106

Biz bir âyeti nesheder veya onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah herşeye kadirdir?

Âyetine dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

1- Neshetmek Ya da Unutturmak:

"Biz bir âyeti nesheder veya onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da benzerini getiririz"

"Biz bir âyeti nesheder veya onu unutturursak..." âyetindeki:

"onu unutturursak" âyeti, nesheder" âyetine atfedilmiştir. Cezm dolayısıyla yâ harfi hazfedilmiştir. Bu kelimeyi şeklinde okuyanlar ise cezm dolayısıyla hemzeden dammeyi hazf ederek (sükun ile) okurlar. Bu okuyuşun anlamı ileride gelecektir.

Bu ahkâma dair büyük bir âyet-i kerimedir.

(Nüzul) sebebi şudur: Yahudiler, Ka'be'ye yönelmeleri hususunda müslümanları kıskandıklarından dolayı İslâm'a dil uzatmaya ve "Muhammed ashabına önce bir hususu emrediyor, sonra da onlara o işi yasaklıyor. O bakımdan Kur'ân olsa olsa onun tarafından uydurulmaktadır. Bundan dolayı bir kısmı ile öteki kısmı birbiriyle çelişmektedir." demeye koyuldular. Bunun üzerine de yüce Allah:

"Biz, bir âyetin yerine diğer bir âyeti getirdiğimiz vakit." (en-Nahl, 16/101) âyeti ile:

"...nesheder veya unutturursak" âyetini indirdi.

2- Neshe Dair Bilginin Gereği ve Faydası:

Bu konuya dair gereken bilgiyi edinmek kesinlikle gerekli ve faydası çok büyüktür. İlim adamları bu hususa dair bilgi sahibi olmaktan uzak duramazlar. Neshi, ahmak cahillerden başkası da inkâr etmez. Çünkü ahkama dair karşılaşılan meselelerde helal ve haramı bilmek hususunda bunu bilmeyi gerektiren pek çok husus vardır. Ebû'l Bahterî'nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ali (radıyallahü anh) mescide girdiği bir seferinde bir adamın insanları korkutmakla meşgul olduğunu görür. Bu kim oluyor? diye sorunca etrafındakiler: İnsanlara hatırlatmalarda bulunan bir adamdır, dediler. Hazret-i Ali şöyle der: Bu insanlara öğüt verip hatırlatan bir kimse değildir, bu ben filan oğlu filanım, beni tanıyın, diyen birisidir. Hazret-i Ali ona bir haberci gönderip şöyle sorar: Sen nâsihi mensûhtan ayırdedecek kadar bir bilgiye sahip misin? O: Hayır, der. Bu sefer ona: Mescidimizden çık git ve bu mescidde öğüt ve hatırlatmalarda bulunma. Bir başka rivâyete göre: Nâsih ve mensûhu biliyor musun? diye sorar. O: Hayır, deyince, Hazret-i Ali: Kendin de helâk oldun, başkalarını da helâk ettin, der. Buna benzer bir rivâyet İbn Abbâs (radıyallahü anhüm)dan da gelmiştir.

3- Arap Dilinde Nesh'in Anlamı: Arapçada bu kelime iki anlamda kullanılır:

1- Nakletmek, aktarmak:

Bir kitabı bir başka kitaptan nakletmek (istinsah etmek, aktarmak) gibi. Buna göre Kur'ân-ı Kerîm'in tümü mensuhtur. Yani Levh-i Mahfuz'dan nakledilmiş ve dünya semasındaki Beytü'l-İzze'ye indirilmiştir. Âyet-i kerimenin bununla bir ilgisi yoktur. Yüce Allah'ın:

"Şüphesiz Biz, sizlerin işlemekte olduklarınızı istinsah ettiriyorduk" (el-Câsiye, 45/29) âyeti de bu anlamdadır. Onun neshedilmesini (yazılıp kaydedilmesini) ve tesbit edilmesini emrediyorduk, demektir.

2- İptal etmek ve izale etmek:

İşte burada kastedilen de budur. Bu, dilde iki türlü anlam ifade eder:

a) Bir şeyi iptal ve izale edip başka bir şeyi onun yerine koymak. Güneş gölgeyi giderip gölgenin yerini tuttuğu vakit: "Güneş gölgeyi neshetti" şeklinde kullanılan ifade de bu türdendir. Yüce Allah'ın:

"Biz bir âyeti nesh eder veya onu unutturursak ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz" âyetinin anlamı da budur.

