25

Îman edip de salih amel işleyenlere şunu müjdele: Gerçekten onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine orada o meyvelerden bir rızık verildikçe her defasında: "Ha, bu bizim daha önce rızıklandığımız şeydi" derler. Ve o kendilerine biri birinin benzeri gibi getirilir. Orada onlar için temiz kılınmış zevceler de vardır ve onlar orada temelli kalıcıdırlar.

"Îman edip de salih amel işleyenlere şunu müjdele.." âyetine dair açıklamalar üç başlıkta ele alınacaktır:

1- Mü’minlerin Mükâfatı:

Yüce Allah kâfirlerin cezasını sözkonusu ettikten sonra mü’minlerin de görecekleri mükâfatı sözkonusu etmektedir.

Müjdeleme (tebşir): -derinin dış tarafı anlamına gelen- el-beşere üzerinde etkisi ortaya çıkan şeyleri haber vermek demektir. Çünkü tenin bu üst tarafı alınan ilk haber ile değişiklik gösterir. Diğer taraftan "müjdelemek" çoğunlukla müjdesi verilen hayırlı haber ile kayıtlı olarak sevindirici şeylerde kullanıldığı gibi, böyle bir kayıt olmaksızın da kullanılır. Ancak keder ve kötü şeylerin haber verilmesi halinde sadece müjdesi (haberi) verilen kötülük de açıkça belirtilmek suretiyle, kayıtlı olarak kullanılır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlara acıklı bir azâbın müjdesini ver." (Âl-i İmrân, 3/21; et-Tevbe, 9/38; el-İnşikak, 84/24)

Güzel ve güleç bir yüz için: "vechun beşirun" denilir. el-Büşra: Müjde getiren (mübeşşir)e verilen müjdelik. Birşeyin ilk ve başlangıcına da "tebâşiru'ş-şey" denilir.

2- Müjde ile İlgili Bazı Hükümler:

İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: Mükellef bir kimse: Her kim kullarımdan bana şu müjdeyi getirirse o kişi hürdür, diyecek olsa ve kullarından bir ve daha fazla sayıda kişi ona bu müjdeyi verecek olsa, aralarından ilk müjdeyi veren kişi hür olur, ikincisi ve diğerleri olmaz. Ancak ilim adamları: Kullarımdan bana bunu haber veren kişi hürdür, diyecek olsa, ikincisinin de birincisi gibi hür olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Şâfiî mezhebine mensup ilim adamları, evet demişlerdir. Çünkü her birisi haber veren durumundadır. Bizim (Maliki) mezhebimize mensup ilim adamları ise: Hayır olmaz demişlerdir. Çünkü mükellef bundan sadece müjde olmak özelliğine sahip bir haberi kastetmiştir. Bu da birincisine has bir durumdur. Bu örfen bilinen birşeydir. Bu bakımdan sözün örfe göre açıklanması ve anlaşılması gerekir.

Muhammed b. el-Hasen ise, mükellefin: Bana haber veren (ahbaranî) yahut bana söyleyen (haddeseni) arasında fark gözetip şöyle demiştir: Adam: Benim herhangi bir kölem bana şunu haber verse yahut bana bunu bunu söylese o kişi hürdür, sözünü muayyen bir niyeti olmaksızın söylese ve ona ait olan bir köle bu hususa dair bir mektup, bir söz veya bir elçinin geldiği haberini verse, o köle azad olur. Çünkü bu bir haberdir. Şayet bundan sonra yine bir başka köle yine ona bunu haber verse bu da hür olur. Çünkü o: "Hangi köle bana haber verirse o hürdür" demiştir. Hepsi bu haberi ona verecek olurlarsa, hepsi de hür olurlar. Şayet yemin ettiği zaman eğer karşılıklı olarak söz söylemek yoluyla haber vermeyi kastetmiş ise, bu haberi karşılıklı ve sözlü olarak ona bildirmedikçe onlardan hiçbir kimse azad olmaz. Eğer:

Hangi kölem bana söylerse (haddeseni) diye söylemişse, o vakit onun bu ifadesi sözlü olarak söylemek hakkındadır ve (sözlü olarak söylemeyen) kölelerinden hiç birisi azat olmaz.

