34

Hani Biz, meleklere: "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında derhal secde ettiler. O ise, dayattı ve kibirlenerek kâfirlerden oldu.

Buna dair açıklamalarımız on başlık halinde verilecektir:

1- Biz Demiştik..:

Yüce Allah'ın

“Ve iz kulna” âyeti:

"Hatırla ki Biz" anlamındadır. Ebû Ubeyde'nin burada yer alan “İz” edatı fazladır, şeklindeki açıklaması uygun değildir. Çünkü bu kelime zarftır. Buna dair açıklamalar daha önceden (2/30. âyet birinci başlıkta) yapılmıştır. "Demiştik" diye buyurulup da "demiştim" buyurulmamasının sebebi, yüce ve cebbar olan Allah'ın kendi zatı hakkında; zatını yüceltmek ve zikrini yükseltmek için çoğul zamiri kullanmasıdır.

"Melâike" kelimesi "melek" kelimesinin çoğuludur. Buna dair açıklamalar da daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde Âdem kelimesine dair açıklamalar ve bunun türediği kök hakkındaki bilgiler de önceden verilmiştir. tekrarlanmasının anlamı yoktur.

Ebû Cafer b. el-Ka'ka'ın "li'l-melâiketi" kelimesini daha sonra gelen "uscudû" kelimesinde yer alan cim harfinin ötreli (cu) şeklinde okunduğu için ona rivâyetle "li’l-melaiketu" şeklinde okuduğu rivâyet edilmiştir. "Elhamdülillahi" ibaresini "elhamdülüllahi" şeklinde okumak da buna benzemektedir.

2- Secde:

"Secde edin" emri sücud kökünden gelmektedir. Arap dilinde bunun ifade ettiği anlam boyun eğdiğini ve zilletle itaat ettiğini göstermektir. Şair der ki:

"Ve öyle bir toplulukla ki, beyaz çizgili siyah atlar etraflarında kayboluyor

Küçük tepelerin toynakları altında secde ettiğini görürsün."

Şair, burada tepelerin atların toynaklarına secde ettiğini söylemektedir. Çünkü toynaklar tepeleri çiğnemekte ve tepeler kendilerini onlara karşı koruyamamaktadır.

"Secde eden göz" tabiri, bakmaktan çekinen göz demektir. Secde etmenin en ileri derecesi yüzü yere koymaktır. İbn Faris der ki: Eğilme sözkonusu olduğu zaman "secde etti" denilir. Secde eden herkes alçalmış olur. "İscad" bakışı sürdürmek demektir. Ebû Amr der ki: Başını önüne eğdiği zaman "escede" denilir. Şair der ki:

"Secde ettirildi develerinin yularlarına

Hıristiyanların, hahamlarının önünde secde edişi gibi."

Ebû Ubeyde der ki: Esedoğullarından bir bedevî Arap bana şunu okudu:

"Ve ona: Leyla'ya secde et, dediler, o da secde etti."

Şair, burada başını önüne eğen deveyi kastetmektedir. "İscad dirhemleri" ise, üzerlerinde onlara karşı secde ettikleri birtakım resimler bulunan dirhemler demektir. Şair der ki:

"İscad dirhemleri gibi onunla karşılaştı."

3- Âdem'i ve İnsanları Meleklerden Üstün Görenler ile Âdem'e Secde Emrinin Hikmeti:

Âdem'i ve onun soyundan gelenleri üstün kabul edenler, yüce Allah'ın meleklere: "Âdem'e secde edin" âyetini delil gösterir ve şöyle derler: İşte bu, Hazret-i Âdem'in meleklerden üstün olduğunun delilidir. Buna cevap şudur: "Âdem'e secde edin" âyetinin anlamı: Âdem'in yüzüne yönelerek bana secde edin, demektir. Bu, yüce Allah'ın şu âyetini andırmaktadır:

"Güneşin kaymasından dolayı namaz kıl" (el-İsra, 17/78); güneşin kayması esnasında namaz kıl, demektir. Yüce Allah'ın şu âyeti de böyledir:

"Ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın" (el-Hicr, 15/29; Sad, 38/72); onun yaratılışını tamamladığım ve siz onunla karşı karşıya geldiğiniz vakit Benim için secdeye kapanınız, demektir. Kendisine secde edilen kimsenin, secde edenden daha faziletli olamayacağını, kıbleye yönelerek secdede bulunmayı delil göstererek açıklamış bulunuyoruz.

