3

"O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır".

Bu ayetle ilgili birkaç soru var:

Birinci Soru: (doğurmamıştır) iadesi niçin, (doğurulmamıştır) ifadesinden önce zikredilmiştir? Halbuki, görünen durumda, (mesela insan) önce mevlüd (çocuk-doğurulan) olur, sonra valid (baba-anne) olur?..

Cevap: Önce "doğurmamıştır" ifadesiyle söze başlanmıştır. Çünkü kafirler, Allah'ın çocuğu olduğunu iddia ediyorlardı. Bu böyledir, çünkü müşrik Araplar, "Melekler, Allah'ın kızlarıdır"; yahudiler, "Uzeyr, Allah'ın oğludur"; hristiyanlar da "Isa, Allah'ın oğludur" diyorlardı ve bunlardan hiç biri, Allah'ın bir babası olduğunu iddia etmiyorlardı. İşte bu sebepten dolayı, Hak teâlâ bu ayette önce, daha önemli olan hususu ile işe başlayıp, "O doğurmamıştır" buyurmuş; sonra da bunun deliline işaret ederek, "ve doğurulmamıştır" buyurmuştur. Adeta şöyle denilmek istenmiştir: "Allah'ın herhangi bir çocuğu olamayacağına delil, O'nun başkasının çocuğu olmadığı hususundaki ittifakımızdır."

Niçin Len Edatı Kullanılmadı?

İkinci Soru: Hak teâlâ niçin, sadece geçmiş zamanı zikrederek, "Doğurmamıştır..." buyurmuş da, "Doğurmayacaktır" buyurmamış?

Cevap: Cenâb-ı Hak, geçmiş zaman ile yetinmiştir. Çünkü bu ayet, kafirlerin, '9Allah doğurmuştur, Allah'ın çocuğu olmuştur" manasındaki iddialarına cevab olarak gelmiştir. Onların bu iddiada olduklarının delili, "İyi bilin ki onlar, iftiraları yüzünden, "Allah doğurdu" diyorlar" (saffat, 151-152) ayetidir. Dolayısıyla bu ayetten maksad, onların bu sözünü yalanlamak olunca ve onlarda bunu, geçmiş zamanda söylemiş olunca, ayet onların sözüne uygun (bir zaman siğasıyla) gelmiştir.

Üçüncü Soru: Allahü teâlâ burada, "O, doğurmamıştır" buyurmuş; Furkan Sûresi'nden ise, "O, hiçbir çocuk edinmemiştir" (Furkan, 2) buyurmuştur, niçin?

Cevap: Çocuk İki şekilde olur: Birincisi, ondan onun gibi bir varlığın doğması suretiyle, olmayıp, başkasının çocuğunu alıp, çocuk edinmek hernekadar gerçekte kendi çocuğu değil ise de, ona "çocuğum" demesi suretiyle olur. Hristiyanlar iki kısımdır: Onlardan bir kısmı, "İsa, gerçekten Allah'ın çocuğudur" derler. Bir kısmı da, "Allah, bir şeref bahşetmek için, onu çocuğu edinmiştir. Bu tıpkı, Hazret-i İbrahim'i, bir şeref bahşetmek için, halîl (dost) edinmesi gibidir" derler. İşte bundan dolayı Hak teâlâ'nın, "O, doğurmamıştır" (O'nun çocuğu yoktur) ifadesinde, gerçek manada Allah'ın çocuğu olmadığına; "O, hiçbir çocuk edinmemiştir" (Furkan, 2) ayetinde de, ikinci manada Allah'ın çocuğu olmadığına bir işaret vardır. İşte bundan dolayı, bu ayetin devamında, "O, hiçbir çocuk edinmemiştir ve mülkünde ortağı yoktur"(Furkan, 2) buyurulmuştur. Çünkü (mesela) bazan insan, istediği işlerde kendisine yardımcı ve destek olsun diye evladlık (çocuk) edinir. İşte bundan dolayı Hak teâlâ bir başka sûrede, zikrettiğimiz huususa, yani çocuk edinmenin (evladlık almanın), ancak ihtiyaç duyulduğu zaman olduğuna bir işaret olmak üzere, "Dediler ki: Rahman, çocuk edindi. O, bundan münezzehtir. (Çünkü) O, ganidir (kimseye ihtiyacı yoktur)"(Yunus, 68) buyurmuştur.

