177Yüzlerinizi doğu ve batıya döndürmeniz birr değildir. Fakat birr, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere îman eden, ona olan sevgisine rağmen malı akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilenenlere, kölelere veren, namazını dosdoğru kılan, zekâtını verenin, ahidleşince ahidlerini yerine getirenlerin, sıkıntıda, hastalıkta ve Savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerinkidir. İşte sâdık olanlar da bunlardır, takva sahibi olanlar da bunlardır. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Yüzlerinizi.... birr değildir" âyetinde kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre adamın biri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e "birr"in mahiyetini sorar. Bunun üzerine de yüce Allah bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu. Mürsel olduğu açıkça görülen bu rivâyeti ve sonrakini, el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, 52'de zikretmektedir. Yine Katâde der ki: Kişi farzlar emrolunmadan önce Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik ettiği ve sonra da bu haliyle öldüğü takdirde, cennet onun için hak olurdu. İşte yüce Allah bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu. er-Rabî ve yine Katâde der ki: Burada hitap yahudilerle hıristiyanlaradır. Çünkü bunlar, Allah'a yönelmek ve yüzlerini döndürmek hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Yahudiler Beytü'l-Makdis'e doğru, hıristiyanlar ise güneşin doğduğu tarafa yönelirler. Buna karşılık kıblenin değiştirilmesi hususunda ileri geri konuşup her bir kesim kendisinin yöneldiği tarafın üstün olduğunu ileri sürünce onlara: Hayır, birr sizin üzerinde bulunduğunuz bu durum değildir, fakat birr Allah'a îman eden ... inkidir, denildi. 2- "Birr" Kelimesinin Okunuşu: Hamza ve Hafs buradaki "el-Birr" kelimesini "el-Birra" şeklinde okumuşlardır. Çünkü "Leyse: değildir" edatı "kâne: idi" kabilindendir. Bundan sonra gelen iki marifeden istediğini isim ve haber yapabilirsin. Burada "Leyse"den sonra "el-birr" kelimesi geldiğinden onu (haber yaparak) nasb etmiştir. "Döndürmeniz" anlamındaki “En tuvellu” yı da isim yapmıştır. Mastarın (başına fiili mastara çeviren edat gelmiştir) isim olması ise daha uygundur. Çünkü belirtisiz (nekire) gelmez. "el-Birr" kelimesi ise bazan nekire gelebilir, fiil de tarifte (marife oluşta) daha güçlüdür. Buna karşılık geri kalanlar ise "el-birru" şeklinde ve "leyse"nin ismi kabul ederek okumuşlardır. Haberi ise "döndürmeniz" anlamındaki ibaredir. Bu ikinci okuyuşun takdiri; Birr, yüzlerinizi ... döndürmeniz değildir, şeklindedir. Birinci okuyuşun takdiri ise: Yüzlerinizi... döndürmeniz birr değildir, şeklindedir. Yüce Allah'ın şu âyetleri de bunun gibidir: "Onların delilleri 'eğer doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getiriniz' demekten başka birşey olmadı." (el-Câsiye, 45/25); "Bundan sonra kötülük edenlerin akıbeti kötülük oldu, çünkü onlar Allah'ın âyetlerini yalanladılar." (er-Rûm, 30/10); "Sonra ikisinin de akıbetleri orada ebedî kalmak üzere ateşin içinde kalmalarıdır" (el-Haşr, 59/17) buna benzer daha başka âyetler