Eğer: Âdem onlardan daha faziletli değil ise, ona meleklerin secde etme emrinin veriliş hikmeti nedir, diye sorulacak olursa; şu şekilde cevap verilir: Meleker teşbih ve takdisleri ile bir parça kendilerini büyük görür gibi olunca, Allah, onlara kendisinden başka birisine secde etmeleri emrini verip kendilerine muhtaç olmadığını, ibadetlerine ihtiyacı bulunmadığını göstermek istemiştir. Bazı âlimler de şöyle demektedirler: Melekler Âdem (aleyhisselâm)'ı kusurlu buldular, onu küçük gördüler. Halbuki yaratılışının özelliklerini bilmiyorlardı. Bundan dolayı onun şanını, şerefini yükseltmek üzere ona secde etmekle emrolundular. Yüce Allah'ın onlara Âdem'e secde etme emrini vermesinin kendilerine: "Muhakkak Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediğinde meleklerin: "Orada fesad çıkartacak., bir kimse mi yaratacaksın" demelerine bir ceza olarak Âdem'e secde etmelerini emretmiş olması da ihtimal dahilindedir. Şanı yüce Allah, kendilerine bu şekilde hitap edeceği vakit onların bu şekilde cevap vereceklerini de biliyordu. O bakımdan yüce Allah onlara:

"Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratacağım." (Sa'd, 38/71) ve onu halife kılacağım, ona kendi ruhumdan üflediğim vakit siz de ona secdeye kapanınız, diye emir buyurdu. Yani, bu sizin şu anda bana söylediğinize ceza olmak üzere böyle olacaktır, demektir.

Denilse ki: İbn Abbâs, insanların daha faziletli oluşuna şunları delil gösterir: Şanı yüce Allah, yüce Rasulünün hayatına şu âyetiyle kasem etmiştir:

"Hayatın hakkı için onlar gerçekten sarhoşlukları içerisinde şaşkın bir haldedirler." (el-Hicr, 15/72) Diğer taraftan şu âyetiyle da Hazret-i Peygamber'e Allah'ın azabından yana güvenlik vermiştir:

"Ta ki Allah, geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin." (el-Feth, 48/2) Buna karşılık meleklere de şöyle buyurmaktadır:

"Onlardan her kim: Ben ondan gayrı ilahım, derse Biz onu cehennemle cezalandırırız." (el-Enbiya, 21/29) diye buyurmuştur.

Böyle sorana cevabımız şudur: Şanı yüce Allah, bizzat kendi hayatına kasem ederek: "Hayatıma yemin olsun" demediği gibi, meleklerin hayatına da kasem etmemiştir. Buna karşılık O, göklere ve yere yemin etmiştir. Bu ise onların Arştan ve sekiz cennetten daha üstün ve değerli olduğunun delili değildir. Yine yüce Allah, incire ve zeytine de yemin etmiştir.

Şanı yüce Allah'ın:

"Onlardan her kim: Ben ondan gayrı ilahım derse.." âyeti ise, yüce Allah'ın Peygamberine şu âyetini andırmaktadır:

"Yemin olsun eğer sen şirk koşarsan hiç şüphesiz amelin boşa çıkar ve şüphesiz ziyan edenlerden olursun" (ez-Zumer, 39/65) Buna göre, İbn Abbâs'ın bu açıklamalarında, (Hazret-i Âdem'in ve oğullarının meleklere) üstünlüğüne delalet edecek ifadeler yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4- Meleklerin Âdem'e Secde Şekli:

İlim adamları, meleklerin Âdem'e secdelerinin, ibadet mahiyetini taşımadığı üzerinde ittifak etmekle birlikte, secdelerinin keyfiyeti hakında farklı görüşlere sahiptirler. Cumhûr der ki: Bu, namazda alışılmış secdede olduğu gibi alnı yere koymak şeklinde meleklere verilmiş bir emir idi. Çünkü örfte olsun, şeriatte olsun, secde etmekten açıkça anlaşılan budur. Buna dayanılarak şöyle denilmiştir: Bu secde, Âdem'e bir ikram ve onun faziletini açıkça ortaya koyuş, yüce Allah'a da itaat mahiyetinde idi. Hazret-i Âdem de bu durumda bizim için kıblenin konumuna benzer bir konumda idi. Buna göre "Âdeme" ifadesinin anlamı "Âdem'e doğru secde edin" demektir. Nitekim kıbleye namaz kıldı, denilirken kıbleye doğru namaz kıldı denilmek istenir.

