20O şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecek. Onları aydınlattıkça da ışığında yürürler. Başlarına karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi işitmelerini ve görmelerini giderirdi. Şüphesiz ki Allah herşeye gücü yetendir. "O şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecek" âyetindeki" neredeyse" kelimesi birşeyin gerçekleşmesinin yakın olduğunu ifade eder. Yapmasının yaklaşıp yapmaması halinde denilir. Kur'ân-ı Kerîm'in dışındaki sözlerde kullanılabilir. Nitekim Ru'be şöyle demiştir: "Uzun zamandan beri eskidiğinden dolayı neredeyse tamamıyle yok olacaktı." Ancak getirmeden kullanılması daha güzeldir. Çünkü bu edat ifadeye "gelecek zaman" anlamını kazandırır. Bu ise uygun değildir. Nitekim (bu edat kullanılmaksızın) yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şimşeğinin şiddetli ışığı gözlerin nurunu neredeyse alıp gidecektir." (en-Nûr, 24/43) Araplarda: Devekuşu neredeyse uçacak, damat neredeyse prens olacak" tabirlerini kullanır. Çünkü her ikisi de belirtilen hallere oldukça yaklaşırlar. fiili çekimi yapılabilen babındandır. Burada bu fiilin haberi, isim ile gelmiştir ki bu da oldukça azdır. Arapçada bu kelime gibi kelimeleri de vardır. Ve bunların da haberi (.........)sız gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Üzerlerine cennet yapraklarından koyarak örtmeye başladılar." (el-A'râf, 7/22; Taha, 20/121) Çünkü bütün bu fiiller, hali ve onun yakınlığını ifade eder. Hal ile birlikte ise (........) bulunmaz. "Gözlerini kapıp alıverecek.." Kapıp alıverme; el-hatf: Hızlıca almak demektir. Hızı dolayısıyla uçan kuşa "huttâf" denilmesi bundan dolayıdır. Kur'ân-ı Kerîm'in korkutmasına misal olduğunu kabul edenlere göre, bunun anlamı da şöyle olur: Onların başlarına geleceklerden korkmaları, neredeyse gözlerini alıverecek. Bunu Kur'ân-ı Kerîm'de bulunan beyana misal kabul edenlere göre de anlamı şöyle olur: Onlara gözlerini iyice kamaştıracak şekilde açıklamalar gelmiş bulunmaktadır. Bu kelime, şeklinde kullanılır. Her şekilde de okunmuştur. O söyleyişi güzeldir. Diğer söyleyişi ise, el-Ahfeş şeklinde nakletmiştir. el-Cevherî, bunun az ve sıradan bir söyleyiş olduğunu hemen hemen hiç bilinmediğini kaydetmektedir. Yüce Allah'ın: "O şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecek" âyetini bu şekilde Yûnus okumuştur. en-Nehhâs ise, okuyuşunda yedi şekil olduğunu söylemiştir. Fasih okuyuş:şeklindedir. Ali b. el-Huseyn ile Yahya b. Vessab şeklinde okumuştur. Said el-Ahfeş, bu bir şivedir demiştir. el-Hasen, Katâde ve Âsım el-Cahderi ile Ebû Reca el-Utaridi şeklinde okumuşlardır. Yine el-Hasen'den gelen rivâyete göre de "hı" harfini üstün okumuştur. el-Ferrâ' der ki: Bazı Medineliler hı harfini sakin ve ta harfini şeddeli okumuşlardır. el-Kisai, el-Ahfeş ve el-Ferrâ' der ki: Ya, hı ve ta harflerini esreli okuyarak şeklinde okumak caizdir. Bu üç okuma şekli yazıya uygundur. Yedincisini ise Abdülvaris nakletmiş ve şöyle demiştir: Ben Ubey b. Ka'b mushafında şeklinde yazıldığını gördüm. Sîbeveyh ile el-Kisai'nin iddiasına göre şeklinde hı ve ta harflerinin esreli okuyan kimseye göre bu kelimenin aslı şeklindedir. Daha sonra "t" harfini "ta" harfine idğam etti. İki sakin harf bir araya geldiğinden dolayı hı harfi esreli okunmuştur. Sîbeveyh der ki: Hı harfini üstün okuyan kimse, t'nin harekesini o harfe vermiş demektir. el-Kisai der ki: Ya harfini esreli okuyan kimse kelimesindeki elifin esreli oluşu dolayısıyla böyle okur. Ferra'nın hı harfini sakin okuyup ta harfini de idğamlı okunuşu şeklinde Medine halkından yaptığı nakle gelince, bu bilinen bir ki raat şekli de değildir. Mümkün de değildir (câiz değildir). Çünkü iki ayrı sakini bir arada bulundurmaktadır. Bunu da en-Nehhâs ve başkaları söylemiştir. Derim ki: Yine el-Hasen'den ve Ebû Reca'dan şeklinde bir okuyuş da rivâyet edilmiştir. İbn Mücâhid: Bunun yanlış olduğunu zannederim, demektedir. Buna dair de yüce Allah'ın: "Meğer ki hırsızlayıp kapan olsun" (es-Saffat, 37/10) âyetini hiçbir kimsenin (ti harfini) üstün olarak okumadığını delil göstermiştir. "Gözleri" anlamındaki âyetin tekili. Basar, görme duyuşudur. Anlamı şudur: Kur'ân'ın delilleri ve apaçık burhanları neredeyse gözlerini kamaştıracak şekildedir. Şimşeği korkutmanın misali kabul edene göre ise, anlam şöyle olur: Başlarına geleceklerden dolayı korkmaları neredeyse gözlerini alıverecek demektir. "Onları aydınlattıkça da ışığında yürürler." âyetinde " her ... ça", zarf olduğundan mensubtur. Bu kelime zaman edatı anlamında olursa, o taktirde ism-i mevsul olup âmili de ışığında yürürler" âyeti alır. Bu aynı zamanda cevabıdır. Bunda aydınlattı, amel etmez, çünkü bu da sıla cümlesi bünyesindedir. el-Müberred'e göre, ifadenin takdiri şöyledir: Şimşek yollarını aydınlattığında yürürler. Buna göre "yol" anlamındaki kelime mef'ûl olur. Fiillerin bablarının aynı anlama gelmesinin câiz olduğu da söylenmiştir. Bu durumda takdire gerek kalmaz. Buna göre mana şöyle olur: Onlar Kur'ân'ı işittikleri ve delillerini açıkça gördükleri her seferinde alışkanlık kazanırlar ve onunla birlikte yol alırlar. Kur'ân-ı Kerîm'den anlayamadıkları ve kendisi sebebiyle sapacakları birşey nazil olduğu zaman, yahut kendilerine bir mükellefiyet verildiğinde "dikilip kalırlar." Yani münafıklıkları üzerinde sebat ederler. Bu açıklama şekli İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Ekinlerinde, davarlarında halleri iyi gidip de nimetler ardı arkasına geldiği her seferinde şöyle demektedirler: Muhammed'in dini mübarek bir dindir. Fakat onlara bir musibet gelip çattığında, bir kıtlıkla karşı karşıya kaldıklarında bu işe kızarlar ve münafıklıklarını sürdürürler, münafıklıklarından vazgeçmezler. Bu açıklama şekli de İbn Mes’ûd ve Katâde'den nakledilmiştir. en-Nehhâs der ki: Bu güzel bir açıklama şeklidir. Bunun doğruluğuna da yüce Allah'ın şu âyeti delildir: "İnsanlardan kimisi, Allah'a inhiraf (ye tereddüt) üzere ibadet eder. Ona bir hayır isabet ederse, bununla mutmain olur. Eğer ona bir fitne (sıkıntı) isabet ederse, yüzüstü gerisin geri döner." (el-Hacc, 22/11) Sufi ilim adamları da der ki: Bu yüce Allah'ın, başından beri irade ile ilgili doğru dürüst sahih bir hali bulunmayan kimselere verdiği bir misalidir. Bu kişi bu hallerden birtakım asılsız iddialarla büyük kimselerin hallerine intikal eder. Eğer bunların adabına sıkı sıkıya bağlı kalmak