Doğurmadığının Aklî Delili

Dördüncü Soru: Allahü teâlâ'nın, doğurmamış ve doğmamış olması, ancak naklî delil ile mi bilinebilir, yoksa (akıl ile de bilinebilir mi). Eğer bu mümkün değil ise, bu hususu burada zikretmenin ne faydası var?

Cevap: Allahü teâlâ'nın doğurmayacağı, cisim olmadığını, parçalanmayacağını ve kısımlara ayrılmayacağını bilmekten çıkartılabilir. "Doğurulmayacağı" ise, kadim olduğunu bilmekten çıkarılabilir. Bu iki asıldan herbirini bilmek de, nübüvvet (peygamberlik) ve Kur'ân'ı bilmeden öncedir. Dolayısıyla bu iki aslın, semî delillerden çıkarılmış olmaları imkansızdır. Geriye şöyle demek kalır. Bu ikisi, semîyyâtlardan çıkarılmış, yani semî deliller vasıtasıyla anlaşılmış olmayınca, bu sûrede zikredilmelerinin hikmeti nedir? Buna karşı deriz ki: Daha önce de anlattığımız gibi: Allahü teâlâ'nın "ehad" (bir) olmasından murad, zatı ve mahiyeti itibariyle her türlü terkib şekillerinden münezzeh olmasıdır, "samed" olmasından murad da, zatı itibarıyla vacibü'l-vücûd olup, zatında ve bütün sıfatlarında, değişmesinin imkansızlığı manasınadır. Durum böyle olunca "ehad" ve "samed" olması, doğmuş ve doğurulmuş olmasının nefyini gerektirir. Allahü teâlâ, doğmuş ve doğurulmuş olmasının nefyini, yani bunların söz konusu olmamasını gerektiren sebebi zikredince, bu iki hükmü de zikretmiştir. Binâenaleyh Allahü teâlâ'nın bunların zikrinden maksadı, bu iki hususun söz konusu olamayacağına dair olan kesin aklî delillere işaret etmektir.

Din İle Felsefenin Farkına Dair

Beşinci Soru: "O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır" ayetinde, Allahü teâlâ'nın oğul ve baba olmadığını anlatmanın ötesinde, başka bir fayda (mana) var mı? Bu hususta deriz ki: Bunda birçok başka manalar var. Çünkü, "Allahu ehad" (Allah birdir) ayeti, Hak teâlâ'nın, zatı ve mahiyeti itibariyle "terkîb" olmaktan, münezzeh ligi ne bir işaret; "Allah sameddir" ayeti de O'nun zıdları, benzerleri, ortakları ve emsali olmadığına bir işarettir. Bu iki kıymetli ve önemli mukaddime, üzerinde bütün din sahiblerinin ve felsefecilerin ittifakı bulunan konulardandır. Fakat bu noktadan sonra, din sahibi olanlar ile felsefeciler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Çünkü felsefeciler, "Vâcibü'l-vücûd'dan akıl doğmuştur. Bu akıldan da, başka bir akıl, bir nefis ve bir felek doğmuştur. Bu şekilde, bu tertib üzere iş, ay küresinin altında olanı idare eden aklın (doğuşuna) kadar ulaşır" demişlerdir. Bu görüşe göre, Vâcibü'l-vücûd kendisinin altında yer alan "aklı" doğurmuş ve bu alemimizi idare eden akıl (güç) de, kendinden üstteki akıllardan doğmuş gibi olur. Binâenaleyh Hak teâlâ önce, doğurmadığını beyan etmiş ve adeta, "O (Allah), akılları ve nefisleri doğurmam ıştır" demek istemiştir. Sonra da, "Bedenlerinizi, ruhlarınızı ve şu aleminizi idare eden, başka birşeyden doğmuş, doğurmuş, doğurulmuş ve tesir altında kalmış bir şey değil, ancak tek olan Hak Sübhânehü ve Teâlâ'dır" demiştir.

3 ﴿