Bir başka kesim de şöyle demiştir: O secde, günümüzde alışılmış olan alnın yere konulması şeklinde değil idi. Sözü geçen bu secde, kelime olarak dildeki aslî manası üzerinde bırakılmıştır. Bu aslî anlamı ise zillet göstermek ve itaat etmektir. Buna göre "Âdem'e secde edin" âyeti; "Âdem'e boyun eğip itaat edin, onun faziletini ikrar ve kabul edin" demektir. "Derhal secde ettiler" âyeti de onlara verilen emri yerine getirdiler, demektir.

Yine şu hususta da farklı görüşler ortaya atılmıştır: Acaba bu şekilde secde etmek, Âdem (aleyhisselâm)'a ait bir özellik mi idi? Buna göre, yüce Allah dışında bütün kainatta ondan başkasına secde câiz olmaz mı demektir, yoksa Hazret-i Âdem'den sonra da Hazret-i Yakub zamanına kadar yaratıklara secde etmek câiz mi idi? Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkarttı (oturttu), hepsi de ona secdeye kapandılar" (Yusuf, 12/100) Buna göre acaba yaratıklara secdenin mubah kılındığı son hal bu mudur? Çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre yaratıklara da secde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın dönemine kadar mubah idi. Ashabı; ağaç ve deve Resûlüllah'a secde ettiğinde şöyle demişti: Ağaçtan ve ürküp kaçan deveden sana secde etmeye biz daha lâyıkız. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka hiçbir kimseye secde edilmemelidir."

İbn Mâce Sünen'inde, el-Büstî de Sahih'inde Ebû Vakid'in şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Muaz b. Cebel, Şam'dan gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın önünde secdeye kapandı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu da ne oluyor?" deyince Muaz şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, ben Şam'a vardım, baktım ki onlar yüksek kumandanlarına ve büyük din adamlarına secde ediyorlar, ben de bu işi sana yapmak istedim. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, böyle birşey yapma, çünkü ben herhangi bir şeyin herhangi bir şeye secde etmesini emredecek olursam, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Kadın kocasının hakkını yerine getirmedikçe Rabbinin hakkını yerine getirmiş olmaz. Hatta deve üzerine vurulan eğere çıkmış olsa dahi kocası yanına gelmesini isteyecek olursa ona karşı çıkmamalıdır." Hadisin bu lâfzı el-Büstî'ye aittir. Deveye vurulan eyer (el-kateb)ın anlamı şudur: Arapların yanında doğum yapmak için özel sandalye çok az bulunurdu. O bakımdan doğum esnasında hanımlarını bu şekilde develerin üzerine vurulan eyerlere (el-kateb) oturtur ve taşırlardı. Hadisin Muaz yoluyla gelen rivâyetlerinin birisinde de şöyle denilmektedir: Hazret-i Peygamber insanlara secde etmeyi yasakladı ve buna karşılık musafaha yapmayı emretti.

Derim ki: Sûfilerin cahilleri semaları, şeyhlerinin huzuruna girmeleri ve istiğfarda bulunmaları esnasında yapılması yasaklanan bu şekilde secde etmeyi adet haline getirmişlerdir. Onlardan herhangi birisi kendinden geçip cezbe haline geldiğinde iddiasına göre daha kıdemli olanların önünde secde edermiş. Ancak bu onun bilgisizliğinden dolayıdır. Bilgisizliğinden dolayı kıbleye doğru mu başka tarafa doğru mu secde ettiğine de dikkat etmez. Onların bu şekildeki amelleri bir sapıklıktır ve boşa çıkmıştır.

