63Hani sizden sapasağlam söz almış, Tûr'u da üstünüze kaldırmıştık. "Size verdiğimizi kuvvetle alın ve içindekileri hatırlayın, olur ki sakınırsınız." "Hani sizden sapasağlam söz almış, Tûr'u da üstünüze kaldırmıştık." Bu âyet-i kerîme ileride gelecek olan: "Biz, bir zaman dağı üzerlerine bir gölgelikmiş gibi kaldırmıştık." (el-A'raf, 7/171) âyetini açıklamaktadır. Ebû Ubeyde der ki: Anlamı şudur: Biz dağı yerinden oynatmış ve yerinden koparmış idik. Yerinden kopartıp attığın herşey hakkında: ": onu koparıp attım" tabiri kullanılır. Bunun, onu kaldırdık, anlamına geldiği de söylenmiştir. İbnu'l-Arabî der ki: Kaldıran, yayan ve açıp ayıran, söken anlamında "nâtik" kelimesi kullanılır. Çokça doğuran kadın hakkında da "nâtik ve mintak" tabiri kullanılır. el-Kutebî der ki: Bu tabir içindeki tereyağı çıkartılıncaya kadar kırbanın, tulumun vs. silkelenmesini ifade etmek üzere kullanılan tabirinden alınmıştır. Yüce Allah'ın: "Biz, bir zaman dağı üzerlerine sanki bir gölgelikmiş gibi çekip ayırmıştık." (el-A'râf, 7/171) âyetinde onu kökünden koparmıştık, anlamı vardır. "Tûr"un mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Tûr, yüce Allah'ın Mûsâ (aleyhisselâm) ile üzerinde konuştuğu ve üzerinde Tevrat'ın Hazret-i Mûsa'ya indirildiği dağdır, başkası değildir. Bunu İbn Cüreyc, İbn Abbâs'tan rivâyet etmiştir. ed-Dahhak'ın da İbn Abbâs'tan rivâyetine göre Tûr, üzerinde bitkilerin yeşerdiği dağın adıdır. Bitki yeşermeyen dağa "tûr" denmez. Mücâhid ve Katâde ise her türlü dağın ismi olabilir, demişlerdir. Şu kadar var ki Mücâhid: Tûr, Süryanice her türlü dağa verilen isimdir. Ebû'l-Âl-iyye de bu görüşü kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de Arap olmayan kimselerin dilinden alınıp arapçalaştırılmaksızın bağımsız tek lâfızların bulunup bulunmadığına dair açıklamalar bu eserin mukaddimesinde yapılmış bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun. el-Bekrî'nin iddiasına göre ise bu dağa Hazret-i İsmail'in oğlu Tûr'un ismi verilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen yüce Allah'tır. Tûr Dağının Kaldırılış Sebebi: Mûsâ (aleyhisselâm), Allah'tan aldığı ve üzerinde Tevrat'ın yazılı olduğu levhaları, İsrailoğullarına getirince onlara: "Bu Tevrat'ı alınız ve onda yazılı olan emirlere uyunuz" dedi. Onlar, hayır Allah seninle nasıl konuştu ise bizimle de konuşmadıkça yapmayız, dediler. Bundan ötürü baygın düştüler, sonra da diriltildiler. Hazret-i Mûsâ yine onlara, bu Tevrat'ı alınız dediyse de onlar yine: Hayır, dediler. Bu sefer yüce Allah meleklere emrederek onlar da eni boyu bir fersah olan Filistin dağlarından bir dağı kopardılar. Bu dağ, onların tepelerinde bir gölge gibi tutuldu. Arkalarından da bir deniz, önlerinden yüzlerine doğru ise bir ateş getirildi, onlara: "Bu Tevrat'ı alınız, hükümlerine uyunuz ve onun hükümlerini zayi etmemek üzere sizden söz alıyoruz. Ya bunu kabul edersiniz veya dağ üzerinize düşecektir" denilince yüce Allah'a tevbe ile secdeye kapandılar ve bu söz ile Tevrat'ı aldılar. Taberi, kimi ilim adamlarından naklederek şöyle demiştir: Eğer ilk emir ile birlikte Tevrat'ı almış olsalardı onlardan bu konuda herhangi bir söz alınmazdı. Onlar yanları üzere secdeye kapandılar, çünkü korkuları dolayısıyla dağa doğru bakıyorlardı. Allah onlara merhamet buyuranca şöyle dediler: Şanı yüce Allah'ın kabul buyurduğu ve kendisi sayesinde kullarına merhamet ettiği secdeden daha faziletli bir başka secde şekli olamaz. O bakımdan tek yanları üzerine secde etmelerini sürdürdüler. İbn Atiyye der ki: Başka hiçbir görüşün sahih olamayacağı konu ile ilgili sahih biricik görüş şudur: Şanı yüce Allah, secde ettikleri vakit kalplerinde imanı yarattı. Yoksa onların kalplerinden huzur ve mutmainlik olmaksızın zor ve baskı altında kalarak îman etmiş değillerdir. Biz de onlara "size verdiğimizi kuvvetle" tam bir cehd ve gayret ile "alınız" demiştik. Burada "demiştik" ifadesi hazfedilmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbâs, Katâde ve es-Süddî yapmıştır. "Kuvvetle alınız" âyetinin, ihlaslı bir niyetle alınız, anlamına geldiği de söylenmiştir. Mücâhid der ki: Burada sözü geçen "kuvvetle almak" onda yer alan