da vardır. "el-Birr" kelimesinin geçtiği ikinci âyet-i kerimede bu kelimeden sonra "be" harf-i cerri geldiğinden dolayı bu kelimenin icma ile ref ile (el-birru) şeklinde okunması ikinci okuyuşu daha da kuvvetlendirmektedir ki sözkonusu âyet-i kerîme şöyledir: "Birr, evlere arkalarından girmek değildir." (el-Bakara, 2/189) Bu halde ancak ref ile okumak caizdir. Böylece birincinin ikinciye hamledilmesi (onun gibi okunması) ondan farklı okunmasından daha iyidir. Diğer taraftan Ubey b. Ka'b'ın Mushaf'ında da (bu âyette) bu kelimeden sonra "be" harfi gelmiş bulunmaktadır. İbn Mes'ûd'un Mushaf'ında da böyledir, kıraat âlimlerinin çoğunluğu da bunu kabul etmiştir. Bununla birlikte her iki okuyuş şekli de güzeldir. "Fakat birr, Allah'a.. Îman eden... " Burada "el-birr" kelimesi bütün hayırları kapsayan bir isimdir. İfadenin takdiri şöyledir: "Fakat birr, Allah'a îman edenin., yaptığı birrdir (iyiliktir)." Görüldüğü gibi muzaf hazfedilmiştir. Yüce Allah'ın: "O kasabaya sor." (Yusuf, 12/82); "Buzağı kalplerine içirilmişti" (el-Bakara, 2/93) âyetinde olduğu gibi. Âyetler: O kasaba halkına sor; ve: Buzağının sevgisi, takdirindedir. Bu açıklama el-Ferrâ', Kutrub ve ez-Zeccâc'a aittir. Şair de şöyle demiştir: "Çünkü o ancak ya bir ikbaldir veya bir sırt çeviriştir." Yani ya ikbal sahibidir veya sırt çevirendir, demektir. en-Nâbiğa da şöyle demiştir: "Arkadaşlığı Ebû Merhab'ı (gölgeyi) andıran hale gelen kimsenin Arkadaşlığını nasıl sürdürürsün?" Burada kasıt Ebû Merhab'ın arkadaşlığı gibi arkadaş olan demektir. Muzaf hazfedilmiştir. Bu âyetin anlamının: Fakat iyilik sahibi şudur ki... şeklinde olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Onlar Allah nezdinde yüksek derecelerdirler" (Âl-i İmrân, 3/163); yani yüksek derecelere sahip kimselerdir, demektir. Bu âyet-i kerimenin inişiyle ilgili şu açıklamalar da vardır: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edip farz namazlar emrolunup kıble Ka'be'ye döndürülüp bütün hadler tayin ve tesbit edildikten sonra yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi ve şöyle buyurdu: Birr'in bütünü sadece sizin namaz kılıp da başka birşey yapmamanızdan ibaret değildir. Fakat birr yani iyilik sahibi kimse, Allah'a ibadet eden... kimsenin yaptığıdır. Bu açıklama İbn Abbâs, Mücâhid, Dahhâk, Atâ, Süfyan ve ez-Zeccâc'a aittir. Buradaki "birr" kelimesinin (iyilik yapan anlamına gelen): el-Bârr ve el-berr anlamında olması da mümkündür. Kimi zaman fail, mastar anlamını ifade eden kelime ile de kastedilebilir. Nitekim adi (adaletli) bir adam, oruç ve fıtr, (yani oruçlu ve oruçsuz) da denilebilmektedir. Âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Eğer suyunuz yerin dibine geçmek (yani geçmiş) olursa" (el-Mülk, 67/30) Ebû Ubeyde'nin tercih ettiği açıklama şekli budur. el-Müberred de şöyle demektedir: Ben eğer Kur'ân-ı Kerîm'i okuyan kıraat erbabından birisi olsaydım "be" harfini üstün olarak "fakat el-berr (iyilik yapan)" diye okurdum, demiştir. 