5- İblis:

"İblis dışında derhal secde ettiler" âyetinde yer alan İblis kelimesinin mansub olması (yani sin harfinin üstün olması) istisnanın muttasıl olması dolayısıyladır. Çünkü İblis, Cumhûrun görüşüne göre meleklerden idi. Bunlar arasında İbn Abbâs, İbn Mes'ûd, İbn Cüreyc, İbnu'l-Müseyyeb, Katâde ve başkaları da vardır. Şeyh Ebû'l-Hasen'in benimsediği görüş de budur. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Âyetin zahirinden anlaşılan da budur. İbn Abbâs der ki: İblis'in ismi Azâzîl idi, meleklerin en şereflilerindendi. O dört kanatlı bir melekti, bundan sonra ise, bunlardan mahrum bırakıldı.

Simak b. Harb'ın İkrime'den rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: İblis meleklerden idi, yüce Allah'a asi olunca Allah, ona gazab etti, ona lanet etti ve şeytan oldu.

el-Maverdî'nin Katâde'den naklettiğine göre ise İblis meleklerin en üstün türlerinden idi. Bu türe "el-cinne" denilir.

Saîd b. Cübeyr der ki: Cinler meleklerden bir koldur. Bunlar ateşten yaratılmıştır. İblis de bunlardandır. Diğer melekler ise nurdan yaratılmışlardır.

İbn Zeyd, el-Hasen ve yine Katâde der ki: Âdem nasıl insanların babası ise İblis de cinlerin babasıdır. O bir melek değildir. Buna yakın bir ifade İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir. O der ki: Onun asıl ismi "el-Hâris"dir.

Şehr b. Havşeb ve bazı usulcüler der ki: İblis yeryüzünde yaşayan ve meleklerin kendileri ile Savaştığı cinlerden idi. Melekler onu küçükken esir almış, o da meleklerle birlikte ibadet edip durmuş ve meleklerle birlikte ona da hitap edilmiştir. Ayrıca bunu Taberi, İbn Mes'ûd'dan da rivâyet etmiştir. Buna göre buradaki istisna munkatı'dır. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Onların bir zanna uymaktan başka buna dair hiçbir bilgileri yoktur." (en-Nisa, 4/157) Konu ile ilgili iki görüşten birisine göre şu âyet-i kerimedeki istisna da böyledir:

"... kestikleriniz hariç olmak üzere" (el-Maide, 5/3) Şairin şu sözleri de bu tür bir istisnadır:

"Senin için susuzluk da açlık da yoktur

Uyumaktan başka ve uyumak da yasaktır."

Bu görüşü savunanlardan kimisi şunu da delil göstermektedir: Yüce Allah, melekleri nitelendirirken şöyle buyurmuştur:

"Onlar kendilerine verdiği emirlerde Allah'a asla isyan etmezler. Ne emrolunurlarsa yaparlar." (et-Tahrim, 66/6) Diğer taraftan İblise dair şu âyet-i kerimeyi de görüşlerine delil göstermektedirler:

"İblis müstesna, hemen secde etmişlerdi, o ise cinlerdendi." (el-Kehf', 18/50) Cinler ise meleklerden ayrı yaratıklardır.

Birinci görüşün sallallahü aleyhi ve sellemunucuları buna şu şekilde cevap verirler: Şanı yüce Allah, bedbaht olacağını ezelden beri bildiğinden dolayı İblis'in meleklerin dışına çıkması -yüce Allah'ın adaleti gereği- imkansız birşey değildir. Ve O, yaptığından sorumlu tutulmaz. Diğer taraftan onun ateşten yaratılmış olması da Allah'ın kendisine gazap ettiği esnada, yapısına şehvet ve arzunun yerleştirilmesi de onun meleklerden olmasını reddetmek özelliğinden değildir.