hükümler gereğince amel etmek demektir. Bir başka görüşe göre ise kuvvetle almak onu çokça okuyup öğrenmekle olur. "Ve içindekileri hatırlayın" emirlerini, tehditlerini iyice düşünün, belleyin, onu asla unutmayın, zayi etmeyin. İşte kitapların indirilmesinden gözetilen maksat budur: Dil ile onları okuyup tertil etmek değil, onların gereğince amel etmektir. Çünkü sadece dil ile okuyup tertil etmek, en-Nehaî ve İbn Uyeyne'nin de belirttikleri gibi, o kitabı bir kenara atmak demektir. Yüce Allah'ın: "Kitap verilenlerden bir fırka.. Allah'ın Kitabını arkalarına attılar" (el-Bakara, 2/101) âyetini açıklarken onların bu konuda söyledikleri de gelecektir. Nesâî'nin Ebû Said el-Hudrî'den kaydettiği rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar arasında en kötü kimse, Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup da onun hiçbir yasağından çekinmeyen fasık bir kimsedir." Nesâî, Cihad 8; Müsned, III, 42, 58 Böylelikle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de maksadın -açıkladığımız gibi- amel etmek olduğunu beyan buyurmuştur. İmâm Mâlik der ki: Bazen hiçbir hayır bulunmayan bir kimse de Kur'ân'ı okuyor olabilir. Buna göre bizden öncekilerin yerine getirmekle yükümlü oldukları hususlar ve onlardan alınmış olan sözler bizim için de bir yükümlülüktür, bizim için de bir görevdir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun." (ez-Zumer, 39/55) Yüce Allah, bizlere Kitabına uymayı, onun gereğince amel etmeyi emretmiştir. Fakat yahudiler ve hıristiyanlar bunu terkettiği gibi biz de bunu terkettik. Geriye hiçbir fayda vermeyen kitapların şekilleri ve mushaflar kaldı. Çünkü cahillik üstünlük sağlamış, başkanlık talebi, hevalara uymak öne geçmiştir. Tirmizî'nin Cübeyr b. Nufeyr'den rivâyetine göre Ebû'd-Derdâ şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte idik. Gözünü semaya doğru kaldırıp baktı, sonra şöyle buyurdu: "Bunlar öyle anlardır ki bunlarda ilim insanlardan farkında olmadan çekip alınır ve nihayet hiçbir şeye güç yetiremezler." Ensar'dan olan Ziyad b. Lebid: Kur'ân'ı okuyup öğrendikten sonra bizden nasıl farkında olmadan alınabilir? dedi. Allah'a yemin ederim, hem biz onu okuyacağız, hem kadınlarımıza ve çocuklarımıza okutup öğreteceğiz. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Anan seni kaybedesice ey Ziyad! Ben de seni Medine'nin fakihlerinden birisi sayıyordum. İşte yahudilerle hıristiyanların elinde bulunan Tevrat ve İncil. Onlara faydası ne?" dedi ve hadisin geri kalan kısmını zikretti. İleride de gelecektir. Bu hadisi Nesâî de yine Cübeyr b. Nufeyr'den, o Amr b. Mâlik el-Eşcaî'den sahih bir rivâyet yoluyla nakletmiş, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Ziyad'a şöyle dediğini zikretmiştir: "Annen seni kaybedesice ey Ziyad, işte Tevrat ve İncil yahudilerin ve hıristiyanların ellerinde bulunuyor." Tirmizî, İlm 5; İbn Mâce, Fiten 26; Dârimî, Mukaddime 29; Müsned, IV, 160, 218-219; ancak Nesâî’de tesbit edemedik. Muvatta’''da ise Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen rivâyete göre Hazret-i Peygamber birisine şöyle demiş: "Sen fukahası bol, kurrası (Kur'ân'ı bilip okuyanı) az bir çağdasın. Bu çağda Kur'ân'ın sınırları korunmakta fakat harfleri kaybedilmektedir. İsteyeni az verileni çok bir zamandır bu. (İnsanları) uzun uzun namaz kılarlar hutbeleri kısa keserler. Bu zamanda hevalarından önce amellerini işlerler. Fakat insanlar üzerinde pek yakında öyle bir zaman gelecektir ki fukahası az kurrası çok olacaktır. Kur'ân'ın harfleri gereği gibi muhafaza edilecek fakat sınırları zayi edilecektir. İsteyeni çok, verileni az olacaktır. Hutbeyi uzun okuyacak namazı kısa keseceklerdir. Amellerinden önce o zamanda hevalarına göre iş yapacaklardır." Muvatta’', Kasru's-Salat 88. İşte bunlar bizim değindiğimiz hususa delalet eden birtakım naslardır. Yahya dedi ki: Ben İbn Nâfi'e: "Amellerinden önce hevâlarıyla başlayacaklardır" sözünün ne anlama geldiğini sordum şöyle dedi: Yani hevalarına uyacaklar fakat kendilerine farz kılınan ameli terkedeceklerdir. "Olur ki sakınırsınız" âyetine dair açıklamalar daha önceden (21. âyetin sonunda) geçmiştir, tekrarlamaya gerek yoktur. |
﴾ 63 ﴿