BAKARA SÛRESİ

(Bakara süresi, Medine'de Nazil Olmuştur. 286 Âyettir)

Önce sûrenin nüzulü, fazileti ve ona dair varid olmuş haberler ile ilgili açıklamalarla başlayacağız. Bu konuda rivâyet tesbit etmek şartıyla ondan sonra bütün sûrelerde de aynı usulü takip edeceğiz.

Sûre'nin Nüzul Zamanı:

Bakara sûresi Medine'de ve değişik sürelerde inmiş bir sûredir. Medine'de nazil olmuş ilk sûre olduğu da söylenmiştir. Ancak yüce Allah'ın:

"Kendisinde Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz." (el-Bakara, 2/281) âyeti semadan son nazil olan âyet-i kerimedir. Bu âyet-i kerîme Mina'da, Veda Haccında Kurban bayramının birinci gününde nazil olmuştur. Yine faizin yasağını belirten âyet-i kerimeler de (el-Bakara, 2/275, 280) Kur'ân-ı Kerîm'den son nazil olmuş âyetler arasındadır.

Bu sûrenin fazileti çok, sevabı muazzamdır. Buna Fustatu'l-Kur'ân (Kur'ân'ın Otağı) ismi verilir. Bu adın verildiğini Halid b. Ma'dan söylemiştir. Bu adın veriliş sebebi ise, azameti, gözkamaştırıcı özelliği, çekiciliği, hüküm ve öğütlerinin çokluğudur. Hazret-i Ömer bu sûreyi, -daha önceden de belirtildiği gibi- ihtiva ettiği fıkhı ve diğer hükümleriyle on iki yılda oğlu Abdullah da sekiz yılda öğrenmiştir.

İbnu'l-Arabi der ki: Hocalarımdan birisini şöyle derken dinledim: Bu sûrede bin tane emir, bin tane nehiy, bin tane hüküm, bin tane haber vardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) belli sayıda askerî birliği belli bir tarafa göndermiş. Onların başına en genç olanını Bakara sûresini ezberlediğinden dolayı komuttan tayin etmiş ve ona: "Git, sen onların emirisin" demiştir. Bu hadisi Tirmizî, Ebû Hüreyre'den rivâyet etmiş olup sahih olduğunu belirtmiştir. Müslim, Ebû Umame el-Bahili'nin şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Bakara sûresini okuyunuz. Onu öğrenmek bereket, onu terketmek bir hasrettir. Batılcılar da onun altından kalkamazlar." (Hadisin ravilerinden bir tanesi olan) Hazret-i Muâviye der ki: Bana ulaştığına göre burada sözü geçen "batılcılar"dan kasıt sihirbazlardır. Yine Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Evlerinizi kabirler haline getirmeyiniz. Çünkü şeytan, içerisinde) Bakara sûresinin okunduğu evden kaçar."

Dârimî, Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bakara sûresi bir evde okundu mu mutlaka şeytan oradan seslice kaçıp gider. Ayrıca şöyle demiştir: Herşeyin bir zirvesi vardır. Kur'ân'ın zirvesi de Bakara süresidir. Herşeyin katıksız bir özü vardır. Kur'ân-ı Kerîm'in özü de mufassal sûrelerdir.

el-Busti'nin Sahih’inde Sehl b. Sa'd'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz her şeyin bir zirvesi vardır. Kur'ân'ın zirvesi de Bakara süresidir. Kim geceleyin evinde okursa, üç gece süre ile şeytan onun evine girmez. Kim gündüzün onu okursa, şeytan üç gün süre ile evine girmez." Ebû Hâtim el-Busti der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Şeytan üç gün süre ile evine girmez" âyeti ile kastettiği şeytanların azgın olanlarıdır.