Müslim'in Sahih'inde de şöyle bir ifade yer almaktadır: "Zamanla neshedilegelmemiş hiçbir peygamberlik yoktur." Müslim, Zühd 14; Müsned, IV, 174. Ümmetinin hali bir durumdan bir başka duruma değişmemiş bir nübüvvet yoktur, demektir.

İbn Fâris der ki: Nesh (in bir anlamı) kitabı neshetmek (kopye etmek) şeklindedir. Diğer bir anlamı daha önce kendisi ile amel edilen bir hususu ortadan kaldırıp başka bir olay (veya sebep ile) onu neshetmek de bir başka türlüdür. Mesela, bir hususa dair nazil olan bir âyet-i kerimenin bir başka âyet ile neshedilmesi gibi. Bir şeyin ardından gelen her bir şey de kendisinden öncekini neshetmiş olur: Güneş gölgeyi, ağaran saçlar gençliği neshetti, denilir. Mirasçılar arasında tenasüh ise: Mirasın kendisi paylaştırılmadan olduğu gibi durduğu halde mirasçıların arka arkaya ölmesi demektir. Çağların ve nesillerin tenasühü (ardarda gelip birinin ötekinin yerini tutması)da böyledir.

b) Başka bir şeyi yerine koymadan, birşeyi izale etmek. Mesela, rüzgar izleri neshetti, demek böyledir. Yüce Allah'ın:

"O şeytanın bıraktığını Allah nesheder" (el-Hacc, 22/52) âyetindeki nesh kelimesi bu anlamdadır. Yani onu îptal ve izale eder, onun telkini okunmaz ve onun yerine de mushafta herhangi bir şey kayıt edilmez. Ebû Ubeyd bu ikinci tür neshin olduğunu iddia etmiş ve şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir sûre indirilir sonra bu sûre kaldırılır, şu sûre okunmaz ve mushafa da yazılmazdı.

Derim ki: Ubey b. Ka'b ve Âişe (radıyallahü anh)'dan gelen Ahzab Sûresi'nin uzunluk itibariyle Bakara Sûresi'ne denk olduğuna dair rivâyet de bu türdendir. Bu hususa dair açıklamalar inşaallah orada (Ahzab Sûresi'nin tefsirinin başlangıcında) gelecektir. Buna delil olan hususlardan birisi de Ebû Bekr el-Enbarî'nin zikrettiği şu husustur: Bize babam anlattı, bize Nasr b. Davud anlattı, bize Ebû Ubeyd anlattı, bize Abdullah b. Salih, el-Leys'ten o Yûnus'tan ve Akil'den, onlar da İbn Şihab'dan rivâyetle şöyle dediler: Bana Ebû Umame b. Sehl b. Huneyf, Said b. el-Müseyyeb'in meclisinde anlattığına göre; adamın birisi geceleyin Kur'ân-ı Kerîm'den bir sûre okumak üzere kalktı, fakat o sûreden bir şey okuyamadı. Bir başkası kalktı o da birşey okumaya güç yetiremedi. Bir başkası da kalktı, o da o sûreden birşey okuyamadı. Sabah Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna gittiler. Onlardan birisi şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü, geceleyin Kur'ân-ı Kerîm'den bir sûre okumak üzere kalktım da ondan hiçbir şey okuyamadım. Bir diğeri kalkıp o da: Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi ey Allah'ın peygamberi, dedi. Öteki de: Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu, yüce Allah'ın dün neshettiği şeylerdendir" diye buyurdu. Rivâyetlerden birisinde de Said b. el-Müseyyeb, Ebû Umame'nin anlatıklarını işittiği halde bunlara karşı çıkmıyordu, ifadesi de yer almaktadır.

4- Neshi Kabul Etmeyenler:

İslâm'a müntesip müteahhirîn bazı kesimler neshin câiz olduğunu kabul etmemektedirler. Halbuki onlara karşı bu konuda önceki selefin şeriatte neshin vaki olduğuna dair icma ettikleri hususu susturucu bir delildir.

