2

Hamd âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm ve Din Günü'nün maliki olan Allah'adır.

1- Hamdetmek:

"Hamd Allah'ındır" âyeti; Ebû Muhammed Abdu'l-Gani b. Said el-Hafız, Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hudri yoluyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Kul 'hamd Allah'ındır' dediği vakit, Allah da: Kulum doğru söyledi. Hamd yalnız benimdir diye buyurur." Müslim'in de rivâyetine göre Enes b. Mâlik dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah, birşey yediği zaman Allah'a hamdetmesi yahut birşey içtiği zaman Allah'a hamdetmesi dolayısıyla kulundan razı olur." Müslim, Zikr 89.

el-Hasen der ki: Ne kadar nimet varsa, şüphesiz el-hamdülillah "hamd, Allah'a mahsustur" demek, ondan daha faziletlidir.

İbn Mâce, Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah bir kula bir nimet verip de o kul el-hamdülillah diyecek olursa, mutlaka Allah'ın ona verdiği şey ondan aldığından daha kıymetli olur." İbn Mâce, Edeb 55.

Nevadiru'l-Usul'de Enes b. Mâlik'ten rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İçindeki herşeyiyle birlikte dünya, benim ümmetimden bir kişinin elinde bulunsa, daha sonra da bu kişi el-hamdülillah diyecek olsa, bu el-hamdülillah hiç şüphesiz bütün bu nimetlerden daha faziletli olur." Süyûtî, İbn Asâkir'in bunu Enes bin Mâlik'ten rivâyet ettiğini zikreder. es-Sirâcu'l-Münir, III, 195. Abdullah der ki: Bize göre bunun anlamı şudur: Bir kişiye dünya verilmiş ve daha sonra da ona bu kelime ihsan edilip onu söylemesi lütfunda bulunulmuş ise, söylediği bu kelime bütün dünyadan daha faziletlidir. Çünkü dünya fanidir, söylediği bu kelime ise bakidir. İşte bu kelime de "geriye kalan kalıcı salih ameller" arasındadır. Zaten yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Geriye kalacak olan salih amellerdir ki, Rabbinin nezdinde bunlar sevapça da hayırlıdır amelce de hayırlıdır." (el-Kehf, 18/46) Bazı rivâyetlerde de şöyle denilmiştir. Onun verdiği aldığından daha hayırlı olur. Ne'vâdiru'l-Usûl, II, 72. Bu ifadeye göre söylediği söz kulun verdiği olur, dünya ile de Allah'tan alınan şeyi kastetmiş olur. Bu tedbir (işleri çekip çevirmek) hakkındadır. Yine bu kelime kul tarafından söylenir, dünya da Allah tarafından verilir şeklinde de açıklandığı olur. Fakat aslı itibariyle her ikisi de Allah'tandır. Dünya da Allah'tandır, bu sözü söylemek de O'nun lütfundandır. Allah kişiye dünyayı vermiş ve onu ihtiyaçtan kurtarmış olur, bu kelimeyi de söylemeyi lütfetmiş, bu sebepten dolayı da ona âhirette şeref ihsan etmiş olur.

İbn Mâce'de İbn Ömer yoluyla gelen şu rivâyet yer almaktadır: Resûlüllah şunu anlattı:

"Allah'ın kullarından birisi, Rabbim, zatının celâline, saltanatının azametine yakışacak şekilde sana ham ederim" dedi. Yazıcı melekler için bunu yazmak zor geldi. Bunu nasıl yazacaklarını bilemediler. Semaya çıktılar ve şöyle dediler: Rabbimiz, senin kulun öyle bir söz söyledi ki onu nasıl yazacağımızı bilemiyoruz. Aziz ve celil olan Allah kulunun ne söylediğini daha iyi bildiği halde der ki: Kulum ne dedi? Melekler: Rabbim, o şöyle dedi: Rabbim, zatının celâline, saltanatının azametine yakışır şekilde sana hamdederim, dedi. Yüce Allah o iki meleğe şöyle dedi: Bu sözü kulumun söylediği şekilde yazınız. Nihayet o bana kavuşacağında o sözün karşılığını ben ona vereceğim." İbn Mâce, Edeb 55.