Müsned'inde eş-Şa'bi'nin şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Abdullah dedi ki: Her kim bir gecede Bakara sûresinden on âyet-i kerîme okur ise sabah olana kadar o gece o eve hiçbir şeytan giremez. Bunlar baştaki ilk dört âyet, Âyetul-Kürsi, ondan sonraki iki âyet ve:

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır" (el-Bakara, 2/284) den itibaren sonundaki üç âyet-i kerimedir. Yine eş-Şa'bi'nin rivâyetine göre Abdullah şöyle demiştir: O gün ona da aile halkına da şeytan yaklaşmaz, hoşuna gitmeyecek birşey de ilişmez. Bunlar bir deliye okundu mu mutlaka kendisine gelir. -Abdullah'ın arkadaşlarından birisi olan el-Muğire b. Subey' dedi ki: Kur'ân'ı asla unutmaz. İshak b. Îsa der ki: Ezberlemiş olduklarını unutmaz. Ebû Muhammed ed-Dârimî der ki: (radıyallahü anhvilerden) kimisi de el-Muğire b. (Subey' değil de) Sumey'dir demiştir.

İbn Abdi'l-Berr'in "el-lstiab" adlı eserinde şöyle denilmektedir: Lebid b. Rabia b. Amir b. Mâlik b. Cafer b. Kilab b. Rabia b. Âmir b. Sa'saa cahiliyye dönemi şairlerinden birisi idi. İslam'ı da idrak etmiş güzel bir şekilde İslâm'a bağlanmış, müslüman olduktan sonra şiir söylemeye son vermişti. Halifeliği döneminde Hazret-i Ömer ona şiiri hakkında soru sormuş. Şiir okumasını istemişti. O da Bakara sûresini okumuştu. Hazret-i Ömer ona: Ben sana kendi şiirinden okumanı istemiştim. Lebid de: Yüce Allah bana Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini öğrenmeyi nasip ettikten sonra bir beyit olsun şiir söylemedim. Onun bu sözleri Hazret-i Ömer'in hoşuna gittiğinden dolayı iki bin olan maaşına beş yüz daha ilave etmişti. Haber rivâyet edenlerin çoğu şöyle demiştir: Lebid İslâm'a girdikten sonra şiir söylemedi. Bazıları da: O İslâm'a girdikten sonra sadece şu beyiti söylemiştir, demektedirler:

"Allah'a hamdolsun çünkü ecelim gelmedi

İslâm'dan bir elbiseye bürününceye kadar."

İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu beyitin Selul'lu Karade b. Nüfase'ye ait olduğu da söylenmiştir. Bence daha sahih olan görüş budur. Başkası da şöyle der: Hayır, İslâm'a girdikten sonra Lebid'in söylediği beyit şudur:

"Soylu insanı kendi nefsi gibi sigaya çeken olmaz

Kişinin salih arkadaşı kişiyi İslah eder."

Âyete'l-Kürsî ile Bakara sûresinin sonlarının faziletine dair varid olmuş haberler, bunların tefsiri yapılırken gelecektir. Yine Âl-i İmrân sûresinin baş taraflarında bu sûrenin faziletine dair daha başka açıklamalar da -yüce Allah'ın izniyle- gelecektir.

"Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile"

1

Elif, Lâm, Mîm.

Makatta Harfler ve Müteşabih:

Tefsir âlimleri sûrelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'ân-ı Kerîm'de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih âyetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara îman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz.

Bu görüş ayrıca Ebû Bekir es-Sıddîk ile Ali b. Ebî Tâlib (Allah ikisinden de razı olsun )den de rivâyet edilmiştir.

Ebû’l-Leys es-Semerkandî, Ömer, Osman ve İbn Mes'ûd (radıyallahü anhüm)dan şöyle dediklerini kaydetmektedir: Mukatta Harfler ilimleri gizlenmiş âyetlerdendir. Onlar tefsir edilmezler.

Ebû Hâtim de der ki: Biz Mukatta Harfleri Kur'ân-ı Kerîm'de yalnızca sûrelerin baş taraflarında görebiliyoruz. Bunlarla yüce Allah'ın neyi anlatmak istediklerini de bilemiyoruz.