Yine yahudilerden bir kesim de neshi kabul etmezler. Bunlara karşı susturucu delil ise kendi iddialarına göre şanı yüce Allah'ın Nûh (aleyhisselâm)'a gemiden çıktığı vakit söylediği şu ifadelerdir: "Bütün canlı hayvanları senin ve soyundan gelecekler için yenebilir kılıyorum. Bunu size tıpkı bitkiler gibi serbest bırakıyorum. Ancak bundan kan müstesnadır, onu yemeyiniz." Daha sonra ise Hazret-i Mûsâ ile İsrailoğullarına birçok hayvanın yenmesi haram kılındı. Yine onlara karşı gösterilecek delillerden birisi de şudur: Âdem (aleyhisselâm) erkek ve kızkardeşleri birbirleriyle evlendiriyordu. Yüce Allah ise bunu Hazret-i Mûsa'ya da başkasına da haram kılmıştır. Onlara karşı bir başka delil: İbrahim Halil'e önce oğlunu kesmesi emredildi, daha sonra: Onu kesme! emri verildi. Hazret-i Mûsâ da İsrailoğullarına aralarından buzağıya tapanları öldürmelerini emrettiği halde, arkasından artık bu öldürme işine son vermelerini emretti. Yine Hazret-i Mûsa'nın peygamberliği ile kendisine verilen şeriatle peygamber olmadan önce ibadet edilmezdi. Bundan sonra ise onun şeriatına göre amel edilerek ibadet edilir oldu. Ve buna benzer başka hususlar.

Böyle bir nesih bedâ Bedâ; Allahü teâlâ'nın daha sonradan başka bir hükmü uygun bulması üzerine eski hükmü değiştirmesi demektir. Allah'a böyle bir şeyin nisbeti câiz değildir. (Dr. Subhi es-Sâlih, Mebâhis fî Ulumi'l- Kur'ân, Beyrut, 1974, sh. 271-272) türünden değildir.

Aksine bu kulları bir ibadetten bir başka ibadete, bir hükümden bir başka hükme -bir maslahat sebebiyle ve hikmetini bir de eksiksiz egemenliğini izhar etmek için- yaptığı bir nakilden ibarettir.

Akıl sahipleri ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Peygamberlerin şeriatlerinde insanların dinî ve dünyevî maslahatları maksat olarak gözetilmiştir. Bedâ ise ancak işlerin akıbetini bilmemesi halinde düşünülebilir. İşlerin akıbetini bilen bir kimsenin ise, maslahatların değişmesine uygun olarak hitapları da değişiklik gösterir. Hasta olan kimsenin durumlarını gözönünde bulunduran doktor gibi. Yüce Allah da meşîet ve iradesi ile yarattığı insanlar hakkında bu maslahatlarını gözönünde bulundurmuştur. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Onun hitabı değişiklik gösterir, fakat ilim ve iradesi asla değişmez. Çünkü bu, yüce Allah hakkında muhaldir (imkânsızdır). Yahudiler ise nesh ve bedâ'yı aynı şey kabul ederler. Bundan dolayı neshi câiz görmezler. O bakımdan sapıklığa düşmüşlerdir.

en-Nehhâs şöyle der: Nesh ile bedâ arasındaki fark şudur: Nesh kulları bir şeyden bir şeye tahvil etmektir. Meselâ, o şey daha önce helal iken haram kılınır yahut haram iken helal kılınır. Bedâ ise kararlaştırdığı bir şeyi terkedip vazgeçmektir. Senin: Bugün filan kişiye git, dedikten sonra: Hayır gitme, demen gibi. Birinci defada söylediğin sözden vazgeçmeni gerektiren bir sebep ve bir kanaat zuhur eder. Böyle bir tutum eksiklikleri itibariyle insanlar hakkında sözkonusudur. Aynı şekilde: Bu sene şunu ek, deyip de daha sonra: Hayır bu işten vazgeç, demen de böyledir. Buna bedâ denilir.

5- Gerçek Neshedici Kimdir?

Şunu bil ki, gerçek nesneden yüce Allah'tır. Şer'î hitaba nesneden (nâsih) denilmesi, kelimenin sınırını aşmak (mecaz) suretiyle olmuştur. Çünkü bu hitap ile nesh gerçekleşmektedir. Nitekim: Mahkûmun fîhe de nâsih denilerek kelimenin sınırları aşılabilmektedir. Mesela, Ramazan orucu aşure orucunu neshedicidir, denilir.

Mensûh izale olunan, mensûhun anh ise, izale olunan ibadet ile taabbüd etmesi istenen yani mükellef kişidir.