Müslim'de rivâyet edildiğine göre Ebû Mâlik el-Eş'arî dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Abdest almak imanın yarısıdır, el-hamdülillah demek mizanı doldurur. Sübhanellahi vel-hamdülillahi demek de sema ile arz arasını doldurur -yahut doldururlar. " Müslim, Tahâre 1.

2- "el-Hamdulillah" Demenin Fazileti:

İlim adamları, kulun: "el-hamdülillahi rabbi'l âlemîn" demesinin mi yoksa "lâ ilâhe illâlah" demesinin mi daha faziletli olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bir kesim: "el-hamdülillahi rabbi'l-âlemin" demesinin daha faziletli olacağını söylemişlerdir. Çünkü bu hamdin kapsamı içerisinde "lâ ilâhe illâlah" diye ifade edilen tevhid de bulunmaktadır. Buna göre kulun "elhamdülillah.." demesinde hem tevhid hem de hamd vardır. Fakat "lâ ilâhe illâlah" demesinde sadece tevhid sözkonusudur.

Bir başka kesim de; "lâ ilâhe illâlah" demenin daha faziletli olacağını söylemiştir. Çünkü bu tevhid kelimesiyle, küfür ve şirk ortadan kaldırılmaktadır. Bunun söylenmesi için insanlarla Savaşılır. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben insanlarla lâ ilâhe illâlah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum" diye buyurmuştur. Buhârî, Îman 17, Salât 28..., Müslim, Îman 32; Ebû Dâvûd, Zekat 1... ve diğer hadis kitapları... Bu görüşü İbn Atiyye tercih ederek şöyle der: Bunun daha faziletli olduğuna hüküm veren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Ben ve benden önceki bütün peygamberlerin söylediği en faziletli söz; lâ ilâhe illâlah vahdehu la şerike leh (Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, O bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur) sözüdür." Tirmizî, Deavât 122; Muvatta’', Kur'ân 32, Hacc 246.

3- Âlemlerin Rabbi:

Müslümanlar, yüce Allah'ın diğer bütün nimetlerine karşılık Mahmud (övülmeye, hamdedilmeye değer) olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Allah'ın lütfettiği nimetlerden birisi de imandır. Bu da imanın Allah'ın fiili ve yaratması ile olduğunun delilidir. Buna delil de yüce Rabbimizin:

“Âlemlerin rabbi" âyetidir. Âlemler ise, bütün yaratıkları ifade eder. Bunlardan birisi de imandır. Yoksa durum ileride de açıklanacağı üzere Kaderiyye'nin söylediği imanı insanlar yaratmamaktadır.

4- Hamd'in Anlamı:

"Hamd"in Arap dilindeki anlamı eksiksiz övgü, "sena"dır. Bunun başına gelen elif ve lâm (-ı tarif) bütün hamd türlerini kapsaması içindir. Şanı yüce Allah bütün hamdleri hak edendir. Çünkü en güzel isimler ve en yüce sıfatlar onundur, "el-hamd" lâfzı şairin şu sözlerinde cem'i kıllet (azlık bildiren çoğul) lâfzı ile çoğul yapılmıştır:

"En açık şekilde hamdedilip övülene tahsis ettim

Sözlerimin en faziletlisini ve hamdlerimin en üstününü."

Hamd'ın zıddı zem (yermek)dir. Övülen kimseye "hamîd" ve "mahmud" denilir. "Tahmid" ifadesi "hamd" den daha beliğdir. Ayrıca "hamd" şükürden daha kapsamlı ve geniştir. "Muhammed" ise övülmeye değer özellikleri çokça olan kimse demektir. Şair der ki:

"Şanlı, şerefli, kavminin efendisi,

son derece cömert ve çokça övülmeye değer özellikleri olana...."

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a da bu isim verilmiştir. Şair der ki:

"Onu tebcil etmek için kendi isminden ona bir isim türetti.

Arşın sahibi olan (Allah) Mahmud'dur. İşte bu da Muhammed'dir."