4- Sözlerinde Duranlar ve Sabredenler: Yüce Allah'ın: "Ahidleşince ahidlerini yerine getirenlerin... sabredenlerinkidir" âyeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: "Ahidlerini yerine getirenlerin" kelimesi "îman eden" deki “Men” üzerine atfedilmiştir. Çünkü bu kelime çoğul anlamında ve ref mahallindedir. Şöyle buyurulmuş gibidir: Fakat iyilik, îman edenler ve ahidlerini yerine getirenlerinkidir. Bu açıklama el-Ferrâ' ve el-Ahfeş'e aittir. "Ve’s-sabirin: Sabredenler" kelimesi ise ya övmek kastıyla nasbedilmiştir veya ondan önce gizli bir fiil sözkonusudur. Araplar övmek ve yermek için kullandıkları isimleri nasbederler. Sanki böyle yapmakla övdükleri ya da yerdikleri kişiyi bu hususta tek başına tutmak ve sözün baş tarafına onu tabi kılmak istemeyerek nasbet derler. Övmek kastıyla bu şekilde nasbedilen âyetlerden birisi de: "Ve namazı dosdoğru kılanlara.." (en-Nisa, 4/162) âyetinde görülmektedir. el-Kisaî de üzere şu beyitleri kaydetmektedir: "Her bir kavim kendilerini doğru yola iletenin emrine itaat ettiler. Numeyr müstesna, onlar kendi azgınlarının emrine itaat ettiler. (Düşmanlarından korktukları için) göç edenler, buna karşılık (kendilerinden korkulmadığından) hiçbir kimsenin göç etmesine sebep olamayanlar Ve göç edip arkada bıraktıkları (yurtlan için): biz bu evi kime bırakıyoruz? diyenler(dir onlar)." Ebû Ubeyde de şu beyitleri buna örnek olarak göstermektedir: "Uzağa gitmesin benim o kavmim Düşmanlara zehirdirler; (misafirlere çokça ikram ettikleri için) develer için bir afettirler Her Savaşa katılırlar Ve iffetlerini koruyan temiz insanlardır." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Biz Dabbeoğulları ki, Cemel sahipleriyiz..." Burada kendilerini övmek üzere nasb okumuştur. Yermek kastıyla nasbetmeye gelince yüce Allah'ın şu âyeti buna örnektir: "Onlara nerede olurlarsa olsunlar lanet edilmiştir." (el-Ahzâb, 33/61) Urve b. el-Verd de şöyle demiştir: "Bana şarap içirdiler, sonra etrafımı kuşattılar Allah'ın düşmanları (kahrolasıca) yalan ve uydurmalarla." Bu şekilde sıfatların kullanılması oldukça geniş bir yol ve açıkça bilinen bir husustur. İ'rab açısından bunun tenkid edilecek bir tarafı yoktur ve belirttiğimiz gibi Arap dilinde bu, kullanılan ve varolan birşeydir. Yaptığı açıklamalarda oldukça zorlamalara kaçan birisi şöyle demiştir: Bu, ana Mushafı yazdıklarında yazıcıların düştükleri bir hatadır. Buna delil ise Hazret-i Osman'dan Mushafa bakıp da dediği kaydedilen şu rivâyettir: Ben bunda lahn (dil kurallarına aykırılıklar) görmekteyim. Bununla birlikte Araplar, doğru konuşmalarıyla da bunu doğrultacaklardır. Bu ifadelerin Hazret-i Osman'a ait olduğu şüphelidir. Zemahşeri, Ebû Hayyan ve Alûsî bu sözün Hazret-i Osman tarafından söylenmiş olduğunu kabul etmezler. İsmi geçenlerin en-Nisa, 4/162. âyetin tefsirinde yaptıkları açıklamalara bakınız. Aynı şekilde en-Nisa Sûresi'nde: "Namazları dosdoğru kılanlar" (en-Nisa, 4/162) âyetiyle Maide Sûresi'ndeki "Ve Sabitler" (el-Maide, 5/69) kelimesi de bu şekildedir. Bu şekilde zorlamalı açıklamalarda bulunana verilecek cevap ise az önce kaydettiğimiz açıklamalardır. Şöyle de denilmiştir: "Akidlerini yerine getirenler" âyeti mübteda olup merfudur, haberi ise hazfedilmiştir. Takdiri: Onlar