Derim ki: Ebû Bekr el-Enbârî'nin zikrettiği şu rivâyetler de bu kabildendir: Bize el-Hasen b. Hubab anlattı. Bize Ebû Bekr b. Ebi Talib anlattı. Bize Ebû'l-Münzir el-Vasıti, Mâlik b. Miğvel'den anlattı. Mâlik, Said b. Mesrûk'tan, o er-Rabi b. Huseyn'den rivâyetle dedi ki: Yüce Allah bu Kur'ân-ı Kerîm'i indirdi ve ondan istediği şeylerin bilgisini yalnızca kendisine sakladı. Sizi de dilediğine muttali kıldı, dilediğinin sırrını bildirdi. Kendisi için sakladığı bilgilere herhangi bir şekilde nail olamazsınız. O bakımdan onlara dair soru sormayınız. Sizi muttali kıldığı şeylere gelince, işte hakkında soru soracağınız ve kendisine dair size haber verilecek olan bilgi budur. Bununla birlikte siz Kur'ân'ın tümünü öğrenemezsiniz ve bütün öğrendiklerinizle de amel edemezsiniz. Ebû Bekr der ki: İşte bu, Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan birtakım harflerin anlamlarını yüce Allah'tan bir deneme ve bir imtihan olmak üzere bütün alemden gizli tutulduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bunlara îman eden bir kimseye ecir verilir, mutlu olur. Bunları inkar eden ve şüphe ile karşılayan da günah kazanır ve haktan uzaklaşır.

Bize Kadı Ebû Yûsuf b. Yakub anlattı. Bize Muhammed b. Ebû Bekr anlattı, bize Abdurahmân b. Mehdi Süfyan'dan rivâyetle anlattı. Süfyan, el-A'meş'ten, o Umare'den o Hureys b. Zuhayr'dan o da Abdullah (b. Mes'ûd)'dan rivâyetle dedi ki: Hiçbir mü’min ğayba imandan daha faziletli bir îmana sahip olmaz. Bundan sonra da:

"Onlar ğayba inanırlar" (el-Bakara, 2/3) âyetini okudu.

Derim ki: Bu müteşabih ve müteşabihin hükmü ile ilgili açıklamalardır. İleride yüce Allah'ın izniyle Âl-i İmrân sûresinde de açıklanacağı üzere doğru olan görüş budur. İlim adamlarından büyükçe bir topluluk da şöyle demiştir: Hayır, bizim bunlara dair söz söylememiz ve bunların altında saklı olan faydalı hususları araştırmamız, bunlardan çıkartılabilecek anlamlar üzerinde durmamız gerekmektedir. Bu görüşü savunanlar konu ile ilgili pek çok kanaat ileri sürmüşlerdir.

İbn Abbâs'tan ve yine Hazret-i Ali'den şöyle dedikleri rivâyet edilmektedir: Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan Mukatta Harfler Allah'ın ism-i a'zamıdır. Şu kadar var ki bizler bu harflerden bu ismin ne şekilde olduğunu çıkartandayız.

Kutrub, el-Ferrâ' ve başkaları der ki: Bunlar heca harflerine işarettir. Allah bunlarla bu Kur'ân-ı Kerîm'in benzerini meydana getirmek için meydan okuduğunda Kur'ân-ı Kerîm'in bu harflerden meydana geldiğini bildirmektedir ki onların konuşmalarının temelini bu harfler oluşturmaktadır. Böylelikle onların Kur'ân-ı Kerîm'in benzerini meydana getirmekten yana acze düşmeleri ile onlara karşı getirilen delil daha bir beliğ (açık) olur ve kesinlik kazanır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm onların dilleri olan Arapçanın dışında değildir. Kutrub der ki: Onlar Kur'ân-ı Kerîm'i işittiklerinde kaçıp gidiyorlardı fakat

"Elif, Lâm, Mim" ve

"Elif, Lâm, Mim, Sad" âyetlerini işitince böyle bir sözü (önce) tepki ile karşıladılar. Ancak Hazret-i Peygamber'e kulak vermeye başladıklarında onu işitme duyularına ve kulaklarına sağlamca yerleştirmek kastı ile onlara telif edici (ısındırıcı) Kur'ân-ı Kerîm'i okudu ve onlara karşı delilini ortaya koydu.