suretiyle bu iddialarını tashih etmiş olsaydı, bu irade halleri onu aydınlatırdı. Ancak bu iddialar ile bu halleri biribirine karıştırınca Allah, ondan bu hallerin nurlarını giderdi ve bu kişi bu karanlıklardan çıkış yolunu görmeyecek halde iddialarının karanlıklarında kalakaldı. İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre, bunlarla kastedilen yahudilerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'de muzaffer olunca umutlandılar ve şöyle dediler: Allah'a yemin ederiz, Mûsa'nın bizlere geleceğini müjdelediği peygamber budur. Bunun hiçbir sancağı geri dönmez. Ancak Uhud'da bozgun sözkonsu olunca irtidat ettiler ve şüpheye düştüler. Bu açıklama şekli zayıftır, âyet münafıklar hakkındadır. Ancak, İbn Abbâs'tan bu rivâyet daha sahih bir şekilde gelmiştir. Bununla birlikte mana hepsini (kâfirleri de münafıkları da) kapsamaktadır. "Allah dileseydi işitmelerini ve görmelerini giderirdi." Yani eğer Allah dilemiş olsaydı, mü’minleri onların durumlarından haberdar eder ve böylelikle istilaya uğratarak, öldürterek, mü’minleri aralarından çıkartarak İslam'ın kendilerine kazandırdığı izzetleri ellerinden giderirdi. Burada özellikle "işitmek ve görmek"den söz edilmesi, âyet-i kerimede daha önce bunların sözkonusu edilmesidir veya insanda bulunan en şerefli azaları olduklarından dolayıdır. Bu kelime, şeklinde çoğul olarak da okunmuştur. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/7. âyet, 8. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. "Şüphesiz ki Allah herşeye gücü yetendir." Genellik ifade eder. Kelâmcılara göre bunun anlamı, şanı yüce Allah'ın kendisine güç yetirmekle nitelendirilebileceği herşey hakkında caizdir. Ümmet yüce Allah'ın "kadîr (gücü yeten)" diye adlandırılabileceği üzerinde icma etmiştir. Şanı yüce Allah kadîr, kadir ve muktedirdir. Kadîr, kâdir'den daha beliğdir. Bunu ez-Zeccâc söylemiştir. el-Herevîde der ki: Kadîr ile kadir aynı anlamdadır. Bir şeye muktedir olmak, O şeye gücü yetmek demektir. Yüce Allah var olması da yok olması da mümkün olabilen herşeye kadîr, muktedir ve kadirdir. O bakımdan her mükellefin şanı yüce Allah'ın kadir olduğunu bilmesi gerekir: Bu kudretiyle o, dilediğini bilgi ve seçimine uygun olarak dilediği şekilde yapar. Yine her mükellefin şunu da bilmesi gerekir: Kulun da kendisine göre bir kudreti vardır. Bu kudreti sayesinde o, ilahi adetin cereyan şekline uygun olarak Allah'ın kendisini muktedir kıldığı şeyleri yapabilir. Bununla birlikte yüce Allah, kendi kudreti ile kullarını istibdadı altında tutmamaktadır. (Yani onları belli bir işi yapmak üzere zorlamamaktadır.) Burada yüce Allah'ın "kudret" sıfatının sözkonusu ediliş sebebi ise, tehdit ve korkutma anlamını ihtiva eden bir fiilden daha önce söz edilmiş olmasıdır. O bakımdan burada "kudref'in anılması uygun düşmektedir. Doğrusunu en iyi bilen yüce Allah'tır. Kûfelilere göre buraya kadar yirmi âyettir. Bu yirmi âyetin dört âyeti mü’minlerin niteliği ile ilgilidir. Arkasından kâfirlerin niteliği ile ilgili iki âyet-i kerîme gelmektedir. Geri kalanı ise münafıklar hakkındadır. Buna dair rivâyet İbn Cüreyc'den daha önce geçmiş bulunmaktadır. Yine Mücâhid de bu görüşü belirtmiştir. |
﴾ 20 ﴿