ahidlerini yerine getirenlerdir, demektir. el-Kisaî der ki: Bu âyet-i kerimedeki "sabredenler" âyeti "akrabasına" âyeti üzerine atfedilmiştir. Sanki: "Ve sabredenlere veren" denilmiş gibidir. en-Nehhâs ise şöyle demektedir: Bu bir hatadır ve apaçık bir yanlışlıktır. Çünkü "sabredenler" kelimesini atfedersek mansup okuyup "akrabasına" kelimesi bu sefer “Men” kelimesinin sılasına dahil olur. Diğer taraftan "ahidlerini yerine getirenler" âyetini “Men” üzerine nesak atfı olarak ref ettiğimiz takdirde, bu sefer sıla bitmeden önce ona nesak yapmış olur ve sıla ile mevsulun arasını matuf ile ayırmış oluruz. el-Kisaî de der ki: Abdullah'ın kıraatinde ise: "(mansub olarak) ahidlerini yerine getirenler ve sabredenler" şeklindedir. Yine en-Nehhâs şöyle demektedir: O takdirde bunlar "akrabasına" üzerine atf-ı nesak yapılmış veya övmek kastıyla nasbedilmiş olurlar." el-Ferrâ' şöyle demektedir: Abdullah (b. Mesud'un) en-Nisa Sûresi'ndeki: "Namazı dosdoğru kılanlar, zekâtı verenler" (en-Nisa, 4/162) âyetinde "dosdoğru kılanlar" kelimesini mansub "verenler" kelimesini ise ref ile okumuştur. Ya'kub ve el-A'meş ise bu âyet-i kerimede geçen: "ahidlerini yerine getirenler" ve "sabredenler" kelimelerini merfu olarak okumuştur. el-Cahderî de "ahid" kelimesini çoğul olarak şeklinde okumuştur. "Yerine getirenler" kelimesinin "îman eden" âyetindeki zamire atfedildiği de söylenmiştir. Ancak Ebû Ali bunu kabul etmeyerek şöyle der: Anlamın onunla ilgisi yoktur. Çünkü burada anlatılmak istenen iyilik, Allah'a îman edenin imanı ile ahidlerini yerine getirenlerin yaptığıdır, şeklinde değildir. Burada kahraman kim ileri giderse odur ve Amr'dır demek gibi değildir. Burada "îman eden" âyetinden sonra anlatılanlar ile îman eden kimselerin fiilleri ve nitelikleri sayılmaktadır. İlim adamlarımız der ki: Bu âyet-i kerîme ana hükümleri dile getiren büyük bir âyettir. Çünkü bu âyet-i kerîme onaltı kaide ihtiva etmektedir: Allah'a, O'nun isim ve sıfatlarına îman -ki biz bunları "el-Kitabu'l-Esna..." adlı esirimizde açıklamış bulunuyoruz- neşr, haşr, mizan, sırat, havz, şefaat, cennet ve cehennem -buna dair açıklamalarımızı da "et-Tezkire" adlı eserimizde yapmış bulunuyoruz- meleklere, indirilmiş kitaplara, bu kitapların -önceden de geçtiği üzere- Allah'tan gelmiş hak kitaplar olduğuna, peygamberlere imanı, farz olsun vacip olsun, gereken yerlerde mal infak edip, akrabalık bağlarını gözetmeyi, onların bağlarını koparmayı terketmeyi, yetimleri araştırıp gözetmeyi, onları ihmal etmemeyi, aynı şekilde yoksulları da gözden uzak tutmamayı, diğer taraftan ibnu's-sebil'i -bir görüşe göre yolunu devam ettiremeyen yolcu, bir görüşe göre misafirdir- gözetmeyi, dilencileri gözetip köleleri kölelikten kurtarmayı ihtiva etmektedir. Buna dair açıklamalar sadakalarla ilgili âyet-i kerimede (et-Tevbe, 9/60) gelecektir. Ayrıca bu âyet-i kerîme namazın korunması, zekâtın verilmesi, verilen ahidlerin yerine getirilmesi, sıkıntılara karşı sabretmesi ilkelerini de ihtiva etmektedir. Bu kaidelerden her birisi başlı başına bir kitap yazmayı gerektirir. Bunların çoğunluğuna daha önceden dikkat çekilmiş