87Yemin olsun ki Biz Mûsa'ya o kitabı verdik ve ondan sonra da birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem'in oğlu Îsa'ya da beyyineler verdik. Onu Rûhul-Kudüs ile de destekledik. Size nefislerinizin hevasına uymayan bir peygamber geldiği her seferinde büyüklük tasladınız bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz; ha! "Yemin olsun ki Biz Mûsa'ya o kitabı" Tevrat'ı "verdik ve ondan sonra da birbiri ardınca peygamberler gönderdik." Peygamberler biri diğerinin peşisıra geldiler. Birbiri ardınca göndermeye "takfiye" denilir. Boynun arka kısmı demek olan "kafâ"dan alınmıştır. Arkasından gelindiği takdirde "istikfâ" ta'biri kullanılır. Şiir kafiyesi de buradan gelmektedir. Çünkü kendisinden önceki sözün izinden gider. Kafiye aynı zamanda kafa (boynun arka) anlamındadır. Hadîs-i şerîfte geçen: "Şeytan sizden herhangi birinizin başının kafiyesi (arka kısmı) üzerine düğüm atar" Buhârî, Teheccüd 12; Müslim, Musâfirîn 207; İbn Mâce, İkâme 174. ifadesi de buradan gelmektedir. "Kafiyy" ve "kefâvet" ikramda bulunulmak istenen kimseye saklanan süt ve benzeri şeyler demektir. Kötülük yaptığını iftira yoluyla ileri sürmek, itham etmek anlamını ifade için de bu kökten gelen kelimeler kullanır. "Kufvet" ise, seçkin kimseler anlamındadır. İbn Dureyd: (Bu kök) zıt anlamlı kelimelere benziyor, der. İlim adamları der ki: Bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın: "Sonra rasullerimizi birbiri ardınca gönderdik." (el-Mü’minun, 23/44) âyetini andırmaktadır. Hazret-i Mûsa'dan Hazret-i Îsa'ya kadar gelen bütün peygamberler Tevrat'ın kabul edilmesi, hükümlerine uyulması gerektiğini de belirtmişlerdir. Rasûl kelimesinin çoğulu ise Hicazlıların şivesinde rusul, Temimlilerin şivesinde ise rusl şeklinde gelir. Muzaf olup olmaması arasında da fark olmaz. Ebû Amr, bu kelimeyi iki harfle izafet edildiğinde hafif (rusl şeklinde), tek harfte izafe edildiğinde ise sakil (rusul şeklinde) okurdu. "Meryem'in oğlu Îsa'ya da beyyineler" açık deliller, kesin hüccetler "verdik." Bunlar ise İbn Abbâs'ın görüşüne göre yüce Allah'ın Âl-i İmrân Sûresi'nde (49. âyet) ile Mâide sûresinde (110. âyet-i kerimede) sözünü ettiği hususlardır. "Onu Ruhu’l-Kuds" Ebû Mâlik ile Ebû Salih'in İbn Abbâs'tan, Ma'mer'in de Katâde'den rivâyetine göre Cebrâîl aleyhisselam'dır; "ile destekledik." Hasan b. Sabit de şöyle demiştir: "Cibril de aramızda Allah'ın rasûlüdür Ve o Ruhu'l-kuds'tür; bunda hiçbir kapalılık yoktur." en-Nehhâs der ki: Hazret-i Cebrâîl'e "ruh" denilip "kuds"e izafe edilmesinin sebebi yüce Allah'ın tekvini ile var olup kendisini doğuran bir baba olmaksızın ruh olarak yaratılmış olmasındandır. Bu sebepten dolayı Hazret-i Îsa'ya da "ruh" ismi verilmiştir. Galib b. Abdullah Mücâhid'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: el-Kuds, aziz ve celil olan Allah'tır. el-Hasen de aynı şekilde el-Kuds Allah'tır, onun ruhu ise Cibril'dir, demiştir. Ebû Ravk, ed-Dahhâk'tan, o İbn Abbâs'tan "Ruhu’l-Kuds ile" âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Bu, Hazret-i Îsa'nın kendisi vasıtasıyla ölüleri dirilttiği isimdir. Bunu aynı şekilde Saîd b. Cübeyr ve Ubeyd b. Umeyr de söylemiş olup Allah'ın ism-i azamidir (derler). Ruhu'l-Kuds'ten kastın İncil olduğu da söylenmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'e yüce Allah'ın şu âyetinde "ruh" ismi verildiği gibi yüce Allah İncil'e de bu şekilde "ruh" ismini vermiş bulunmaktadır: "Böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik." (eş-Şûrâ, 42/52) Ancak birinci görüş daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kuds ise temizlik, paklık anlamındadır. Buna dair açıklamalar da daha önceden (el-Bakara, 2/30. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Hevâlarına Uymayan Bir Peygamber Gelirse... "Size nefislerinizin hevasına uymayan" ona uygun ve yatkın gelmeyen, yani nefislerinizin sevmediği, hoşlanmadığı "bir peygamber geldiği her seferinde büyüklük tasladınız." Peygamberleri hakir görerek ve onunla birlikte risaletin gönderilmesini uzak bir ihtimal kabul ederek onun çağırışını kabul etmeyip büyüktendiniz. Hevâ, asıl anlamı itibariyle bir şeye meyletmek demektir. Çoğulu -Kurân-ı Kerîm'de geçtiği şekilde- "ehvâ" şeklinde gelir. "Nedâ" kelimesini Araplar "endiye" şeklinde çoğul yapmış olsalar dahi, (aynı vezinde olmak üzere): "ehviye" şeklinde gelmez. Nitekim şair şöyle demiştir: "Meclislerin kurulduğu bir cumâdâ (ayı) gecesinde ki; Karanlığında köpekler çadır iplerinin bağlandığı kazıkları görmezler." el-Cevherî der ki: Bu şekildeki çoğul şâzz (nâdir ve istisnaî) bir kullanımdır. Hevâ'ya bu adın veriliş sebebi, sahibini cehenneme doğru yuvarladığından (yehvî) dolayıdır. O bakımdan bu kelime çoğunlukla hak olmayan ve hayır bulunmayan şeyler hakkında kullanılır, başka şeyler hakkında kullanılmaz. İşte bu âyet-i kerîme de bu türdendir. Nadiren hak ilel ilgili olarak da kullanılır. Hazret-i Ömer'in Bedir'de alınan esirler hakkında söylediği şu söz böyledir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekir'in dediğini sevdi (heviye) fakat benim dediğimi sevmedi. Müslim, Cihâd 58; Müsned, I, 31, 32 Hazret-i Âişe de sahih hadiste belirtildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim gördüğüm o ki, senin Rabbin hevâm (sevdiğini, arzunu) yerine getirmekte acele davranıyor." Buhârî, Tefsir 33. sûre 7, Nikâh 29; Müslim, Radâ' 49-50; İbn Mâce, Nikâh 57; Müsned, VI, 134, 158, 261. Bu iki hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. "Bir kısmını yalanladınız." Îsa ve Muhammed (ikisine de selâm olsun) gibi. "Bir kısmını da öldürdünüz ha!" Yahya ve (7. âyetin tefsirinde) buna dair açıklamalar gelecektir. |
﴾ 87 ﴿