6- Neshin Tanımı:

Neshin tanımı hususunda mezhep İmâmlarımızın kullandıkları ifadeler arasında farklılık vardır. Ehl-i Sünnet'in ileri gelen ilim adamlarının kabul ettiği tanım şudur:

Nesh, şer'an yerleşmiş bulunan bir hükmü daha sonra gelen bir hitap ile ortadan kaldırmaktır. Kadı Abdulvehhab ile Kadı Ebû Bekr de bu şekilde tanımlamış ve şunu da eklemişlerdir: Eğer o (sonradan gelen hitap) olmasaydı önceki şer'î hüküm sabit kalmaya devam edecekti.

Böylelikle onlar neshin sözlük anlamını da korumuş oldular. Çünkü nesih kaldırmak ve izale etmek anlamındadır. Şer'î hüküm denilerek aklî hükmün anlaşılmamasını sağlamak istemişlerdir. Şer'î hitabın sözkonusu edilmesi ise nas, zahir, mefhum ve buna benzer bütün delalet yollarını kapsaması, kıyas ve icmaın da dışarıda bırakılması içindir. Çünkü bunlarda ve bunlarla nesih düşünülemez. "Sonradan gelen" kaydını koymaları ise şundandır: Eğer hüküm ile şer'î hitab bir arada bulunsaydı bu hükmün gayesini (nihaî vaktini) açıklayıcı olurdu, neshedici olmazdı. Veya sözün sonraki bölümü önceki bölümünü kaldırmış olurdu. Bir kimsenin kalk, hayır kalkma, demesi gibi.

7- Mensûh:

Mensuh, bizim Ehl-i Sünnet İmâmlarımıza göre sabit olan hükmün kendisidir, benzeri değildir. Mu'tezile ise şöyle demektedir: O (mensuh), daha önce gelmiş nas ile gelecekte sabit olacak hükmün benzerinin de zail olacağına delalet eden hitaptır. Onları bu kanaate götüren, emirlerin irade ile varolan şeyler olduğu, hüsnün, bizzat hüsnün sahip olduğu bir nitelik olduğu, Allah'ın muradının da güzel olduğu şeklindeki kanaatleridir. İlim adamlarımız kitaplarında Mu'tezile'nin bu iddialarını çürütmüşlerdir.

8- Neshin Sözkonusu Olmadığı Alanlar:

İlim adamlarımız haberlerde neshin sözkonusu olup olmayacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Cumhûr, neshin emir ve nehiylere has olduğu, yüce Allah hakkında yalan söylemenin imkânsızlığı dolayısıyla haber verilen hususlarda neshin olmayacağını kabul etmişlerdir. (Zayıf bir görüş olarak da) şöyle denilmiştir: Eğer haber şer'î bir hüküm ihtiva ediyorsa neshi mümkündür (caizdir). Yüce Allah'ın:

"Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvesinden de içki çıkarırsınız..." (en-Nahl, 16/67) âyetinde olduğu gibi. Bu âyetin tefsiri yapılacağı zaman buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle gelecektir.

9- Tahsis:

Genel bir hükümden tahsis (özelleştirme), nesh gibi görünürse de öyle değildir. Çünkü umum hiçbir zaman muhassası (yani tahsis edilen hükmü) kapsamaz. Şayet umumun herhangi birşeyi kapsadığı sabit olur sonra o şey umumun dışına çıkartılırsa bu nesh olur, tahsis olmaz. Önceki ilim adamları ise mecazen ve kelimenin anlamım daha da genişleterek tahsise de nesh ismini verirler.

10- Mutlak ve Mukayyed Hükümler:

Şunu bil ki, şeriatte bazan zahiren mutlak ve kapsayıcı olduğu görülen birtakım haberler varid olabilir. Yine bir başka yerde bunlar kayıtlı olarak sözkonusu edilince bu ifadelerdeki mutlaklık da ortadan kalkar. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Kullarım senden Beni sorarlarsa şüphesiz Ben onlara pek yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasını kabul ederim." (el-Bakara, 2/186) Bu âyetteki hükmün zahiri her durumda dua eden herkesin duasının kabul olunacağını haber vermektedir. Şu kadar var ki bir başka yerde bunu kayıtlayan ifadeler gelmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"O da dilerse dua ettiğiniz şeyi açar." (el-En'âm, 6/41)

Bu hususta basîreti olmayan bir kimse bunun haberlerde nesih türünden olduğunu zannedebilir. Oysa durum böyle değildir. Bu, mutlak ifade kullandıktan sonra onu kayıtlı olarak dile getirmek demektir. Bu meseleye dair daha fazla açıklamalar yeri gelince -yüce Allah'ın izniyle- yapılacaktır.