Mahmede (övülmeye değer husus), yerilmeye değer hususun anlamını ifade eden "mezemme"nin zıddıdır. Kişi hamdettiği takdirde onun hakkında: Adam hamdetti, denilir. Hamdedildiği görülen kimse için de kişi der. Mesela: "Filan yere vardım ve oranın övülecek bir yer olduğunu gördüm" demek gibi. Yani orayı övülmeye değer ve uygun bir yer olarak gördüm demektir. Bu ifadeleri; orada kalıp yaşamayı veya orada hayvanlar için bulunan otlakları beğendiğimiz takdirde kullanınz. Eşyayı çokça öven ve özelliklerinden daha fazla şeylere sahip olduklarını ileri süren kimse için de "Humede" denilir. Ateşin alevinin çıkardığı ses için de "hamedetu'n-nar" tabiri kullanılır.

5- "Hamd" ile "Şükür":

Ebû Cafer et-Taberi ile Ebû'l-Abbas el-Müberred, hamd ile şükürün aynı anlamda olduğunu söylemişlerse de bu görüş pek kabule değer bir görüş değildir. Ayrıca Ebû Abdurrahmân es-Sülemi de "el-Hakaik" adlı eserinde bunu Cafer es-Sadık ve İbn Atâ'nın görüşü olarak da nakletmektedir. İbn Atâ der ki: Hamd'in anlamı Allah'a şükretmektir. Çünkü onun bize zatına hamdetmeyi öğretmesi dolayısıyla O, bize bu alandaki lütfunu hatırlatmaktadır. Taberi de bu iki kelimenin aynı anlama geldiğini delil göstermek için kişinin: şükür olmak üzere Allah'a hamdolsun" demesinin doğru olacağını delil göstermiştir. İbn Atiyye de der ki: Gerçekte bu onun kabul ettiğinin zıddına delildir. Çünkü kişi ayrıca şükür olmak üzere" demekle "hamd'i" tahsis etmiş olur. Bu nimetlerden herhangi bir nimete bir hamd ifade eder.

Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Şükür hamdden daha geneldir. Çünkü şükür hem dil ile hem organlarla hem de kalp ile olur. Hamd ise sadece dil ile olur.

Hamd'in daha genel kapsamlı olduğu da söylenmiştir. Çünkü hamd, hem şükür manasını hem övmek anlamını kapsamaktadır. Bu ise şükürden daha geneldir. Hamd, şükür yerine kullanılabildiği halde şükür hamd yerine kullanılamamaktadır. İbn Abbâs'ın da şöyle dediği kaydedilmektedir: el-hamdülillah şükreden herkesin kullandığı bir sözdür. Âdem (aleyhisselâm) da aksırdığı vakit "el-hamdülillah" demiştir.

Yüce Allah da Hazret-i Nûh'a şöyle demesini emretmiştir:

"Bizi zâlimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun, de." (el-Mu'minun, 23/28)

İbrahim (aleyhisselâm) da şöyle demiştir:

"Bana ihtiyarlığıma rağmen İsmail'i ve İshak'ı bağışlayan Allah'a hamdolsun." (İbrahim, 14/39)

Hazret-i Davud ile Hazret-i Süleyman kıssasında da yüce Allah bize şunu bildirmektedir:

"İkisi dedi ki: Bizi pek çok mü’min kullarına üstün kılan Allah'a hamdolsun." (en-Neml, 27/15)

Yüce Allah Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de şöyle emretmektedir:

"Evlat edinmeyen o Allah'a hamdolsun, de." (el-İsra, 17-111)

Cennet ehli de şöyle diyeceklerdir:

"Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun." (Fatır, 35/34);

"Ve dualarının sonu da el-hamdülillahi rabbi âlemin (Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun, veya: Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur) demeleridir." (Yûnus, 10/10).

Buna göre "el-hamdilillah" şükreden herkesin söylediği sözdür.

Derim ki: Doğrusu şudur: Hamd, önceden bir ihsan sözkonusu olmaksızın nitelikleriyle övülmeye değer olana yapılan bir senadır, övgüdür. Şükür ise, bağışladığı ihsana (iyiliğe, güzelliğe) karşılık şükredilen kimseye yapılan bir senadır. İşte bu noktadan hareketle ilim adamlarımız şöyle demiştir: Buna göre hamd şükürden daha kapsamlıdır. Çünkü hamd hem sena, hem tahmid (yani hamdetmek) hem de şükür bakında kullanılır. Karşılık olarak yapılan (şükür), özel bir hali ifade eder. Ve sana iyilik yapana karşı bir mükâfattır. O bakımdan âyet-i kerimede kullanılan hamd, daha genel bir mana ifade ediyor. Çünkü şükürden geniş bir anlamı kapsamaktadır.

