8İnsanlardan kimisi: «Allah'a ve âhiret gününe inandık derler.» Halbuki onlar îman etmiş değillerdir. Âyeti ile ilgili açıklamalar yedi başlık halinde ele alınacaktır: İbn Cureyc, Mücâhid'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Bakara sûresinde mü’minler hakkında dört âyet, kâfirlerin nitelikleriyle ilgili iki âyet, münafıklar hakkında da onüç âyet-i kerîme nazil olmuştur." Esbat'ın es-Süddi'den yüce Allah'ın: "İnsanlardan... " âyeti hakkında: Onlar münafıklardır, dediğini rivâyet etmektedir. Sufi âlimleri der ki: "en-Nas" bir cins ismidir. Veli (dost) edinilen kimselere ise cins ismiyle hitap edilmez. Nahivciler "en-nas" kelimesi hakkında farklı görüşlere sahiptir. Bunun çoğul isimlerinden birisi olup "insan" ile "insane" kelimesinin lâfzı değiştirilerek çoğulu olduğu ve bunun küçültülmüş isminin "nüveys" olduğu belirtilmiştir. Buna göre en-nas kelimesi hareket anlamına gelen en-nevs'ten gelmektedir. O bakımdan " Hareket etti, eder" denilir. Umm Zer' hadisi diye bilinen hadiste de şu ifadeler geçmektedir: "Kulaklarıma aşağı doğru sarkan ve hareket eden küpeler verdi." Bunun Unuttu" kökünden geldiği de söylenmiştir. İbn Abbâs der ki: Âdem (aleyhisselâm) Allah'ın ahdini unuttuğundan dolayı "insan" ismini almıştır. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Âdem unuttuğundan (ya da; Âdem'e unutturulduğundan) dolayı onun zürriyyeti de unuttu." Kur'ân-ı Kerîm'de de yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "Yemin olsun ki bundan önce biz Âdem'e vahyettik ve o unuttu." (Taha, 20/115) İleride gelecektir. Buna göre insan kelimesinin başındaki hemze fazladandır. Şair der ki: "Bu ahidleri sakın unutma. Çünkü, Sen unutkan olduğun için sana insan ismi verildi." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Eğer önceden sana vermiş olduğum sözleri unutursam Bağışla. Çünkü ilk unutan kişi insanların ilkidir." İnsana bu adın veriliş sebebinin onun (Hazret-i Âdem'in) Havva ile ünsiyeti olduğu da söylenmiştir. Rabbiyle ünsiyeti dolayısıyla bu adın verildiği de söylenmiştir. O takdirde kelimenin başında bulunan hemze aslî harflerden olur. Şair der ki: "İnsana ancak ünsiyyeti dolayısıyla bu isim verilmiştir Kalbe ise ancak dönüp durmasından (niyetleriyle evirilip çevirilmesinden) bu ad verilmiştir." 3- Münafıklar da Bir Çeşit Kâfirdir: Yüce Allah, önce mü’minleri sözkonusu etti. Şeref ve faziletleri dolayısıyla önce onların niteliklerini belirtti. Daha sonra onların zıddı olarak kâfirleri zikretti. Çünkü küfür ve îman iki ayrı taraftır. Arkasından münafıkları zikredip az önce kendilerinden söz ettiği kâfirlere kattı. Çünkü yüce Allah: "Onlar îman etmiş değillerdir" âyeti ile mü’min olmadıklarını belirtmektedir. Bu âyet ile Kerramiye'nin: "Kalp inanmasa dahi îman dil ile söylemekten ibarettir." görüşü reddedilmektedir. Buna delil olarak da yüce Allah'ın: "Allah da onları söylediklerinden dolayı... mükâfatlandırdı" (el-Maide, 5/85) âyetini delil gösterir ve derler ki: Burada yüce Allah: "Söylediklerinden ve kalplerinde gizlediklerinden dolayı" diye buyurmamıştır. Delil olarak Hazret-i Peygamber'in şu sözlerini de gösterirler: "Ben insanlarla lâ ilâhe illâlah deyinceye kadar Savaşmakla emrolundum. Bunu söyledikleri takdirde ise kanlarını ve mallarını bana karşı korumuş olurlar." Ancak onların ileri sürdükleri bu görüş bu konuda kusurlu olduklarını ve donukluklarını ortaya koymakta: Kur'ân ve Sünnnetin söz ve inanç ile birlikte amelde de bulunmak gerektiğini belirten buyrukları üzerinde düşünmeyi terkettiklerini göstermektedir. Oysa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle de buyurmuştur: "Îman, kalp ile bilmek, dil ile söylemek, azalar ile de amel etmektir." Bunu İbn Mâce Sünen'inde rivâyet etmiştir. Buna göre Sicistanlı Muhammed b. Kerram'ın ve onun görüşünü kabul edenlerin benimsedikleri kanaat nifakın kendisi ve bizzat ayrılıktır. Yardımsız bırakılmaktan ve kötü inançtan Allah'a sığınırız. 