11- Neshin Türleri:

İlim adamlarımız der ki: Daha ağır bir hükmün hafifletilmesi caizdir. On kişiye karşı (cihadda) sebat etme hükmünün iki kişiye karşı sebat etme hükmüyle değiştirilmesi gibi. (bk. el-Enfal, 8/65-66) Daha hafif bir hükmün daha ağır bir hükümle neshedilmesi de caizdir. Aşure günü orucunun Ramazan ayında sayılı günler oruç tutma hükmü ile neshedilmesi gibi. Nitekim ileride oruç âyeti (el-Bakara, 2/173) açıklanırken gelecektir. Ağırlık veya hafiflik itibariyle birbirinin dengi olan hükümler de birbirini neshedebilir. Kıblenin neshinde olduğu gibi. Bir hüküm neshedilmekle birlikte onun yerine başka bir hüküm getirilmeyebilir. Hazret-i Peygamber'le özel bir şekilde konuşmak için önceden sadaka vermeyi emreden hükmün kaldırılması gibi. (bk. el-Mücadele, 58/12-13)

Kur'ân Kur'ân ile, sünnet de ibare ile neshedilebilir. Burada sözü geçen "ibare"den kasıt kat'î ve mütevatir olan haberdir. Vahid haber de vahid haber ile neshedilebilir.

Önder (İmâm) ilim adamlarının ileri gelenlerine göre Kur'ân-ı Kerîm sünnetle neshedilebilir. Bk. el-Bakara, 2/180. âyet, 21. başlık. Bu, Peygamber Efendimizin: "Mirasçıya vasiyet yoktur" Ebû Dâvûd Buyû' ', 88; Tirmizî, Vesâyâ 5; İbn Mâce, Vesâyâ 6. Ayrıca bk. Buhârî, Vesâyâ 6; Ebû Dâvûd, Vesâyâ 6. hadisinde görülmektedir. Bu İmâm Mâlik'in mes'elelerinden zahiren anlaşılan görüştür. İmâm Şâfiî ile Ebû'l-Ferec el-Mâlikî ise bunu kabul etmezler. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Buna delil ise hepsinin yüce Allah'ın hükmü olduğu, O'ndan geldiğidir. İsterse bunların isimleri ayrı ayrı olsun. Yine (âyet-i kerîme ile sabit olan) zina edene sopa vurmak, evli olup da zina dolayısıyla recmedilen kimsenin zina haddi de düşmektedir. Bunu düşüren ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın uygulamadaki sünnetidir ki, bu da açıkça anlaşılan bir husustur.

Yine mes'eleyi iyice inceleyen ileri gelen ilim adamlarının görüşüne göre sünnet Kur'ân-ı Kerîmle neshedilebilir. Kıble hususunda bu vardır. Çünkü Şam tarafına doğru yönelip namaz kılmak yüce Allah'ın Kitabında bulunmamaktadır. Yine yüce Allah'ın:

"O kadınları kâfirlere geri döndürmeyiniz" (el-Mümtehine, 60/9) âyetinde de bu vardır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Kureyşlilerle yaptığı barış antlaşması gereği kadınların kâfirlere geri verileceği belirtilmişti.

Yine ileri gelen ilim adamları Kur'ân-ı Kerîm'in haber-i vahid ile neshedilmesinin aklen câiz olduğunu kabul ederler. Ancak şer'an böyle birşeyin vukuu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ebû'l-Mealî ve başkaları ise Küba mescidi ile ilgili olayda -ileride açıklanacağı üzere (bk. et-Tevbe, 9/108. âyetin tefsiri)- bu şekil husule gelmiştir. Bazıları ise bunu kabul etmemektedir.

Herhangi bir nassın kıyasa dayanılarak neshedilmesi düşünülemez. Çünkü kıyasın şartlarından bir tanesi de nassa aykırı olmamasıdır.

