NAS SURESİBu sûre, altı ayettir ve Medine'ne nazil olmuştur. 1Âyetin tefsiri için bak:3 2Âyetin tefsiri için bak:3 3"De ki: Sığınırım ben, insanların Rabbine, insanların padişahına, insanların ilahına". (......) ifadesi, hemzenin hazfı ve harekesinin "lam"a nakledilmesi ile (......) şeklinde okunmuştur. Bunun bir benzeri de, (Bakara, 260) kıraatidir. Kıraat imamları, "en-Nas' kelimesinde, imale yapılmaması hususunda icma (ittifak) etmişlerdir. Kisâî'nin, "nâs" kelimesi cer mahallinde olduğu zaman, bu kelimeyi imale ile okuduğu rivayet edilmiştir. Allahü teâlâ, bütün varlıkların Rabbidir. Fakat burada, tahsis yaparak, Kendisinin "insanların Rabbi" olduğunu söylüyor. Bunun sebebi şunlardır: 1) Buradaki istiaze (Allah'a sığınış), insanların göğüslerine (kalblerine) vesvese verenin şerrinden olmaktadır. Binâenaleyh sanki "İnsanlara vesevese verenin şerrinden, insanların işlerine hakim olan Rablerine sığınırım. O Rab, onların ilahıdır, mabududur" deniliyor. Bu tıpkı, "bir kölenin, tehlikeye maruz kaldığında hizmetinde bulunduğu, velisine yönelip yardım istemesi gibidir. 2) Alemde, mahlukatın en şereflisi insanlardır. 3) Bu istiaze ile emrolunan, insanlardır. İnsan bu sûreyi okuduğu zaman, sanki, "Ya Rabbi, ey malikim, ey ilahım, sana sığınırım" demiş olur. (......) kelimeleri, atf-ı beyandır ve "Ebû Hafs, Ömer el-Fâruk'un sîresi" ifadesi gibidir. Binâenaleyh Allahü teâlâ önce, kendisinin "İnsanların Rabbi" olduğunu belirtmiştir. Sonra "Rabb", melik olabileceği gibi, olamayabileceği için, "meliki'n-Nâs" "insanların meliki" olduğunu belirtmiştir. Çünkü mesela "rabbu'd-dâr (evin sahibi), "rabbul-metâ" (bu malın sahibi) deyimlerinde olduğu gibi ("rab", kelimesi, daha küçük manalara gelebilir). Nitekim Cenâb-ı Hak, "Hahamlarını ve rahiblerini, Allah'ın dışında rabler edindiler"(Tevbe, 31) buyurmuştur. Sonra "melik", ilah olabilir de, olmayabilir de, işte bundan dolayı Allahü teâlâ, "ilâhi'n-nâs" (insanların ilahı) buyurarak, "ilah" olduğunu beyan etmiştir. Çünkü "ilah"lık, O'na hastır ve O'nun bu sıfatta, hiçbir ortağı yoktur. Keza Allahü teâlâ, "Rabb" ismi ile başladı ki "rabb"î tedbir ve ıslah (yönetim ve reformu) demektir. Rubûbiyyet, Allah'ın başta gelen nimetlerindendir. Çünkü O, kulunu terbiye etti (yaratıp-kendisinin bir kul olduğunu, Allah'ın ise, meliki (padişahı) olduğunu anladı. Bunun üzerine "melik" ismi ile O'nu medh'ü sena etti. Sonra ibadet etmesinin gerekli vevacib olduğunu öğrenip, bu ibadete layık ve müstehak olanın, o ma'budu olduğunu anlayınca, O'nun ilah olduğunu anladı. İşte bundan dolayı, Allahü teâlâ, son olarak "ilah" ismini getirdi. Keza, kulun, Rabbisinden ilk öğrendiği şey, Rabbisinin kul üzerindeki zahiri ve batını, açık ve gizli nimetlerinden dolayı, O'na itaat eden bir varlık olması (gereği)dir. İşte böyle nimetleri olan, Rabbdır. Kul, Allah'ın sıfatlarını öğrenmekden, O'nun celalini ve mahlukattan müstağni oluşunu öğrenmeye geçmeye devam eder. İşte o zaman, O'nun bir "melik" olduğunu öğrenmesi gerçekleşir. Çünkü melik (padişah), başkalarının kendisine muhtaç olduğu, ama kendisi başkalarına muhtaç olmayandır. Sonra kul, O'nu böyle tanıyınca, O'nun celal ve kibriya bakımından, anlatılanların bütün anlattıklarının üstünde olduğunu; O'nun İzzet ve azametini tanımada akıllarının hayrete düştüğü bir zat olduğunu anlar. İşte o zaman, O'nu "ilah" olarak tanır. Nas" (insanlar) kelimesinin tekrar edilmesinin sebebi, Allah'ın bu sıfatlarının tekrar edilmiş olmasıdır. Çünkü atf-ı beyan, daha çok açıklamaya ihtiyaç duyar. Bir de, bu tekrar, insanların çok şerefli (kıymetli) olduklarını gösterir. Çünkü Allahü teâlâ, zatını adeta, insanlar için rab, insanlar için melik ve insanlar için ilah olarak tarif etmektedir. Eğer insanlar, mahlukatının en şereflileri olmasaydı, Kitab-ı Kerîm'i, Kendisini onların Rabbi, Meliki ve İlahı olarşk tanıtma ile bitirmezdi. "Maliki yevmi'd-dîn" (Fatiha, 3) ayetinde "mâlik" diye gelmesi caizdir ama, burada "mâliki'n-nâs" şeklinde gelmesi caiz değildir. Farkı şudur: "Rabbî'n-nâs" kısmı, Allahü teâlâ'nın, insanların "maliki" olduğunu da ifade etmektedir. Binâenaleyh, O'nun mâlik oluşunun yanısıra, melik olduğunu da ifade etsin diye, bunun peşisıra, "melik' isminin zikredilmesi gerekir. Buna göre eğer, "Fatiha Süresi'nde de Allahü teâlâ önce, "Rabbi'l-âlemîn" buyurup, sonra, "mâliki yevmi'd-dîn" (din gününün sahibi) buyurmadı mı? Binâenaleyh burada da lüzumsuz bir tekrar olmuş olması gerekmez mi?" denilirse, biz deriz ki: "Fatiha Sûresi'ndeki lafız, Allahü teâlâ'nın, alerhlerin Rabbi olduğunu anlatmaktadır. "Alemler" ise, filhâl (o anda) mevcud olan herşeydir. Yine Fatiha'daki ayet, Allahü teâlâ'nın din gününün maliki olduğuna, yani o güne kadir olduğuna delalet ediyor. Binâenaleyh orada, "rabb" kelimesinin muzaf olduğu şey başka, "mâlik" kelimesinin muzaf olduğu şey bir başka şeydir. Dolayısıyla bu bir tekrar sayılmaz. Bu sûrede ise, "melik" yerine "mâlik" denilmiş olsaydı, rabb ve mâlik, tek bir şeye muzaf olmuş olacaktı, Dolayısıyla da bundan, lüzumsuz bir tekrar ortaay çıkacaktı. Böylece aradaki fark, görülmektedir. Keza çeşitli kıraatların caiz oluşu, nüzule (ayetin o şekilde de inmiş olmasına) bağlıdır, kıyasa değil.. Buradaki "melik" kelimesi, ancak şazz kıraatlarda "malik" şeklinde okunmuştur. 4"O sinsi vesvesecinin şerrinden". "Vesvâs", "zilzâl"ın "zelzele" mânasına oluşu gibi, "vesvese" manasında bir isimdir. Ama "zelzâl"ın masdarının "zilzâl" ofuşu gibi, bunun masdarı da, "vesvâs" (vesvese vermek)dir. Bu "vesvese"den murad şeytandır. Şeytan, masdar ile İsimlendirilmiştir. Çünkü o, bütün sanatı ve kendini verdiği bütün meşguliyeti vesevese olduğu için, sanki kendisi vesvesedir. Bunun bir benzeri de, "O (oğul), salih olmayan bir ameldir" (Hüd, 46) ayetidir. Buradaki "vesvese" "zü'l-vesvâs", yani vesveseci manasınadır. Vesvese ile ilgili geniş izah (A'raf, 20) ayetinin tefsirinde geçti. "Hannâs" kelimesine gelince bu, adeti sinmek olan manasına olup, 'avvâc ve neffasât gibi, geri kalma manasındaki "hanûs"un ism-i ensubudur. Sald b. Cübeyr 'in, "İnsan, Rabbini hatırladığı zaman, şeytan geri çekilir ve kaçar (siner); ama Rabbini unuttuğu zaman, ona vesvese verir" dediği rivayet edilmiştir. 5"Ki o, insanların sinelerine vesvese verir durur" Bil ki ayetin başındaki (......) ism-i mevsulü için, mahallen her üç hareke de mümkündür. Sıfat olmak üzere cerr, zemm üzere ref ve nasb mahallinde olabilir. Bu iki duruma göre o kısasın "el-hannâs"da durup, (......) ile başlaması güzel olur. 6"Cinlerden ve insanlardan (olan vesvasın şerrinden)...". Bu ayetle ilgili birkaç izah var: 1) Hak teâlâ sanki şöyle buyuruyor: "Sinsi vesveseci bazan, cinlerden olur, bazan insanlardan." Nitekim başka bir ayette de "İnsan ve cin şeytanları..."