İblis, yeryüzünde bulunan cinlerden idi, sonradan esir alındı, diyenlerin görüşlerine gelince, bu rivâyete karşılık olarak İblisin meleklerle birlikte yeryüzünde bulunan cinlere karşı Savaştığına dair rivâyetler de gelmiştir. Bunu da el-Mehdevî ve başkası nakletmiştir. es-Sa'lebî de İbn Abbâs'tan şunu nakletmektedir: İblis, Semûm ateşinden yaratılmış bulunan ve "cin" diye adlandırılan taifeden olup bunlar meleklere mensup bir kabile idiler. Ancak melekler nurdan yaratılmışlardır. İblis'in Süryanice ismi "Azâzîl" Arapça ismi "el-Hâris" idi. Cennetin bekçilerindendi. Dünya seması meleklerinin başı idi. Oranın ve yeryüzünün etki ve otoritesi elinde idi. Melekler arasında en çok ibadet eden ve en bilgili olanlarındandı. Göklerle yer arasındakileri idare ederdi. O bundan dolayı kendisinin üstün bir şeref ve azamet sahibi olduğu görüşüne kapıldı. İşte onu küfre iten budur. Bunun sonucunda yüce Allah'a asi oldu, Allah da onu kovulmuş bir şeytana dönüştürdü. Bir adamın işlediği günah eğer kibir ile birlikte ise, ondan pek birşey umma. Eğer onun günahı bir masiyet ise, ondan hayır umabilirsin. İşte Hazret-i Âdem'in günahı bir masiyet idi, İblisin günahı ise kibirden kaynaklanıyordu. Ayrıca -gözle görülmedikleri için- meleklere cin ismi da verildiği olur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:

"Onlar kendisiyle cinler arasında bir nesep uydurdular" (es-Saffat, 37/158). Şair de Hazret-i Süleyman'ı sözkonusu ederken şöyle demektedir:

"Meleklerin cinlerinden (görünmeyenlerinden) dokuz tanesini müsahhar kıldı,

Onun huzurunda ayakta dururlar, ücretsiz çalışırlardı."

Diğer taraftan İblis cennetin bekçilerinden olduğundan dolayı ona nisbet edilmiş ve böylelikle onun ismi (cin), cennetin adından türetilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İblis kelimesi, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek anlamına gelen "iblâs" kökünden türemiştir. Bu görüş Ebû Ubeyde ve başkalarına aittir. Zayıf bir görüşe göre bu kelime Arapça olmadığından dolayı Arapça bir kökten de türemiş değildir. Bu görüş de ez-Zeccâc ve başkalarına aittir.

6- Secde Etmemenin Pişmanlığı:

"O ise dayattı" âyeti kendisine verilen emri yapmayı kabul etmedi, demektir. Ebû Hüreyre'den gelen sahih hadiste de bu durum ifade edilmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İbn Âdem secde (âyetini) okur da secde ettiği takdirde şeytan uzaklaşıp ağlar ve: Vay benim halime, der. Âdemoğluna secde etmesi emrolundu, o da secde etti, buna karşılık ona cennet verilecektir. Ben de secde etmekle emrolundum, fakat kabul etmedim, dayattım. O bakımdan bana da cehennem var." Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir.

7- Müstekbirlik Şeytanın Huyudur:

"Ve kibirlenerek kafirlerden oldu." îstikbâr; kişinin kendisini büyük görmesi demektir. İblis kendisinin secde etmesini hoş karşılamamış, Âdem'e secde yapılmasını da büyük bir iş gibi görmüş gibidir. Dolayısıyla Âdem'e secde etmeyi terketmesi, yüce Allah'ın emir ve bu emirdeki hikmetini anlamsız görmesi demektir. İşte bu şekildeki bir büyüklenmeyi Hazret-i Peygamber şöylece ifade etmektedir: "Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığı kadar kibir bulunan bir kimse cennete girmeyecektir." Bir diğer rivâyete göre de adamın birisi şöyle demiş: Kişi elbisesinin güzel, ayakkabısının güzel olmasını ister. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle der: "Şüphesiz Allah güzeldir, güzel olanı sever. Kibir ise hakka karşı çıkmak ve insanları hakir görmektir." Bu hadis Müslim tarafından rivâyet edilmiştir. Hakka karşı çıkmanın anlamı ise onu anlamsız görmek, onu batıl kabul etmektir. "İnsanları küçük görmek" de onları hakir görmek, onları küçümseyerek alay etmektir. Yani bir kimseyi küçük görmek, önemsiz ve değersiz bulmaktır. Nimete şükür edilmediği zaman da nimet önemsiz bulunmuş olur. İşte o lanetlik yaratığın bu hususu, açık bir şekilde dile getirmiş olduğunu da şu âyet-i kerimeler bize aktarmaktadır:

"Ben O'ndan daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (el-Araf, 7/12);

"Ben, çamurdan yarattığın bir kişiye secde eder miyim?" (el-İsra, 17/61);

"Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek değilim" (el-Hicr, 15/33). Bu şekilde büyüklük tasladığı için Allah da onun kâfir olduğunu beyan buyurmuştur. Buna göre, yüce Allah'ın emirlerinden yahut onun Rasulünün emirlerinden herhangi bir şeyi anlamsız ve basit gören herkesin hükmü İblisin hükmü ile aynı olur. Bu, hakkında ihtilaf edilmeyen hususlardandır.

İbnü'l-Kasım'ın İmâm Mâlik'ten rivâyetine göre o şöyle demiştir: Bana ulaştığına göre, ilk masiyet, kıskançlık ve kibirdir. İblis Âdem'i kıskandı ve ağaçtan yemeyi onu teşvik etti.

Katâde de der ki: İblis Âdem'i Allahü teâlâ'nın ona verdiği lütuflara karşı kıskandı ve şöyle dedi: Ben ateşten yaratıldım, bu ise çamurdan.

Günahların başlangıcı kibirlenmektir. Bundan sonra ise hırstır. Nihayet Âdem ağaçtan yedi. Daha sonra ise, kıskançlıktır. Çünkü Âdem'in oğlu, kardeşini kıskanmıştır.

8- Müstekbir Şeytan, Kâfirlerdendir:

Yüce Allah'ın:

"Kafirlerden idi" âyetinin; Kâfirlerden oldu, anlamında olduğu söylenmiştir. Yüce Allah'ın:

"O da suda boğulanlardan oldu" (Hud, 11/43) âyeti de bu türdendir. Şair de şöyle demektedir:

"Uçsuz bucaksız kupkuru bir çöldeki binektir sanki

Ele avuca gelmez ve yumurtalarından çıkıp yavru olmuş kekliğe benzer."

İbn Fûrek der ki: Burada yer alan "Kâne: idi," kelimesinin "Sâre: Oldu" anlamına alınması yanlıştır ve bu konudaki asıl kaidelere aykırıdır. Tefsircilerin çoğunluğu ise şöyle demiştir: Anlamı şudur: Yani yüce Allah'ın ezelî ilminde onun kâfir olacağı bilinen bir husustu. Çünkü gerçek manada kâfir ve gerçek manada mü’min şanı yüce Allah'ın vefat halinde ne şekilde öleceğini bildiği kimsedir.

Derim ki: Bu açıklama şekli doğrudur. Çünkü Buhârî'de yer aldığına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak sonuçları ile değerlendirilir."

Denildiğine göre İblis, yüce Allah'a seksenbin yıl ibadet etmiş, ona başkanlık ve cennet bekçiliği -istidrac olmak üzere- verilmiştir. Tıpkı münafıklara dillerinin ucundan la ilahe illellah şehadetinde bulunma imkanı verildiği gibi, tıpkı Bel'am (b. Baura)'ya yine dilinin ucundan İsm-i A'zam'ı söylemek imkanı verildiği gibi. Bu başkanlığı sebebiyle İblis'in içinde büyüklük, kibir iyice yer etmişti. İbn Abbâs der ki: İblis kendisinin sahip olduğu bu imkanlar sebebiyle, meleklerden üstün olduğu görüşünde idi. Bundan dolayı "ben ondan daha hayırlıyım" demişti. Yüce Allah'ın şu âyeti de bu sebep dolayısıyladır:

"Kendi ellerimle yarattığıma secdeden seni alıkoyan nedir? Sen büyüklendin mi, yoksa yücelerden mi oldun (zannediyorsun)?" (Sad, 38/75) Yani sen bizzat büyük olmadığın halde büyüklük tasladın (istikbâr) . Halbuki Ben, bizzat büyük olduğum halde onu kendi ellerimle yarattığımda herhangi bir şekilde büyüklenmedim. İşte bundan dolayı yüce Allah "kafirlerden oldu" diye buyurmaktadır. Onun yaratılışının aslı izzet ateşiydi. Bundan dolayı yüce Allah'ın izzetine yemin ederek şöyle demişti:

"Senin izzetin hakkı için hepsini muhakkak azdıracağım." (Sad, 38/82) İşte bu izzet dolayısıyla o, kibirlendi ve nihayet kendisinin Âdem'den üstün olduğu görüşüne kapıldı.