Bütün bu türleriyle nesih, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hayatta olduğu sürece sözkonusudur. Onun vefatından ve şeriatın son şeklini almasından sonra ise nesih olamayacağı hususu üzerinde ümmetin icmaı vardır. Bu bakımdan icma nesholunmaz, icma ile de nesh yapılmaz. Çünkü icmaın gerçekleşmesi vahyin kesilmesinden sonra sözkonusu olur. Bizler herhangi bir nassa muhalif olan bir icma bulduğumuz takdirde, o zaman bu icmaın bizim bilmediğimiz neshedici bir nassa dayalı olduğunu bu muhalif nas ile amelin terkedildiğini, onun muktezasının neshedilmekle birlikte hükmünün sünnet olarak kalmaya devam ettiğini, okunup rivâyet edildiğini biliriz. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de iddeti bir sene olarak tesbit eden âyet-i kerîme (el-Bakara, 2/240) olduğu gibi kalmıştır. (el-Bakara, 2/240. âyetin tefsirine bakınız). Bu hususa iyice dikkat etmek gerekir, çünkü oldukça değerli bir noktadır. Bu, okunuşun neshedilmeksizin kalıp sadece hükmünün nesholunması türündendir ve bu, nesih türlerinden biridir. Hazret-i Peygamber ile özel olarak konuşmak için sadaka verme emri de böyledir.

Kimi zaman hüküm nesholunmaksızın tilavet nesholunabilir. Recm âyeti gibi. Bazen hem tilavet hem de hüküm nesholunabilir. Hazret-i Ebû Bekir'in şu sözü bunu ifade eder: Bizler: "Babalarınızdan yüzçevirmeyiniz (kendinizi başkalarına nisbet etmeyiniz) çünkü o bir küfürdür" âyetini okurduk. Bu şekilde bir âyetin önce tilavet olunup sonradan nesholunduğuna dair rivâyet Ahmed b. Hanbel tarafından, Müsned, I, 47 ve 55'de iki defa, ancak Hazret-i Ebû Bekir'den değil, Hazret-i Ömer'den rivâyetle kaydedilmektedir. Ebû Hüreyre'den Hazret-i Peygamber'e merfûan rivâyet ise: Buhârî, Ferâiz 29; Müslim, Îman 113; Müsned, II, 526'da kaydedilmektedir. Buna benzer nesihler pek çoktur.

Yine araştırmacı ilim adamlarının kabul ettiği görüşe göre nâsih kendisine ulaşmamış olan kimse birinci hüküm ile taabbüd eder. Nitekim kıblenin değiştirilmesi ile ilgili âyetlerde bu açıklamalar gelecektir.

Araştırmacılar hüküm ile amel edilmeden önce neshedilmesinin câiz olduğunu kabul ederler. Nitekim bu, kesilmesi emredilen Hazret-i İbrahim'in oğlu kıssasında görülmektedir. Ayrıca elli vakit farz kılınan namaz emri yerine getirilmeden önce de beş vakit olarak neshedilmiştir. Bu hususlara dair açıklamalar el-İsra Sûresi'yle Bk. el-îsra, 17/1. âyet 3. başlık. Saffat Sûresi'nde Bk. es-Saffat, 3/102-113. âyetler 10. başlık. yüce Allah'ın izniyle gelecektir.

12- Neshedici Âyeti Bilmenin Yolları:

Nâsihi bilmenin birtakım yollan vardır. Bunlardan birisi lafızda buna delalet eden tabirlerin bulunmasıdır. Hazret-i Peygamber'in şu âyetinde olduğu gibi: "Sizlere kabir ziyaretini yasaklamış idim. Kabirleri artık ziyaret edebilirsiniz. Sizlere deriden yapılan kaplar dışındaki kaplardan içmeyi yasaklamıştım. Artık her kaptan içebilirsiniz. Şu kadar var ki sarhoşluk verici birşey içmeyiniz" Müslim, Cenaiz 106. ve benzerleri.

Bir başka yol da ravinin hükümlerin tarihini belirtmesidir. Mesela; ben Hendek yılı şunu işittim deyip mensuh olanın daha önceden bilinen bir hüküm olması veya şunun hükmü bununla neshedildi, demesi gibi.

Bir diğer yol, ümmetin bir hükmün nesholduğu ve onu neshedenin de önceden varid olduğu üzerinde icma etmesi. Bu husus usul-u fıkıh kitaplarında genişçe açıklanmıştır. Bizim bu konudaki geniş açıklamaların bir kısmına burada dikkat çekmemiz, kısa olan ile yetinen kimseye bu kadarının yeterli olduğundan dolayıdır. Doğruya ulaşma başarısı Allah'tandır.

