37Derken Âdem, Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı, O da tevbesini kabul etti. Çünkü O, tevvâb olandır, rahîm olandır. Bu âyetteki: "Derken Âdem, Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı..." bölümüne dair açıklamalarımızı sekiz başlık altında yapacağız: 1- Belleyip Almanın Anlamı: Yüce Allah'ın: "Derken Âdem Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı" âyetinde geçen "telakki (belleyip alma)"; kavradı, farkına vardı, belledi anlamındadır, denildiği gibi, kabul etti ve aldı anlamındadır da denilmiştir. Çünkü Hazret-i Âdem, vahiy telakki eder, yani onu karşılar, alır ve bellerdi. Mesela, "hacıları telakki etmek üzere çıktık" demek, onları karşılamak üzere çıktık, demektir. Telakki etmenin, yapılan telkini anlayıp bellemek anlamında olduğu da söylenmiştir. Anlam itibariyle böyle bir açıklama doğrudur. Ancak kelime kökü itibariyle telakki'nin telkin'den gelmesi mümkün değildir. Çünkü aynı cinsten gelen iki harften birisi değiştirilir ise bu yâ'ya dönüşür. O bakımdan telakki kelimesi ile telkin kelimesinin aynı kökten gelmesi sözkonusu değildir. Mekkî'nin naklettiğine göre Hazret-i Âdem'e bu kelimeler ilham yoluyla verilmiş, o da bu kelimelerin faydasını görmüştür. el-Hasen de der ki: O, bu kelimeleri alıp kabul etti, yani onları öğrendi ve gereğince amel etti, demektir. 2- Hazret-i Âdem'in Bellediği Kelimeler: Tefsir âlimleri, bu "kelimeler'in ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbâs, el-Hasen, Saîd b. Cübeyr, Dahhâk ve Mücâhid, yüce Allah'ın "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen şüphesiz zarara uğrayanlardan oluruz" (el-A'raf, 7/23) âyetindeki sözler olduğunu söylemişlerdir. Yine Mücâhid'den gelen rivâyete göre sözkonusu kelimeler: "Allah'ım Seni tenzih ederiz, Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbim, ben kendi nefsime zulmettim, günahımı bağışla, şüphesiz Sen gafursun, rahîmsin" sözleridir. Bir kesime göre, Hazret-i Âdem Arşın bacağı üzerinde "Muhammedün Rasûlüllah" ifadesini yazılı görmüş, o da bunun hakkı için kendisine şefaat edilmesini istemiştir. İşte sözü geçen kelimeler bunlardır. Bir başka kesim şöyle demektedir: "Kelimeler"den kasıt, ağlaması, utanması ve dua edip yalvarmasıdır. Pişmanlık, mağfiret dilemek ve keder olduğu da söylenmiştir. İbn Atiyye der ki: Bu, Hazret-i Âdem'in bilinen mağfiret talebinden başka birşey söylemediğini gerektirmektedir. Seleften birisine günahkâr bir kimsenin neyi söylemesi gerektiğine dair soru sorulunca şöyle demiştir: Anne ve babasının söylediği sözler olan: "Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik" (el-A'raf, 7/23) âyetinde söylenen sözlerdir diye cevap vermiştir. Hazret-i Mûsa da şöyle dua etmişti: "Rabbim, gerçekten ben nefsime zulmettim, bana mağfiret buyur" (Kasas, 28/16). Hazret-i Yûnus da şöyle demişti: "Senden başka hiçbir ilâh yoktur, Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum." (el-Enbiya, 21/87) İbn Abbâs ile Vehb b. Münebbih'ten rivâyet edildiğine göre sözü geçen kelimeler şunlardır: "Seni hamdinle tenzih ederim Allah'ım, senden başka hiçbir ilâh yoktur, ben kötülük yaptım, nefsime zulmettim, bana mağfiret buyur, çünkü Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın. Seni hamdinle teşbih ederim Allah'ım, Senden başka hiçbir ilâh yoktur, ben bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen tevbemi kabul buyur. Çünkü Sen tevbeleri çokça kabul edensin, merhameti sonsuz olansın." Muhammed b. Ka'b da sözü geçen bu kelimelerin şunlar olduğunu söylemektedir: "Senden başka ilâh yoktur, seni hamdinle tenzih ederim, teşbih ederim. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen benim tevbemi kabul buyur. Şüphesiz sen çokça tevbeleri kabul eden, çokça merhametli olansın. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni hamdinle teşbih ve tenzih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen bana merhamet buyur. Çünkü şüphesiz Sen gafursun, rahimsin. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni hamdinle teşbih ve tenzih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, bana merhamet buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin merhametlisisin." Sözü geçen bu "kelimeler"in aksırdığı zaman söylediği "elhamdülillah" sözleri olduğu da söylenmiştir. "Kelimât" kelime'nin çoğuludur. Kelime ise, çok söz hakkında da kullanılır, az söz hakında da kullanılır. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. 3- Tevbesinin Kabulü: Yüce Allah'ın Âdem'in tevbesini kabul etmesinin anlamı, tevbe etme başarısını ihsan etmesi yahut onun tevbesini kabul etmesi demektir. Bu ise ileride yüce Allah'ın izniyle açıklanacağı gibi, Cuma gününe rastlayan, aşure gününde gerçekleşmiş idi. Kişi, Rabbine itaate döndüğü vakit, "tevbe etti" denilir. Tevvâb bir kul: Çokça itaate dönen kul demektir. Tevbe asıl itibariyle dönmek demektir. 4- Havva'nın Tevbesinin Kabulünden Niye Söz Edilmiyor: Yüce Allah, burada: "O da tevbesini kabul etti" diye buyurarak "ikisinin tevbesini kabul etti" dememiştir. Halbuki o günahta Havva'nın da Hazret-i Âdem ile ortak olduğu icmâ ile kabul edilmiştir. Diğer taraftan yüce Allah: "Bu ağaca yaklaşmayınız" (âyet, 35) diye buyurmuştur. Başka yerde de: "Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik" (el-A'raf, 7/23) dedikleri bildirilmektedir denilecek, olursa cevabımız şudur: Kıssanın baş tarafında: "Sen zevcenle birlikte cennette yerleş" (âyet, 35) diye Hazret-i Âdem'e hitap edildiğinden dolayı, kelimeler belleyip almakta da özellikle ondan söz edilmiştir. Böylelikle bu kıssanın sonu sadece o sözkonusu edilerek gelmektedir. Diğer taraftan kadının saygınlığı ve setredilmesi esas olduğundan yüce Allah da burada onu setretmek istemiştir. Bundan dolayı: "Âdem Rabbinin emrine karşı geldi de şaşırıp kaldı" (Taha, 20/121) buyruğundada Havva'dan söz edilmemiştir. Diğer taraftan çoğu hususlarda kadın erkeğe tabi olduğundan dolayı ondan ayrıca söz edilmemiştir. Nitekim yüce Allah'ın: "Ben sana.... demedim mi" (el-Kehf, 18/75) âyetinde Hazret-i Mûsa ile birlikte bulunan delikanlıdan söz edilmeyip sadece Hazret-i Mûsa'dan söz edilmiştir. Hazret-i Âdem'in tevbesinin kabulünün sözkonusu edilmesi, Havva'nın da tevbesinin kabul edildiğini göstermektedir. Çünkü her ikisi aynı durumda idi. Bu açıklama el-Hasen'den rivâyet edilmiştir. Bir diğer görüşe göre bu âyet yüce Allah'ın: "Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler." (el-Cum'a, 