Hamd'in rıza anlamına geldiğinden de sözedilmektedir. Mesela: yani; ben onu sınadım ve beğendim, denilir.

Yüce Allah'ın:

"Makam-ı Mahmud" (el-İsra, 17/79) âyetinde de geçen "mahmud" kelimesi ise (övülmeye değer anlamına değil de) beğenilen ve hoşnud olunan makam demektir. Hazret-i Peygamber de âyeti: "Sidiğin çıkış yerini yıkamanızı sizin için uygun ve yerinde görürüm" İbnü’l-Esîr, en-Nihâye (I, 433)'de İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğini kaydetmektedir anlamındadır.

Yüce Allah'ın:

"el-hamdülillah" âyeti ile ilgili olarak Cafer es-Sadık'ın şöyle dediği de zikredilmektedir: Şanı yüce Allah'ı kendi zatını nitelendirdiği şekilde sıfatlarıyla öven kimse Allah'a hamdetmiş olur. Çünkü "hamd" kelimesi, "h, m, d" harflerinden meydana gelmiştir. Ha, vahdaniyyetten, mim, mülkten, dal ise deymumiyyetten (devamlılıktan, bekadan) gelmektedir. Yüce Allah'ı vahdaniyeti, deymumiyeti ve mülküyle tanıyıp bilen bir kimse gereği gibi tanımış olur. İşte "el-hamdülillah"ın hakikati de budur.

Şakik b. İbrahim de "el-hamdülillah"in tefsirinde şunları söylemektedir: Allah'a hamdetmek üç şekilde olur: Birincisi, Allah sana birşey verdiği takdirde o şeyi sana kimin verdiğini bilip tanımandır. İkincisi, sana verdiği şeye razı olmandır. Üçüncüsü ise onun ihsan ettiği güç senin vücudunda kalmaya devam ettiği sürece herhangi bir şekilde O'na isyan etmemektir. İşte bunlar hamdetmenin şartlarıdır.

6- Hamd ve Övgüler Allah'ındır:

Şanı yüce Allah "hamd" ile kendi zatını övüp sena etmiş ve Kitab-ı Kerîmi zatına hamd ile başlatmıştır. Bu hususta kendisinden başkasına izin vermemiştir. Aksine Kitab-ı Kerîm'inde ve yüce Peygamberinin dili üzere kendilerini bu şekilde övmelerini yasaklamak üzere şöyle buyurmaktadır:

"O halde kendinizi övmeyin (temize çıkarmayın). O, takva sahibi olanları, en iyi bilendir." (en-Necm, 53/32) Hazret-i Peygamber de: "Övücülerin yüzlerine toprak saçınız." Müslim, Zühd 69. diye buyurmaktadır. Bunu el-Mikdad rivâyet etmiştir. İleride yüce Allah'ın izniyle en-Nisa sûresinde (49. âyetin tefsiri yapılırken) insanların kendilerini övmeye dair açıklamalar gelecektir.

Buna göre

"el-hamdülillahi rabbi'l-âlemin (hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır)" âyetinin anlamı şudur: Âlemlerden hiçbir kimse bana hamdetmeden önce ben kendi zatımı hamd etmiş (övmüş) bulunuyorum. Ezelden beri benim kendime hamdedişim herhangi bir sebebe bağlı değildir. Fakat insanların, yaratıkların bana hamdetmelerinin birtakım sebeplerle yapılma şaibesi vardır. İlim adamlarımız der ki: O bakımdan kendisine kemal ihsan edilmemiş yaratıklardan herhangi bir kimsenin menfaatleri çekmek ve nefsine gelecek zararları bertaraf etmek için kendisine hamdetmesi (övmesi) çirkin görülmüştür.