13- "Neshetmeyiz":

Cumhûr şeklinde "nun" harfini üstün olarak okumuştur. Zahir olan ve kullanılan anlamı ise önceden de belirtildiği gibi: -Biz ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe- hiçbir âyeti tilavetini bırakıp hükmünü neshetmeyiz, şeklindedir. Anlamın yine belirttiğimiz üzere... bir âyetin hüküm ve tilavetini kaldırmayız, şeklinde olma ihtimali de vardır.

İbn Amir, "neshedilmiş (kopye edilmiş) buldum" anlamına gelen "ensehtu el-kitabe"den gelen şekliyle "nun" harfini ötreli olarak şeklinde okumuştur. Ebû Hâtim bu okuma yanlıştır, demektedir. Ebû Ali el-Farisî de: Böyle bir söyleyiş yoktur; çünkü:ın aynı anlama geldiği söylenemez... demektedir.

Ancak anlamın neshedilmiş bulduğumuz, şeklinde olması hali müstesnadır. ifadesini Onu öğülmüş ve cimri buldum, anlamında kullanmak da böyledir.

Ebû Ali der ki; onu neshedilmiş bulmak, ancak fiilen neshetmek halinde sözkonusu olur. Böylelikle her iki kıraat lâfızları itibariyle farklı olsa bile, mana itibariyle ayni olur.

"Nesheder..." âyetinin, "neshini sana bırakmayız" anlamında olduğu da söylenmiştir. Kitabı yazmak halini anlatmak için: "Kitabı neshettim" denilir. Onu yazma işini başkasına havale etmek halinde ise; "başkasından intisâhını (yazmasını) istedim" denilir.

Mekkî der ki: (Ensehâ fiilindeki) hemze'nin teaddî (fiili geçişli kılmak) için olması mümkün değildir. Çünkü o taktirde anlam değişir ve: Ey Muhammed Biz sana bir âyeti insâlı eder... şeklinde olur. Âyetin ona insâhı ise, ona indirilmesi demektir. Dolayısıyla âyet şu anlama gelir: Biz sana bir âyet indirir yahut onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz. Bu da sonuç olarak şöyle demektir:

İndirilmiş her bir âyetten mutlaka daha hayırlısı (ya da onun misli) indirilmiştir. Bu durumda da Kur'ân tümüyle mensûh olur. Bu ise imkânsızdır.

Çünkü nesh olunan ancak pek az bir bölümdür. Buna göre ef ale (enseha) ile feale (neseha) kiplerinin aynı anlama gelmeleri -Araplardan böyle birşey işitilmediğinden- imkânsız olduğundan ve mâna bozulacağı için hemze'nin teaddi için getirilmesine de imkân bulunmadığından, geriye bu kipin ancak "ben onu övülmeye değer yahut cimri buldum" kabilinden olma ihtimalinden başkası kalmamaktadır.

14- "... veya Unutturursak."

"Veya unutturursak" Ebû Amr ile İbn Kesîr şeklinde okumuşlardır. Ömer, İbn Abbâs, Atâ, Mücâhid, Ubey b. Ka'b, Ubeyd b. Umeyr, en-Nehaî ve İbn Muhaysın da bu şekilde okumuşlardır ki bu ertelemek ile ilgili bir anlam ifade eder. Lâfzının neshini tehir etmeyiz, demektir. Bunun da anlamı şudur: Biz onu ummu'l-kitab'ın sonunda terkederiz ve o takdirde (nesh) olmaz. Atâ'nın da görüşü budur. Atâ'dan başkaları ise şöyle demektedir: Bu şekilde hemzeli okuyuşun anlamı belli bir vakte kadar neshini geciktirmeyiz, şeklindedir. Nitekim Araplar bir işi erteledikleri vakit bunu ifade etmek üzere bu kökten gelen kelimeyi kullanırlar. Vadeli olarak bir satış yapıldığı zaman da bu kökten kelime kullanılır.

İbn Fâris der ki: Allah senin ecelini geciktirsin (ömrünü uzatsın), derler. Birbirlerinden uzaklaşan veya biri ötekinden geç kalan kimseler hakkında da bu tabir kullanılır. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: "Biz, ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe hiçbir âyeti neshetmez veya onun nüzulünü geciktirmeyiz."