Ebû Salih'ten gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Melekler izzetin nurundan İblis de izzetin narından (ateşinden) yaratılmıştır.

9- Kerametler Veya Olağanüstü Haller:

İlim adamlarımız -yüce Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- derler ki: Peygamber olmayanların elleri vasıtasıyla şanı yüce Allah'ın izhar ettiği birtakım kerametlerle olağanüstü haller, o kişinin veli oluşunun delili değildir. İlim adamlarımız, bu görüşleriyle kimi mutasallallahü aleyhi ve sellemvıflara ve rafızîlere muhalefet ederler. Çünkü bunlar şöyle der: Bu gibi haller o kişinin veli olduğunun delilidir. Çünkü o kişi, veli olmasaydı şanı yüce Allah, bu gibi şeyleri onun elleri vasıtasıyla izhar etmezdi.

Bizim delilimiz, bizden bir kimsenin (yani bir insanın) şanı yüce Allah'ın velisi olduğunu bilmek, ancak onun mü’min olacağını bilmekten sonra sahih bir delil olabilir. O kişinin mü’min olarak öleceği bilinmeyeceğine göre, bizim o kişinin yüce Allah'ın bir velisi olduğunu kesinlikle söylemek imkanımız olmaz. Çünkü yüce Allah'ın gerçek velisi, yüce Allah tarafından mutlaka îman ile öleceği bilinen kimsedir. Böyle bir kimsenin îman üzere öleceğini kesinlikle söylemek imkanına sahip olmadığımızı ittifakla kabul ettiğimize göre, hatta o kişinin kendisi dahi îman üzere öleceğini kesinlikle söyleyemediğine göre, onun bu harikulade halinin yüce Allah'ın velisi olduğunun delili olmadığı ortaya çıkar. İlim adamlarımız devamla derler ki: Bununla birlikte şanı yüce Allah'ın bazı velilerini (gerçek dostlarını) güzel akıbetine ve amelinin nihaî haline kendisi ile birlikte başkalarının da durumuna muttali kılması imkansız birşey değildir. Bu görüşü şeyh Ebû'l-Hasen el-Eş'arî ve başkaları ortaya koymuştur.

Taberi'nin görüşüne göre ise şanı yüce Allah, bu İblis kıssası ile, Âdemoğullarından ona benzeyen kimseleri azarlamak istemiştir. Bunlar ise, peygamberliğini bilmelerine ve çok eskiden beri Allah'ın üzerlerine ve geçmişlerine olan ni'metlerini bilmelerine rağmen Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı inkar eden yahudilerdir.

10- İblis'ten Önce Kâfir Var mıydı?:

İblisten önce kafirin olup olmadığı hususu ile ilgili farklı görüşler belirtilmiştir. Kimisine göre, yoktur, İblis, inkar edip kâfir olan ilk kişidir. Kimisine göre ise, ondan önce cinlerden kâfirler vardı ve bunlar yeryüzünde yaşıyorlardı.

Yine İblisin küfrü cehlî (bilgisizlikten) miydi, yoksa inadî miydi konusunda da Ehl-i Sünnet âlimleri arasında iki ayrı görüş vardır. Bununla birlikte kâfir olmadan önce onun yüce Allah'ı bilen bir kimse olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. İblisin cehlî olarak kâfir olduğunu kabul edenler şöyle der: O kâfir olduğu vakit, ilimden mahrum bırakıldı. İblisin küfrünün inadî olduğunu söyleyenler de şöyle der: O, bilgiye sahip olmakla birlikte kâfir oldu. İbn Atiyye der ki: İlmi kalmakla birlikte inadî olarak kâfir olmak uzak bir ihtimaldir. Ancak bana göre bu caizdir (mümkündür). Yüce Allah'ın dilediği kimseyi tevfikinden mahrum kılmasıyla birlikte imkansız değildir.

34 ﴿