Şöyle de denilmiştir: Şanı yüce Allah kullarının kendisini hamdetmekten aciz olduklarını bildiğinden dolayı ezelde kendi zatını kendi zatı ile ve kendi zatı için hamdetmiştir. O bakımdan onun kulları bu konuda bütün güçlerini ortaya koyacak olsalar dahi O'na hamdetmekten aciz kalırlar. Peygamber efendimizin: "Ben sana yapılması gereken bütün övgüleri sayıp dökemem" Müslim, Salât 222; Ebû Dâvûd, Salât 148, Vitr 5; Tirmizî, Deavât 111; Müsned, VI, 58 vb.. âyeti ile bu konudaki aczini nasıl ortaya koyduğuna dikkat edelim. Şair de şöyle demiştir:

"Bir iyilik sebebiyle biz sana senada bulunsak dahi

Sen bizim övdüğümüz gibi ve hatta övdüğümüzün de çok üstündesin."

Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah kullarına nimetlerinin çokluğunu onların ise gereği gibi kendisine hamdedebilmekten acizliklerini bildiğinden dolayı - lütuf ve minnetin ağırlığını üzerlerinden kaldırdığı için sahip oldukları nimetlerden daha rahat ve huzurlu bir şekilde faydalanabilsinler diye -onlar yerine kendi zatını ezelde hamdetmiş, övmüştür.

7- "el-Hamdu..."de Kıraat:

Yedi kıraat İmâmı ve insanların Cumhûru el-hamdülillah" âyetindeki "dal" harfinin ref edilmesi (du şeklinde ötreli okunması) üzerinde icma etmişlerdir. Süfyan b. Uyeyne ve Ru'be b. el-Accac'dan "dal" harfinin üstünlü okunması ile "el-hamdelillahi" şeklinde okudukları da rivâyet edilmiştir. Bu ise, bir fiilin takdir edilmesi anlamına gelir, "el-hamdülillah" ifadesinde "dal" harfinin ötreli okunması, mübteda ve haberdir de denilmiştir. Haber olması ise, bir mana ifade etmesini gerektirir. Bunun ifade ettiği mana nedir? Bunun cevabı şudur: Sîbeveyh der ki: Kişi (dal harfini) ötreli okuyarak "el-hamdülillah" dediği takdirde Allah'a hamd ettim, ifadesinin ihtiva ettiği manaya benzer bir söz söylemiş olur. Şu kadar var ki "el-hamdü" diyerek "dal" harfini ötreli okuyan kimse hem kendisinin hem de bütün yaratıkların yüce Allah'a hamdettiğini haber vermektedir, "el-hamde" şeklinde "dal" harfini üstünlü okuyan bir kimse ise, yalnız kendisinin hamdinin Allah'a olduğunu haber vermektedir.

Sîbeveyh'ten başkaları ise şöyle demiştir: Bu şekilde yüce Allah'ın affına ve mağfiretine sığınmak, O'nu tazim etmek, şanını şerefini yüceltmek için söylenir. Böyle bir ifade ise haber kipinin anlamından farklıdır. Ondan çok dilekte bulunmak anlamı vardır. Nitekim Hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmuştur: "Her kim beni anmakla uğraşırken bana talepte bulunmak fırsatını bulmayacak olursa ona dilekte bulunanlara verdiklerimden daha üstün olanlarını veririm." Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'ân 25; "Her kim Kur'ân okumak ve beni anlamakla..." şeklinde.

Şöyle de denilmiştir: Şanı yüce Allah'ın kendi zatını övüp senada bulunması, bunu kullarına öğretmek içindir. Buna göre "el-hamdülillah"ın manası: "el-hamdülillah deyiniz" şeklinde olur. Taberî der ki: "el-hamdülillah" şanı yüce Allah'ın kendisine yaptığı bir sena ve övgüdür. Ayrıca bunun kapsamı içerisinde kullarına kendisine övgüde bulunmalarını emretmektedir. Âdeta: el-hamdülillah deyiniz, demiş gibi olur. İşte (bundan sonra gelecek olan): "Yalnız sana.... deyiniz" âyeti de bu şekilde açıklanır. Bu sözün zahirinin açıkça ifade ettiği şeyleri Arap dilinde hazfetmek (zikretmemek) türünden bir söyleyiştir. Şairin şu sözlerinde olduğu gibi:

"Ben biliyorum ki, toprak olacağım

Develer hızlı yürüdüğünde yürüyemez (olacağım)

Soranlar kime (kabir) kazıdınız? diye soracaklar

Cevap verenler onlara: Vezirî diyecekler."