Şöyle de denilmiştir: Biz okunmayacak ve hatıra gelmeyecek şekilde onu sizden (hatırınızdan) gideririz, demektir. Başkaları ise terketmek anlamına gelen nisyan'dan olmak üzere baştaki "nun" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Yani onu değiştirmeksizin ve nesh de etmeksizin bırakırız, anlamına gelir. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve es-Süddî yapmıştır. Yüce Allah'ın:

"Onlar Allah'ı unuttular, O da onları unuttu" (et-Tevbe, 9/67) âyeti de bu tür bir anlam ifade eder. Yani onlar Allah'a ibadeti terkettiler, Allah da onları azâbın içerisinde terkedip bıraktı. Ebû Ubeyd ve Ebû Hâtim bu kıraati tercih etmişlerdir. Ebû Ubeyd der ki: Ben Kari' Ebû Nuaym'i şöyle derken dinledim: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e rüyamda Ebû Amr'ın kıraati üzere Kur'ân okudum. Benim okuyuşumda sadece iki kelimeyi değiştirdi. Ben ona (el-Bakara, 2/128)deki: şeklinde okudum, o: : Bize göster" diye düzeltti. Ebû Ubeyd der ki: Zannederim: Yahut geciktirmeyiz diye okudum, o da: Veya unutturmayız" diye düzeltti, ifadesi onun sözünü ettiği ikinci kelimedir.

el-Ezherî bu okuyuşun: Veya terkedilmesini emretmeyiz, anlamına geldiğini nakletmektedir. Nitekim bir şeyin terkedilmesi emredildiğinde bu ifade kullanılır, terkettiğini ifade eden kimse de bu kelimeyi kullanır. Şair de der ki:

"Benim otlattığım ve kendisine dikkat ettiğim bir devem vardır

Ben ne unuturum ne de terk edip geri bırakırım."

ez-Zeccâc ise şöyle demektedir: Nun harfinin ötreli okunuşu ile terketmek anlamı uygun düşmemektedir. Çünkü böyle, bir kullanım yoktur.

Ali b. Ebi Talha'nın İbn Abbâs'tan naklettiği: "Veya onu unutturmayız" değiştirmeksizin bırakırız, şeklindeki açıklaması sahih değildir. İbn Abbâs belki de: "Onu terkederiz" demiştir de o gereği gibi belleyememiştir. Dilci ve nazar ehlinin çoğunlukla kabul ettiği görüşe göre ise "veya unutturmayız" yani size onu terketmeyi mubah kılmayız, anlamındadır. Ebû Ali ve başkaları da şöyle demektedir: Bu uygun bir açıklamadır, çünkü sana terkettirmeyiz, anlamına gelir.

Bunun, hatırlamamak anlamına gelen ve kelimenin asıl ifade ettiği anlam olan unutmaktan geldiği de söylenmiştir. Yani ey Muhammed, sana onu hatırlamayacak şekilde unutturmayız, demektir. Fiil buna göre iki mef'ûle geçiş yapmış olur ki, bunlar peygamber ve (âyete ait olan) hâ zamiridir. Şu kadar var ki "peygamber" ismi hazf edilmiştir.

15- Nesheden, Neshedilenden Hayırlıdır Veya Onun Benzeridir:

"Ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz..." Burada geçen

"hayırlısı" lâfzı, üstünlük sıfatıdır. Yani ey insanlar, eğer nesheden âyetin hükmü daha hafif ise dünyada, eğer daha ağır ise ahirette sizin için daha faydalıdır. Eğer her bakımdan eşit ise onun benzeridir. İmâm Mâlik der ki: Yani neshedilen âyet yerine size muhkem bir âyet getiririz, demektir. Bundan kastın, üstünlük ifade eden daha hayırlılık olmadığı da söylenmiştir. Çünkü Allah'ın kelamı arasında üstünlük sözkonusu değildir. Bu yüce Allah'ın:

"Kim bir iyilik ile gelirse ona ondan hayırlısı vardır." (en-Neml, 27/89) Yani, ona o hasene dolayısıyla bir hayır vardır, yani onun faydasını ve ecrini görecektir. Yoksa burdaki "hayır" daha üstün olma anlamını ifade edecek şekilde değildir. Yüce Allah'ın: "Veya onun benzerini getiririz" âyeti ise, birinci görüşe delildir.

106 ﴿