78Onların içinden kuruntu dışında Kitabı bilmeyen ümmîler de vardır. Onlar ancak zan ediyorlar. Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız: "Onların içinden" yahudiler arasından, yahudilerle münafıklar arasından da denilmiştir "Kitabı bilmeyen ümmîler" okuma yazma bilmeyen kimseler "vardır." Ümmî, okuma ve yazma öğrenmemiş, annesinden doğduğu şekilde kalan "ümmî ümmete" mensup olan kimse demektir. Peygamber Efendimizin Hadîs-i şerîfi de böyledir: "Şüphesiz biz ümmî bir ümmetiz. Yazmayız, hesap etmeyiz..." Buhari, Savm 13; Müslim, Siyam 15; Ebû Dâvûd, Savm 4; Nesâî, Siyam 17; Müsned, II, 122. Ümmü'l-Kitab'ı tasdik etmedikleri için onlar hakkında "ümmîler" tabiri kullanıldığı da söylenmiştir. Bu açıklama İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Ebû Ubeyde de der ki: Onlara ümmî deniliş sebebi, Kitabın üzerlerine indirilmesidir. Sanki kitabın anasına (ummu'na) nisbet edilmiş gibidirler ve sanki: O ehl-i kitaptan kitabı bilmeyen kimseler de vardır, denilmiş gibidir. İkrime ve ed-Dahhâk'ın açıklamasına göre bunlar Arapların hristiyanlarıdırlar. Bir diğer görüşe göre, bunlar kitap ehlinden bir topluluktur. Bunların kitapları işledikleri birtakım günahlar sebebiyle aralarından kaldırılmış ve sonra da ümmî kalmışlardır. Hazret-i Ali'den nakledildiğine göre ise bunlar Mecûsilerdir. Derim ki: Allahu a'lem birinci görüş daha açık ve doğru bir görüştür. "Kuruntu dışında Kitabı bilmeyen ümmîler de vardır." âyetinde yer alan dışında" istisna edatı burada "lakin (fakat)" anlamındadır. Buna göre bu istisna munkatı'dır. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Onların buna dair zanna uymaktan başka hiçbir bilgileri yoktur." (en-Nisa, 4/157) en-Nâbiğa da der ki: "İstisnası bulunmaksızın bir yemin ettim (Böyle) bir arkadaş hakkında hüsn-ü zandan başka da bilgi(m) yoktur." Ebû Cafer, Şeybe ve el-A'rec şeklinde iki ya'dan birisini hazfedip şeddesiz okumuşlardır. Ebû Hâtim der ki: Bu şekilde gelen her bir kelimenin tekili şeddelidir. Okuyucu şeddeli de okuyabilir şeddesiz de. "Esâfî (ocak), eğânî (şarkılar), emânî" ve benzeri kelimeler böyledir. Ahfeş der ki: Bu, "miftah (anahtar)" kelimesinin çoğulunu "mefâtîh" ve "mefâtih"" şeklinde harfi çoğul "yâ"sıdır. en-Nehhâs der ki: İlletli harflerde hazf daha çok yapılır. Nitekim şair şöyle demiştir: "Geri alır mı selâmı ve giderir mi körlüğü, Ocağın üçü (üç taşı) ve geriye kalmış harabelerden başka?" Emanî (mealde: kuruntu): Okumak anlamına gelen "umniye" kelimesinin çoğuludur. Bunun aslı "umnûye" şeklindedir. Vâv yâ'ya idğam edilmiş ve yâ'dan dolayı nun esreli olmuştur. O bakımdan bu kelime "umniyye" haline gelmiştir. Yüce Allah'ın: "...birşey okumak istediği (temenni ettiği) zaman şeytan onun okumasına (umniyye) birşey atmak istemiş olmasın...." (el-Hac, 22/52) âyetindeki bu kelimeler de bu anlamdadır. Yani Peygamber okumak ve tilavet etmek istediği vakit şeytan da onun tilavetine birşeyler karıştırmaya kalkışır. Ka'b b. Mâlik de şöyle demiştir: "Allah'ın kitabını gecenin başında temenni etti (okudu), Ve sonunda da; takdirin hükmü ile karşılaştı." Bir başkası da şöyle demektedir: "Allah'ın Kitabını gecesinin sonunda temenni etti (okudu) Davud'un Zebur'u ağır ağır temennisi (okuyuşu) gibi." Emanî, aynı zamanda yalanlar anlamındadır. Hazret-i Osman'ın şu sözü bu anlamdadır: "İslâm'a girdiğimden bu yana temenni etmedim." Yani yalan söylemedim. Araplardan birisi hadis nakleden İbn De'b'e şöyle demiş: Senin bu anlattığın, rivâyet ettiğin birşey midir, yoksa temenni ettiğin, yani uydurduğun birşey midir? İşte İbn Abbâs ve Mücâhid âyet-i kerimede geçen "emânî" kelimesini bu anlamda açıklamışlardır. Yine bu kelime insanın arzulayıp canının çektiği, temenni ettiği şey anlamına da gelir. Katâde der ki: "Yani onlar kendilerinin olmayacak şeyleri Allah'tan temenni eder, arzularlar" anlamındadır. Emânî'nin takdir anlamına geldiği de söylenmiştir. Bunu el-Cevherî söylemiş İbn Bahr nakletmiştir. Örnek olarak da şairin bu beyitini göstermiştir: "Emin olma akşamı Harem'de geçirsen dahi, Ta ki takdir edenin takdiriyle karşılaşana kadar." "Onlar ancak zan ediyorlar." Yani zandan başka birşey söylemiyorlar. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Kâfirler ancak bir aldanış içerisindedirler" (el-Mülk, 67/20). "Zannediyorlar" yalan söylüyor ve yalan konuşuyorlar; çünkü onların okudukları şeylerin doğruluğuna dair bir bilgileri yoktur. Onlar okudukları şeyleri sadece âlimlerini taklid ederek okuyorlar. Ebû Bekr el-Enbârî der ki: Bize Ahmed b. Yahya en-Nahvî anlattı, dedi ki: Araplar "zan" kelimesini bilgi, şüphe ve yalan anlamında kullanırlar. Devamla der ki: Eğer bilgiye dair deliller ortada olursa ve bunlar şüphenin delillerinden daha çok ise o vakit bu zan, yakîn olur. Eğer yakîn ile şüphenin delilleri birbirine denk düşerse o takdirde zan, şüphe anlamına gelir. Şayet şüphenin delilleri yakînin delillerinden fazla olursa o takdirde de zan yalan olur. İşte şanı yüce Allah da: "Onlar ancak zan ediyorlar" âyetinde ancak yalan söylüyorlar, demeyi murad etmiştir. 4- Bizzat Kitaplarını Kendileri Değiştirdiler.. İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle derler: Yüce Allah yahudi âlimlerini kitaplarını değiştirmekle, tahrif etmekle nitelendirmiştir. Sözü hak olan Rabbimiz onlar hakkında: "Elleriyle kitabı yazanların... vay haline!" (el-Bakara, 2/79) diye buyurmuştur. Çünkü aradan bir zaman geçip de ilim adamlarının çevresinde bulunanlar kötüleşince, bunlar hırs ve tamahın etkisiyle dünyaya yönelip insanları bu şekilde kendilerine bağlayacak şeylerin peşine düşünce şeriatlerinde olmadık birtakım şeyler çıkardılar, şeriatlerini değiştirdiler ve bunları Tevrat'a kattılar, aralarındaki kıt akıllılara: İşte bu Allah katındandır, dediler. Böylelikle bunları kendilerinden kabul etmelerini sağladılar; bunun sonucunda da başkanlıklarını pekiştirmeye ve bu yolla da dünyanın değersiz menfaatlerini, pisliklerini elde etmeye çalıştılar. Şeriatlerinde uydurdukları şeylerden birisi de şöyle demeleriydi: Ümmîler -ki Araplardır- hakkında bizim (yaptıklarımızdan dolayı) aleyhimize bir yol yoktur. Yani bizim mallarından aldığımız şeyler bize helaldir. Yine uydurdukları şeylerden birisi de: Hiçbir günahın bize zararı olmaz. Çünkü biz Allah'ın sevdiği kimseleriz ve onun çocuklarıyız, demeleridir. Yüce Allah ise bundan münezzehtir. Halbuki Tevrat'ta: "Ey benim âlimlerim, ey rasûllerimin çocukları" diye buyurmuştur. Onlar ise bunu değiştirdiler, bunun yerine: "Ey benim sevdiklerim ve ey benim çocuklarım" diye yazdılar. Şanı yüce Allah da onları yalanlamak üzere şu âyetlerini indirdi: "Yahudi ve hristiyanlar dediler ki: Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz. De ki: Öyle ise günahlarınız yüzünden niçin sizi azaplandıryor?" (el-Mâide, 5/18) Onlar, Allah bize asla azâb etmeyecektir. Etse dahi buzağıya taptığımız günler kadar olan kırk gün süreyle azap edecektir, dediler. Buna karşılık yüce Allah şu âyetini indirdi: "Onlar bir de: Sayılı günler dışında bize cehennem ateşi kesinlikle dokunmaz, dediler. De ki: Allah'tan bir ahid mi aldınız?" (el-Bakara, 2/80) İbn Miksem der ki: Burdaki "ahid" tevhid anlamındadır. Bunun delili ise yüce Allah'ın şu âyetidir. "Rahmân'ın nezdinde ahid alanın dışında kimse şefaat imkanına sahip olamayacaktır." (Meryem, 19/87) Yani, lâ ilahe illallah ahdi dışında... demektir. "... Allah ahdinden asla dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz birşey mi söylüyorsunuz?" (el-Bakara, 2/80) Daha sonra yüce Allah, onları yalanyarak şöyle buyurmaktadır: "Hayır, kim bir kötülük işler ve günahı onun dört bir yanını kuşatırsa, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalıcıdırlar. îman edip salih amel işleyenler ise onlar da cennetliktirler. Orada ebedî kalıcıdırlar." (el-Bakara, 2/81-82) Böylelikle yüce Allah, cehennem ve cennette ebedî kalışın onların söylediklerine bağlı değil, küfür ve îmana göre olduğunu beyan etmektedir. |
﴾ 78 ﴿