3- İyi Amelliler:

"Salih amel İşleyenler" âyeti: Îman, mücerred îman olması dolayısıyla itaatleri de gerektirir, diyenlerin görüşünü reddetmektedir. Çünkü durum böyle olsaydı, bunu ayrıca tekrar etmesine gerek olmazdı. Buna göre cennete, îman ve salih amel ile kavuşulur. Cennet, îman ile elde edilir, fakat cennetteki derecelere salih amellerle hak kazanılır da denilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"Onlar için" âyetinin anlamı şudur: Îman edenlere müjde ver ki, onlar için... vardır; veya: Onlar için... olduğundan dolayı onları müjdele; anlamındadır.

"Cennetler" bahçeler demektir. (Cennet örten ve kapatan anlamına gelmektedir.) Cennetler adının veriliş sebebi içinde bulunan kimseleri ağaçlarıyla örtüp sakladığından dolayıdır. (Kalkan anlamına gelen) el-micenne, anne karnındaki yavru anlamına gelen "cenin" ve bahçe anlamına gelen "cennet" aynı köktendir.

"Altından" yani ağaçlarının altından demektir. Ağaçların ayrıca sözkonusu edilmemesi, "cennetler" (bahçeler) kelimesinin zaten ağaçlara delalet etmesinden dolayıdır.

"Irmaklar (el-enhâr)": Irmakların, nehirlerin suyu demektir. Akmanın nehirlere nisbet edilmesi, kelimenin kullanımında bir genişliktir. Çünkü akan sadece sudur. İfadenin kısaltılması için

"su" kelimesi hazfedilmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ve kasabaya sor." (Yusuf, 12/82); kasaba halkına sor, demektir. Şair de şöyle demektedir:

"Haber verildi bana ki, senden sonra ateş tutuşturuldu

Ve yine senden sonra ey Küleyb! Meclis(tekiler) söğüştü."

Burda mecliste bulunanları kastetmektedir.

Nehir, "genişlettim" anlamına gelen: kelimesinden türetilmiştir. Kays b. el-Hatim'in şu sözleri bu türdendir:

"Elimle darbeyi güçlüce indirdim ve yarasını genişlettim

Ön tarafında duran arkasını görürdü."

Şair burada indirdiği mızrak darbesiyle yarayı genişlettiğini belirterek nitelendirmektedir. Peygamberimizin: Kanı akıtan ve üzerinde Allah'ın anıldığı şeyden (hayvandan) yeyiniz." âyetinin anlamı şudur: Kan nehir gibi akıncaya kadar kesmeyi genişleten şey ile kesilen...

Bu kelimenin çoğulu nuhr ve enhar şeklinde gelir. ise, suyu bol, akarsu demektir. Ebû Zueyb der ki:

"İkamet etti orda ve bir çadır kurdu

Sazlıklar yanında suyu bol ve tatlı bir su kıyısında."

Rivâyet edildiğine göre cennetin ırmakları kendilerine has yataklarda olmayacaktır. Irmaklar cennetin sathı üzerinde cennetliklerin dilediği şekilde ve diledikleri yerde tutulan ve akıtılan şeklindedir.

(Irmaklar anlamına gelen): kelimesi üzerinde vakıf güzel olmakla birlikte, tam bir vakıf değildir. Çünkü bundan sonra gelen: "Kendilerine orada o meyvelerden bir rızık verildikçe.." âyeti cennetlerin niteliklerini sıralamaya devam etmektedir.

"Rızk"a dair açıklalamalar daha önceden yapılmıştı.

"Daha önce rızıklandığımız şeydi." Dünyada iken rızıklandığımız şeydi, demektir. Bu iki şekilde açıklanabilir: Onlar şöyle diyeceklerdir: Dünyada iken bize va'dolunan bu idi,

Dünyada iken bize verilen rızık bu idi. Çünkü, cennetteki meyvelerin, rızıkların rengi dünyadaki meyvelerin rengini andırmaktadır. Ancak onu yiyecekler de tadının farklı olduğunu göreceklerdir.

Âyet-i kerimede yer alan:

"Daha önce" âyetinin cennetten rızıklandığımız şey anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü onlara peş peşe rızık verilecektir. Bunun başlangıcında kendilerine yiyecek ve meyveler getirildiği vakit, ondan yerler. Sonra günün bitimine doğru, yine o meyveler ve yiyecekler onlara getirilince şöyle diyecekler: Bu daha önce rızıklandığımız birşeydir. Yani günün başında bundan biz yedik. Çünkü rengi onu andırmaktadır. Fakat ondan yedikleri vakit de ilk aldıkları tattan değişik bir tadının bulunduğunu göreceklerdir.