Yani: Kendisi için kabir kazdığımız kişi (şair) Veziridir, diyeceklerdir. Burada bu ifadelerin söylenmeyişi kullanılan sözlerden bunun açıkça anlaşılması dolayısıyladır. Bunun benzerleri pek çoktur.

İbn Ebi Able'den ikinci harfi birincisine tabi kılmak ve lâfızlar arasında tecanüs (uygunluk) olsun diye dal ve lâm harflerinin ötreli okunuşu ile: "el-hamdülullahi" şeklinde bir söyleyişle rivâyet edilmiştir. Arapların dilinde böyle bir tecanüs çokça kullanılan birşeydir. Mesela, sana geliyorum" kelimesi ile ve o dağdan inmekte iken," söyleyişleri de bu türdendir. Şair der ki:

"Oynat bacaklarını annen seni kaybedesice"

Burada "nun" harfi kendisinden sonra gelen hemzenin ötreli okunuşu sebebiyle ötreli okunmuştur.

"Melekler de ardarda" (el-Enfal, 8/9) âyetinde yer alan radıyallahü anh harfini mime uydurarak ötreli olarak okumuşlardır. kelimesinde yer alan "kaf" harfinin ötreli okunuşu da böyledir. Yine Araplar kelimesinde hemzeyi lâm'a uydurarak esreli okumuşlardır. en-Numan b. Beşir'e ait olduğu belirtilen (ve avlamak kasdıyla bir kurdun peşine takılmış bir kartalın durumunu anlatan) şu beyitte de durum böyledir:

"Havada takip ederek giden bu (kartalın) vay anasına

Şu yerde olup da takip edilen kişi gibi de olmasın"

Burada asıl şeklindeki söyleyiştir. Ancak birinci Lâm hazfedilmiş ve esreden sonra hemzenin ötreli okunuşu ağır bulunduğundan dolayı bunu (yani esreyi) Lâm'a aktarmış, sonra da gelen Mim'i de Lâm gibi (yani esreli) okumuştur.

el-Hasen b. Ebi'l-Hasen ile Zeyd b. Ali'den birincisini ikincisine uydurmak suretiyle "el-hamdilillahi" şeklinde okudukları rivâyet edilmiştir.

8- "Âlemlerin Rabbi":

Yüce Allah'ın:

“Âlemlerin Rabbi" onların Mâlikî, sahibi demektir. Herhangi bir şeye mâlik olan herkes o şeyin rabbidir. Çünkü "er-Rab", el-mâlik demektir. es-Sihah adlı sözlükde şöyle denilmektedir: Rab, yüce Allah'ın isimlerindendir. Başkası hakkında ancak izafet ile kullanılabilir. Araplar cahiliyye döneminde bu kelimeyi hükümdar hakkında kullanmışlardır. Haris b. Hillize der ki:

"O rabdır ve şahit olandır

Hiyareyn gününe ve sınama dediğin de odur."

Rab, efendi anlamına da gelir. Yüce Allah'ın:

"Beni rabbinin nezdinde an" (Yusuf, 12/42) âyetindeki rab bu anlamdadır. Hadîs-i şerîfte de: "Cariyenin rabbesini doğurması" Buhârî, Îman 37, Tefsir 31. sûre 2; Müslim, Îman 1, 5, 7; Ebû Dâvûd, Sünne 16; Tirmizî, Îman 4; Nesâî, Îman 5, 6.- ifadesinin anlamı hanımefendisini doğurmasıdır. Biz bunu "et-Tezkire" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz.

Rab, aynı zamanda ıslah edip düzelten, işleri çekip çeviren, düzelten ve yöneten anlamına da gelir. el-Herevîve başkaları der ki: Birşeyi düzeltip tamamlayan kişi için: tabirleri kullanılır.

O şeyi ıslah edip tamamlayan kimse için de O, onun rabbidir denilir.

"Rabbaniler"e bu adın veriliş sebebi onların kitapların gereğini yerine getirmeleridir. Hadîs-i şerîfte de denilmektedir. Yani, "senin onun üzerinde yerine getireceğin ve gereği gibi ıslah edeceğin bir nimetin var mıdır?" Müslim, Birr 38.

Rab, aynı zamamda mabud anlamındadır. Şairin şu sözü böyledir:

"Tepesine erkek tilkinin işediği rab mı olur?

