu ihtimal de, az önce, işaret edildiği üzere, namazın yalnız O'nun için kılması ile onunla beraber başkası için de kılınması ihtimalidir. İşte bu yüzden, Cenâb-ı Hak, ifâdesini kullanmayarak, bu iki ihtimali bertaraf etmiş taatlar hususunda, tevhidi ve amelin sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini açıkça bildirmek için buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın, emri ifâdesinden daha beliğdir. Çünkü, "Rab" kelimesi, hem "Şüphesiz Biz sana kevseri verdik..." ifadesiyle işaret edilen geçmiş bir terbiyeyi, hem de Cenâb-ı Hakk'ın, gelecekte de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i eğitip büyüteceği, onu terketmeyeceğine dair güzel bir va'di ifade eder. Namaz-Zekât Yerine Namaz-Kurban Bu ayet hakkında şöyle iki soru sorulur: 1) Namazın peşinden (hep genelde) ele alınan şey, "zekât"tır. Peki Cenâb-ı Hak, burada niçin kurban kesmeyi getirmiştir? 2) Peki, Cenâb-ı Hak niçin, bütün kurban çeşitlerini içine alması için yerine ifadesini getirmedi? Bunlardan birincisine şu şekilde cevap verebiliriz: Cenâb-ı Hakk'ın bu sûredeki, "Şimdi namaz kıl" emri ile, bayram namazının kastedildiğini söyleyenlere göre, bu husus açıktır." Ama, bu ifadeyi, mutlak manada, "namaz kıl" manasına alanlara göreyse, şu izahlar yapılabilir: a) Müşriklerin namazları ve kurbanları, putlar içindir. İşte bu sebeple Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "bunları Allah rızası için yap" denilmiştir. b) Bazı kimseler de şöyle demektedirler: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), dünyalık namına, mülküne herhangi bir şey sokmamıştır. Tam aksine o, ihtiyacı kadar mülk edinmişti. İşte bu yüzden, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e zekât farz olmamıştı. Ama, kurban kesmeye gelince, bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vacib idi. Çünkü o, "Şu öç şey, yani kuşluk namazı, kurban kesmek ve vitir namazı, size değil, bana farz kılınmıştır" buyurmuştur. c) Arablar nezdinde, malın en kıymetlisi devedir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e nefsani ilgi ve alakalarını, dünyevi lezzetlerden ve hoş şeylerden kesmesi gerektiğine dikkatini çekmesi için, develeri kesmesini ve onları, Allah'a taat olan yerlere harcamasını emretmiştir. Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, içinde Ebû Cehil'in cemeli (erkek devesi) ve burnunda da, altından burunsaklığı bulunan yüz deve hediye edilmiş; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, yoruluncaya değin, bunları boğazlamış, sonra da bu işe devam etmesini Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'ye söylemiştir. Bu develer, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) keserken, onun etrafını sarmışlardı; ama, Hazret-i Ali (radıyallahü anh) bıçağı eline alınca, ondan uzaklaştılar. İkincisine de şu şekilde cevap verebiliriz: Namaz, bedenen yapılan ibadetlerin en büyüğüdür. Dolayısıyla, Cenâb-ı Hak, burada, namazın peşine, kurban çeşitlerinin en büyüğünü getirmiştir. Hem burada, "Sen fakirken, şimdi yüz deve kesebilecek duruma geldin..." sözüne bir işaret de vardır. Bu ayet, namazın kurbandan önce yapılması gerektiğine delalet etmektedir. Yoksa bu, vâv'ın, tertibi gerektirmesinden dolayı değildir. Tam aksine, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Allah'ın başladığı ile başlayın..." ifadesinden dolayıdır. En sahih görüşe göre bu sûre Mekkî'dir. Kurban kesme emri, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, devlet elde edeceğini, fakirliğin ve korkunun silineceğini müjdeleyen bir ifade yerine geçmiştir. |
﴾ 2 ﴿