4- Mü’min ve Kâfir'in Türleri: Bizim (Mâlikî mezhebine mensup) ilim adamlarımız (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) şöyle demişlerdir: Mü’min iki türlüdür: Birisi Allah'ın sevdiği ve dost edindiği mü’min, diğeri ise Allah'ın sevmediği ve dost edinmediği, aksine buğzedip düşmanlık ettiği mü’min. Îman ile vefat edeceğini bildiği her mü’mini Allah sever, onu dost edinmiştir, ondan razıdır. Allah küfür üzere öleciğini bildiği herkese de buğdezer, ona gazap eder, ona düşmandır. Ancak bu onun imanı sebebiyle değildir. Aksine, vefatı esnasındaki küfür ve dalaleti dolayısıyladır. Kâfir de iki türlüdür. Birisi kaçınılmaz olarak ceza görecek, diğeri ceza görmeyecek kâfirdir. Ceza görecek olan kâfir, küfür üzere ölen kişidir. Allah böyle bir kimseye gazap eder ve ona düşmandır. Cezalandırılmayacak kişi ise îman üzere ölen kişidir. Yüce Allah böyle birisine azap etmez, buğzetmez, aksine onu sever, onu dost edinir. Hali hazırdaki küfrü sebebiyle değil, îman üzere vefat edeceğinden dolayı böyledir. 5- Mutlak Olarak Sevap Ya da Ceza Göreceğini Söylemek: Buna göre mutlak olarak: "Mü’min, sevap kazanmayı hakeder, kâfir de cezayı hakeder" demek câiz değildir. Aksine bunun îman ile kayıtlı olarak söylenmesi gerekir. İşte bundan dolayı şöyle deriz: Putlara taptığı esnada, yüce Allah Hazret-i Ömer'den razı idi. Onun sevap kazanmasını murad ediyor, cennete gitmesini istiyordu. Puta taptığından dolayı değil, fakat mü’min olarak vefat edeceğinden dolayı böyle idi. Diğer taraftan, ibadet ettiği esnada bile İblis'e gazap etmiş idi. İbadet ettiği esnadaki halinden dolayı değil, sonunda küfür üzere öleceğinden dolayı. Bu hususta Kaderiyye farklı bir kanaat belirterek muhalefet etmiş ve şöyle demiştir: Hayır, ibadeti esnasında Allah İblis'e gazap etmemiştir. Putlara taptığı vakit de Allah Ömer'den razı değildi. Ancak bu görüş tutarsızdır. Çünkü şanı yüce Allah İblis'in (Allah'ın laneti üzerine olsun) ne halde öleceğini bildiği gibi, Hazret-i Ömer'in de ne şekilde vefat edeceğini ezelden beri biliyordu. Böylelikle Allah'ın İblis'e ezelden beri gazap ettiği ve Ömer'i sevdiği sabit olmuş olur. Buna delil ümmetin şu husus üzerine icma etmiş olmasıdır: Şanı yüce Allah cehennem ehlinden olduğunu bildiği kimseyi sevmez. Aksine o kimseye gazap eder. Diğer taraftan cennet ehlinden olduğu kimseleri de sever. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki ameller, son hallere göredir." Bu bakımdan sûfî ilim adamları şöyle der: Îman kulun söz ve fiil olarak kendisiyle süslenip bezendiği şeyler değildir. Îman, ezelden beri kişinin mutluluğuna dair cereyan etmiş olan hükümdür. Bunun beden üzerinde ortaya çıkması ise, kimi zaman iğreti olarak sözkonusu olabilir, kimi zaman da bir hakikat olarak ortaya çıkabilir. Derim ki: Bu, Müslim'in Sahih'inde ve başka hadis kaynaklarında sabit olan Abdullah b. Mes'ûd'un şu hadisindeki ifadeyi dile getirmektedir: Abdullah b. Mes'ûd dedi ki: Doğru söyleyen ve doğruluğu tasdik edilen Resûlüllah bize anlattı: "Sizden her bir kimsenin yaratılışı annesinin karnında kırk gün tutulur. Sonra bunun kadar bir süre alaka (sülüğü andıran bir kan pıhtısı) olur. Sonra bunun kadar bir süre bir çiğnemlik (et parçası) olur. Sonra Allah meleği gönderir. Bu melek ona ruh üfler. Ona dört husus emredilir: Rızkını, ecelini, amelini bedbaht mı yoksa mutlu mu olacağını yazması emredilir. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan adına yemin ederim, sizden herhangi bir kimse, cennet ehlinin amelleriyle amel eder. O kadar ki kendisi ile cennet arasında sadece bir arşınlık mesafe kalır, fakat onun için takdir edilen hüküm onu geçer ve cehennem ehlinin ameli ile iş yapar ve böylelikle oraya girer. Ve yine sizden herhangi bir kimse cehennem ehlinin ameli ile amel eder, o kadar ki kendisi ile cehennem arasında bir arşınlık mesafe kalır. Fakat onun hakkında yazılmış olan hüküm onu geçer ve cennet ehlinin ameli ile amelde bulunarak oraya girer." Denilse ki: İmâm, hadis hafızı, Ebû Muhammed Abdülğani b. Said el-Mısrî'nin zındıklık sebebiyle asılmış Muhammed b. Said eş-Şami'den -ki bu; Muhammed b. Ebû Kays'tır- onun Süleyman b. Mûsa'dan -ki bu da el-Eşdak diye bilinir- onun Mücâhid b. Cebr'den, onun İbn Abbâs'tan rivâyetine göre: Bize Ebû Rezin el-Ukayli haber vererek dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana dedi ki: "Ey Ebû Rezin, ben ve sen tadı hiçbir şekilde değişmeyen bir sütten, (cennette) içeceğiz" Ben dedim ki: Allah ölüleri nasıl diriltir? Bana şu cevabı verdi: "Kurumuş halde sana ait olan bir araziden hiç geçtin mi, sonra aynı yerden geçerken onun yeşermiş olduğunu, sonra aynı yerden geçerken, tekrar kurumuş olduğunu, sonra aynı yerden geçerken yine yeşermiş olduğunu hiç gördün mü?" Ben: Gördüm, deyince Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "İşte öldükten sonra diriliş de böyledir." Ben yine: Benim mü’min olduğumu nasıl bilebilirim? dedim şu cevabı verdi: "Bu ümetten -İbn Ebi Kays der ki: Veya benim ümmetimden diye buyurdu- olan herkes bir iyilik yapar, bunun iyilik olduğunu bilir ve buna karşılık Allah'ın kendisine hayır ile karşılık vereceğini bilirse veya bir kötülük işler, bunun kötülük olduğunu bilir, Allah'ın buna karşılık ona kötü bir ceza vereceğini yahut o kötülüğü ona bağışlayacağını bilirse o kişi muhakkak mü’mindir." Derim ki: Bu Hadîs-i şerîf senet itibariyle her ne kadar güçlü değil ise de manası doğrudur ve İbn Mes'ûd tarafından rivâyet edilen az önce kaydettiğimiz Hadîs-i şerîfe aykırı değildir. Çünkü o Hadîs-i şerîfteki ifade ölüm hali ile alakalıdır, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Ameller ancak sonuçlan iledir" hadisini andırmaktadır. Bu Hadîs-i şerîf ise, böyle olan kimsenin o haliyle mü’min olacağını göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 7- Münafık'a Bu Adın Veriliş Sebebi: Dil âlimleri der ki: "Münafık"a münafık deniliş sebebi, içinde gizlediğinden başka birşeyi açığa vurmasıdır. Bu isimin ona verilmesiyle o, yafean faresi denilen hayvana benzetilmiştir. Bu cerboa (Arap tavşanı, yaban faresi) denilen hayvanın "en-Nafika (bugünkü diliyle tünel anlamında)" ismini alan bir deliği bulunur. İkinci bir deliği daha vardır ki o deliğin ismi da "el-Kâsiâ"dır. Bu hayvan yeri deler, içeri girer. Yerin yüzeyine yakın ve toprağı inceltinceye kadar deliğini sürdürür. Herhangi bir tehlike sezdiği vakit kafası ile bu toprağı iter ve dışarı çıkar. O bakımdan bu hayvanın deliğinin dışı toprak, içerisi ise, kazılmış halde olur. Münafıkın durumu da işte böyledir. Onun dış görünüşü îman , içi ise küfürdür. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce geçmiş bulunuyor. |
﴾ 8 ﴿