Üzerine tilkilerin işediği kimse yemin olsun, zelil olur."

Birşeyi çoğaltıp büyütmek hakkında da bu kökten onu büyüttü" tabiri kullanılır. Bunu da en-Nehhâs kaydetmiştir. es-Sıhah'ta. da şöyle denilmiştir filan kişi çocuğunu terbiye etti, büyüttü, denilir. "el-Merbub" da rabbi tarafından beslenip büyütülen kimse demektir.

9- Yüce Allah'ın Rab İsm-i Şerifi;

Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Bu yüce Allah'ın en büyük adıdır. Çünkü dua edenler bu ismi kullanarak çokça dua ederler. Kur'ân-ı Kerîm'de bunu da dikkatle tesbit edebiliriz. Mesela Âl-i İmrân sûresinin sonlarında, İbrahim sûresinde ve diğer sûrelerdeki dualar böyledir. Bütün bunlar, rabb ile merbub (radıyallahü anhbleri tarafından yaratılan yaratıklar) arasındaki bu tür bir niteliği belirten bir ilişkiyi göstermektedir. Ayrıca bu kelime, her durumda şefkat, merhamet ve rabbe olan ihtiyacı da ifade etmektedir.

Bu ismin (radıyallahü anhb adının) türediği kökün ne olduğu hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunun "terbiye"den türediği söylenmiştir. Şanı yüce Allah bütün yaratıklarının işlerini çekip çeviren ve onları terbiye edendir. Yüce Allah'ın:

"Himayenizde bulunan üvey kızlarınız" (en-Nisa, 4/23) âyetindeki "rebaib" kelimesi de buradan gelmektedir. Bu şekilde hanımın kızı olan üvey kızlara "rabibe" (rebaib'in tekili) denilmesi kocanın bu üvey kızını terbiye etmesinden dolayıdır.

Şanı yüce Allah da yaratıklarının işlerini çekip çevirdiğinden ve onları terbiye ettiğinden dolayı bu kelime yüce Allah'ın fiil sıfatı olur. Mâlik ve efendi anlamına ise "rab", zat sıfatı olur.

10- "er-Rab":

"Rab" kelimesinin başına elif ve lâm getirilerek "er-Rab" denildiği takdirde sadece yüce Allah kastedilmiş olur. Çünkü buradaki "elif, lâm" ahd içindir. Eğer "elif, lâm" kaldırılacak olursa yüce Allah için de kulları için de ortak olarak kullanılır. Mesela "Allah, kulların rabbidir" denildiği gibi "Zeyd evin rabbi (sahibi)dir" denilir. Şanı yüce olan Allah bu durumda rabler rabbidir. Mâlike de memlûke de (mülk sahibine de sahibi olduğu mülke de) mâliktir. Onu da yaratan ve ona da rızık veren O'dur. O'nun dışında kalan bütün "rabler" ise yaratıcı ve rızık verici değildir. Her mülk edinilen daha önce öyle olmadığı halde o da başkasının mülkiyeti altına verilir ve bu mülk onun elinden alınır. Diğer taraftan mâlik kişi birtakım şeylere mâlik olduğu halde başka birçok şeye de mâlik olamaz. Şanı yüce Allah'ın sıfatı ise bütün bu hususlardan farklıdır. İşte yaratanın niteliği ile mahlukatın niteliği arasındaki fark buradadır.

11- "Âlemler":

Yüce Allah'ın:

"el-âlemîn" âyeti ile ilgili olarak te'vil ehli (tefsirciler) pek çok farklı görüşler ortaya atmışlardır. Katâde der ki: "el-âlemûn" kelimesi "âlem" kelimesinin çoğuludur. Yüce Allah'ın dışında bulunan her varlığı ifade eder. Bu kelimenin kendi lâfzından tekili yoktur. (Belli bir kalabalığı ifade eden): Raht ve kavm kelimeleri gibi. Her çağın insanları bir âlemdir, de denilmiştir. Bu görüş el-Huseyn b. el-Fadl'a aittir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Âlemler arasından erkeklere gidersiniz!" (eş-Şuara, 26/165) Burada yer alan "âlemler"den kasıt insanlardır. el-Accâc da der ki:

"Hindif (kabilesi) bu âlemin tepesidir."