"Getirilir" anlamına gelen kelimesi, Harun el-A'ver tarafından: şeklinde okunmuştur. Birinci okuyuş şeklinde zamir cennet ehline gider. (Buna göre anlamı şöyle olur: "O cennet ehline bir rızık getirildiği her seferinde..") İkinci okuyuşa göre ise, zamir cennetteki hizmetçilere gider. O takdirde anlamı: Hizmetçiler kendilerine bir rızık getirdikleri her seferinde...

"O kendilerine biribirinin benzeri gibi getirilir." Yani görünüş itibariyle birbirini andırır, fakat tadı farklı farklıdır. Bu açıklamayı İbn Abbâs, Mücâhid, el-Hasen ve başkaları yapmıştır. İkrime der ki: Dünya meyvelerini andırmakla birlikte diğer bütün nitelikleriyle ondan farklıdır. İbn Abbâs şunu da söylemektedir: Onlar bu sözlerini hayret ifade etmek üzere söyleyeceklerdir. Zaten cennette bulunan şeylerden dünyada isimlerin dışında birşey yoktur. Âdeta onlar, görecekleri meyvelerin güzelliği büyüklük ve iriliğinden dolayı hayrete kapıldıklarından bu sözleri söyleyecekler gibi.

Katâde de der ki: Hepsi, kaliteli ve güzeldir. Onlarda bayağı ve adi bir ürün olmayacaktır. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Müteşabih (biri birine benzer özelliklerde) bir kitap.." (ez-Zumer, 39/23) Cennetteki meyveler, dünyada biri ötekini andırmayan meyveler gibi olmayacaktır. Çünkü dünyadaki meyveler arasında iri olanları da var, olmayanları da vardır.

"Orada onlar için temiz kılınmış zevceler de vardır." Zevceler (ezvâc): Zevcin çoğuludur. Kadın erkeğin zevci (eşi)dir. Erkek de kadının zevci (eşi)dir. el-Esmaî der ki: Araplar (kadın için) hemen hemen (zevce) kelimesini kullanmazlar. el-Ferrâ' ise, "zevce" denildiğini de nakletmektedir. el-Ferezdak der ki:

"Benim zevcemi baştan çıkarmaya çalışan kişi,

(Fırat kenarında bulunan arslanı bol yer olan) eş-Şerâ'daki aslanlara varıp da

onların avucuna işemesini isteyen gibidir."

Ammar b. Yasir de, mü’minlerin annesi Âişe (radıyallahü anha) hakkında şöyle demiştir: Allah'a yemin ederim, kesinlikle biliyorum ki, Âişe, Peygamber'in dünyada da âhirette de zevcesidir. Fakat Allah sizi böyle bir imtihan ile karşı karşıya bırakmıştır. Bunu Buhârî nakletmiştir.

Zevce tabirinin kullanılmasını Kisa'ide tercih etmiştir.

"Temiz kılınmış" ifadesi zevceler için sıfattır. Sözlükte

"temiz kılınmış (mutahhara)" tabiri, temiz (tahire) tabirinden daha kapsamlı ve daha beliğdir. Böyle bir temizliğin ifade ettiği anlam, ay halinden, tükürükten ve buna benzer ademoğlu kadınlarının birtakım pisliklerinden uzak olmak demektir.

Abdürrezzak der ki: Bana, es-Sevri, İbn Ebi Necih'ten, o Mücâhid'den naklederek,

"temiz kılınmış (mutahhara)" kelimesiyle ilgili olarak şöyle dedi: Küçük abdest, büyük abdest yapmazlar. Çocuk doğurmazlar, ay hali olmazlar, menileri gelmez ve tükürmezler.

Biz bütün bu açıklamaları, "et-Tezkire" ismini verdiğimiz eserimizin cennetlikler, cennet ve nimetlerinin niteliklerine dair bölümde yapmış bulunuyoruz. Allah'a hamdolsun.

"Ve onlar orada temelli kalıcıdırlar." Hulûd (temellilik, ebedilik): Kalıcılık demektir. "Cennetü’l-huld" tabiri de buradan gelmektedir. Mecazi olarak bu kelime uzun zaman sürüp giden şey hakkında da kullanılır. Arapların dua ederken: Allah, mülkünü daimî kılsın derken, anlatmak istedikleri mülk süresini, hükümdarlık süresini uzatsındır. Züheyr der ki:

"Dikkat et, hadiselere rağmen, kalıcı birşey göremiyorum

Ve ebedî birşey de; sadece kazık gibi çakılmış bağları böyle görüyorum."

Âyet-i kerimedeki hulûd ise, gerçek manasıyla ebedîliği ifade eder.

25 ﴿