Başka bir grup da şöyle demektedir: Müşrikler, Mekke'de iken Kur'ân-ı Kerîm'i dinlemekten yüzçevirip:

"Bu Kur'ân'ı dinlemeyin ve o okunurken anlamsız sözler söyleyin" (Fussilet, 41/26) demeleri üzerine onlar tarafından garib karşılansın ve kulak kabartsınlar, ondan sonra da Kur'ân'ı dinlesinler, böylelikle de onlara karşı kesin bir şekilde delil ortaya konulsun diye bu harfler nazil olmuştur.

Bir grup da şöyle demektedir: Bu harfler bir kısmı bırakılmış geri kalanları belirtilmemiş bazı isimlere delalet etmektedirler. Nitekim İbn Abbâs ve başkalarının şu açıklamaları buna benzer: Elif Allah'tan, Lâm Cebrâîl'den, Mim ise Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den (kısaltma)dır. Şöyle de denilmiştir: Elif Allah adının baş harfi, Lâm Latif ismini baş harfi, Mim Mecid adının baş harfidir.

Ebû'd-Duha, yüce Allah'ın (........)

"elif, lâm, mim" âyeti hakkında İbn Abbâs'ın şu açıklamayı yaptığını rivâyet etmektedir: "Ben Allah'ım bilirim." Diğer taraftan "elif, lâm, râ"nın: Ben Allah'ım görürüm; "elif, lâm, mim, sad" âyetinin: "Ben Allah'ım hakkı batıldan ayıran hükmü veririm" anlamına geldiğini de söylemişlerdir. Buna göre elif (ben anlamına gelen) "ene" kelimesinin "lâm" harfi "Allah" adının, "mim" harfi (bilirim anlamına gelen) "a'lemu"nun yerini tutmaktadır. ez-Zeccâc bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir: Ben bu harflerden her birisinin bir mana ifade ettiği kanaatindeyim. Araplar harflerin bir kısmını teşkil ettiği kelimelerin yerini tutmak üzere hem şiirde hem de o manayı kastetmek üzere (tek başlarına) harfleri kullanmış bulunmaktadırlar. Şairin şu sözünde olduğu gibi:

"Ben ona 'dur' dedim o da 'kâf dedi."

Burada şair: İşte durdum, dediğini kastetmektedir. Zuheyr de şöyle demiştir:

"Hayra karşılık hayırlar, fakat şer olursa fâ

Bununla birlikte ben şer istemem ancak tâ."

Şair burada "fâ" ile; "eğer sen kötülük yaparsan ben de kötü karşılık veririm" demek istemiştir. "Fâ" ile de; "sen kötülük istersen ben de kötülük yaparım," demek istemiştir.

Bir diğer şair de şöyle demiştir:

"Onlara seslendiler yularları takın diye hiç tâ...mısınız?

Hep birlikte haydi fâ.. dediler."

"Tâ" ile binmez misiniz, demek istemiş, "fâ" ile de bininiz, demek istemiştir.

Hadîs-i şerîfte de Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir müslümanın öldürülmesine yarım kelime ile dahi yardımcı olursa..." Şakik der ki: Yarım kelime ile yardımcı olması demek Çöldür anlamına gelen) "uktul" kelimesi yerine iki harflik "uk" demektir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Şa.... olarak kılıç kafidir" diye buyurmuştur. Bunun anlamı ise, "şâfiyen" kelimesinin ilk iki harfi olup "şifa veren" demektir.