62/11) âyetini andırmaktadır. Burada kasıt ticarettir. Çünkü yönelenlerin maksadı odur. O bakımdan burdaki tekil zamir ticarete aittir. "O ikisine" denilmemiştir. Bununla birlikte mana arasında büyük bir fark yoktur. Şair de şöyle demiştir: "Beri olduğum(uz) halde bana ve babama iftirada bulundu O bana (anlaşmazlığımıza sebep olan) kör kuyudan dolayı iftira etti." Kur'ân-ı Kerîm'de de yüce Allah: "Allah ve Rasûlü'nü, onu razı etmeleri daha uygundur." (et-Tevbe, 9/62) (şeklinde tekil zamir kulanılması) daha kısa ve daha veciz ifade kullanmak içindir. 5- Tevvâb Olan Allah: Yüce Allah, kendi zatını "çünkü O, tevvâb olandır, rahim olandır" diye vasfetmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu kelime, hem elif lâm'lı (marife) olarak hem nekre (belirtisiz) olarak, hem isim hem de fiil olarak tekrarlanmıştır. Bazan "tevvâb" kelimesi kul hakkında da kullanılabilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz Allah çokça tevbe edenleri (tevvâbîn) ve çokça temizlenenleri sever." (el-Bakara, 2/222) İbnu'l-Arabî der ki: Yüce Rabbimizin "tevvâb" olmakla nitelendirilmesi ile ilgili olarak bizim mezhep âlimlerimizin üç görüşü vardır: 1- Şanı yüce Rabbimiz hakkında, bu sıfatın, kullanılması caizdir. O bakımdan Kitap ve Sünnette olduğu gibi O'na dua ederken tevvâb diye çağırılır ve ayrıca tevilde bulunulmaz. 2- Başkalarına göre bu, şanı yüce Allah hakkında hakiki bir sıfattır. Allah'ın kula tevbesi ise, kulun masiyet halinden dönüp Allah'a itaat haline dönmesi demektir. 3- Başka bir grubun görüşüne göre ise, Allah'ın kuluna tevbesi, kulunun tevbesini kabul etmesi demektir. Bu sıfatın yüce Allah'ın: "Ben senin tevbeni kabul ettim" şeklindeki sözü ile alakalı olması, onun yarattığı günahkâr kullarının kalbinin ise Allah'a dönüşe yönelmesi ve zahir azalarının da itaat etmelerini sağlaması şeklinde olması da muhtemeldir. 6- Allah Hakkında "Tâib"Lâfzı Kullanılabilir mi?: Tevbe etmek fiilinden özne olarak "tâib: tevbe eden" kelimesinin yüce Allah hakkında kullanılması câiz değildir. Çünkü bizim, yüce Allah hakkında bizzat kendisinin zatı hakkında kullandığı, yahut Hazret-i Peygamber'in kullandığı ya da müslümanların tümümün icmâ' ile kullandığı isim ve sıfatlardan başkasını kullanmak hak ve yetkimiz yoktur. İsterse dildeki kullanımı açısından câiz ve ihtimal dahilinde olsun, değişen birşey olmaz. Bu konuda sağlıklı ve doğru tutum budur. Buna dair açıklamalarımızı "el-Kitabu'l-Esna fi Şerhi Esmaillahi'l-Hüsnâ" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz. Şanı yüce Allah: "Yemin olsun ki Allah Peygamberinin., muhacirlerle ensarın tevbesini kabul etti." (et-Tevbe, 9/117); "O, kullarının tevbesini kabul edendir." (eş-Şura, 42/25) diye buyurmaktadır. Yüce Allah'a "tevvâb" denilmesi fiilin mübalağalı olduğunu ifade etmek için ve O'na tevbe edip dönenlerin çokluğu dolayısıyla kullarının tevbesini çokça kabul ettiğinden dolayıdır. 