Cerir b. el-Hatafî de der ki:

"Bütün insanlık O'nun iyilikte bulunmasını istiyor ve O yücedir.

Ve bütün âlemler onun bakımı altında olurlar."

İbn Abbâs der ki:

"Âlemler" cinler ve insanlar demektir. Delili ise yüce Allah'ın:

"Bütün âlemlere uyarıcı olsun diye..." (el-Furkan, 25/1) âyetidir. Hazret-i Peygamber ise, hayvanlara uyarıcı olmamıştır.

el-Ferrâ' ve Ebû Ubeyde der ki: Âlem aklı eren kimseleri ifade eder. Bunlar da dört ayrı ümmet (topluluk)tirler: İnsanlar, cinler, melekler ve şeytanlar. O bakımdan aklı ermeyen hayvanlara âlem, denilmez. Çünkü bu şekilde çoğul (el-âlemûn ve el-âlemîn) sadece aklı eren varlıklar için kullanılır.

el-A'şâ der ki:

"Ben âlemler arasında onlar gibisini işitmedim."

Zeyd b. Eslem de der ki: Âlemler kendilerine rızık verilen kimselerdir. Amr b. el-A'la'nın: Bunlar ruhanî (yani ruh sahibi) varlıklardır sözü de buna yakındır. Yine İbn Abbâs'ın şu sözünün anlamı da budur: (Âlem) ruh sahibi ve yeryüzünde hareket eden her varlıktır.

Vehb b. Münebbih de der ki: Aziz ve celil olan Allah'ın onsekizbin tane âlemi vardır ve dünya da bu âlemlerden bir tanesidir. Ebû Said el-Hudri de der ki: Yüce Allah'ın kırkbin âlemi vardır. Doğusundan batısına kadar dünya tek bir âlemdir.

Mukâtil der ki: Âlemler seksen bin tanedir. Kırkbin tanesi karada kırkbin tanesi de denizdedir.

er-Rabî b. Enes de Ebû'l-Âl-iyye'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir. Cinler bir âlemdir, insanlar bir âlemdir. Bunların dışında yeryüzünün dört bucağı vardır. Bu bucaklardan her birisinde bin beşyüz âlem vardır. Ve Allah bunları ibadeti için yaratmıştır.

Derim ki: Bu konudaki birinci görüş bütün bu görüşlerin en sahih olanıdır. Çünkü her türlü yaratığı ve varlığı kapsar. Buna delil ise yüce Allah'ın şu âyetidir:

"Fir'avn dedi ki: Âlemlerin Rabbi nedir? (Mûsa) dedi ki: Göklerin, yerin ve onların arasında olanların Rabbidir." (eş-Şuara, 26/23-24) Diğer taraftan bu kelime "âlem ve alâmef'den türemiştir. Çünkü âlem ve alâmet kendisini varedenin delilidir. ez-Zeccâc da böyle demiştir: Âlem yüce Allah'ın dünya ve âhirette yarattığı herşeydir. el-Halil der ki: Âlem, alamet vema'lem: Birşeye delalet eden demektir. Âlem de kendisini yaratanın ve işlerini düzenleyenin varlığına delalet etmektedir. Bu ise açıkça anlaşılan bir durumdur.

Nakledildiğine göre adamın birisi Cüneyd'in önünde "el-hamdülillah" demiş ona: Yüce Allah'ın buyurduğu gibi sen de onu tamamlayarak bir de "rabbi'l-âlemin" de, diye cevap vermiş. Adam: Peki âlemîn dediğin kimdir ki hak ile birlikte bunlar da zikredilsin? Cüneyd ona şu cevabı verdi: Sen öyle söyle kardeşim. Çünkü sonradan yaratılan birşey artık kadim ile birlikte zikredilecek olursa bunun herhangi bir izi kalmaz.

12- "Rabb" Kelimesinin Okunuşu:

"Rab" kelimesinin (esreli okuyuştan ayrı olarak) ref edilmesi (yani "rabbu" şeklinde okunması) da caizdir, nasb edilmesi (radıyallahü anhbbe şeklinde okuması) da caizdir. Nasb halinde okunursa, övgü ifade eder, ref halinde okunursa, önceki ifadelerle ilişkisi olmaksızın: "O âlemlerin Rabbidir" anlamına gelir.

2 ﴿