(En'âm, 112) buyurmuştur. Keza, cin şeytanları bazan vesvese verir, bazan da geri durur, iner. İnsan şeytanları da böyle olur. Çünkü o, kendisini adeta müşfik bir nasihatcı gibi gösterir. Dinleyen onu bu işten menederse, geri çekilir ve vesvese vermeyi bırakır; ama dinleyen onun sözünü kabullenirse, daha da ileri gider. 2) Bazı kimseler, "Cinlerden ve insanlardan" ayeti "İnsanların sinelerine" ayetinin altında yer alan iki kısmı ifade eder. Sanki insan ile cin arasında müşterek olan kısım, "insan" diye isimlendirilir; insan da keza "insan" diye isimlendirilir ve böylece "insan" kelimesi, bu müştereklik ile, hem cins, hem nev'i (tür) için kullanılmış olur. "İnsan" kelimesinin muhtevasında, hem "cinn"in, hem "insan"ın bulunduğunun delili, rivayet edilen şu husustur: Cinlerden bir grup geldiler. Onlara, "Siz kimsiniz?" diye sorulunca, "Cinlerden, bir takım insanlarız" dediler." Keza Allahü teâlâ da onlardan, "İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı" (Cin, 6) ayetinde, "adamlar" diye bahsetmiştir. Binâenaleyh onların "insanlar" diye isimlendirilmesi de mümkündür. Bu takdire göre ayetin manası, "İşte bu sinsi vesveseci, hınsı (günah) o kadar ileridir ki, sadece, insanları saptırmakla yetinmez, kendi cinsi olan cinleri de saptırır. Dolayısıyla akıllı olanın, onun şerrinden sakınması gerekir" şeklindedir. Bu, zayıf bir görüştür. Çünkü "İnsan" kelimesini, hem insanları, hem cinleri muhtevasında taşıyan bir cins isim saymak, lügat bakımından uzaktır. Çünkü cinlere, gizli olmalarından dolayı "cin" ismi verilmiştir. İnsanlara da, ortada oldukları-göründükleri için, "gösterme" manasındaki "înâs" masdarından olmak üzere "insan" ismi verilmiştir. Keşşaf sahibi, "Kim, bunun izahını isterse, şöyle demesi evlâdır: "İnsanların sinelerine vesvese verir durur" ayetinden murad, nâsînin (unutanın) sinelerine manasıdır.; (Kamer,6) ayetindeki (......) kelimesinin sonundaki yâ'nın düşmesi gibi, nasî (......)'nin de sonundaki ya düşmüştür. "Nâs"dan murad, "Nâsî" (unutan) olunca, bunun insan ve cin diye iki kısma ayrılması mümkün olur. Çünkü insanlar ve cinler (genelde) Allah'ın hakkını unutan iki türdürler. 3) Bu ayetten maksad, "Sinsi vesvesecinin şerrinden ve insanlar ile cinlerin şerrinden, insanların Rabbine sığınırım" manasıdır. Bu ayetleri okuyan, Rabbine, sanki önce tek şeytandan sığınıyor, sonra da bütün cinlerden ve insanlardan sığınıyor. Bil ki bu sûrede, şu şekilde bir başka incelik daha var: Önceki sûrede, Kendisine sığınılan Allahü teâlâ, tek bir sıfatla anılıyor, o da, "Rabbu'l-felâk" (sabahın Rabbi) vasfıdır. Orada kendisinden Allah'a sığınılan şeyler ise, üç çeşit büyük beladır. Onlar da, gâsık (gece), neffâsât (düğümlere üfleyen kadınlar) ve hasetcidir. Ama bu sûrede, sığınılan Allahü teâlâ, üç sıfatla zikrediliyor: Rabb, Melik ve İlah. Sığınılan şey ise tek bir şey, yani vesvese. Bu iki yer (sûre) arasındaki fark şudur: Medh-ü senanın (övgünün), elde edilmek istenen şeyin kıymetine göre belirlenmelidir. Binâenaleyh birinci sûrede istenen şey, bedenin ve canın selametidir. İkinci sûrede elde edilmek istenen şey ise, dinin elametidir. Bu, az bile olsa dine yönelik zararların; büyük bile olsa dünya zararlarından daha büyük olduğuna bir işarettir. Allah Sübhanehû ve Teâlâ en iyi bilendir. |
﴾ 0 ﴿