16İşte onlar hidâyete karşılık dalâleti satın almışlardır. Onların ticareti kazanç sağlayamamış, doğru yola da erememişlerdir. "İşte onlar hidâyete karşılık dalâleti satın almışlardır." Sîbeveyh der ki: kelimesindeki "vav" harfinin ötreli olması, bu vav ile kelimenin aslından olan vav arasındaki farkı göstermek içindir. Yüce Allah'ın: "Eğer onlar o yol üzere dosdoğru gitseler..." (el-Cinn, 72/16) âyetinde olduğu gibi. İbn Keysan der ki: Vav harfi üzerinde ötre diğerlerinden daha hafiftir. Çünkü ötre vav'ın cinsindendir. ez-Zeccâc da der ki: " Biz" kelimesinde olduğu gibi, ötre ile harekelenmiştir. İbn Ebi İshak ve Yahya b. Ya'mer, iki sakinin yanyana gelmesi ile ilgili esas ilkeye uygun olarak "vav" harfini esreli okumuşlardır. Ebû Zeyd el-Ensari'nin Ka'neb Ebû Simmal el-Adevi'den rivâyetine göre, o fetha (üstün)ın hafif olması sebebiyle vav'ı üstün okuduğunu rivâyet etmektedir. İsterse ondan öncesi fethalı olsun. Kisai ise, vav harfinin ötreli bir hemze olarak okunmasını câiz görmüştür. kelimesinde olduğu gibi. kelimesi, satın almak anlamına gelendan gelmektedir. Bu kelime burada istiare yoluyla kullanılmıştır. Anlamı şudur: Onlar küfrü îmana tecih etmişler ve küfrü imandan daha çok sevmişlerdir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Onlar körlüğü hidâyetten daha çok sevdiler (tercih ettiler)" (Fussilet, 41/17) Burada "satın almak" tabirinin kullanılması satın almanın müşteri tarafından sevilen şeyler hakkında sözkonusu olması dolayısıyladır. Yoksa karşılıklı olarak değiş-tokuş yapmak anlamındaki "satın almak" manasında değildir. Çünkü münafıklar hiçbir zaman mü’min olmazlar ki imanlarını satmaları sözkonusu olsun. İbn Abbâs da der ki: Onlar dalâleti aldılar, hidâyeti bıraktılar. Yani: Küfrü îmana tercih ettiler ve imanı alacak yerde küfrü aldılar. Allahu Teala'nın bu davranışlarını "satın almak" ile ifade etmesi, kelimeye geniş anlam kazandırmak itibarıyla olmuştur. Çünkü satın almak ve ticaret kelimeleri nihâyetinde bir değişim işlemidir. Araplar ise bunu herhangi bir şeyi herhangi bir şey karşılığında değiştiren her işlem hakkında kullanırlar. Ebû Züeyb de şöyle der: "Eğer sen benim hakkınızda(sana olan sevgimle, meylimle) cahillik ettiğimi sanıyorsan Artık senden sonra ben cahilliği verip akıllılığı satın aldım." "Dalâlet" asıl itibariyle şaşkınlık demektir. Unutkanlığın şaşkınlığa sebep olması dolayısıyla ona da "dalâlet" denilir. Nitekim yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Ben o işi yaptığımda dalâlette olanlardan idim" (eş-Şuara, 26/20); yani unutanlardan idim. Helâk ve yok olmaya da "dalâlet" denilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz yerde kaybolup (dalalnâ) gittikten sonra mı (diriltileceğiz), dediler" (es-Secde, 32/10) "Onların ticareti kazanç sağlayamamış." Arapların: Satışın karlı oldu, satışın zarar etti" şeklindeki sözlerinde olduğu gibi, onların adeti üzere yüce Allah da kârı ticerete isnad etmiştir. Yine Araplar: kıyam eden bir gece (kişinin geceyi namazla geçirmesi anlamında)" oruçlu bir gün (kişinin gününü oruçla geçirmesi)" derler. Bu ifadeler alışverişinde kar ettin, zarar ettin, geceni namazla geçirdin, gündüzünü oruçla geçirdin, demektir. Yüce Allah'ın bu âyeti de: Onlar bu ticaretlerinde kâr sağlayamadılar, demektir. Nitekim şair de bu türden olmak üzere şöyle demektedir: "Gündüzün şaşkın, gecen uyku (ile geçiyor) İşte hayvanlar da dünyada böyle yaşıyor." "Doğru yola da erememişlerdir." Yani, sapıklığı satın almakla doğruyu bulamamışlardır. Allah'ın ezelî ilminde onlar hidâyet bulmuş kimseler değildir, şeklinde de açıklanmıştır. "Hidâyet bulmak" dalâlette olmanın zıddıdır. Buna dair açıklamalar daha önce geçmiş bulunuyor. |
﴾ 16 ﴿