Zeyd b. Eslem der ki: Bunlar sûrelerin isimleridir. el-Kelbi de der ki: Bunlar şerefleri ve faziletleri dolayısıyla yüce Allah'ın kendileriyle kasem ettiği yeminlerdir. Ve bunlar O'nun isimlerindendir. Bu da İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiştir. Kimi ilim adamı bu görüşü kabul etmeyerek şöyle demiştir: Bunun kasem olması uygun olmaz. Çünkü kasem: gibi edatlar ile birlikte yapılır. Burada ise bu edatlardan herhangi birisi yoktur. Dolayısıyla bunun bir yemin olması câiz değildir. Buna şöyle cevap verilebilir: Burada yemin edilen şey yüce Allah'ın:

"O'nda hiçbir şüphe yoktur" âyetidir. Bir kimse, yemin ederken: Allah'a yemin ederim bu kitapta hiçbir şüphe yoktur" diyecek olsa onun bu ifadesi doğru olur ve burada yer alan yoktur, yeminin cevabı olur. Böylelikle el-Kelbi'nin bu sözü ile İbn Abbâs'tan bu şekilde yapılan rivâyetin doğru ve sağlıklı bir açıklama olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.

Eğer: Yüce Allah'ın yemin etmesinde hikmet nedir? Zaten insanlar o dönemde ya tasdik eden ya da yalanlayan olmak üzere iki sınıftı. Doğrulayan yeminsiz de doğrulamaktadır. Yalanlayan ise yemin ile birlikte de tasdik etmemektedir, denilecek olursa şu şekilde cevap verilebilir: Kur'ân-ı Kerîm Arapça nazil olmuştur. Araplardan herhangi bir kimse sözünü pekiştirmek istediği takdirde sözünün doğruluğuna yemin eder. Şanı yüce Allah da onlara karşı konulan delile kuvvet kazandırmak istediğinden dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in kendi katından gönderilmiş olduğuna yemin etmektedir.

Kimisi de der ki:

"Elif Lâm Mim" yani: Ben bu Kitabı senin üzerine Levh-i Mahfuzdan indirdim demektir. Katâde de yüce Allah'ın Elif, Lâm, Mim âyeti hakkında şöyle der: Bu Kur'ân-ı Kerîm'in isimlerinden bir tanesidir.

Muhammed b. Ali et-Tirmizî'nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Yüce Allah bu sûrede bulunan bütün hüküm ve kıssaları sûrenin baş taraflarında sözkonusu ettiği harflere koymuştur. Bunu ise ancak bir peygamber ya da bir Allah dostu bilebilir. Daha sonra bunu insanları bilgilendirmek üzere bütün sûrede açıklamaktadır. Konu ile ilgili başka görüşler de ileri sürülmüştür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Mukatta'a Harflerin Okunuşları:

Bu harfler sükûnlü okunarak üzerinde vakıf yapılır. Çünkü bunlar nakıstır. Ancak bunlar hakkında haber getirir yahut bunları atfeder isek, o takdirde bunları i'rablı (harekeli) olarak okuyabiliriz. Bu harflerin i'rabda mahallerinin olup olmadığı hususunda farklı görüşler vardır. Bunların irabı yoktur çünkü bunlar, cümle içinde yerleri belli olan isimler değildir, muzari fiil de değildir. Bunlar sadece heca (alfabe harfleri) konumundadır ve bunlar oldukları gibi hikaye edilirler (seslendirilirler) denilmiştir. Halil ve Sîbeveyh'in görüşü budur. Bu harflerin sûrenin isimleri olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre ise açıklanmayan bir mübtedanın haberi olarak kabul edildiklerinden dolayı i'rabda mahalleri reftir. Yani: Bu

"Elif Lâm Mim"dir, anlamındadır, derler. Nitekim: Bu Bakara süresidir derken de böyledir. Veya bu harfler mübteda kabul edilir, haberi de daha sonra gelen: "Bu..." âyetidir. "Zeyd işte o adamdır" demek gibi. İbn Keysan en-Nahvi der ki:

"Elif Lâm Mim" nasb mahallindedir.

"Elif Lâm Mim"i okuyorum demek veya:

"Elif Lâm Mim"i okumaya bak, demek gibi. Yemin olarak cer mahallinde oldukları da söylenmiştir. Çünkü İbn Abbâs: Bunlar yüce Allah'ın kendileriyle yemin ettiği kasemlerdir, demiştir.

1 ﴿