7- Tevbenin Kabulü Allah'a Mahsustur: Şunu bil ki, Allah'tan başka hiçbir kimsenin tevbeyi yaratma kudreti yoktur. Çünkü -Mu'tezile ile onların görüşlerini kabul edenlerin hilafına- amelleri yaratan yalnız O'dur. Kendi aleyhine günah işleyerek aşırıya giden bir kimsenin tevbesini hiçbir kimse kabul etmek veya onu affetmek yetkisine sahip değildir. İlim adamlarınız der ki: İşte yahudiler ve hrıstiyanlar dinin, bu çok önemli esasını, inkar ederek kâfir olmuşlardır. Onlar "Allah'ı bırakıp âlimlerini ve rahiplerini rabler edinmişlerdir" (et-Tevbe, 9/31.). Bunun yanında onlar, günah işleyen kimsenin alime yahut rahibe giderek ona birşeyler vermesi karşılığında günahını bağışlamak gibi dinde olmayan bir şeyi uydurmuşlardır. Yüce Allah bunu: "...Allah'a karşı iftira ederek Allah'ın kendilerine verdiği rızkı haram kılanlar; şüphesiz onlar sapıtmışlardır ve doğru yolu da bulamamışlardır" (el-En'am, 6/140) diye dile getirmektedir. 8- Bu Âyetteki Kıraat Farklılığı: İbn Kesîr, bu âyetin: "derken Âdem Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı" bölümünü "Âdem'in karşısına Rabbinden bazı kelimeler çıktı" anlamını verecek şekilde diye okumuştur. Her iki kıraat şekli ise aynı manayı vermektedir. Çünkü Âdem'in kelimelerle karşılaşması, kelimelerin de onun karşısına çıkması demektir. Şöyle de denilmiştir: Hazret-i Âdem'i kurtaran - yüce Allah'ın tevfiki ile - kullandığı kelimeler olduğundan ve o, duasında bu kelimeleri zikrettiğinden burada kelimeler fail (özne) olmuştur. Buna göre, İbn Kesîr'in bu kıraati Rabbinden gelen birtakım kelimeler Âdem'in karşısına çıktı" şeklinde gibidir. Ancak, dişi olan "kelimler" ile onun fiili arasında başka kelimeler girip bir uzaklık meydana geldiğinden dolayı, fiilin sonundaki müenneslik alametinin hazfedilmesi güzel kaçmıştır. Bu ise, müennes fiil alametsiz geldiği takdirde, Kur'ân-ı Kerîm'de olsun konuşma halinde olsun, kullanılan bir şekildir. Şöyle de açıklanmıştır: "Kelimeler" lâfzının müennesliği hakiki müenneslik olmadığından dolayı müzekker gibi kabul edilmiştir. el-A'meş ise, şeklinde idğamlı okumuştur. Ebû Nevfel b. Ebi Akreb ise Çünkü o, kelimesini şeklinde okumuştur. Diğerleri de isti'nâf (cümle başı) olmak üzere birinci şekilde okumuşlardır. Ebû Amr Îsa ve Talha ise, Ebû Hâtim'in kendilerinden rivâyet ettiğine göre, kelimesindeki ha ile ondan sonra gelen kelimesindeki ha'ları birbirine idğam-h olarak okumuşlardır. Bunun câiz olmadığı da söylenmiştir. Çünkü bunların aralarında yazıda belirtilmese bile lafzen söylenen bir "vav" vardır. en-Nehhâs der ki: Sîbeveyh böyle bir vav'ın hazfedilmesini câiz kabul eder ve buna delil olarak da şu beyiti gösterir: "Onun, deveye şarkı söyleyenin sesini andıran bir sesi vardır (Yabani eşek) dişisini çağırdığı zaman; yahut o sesi bir çalgı sesini andırır." Buna göre bu iki harfin idğam edilmesi câiz olur. Ve mübteda olarak merfu olur. "et-Tevvâb" lâfzı da onun haberi olur. Cümle ise bütünüyle nin haberidir. O zamirinin önceki "he"nin tekidi olması da mümkündür. Fasıla da olabilir. Saîd b. Cübeyr der ki: Âdem (aleyhisselâm) yeryüzüne indirilince orada sadece karada kartal, denizde de balık varmış. Kartal ise geceleyin balığın yanına gider, geceyi orada geçirirdi. Kartal Hazret-i Âdem'i görünce; ey balık dedi. Bugün yeryüzüne iki ayağı üzerinde yürüyen, elleriyle yakalayan birşey indirildi. Bunun üzerine balık şöyle dedi: Eğer doğru söylüyor isen, ben denizde ondan kurtulamayacağım, sen de karada ondan kurtulamayaksın. |
﴾ 37 ﴿