bulunulmaktadır. Geri kalanları ise yüce Allah'ın izniyle yeri geldikçe açıklanacaktır. Yalnızca yetim olduğu için zengin olsa dahi akrabalık bağlarını gözetmek kastıyla yetim kimseye nafile sadaka verilir mi, yoksa fakir olmadıkça verilmez mi hususunda ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Bu görüş ayrılığı ise hemen şimdi açıklayacağımız gibi; farz zekâtın dışında mal vermek hakkındadır. Şüphesiz malda zekatın dışında bir hak vardır ve ancak bununla birr kemal derecesine ulaşır, diyen kimseler, yüce Allah'ın: "Ona olan sevgisine rağmen malı... kölelere veren" âyetini kendi lehlerine delil gösterirler. Burada farz olan zekâtın kastedildiği söylenmiş ise de birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Darakutnî Fatıma bint Kays'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz ki malda zekâtın dışında bir hak vardır." Daha sonra Hazret-i Pegyamber: "Yüzlerinizi doğu ve batıya döndürmeniz birr değildir.." âyetini sonuna kadar okudu. Dârakutni, II, 125. Bu hadisi ayrıca İbn Mâce, Sünen'inde, İbn Mâce, Zekât 3'te. Ancak burada hadis: "Malda zekâtın dışında bir hak yoktur" anlamındadır. Serik'ten itibaren hadisin senedi Darakutnî ile de Tirmizî ile de aynıdır. Dolayısıyla Tirmizînin hadisin senedi ile ilgili birazdan kaydedilecek açıklamaları, buralarda da aynen geçerlidir. Tirmizî de Cami'inde (Sünen'inde) rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu hadis isnadı pek kuvvetli olmayan bir hadistir. (Senedinde geçen) Ebû Hamza Meymun el-A'ver zayıf kabul edilmektedir. Beyân ve İsmail b. Salim bunu en-Nehaî'den, onun bir sözü olarak rivâyet etmektedirler ki bu daha sahihtir." Tirmizî, Zekât 27. Darakutnî, Zekât 13, aynı manada yakın lâfızlarla ve Serik'ten itibaren aynı senedle. Derim ki: Bu hadis her ne kadar tenkid edilmiş ise de bunun sıhhatine bizzat bu âyet-i kerimede yer alan yüce Allah'ın: "Namazını dosdoğru kılan, zekâtı veren" âyeti delil teşkil etmektedir. Görüldüğü gibi burada zekâtı namaz ile birlikte sözkonusu etmektedir. Bu ise yüce Allah'ın: "Ona olan sevgisine rağmen malı., kölelere veren" âyetinden kastın farz olan zekât olmadığının delilidir. Eğer böyle birşey olsaydı o takdirde bu bir tekrar olurdu. Bununla birlikte doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İlim adamları ittifakla şunu kabul ederler: Zekâtın eda edilmesinden sonra müslümanlar birtakım ihtiyaçlarla karşı karşıya kalacak olurlarsa, bu ihtiyacı karşılamak üzere gereken harcamanın yapılması gerekir. İmâm Mâlik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) şöyle demektedir: İsterse bütün mallarını kuşatacak kadar olsun, insanların (müslümanların) fidye vererek esirlerini kurtarmaları vaciptir. Aynı zamanda bu bir icmadır ve bizim tercih ettiğimiz görüşün gücünü daha da artırmaktadır. Başarı Allah'tandır. 7- "Ona Olan Sevgisine Rağmen.." Yüce Allah'ın: "Ona olan sevgisine rağmen" âyetindeki zamirin kime ait olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bu zamirin malı verene ait olduğu ve mef'ûl olan "mal" kelimesinin hazfedildiği söylenmiştir. Diğer taraftan "akrabasına" kelimesinin "sevgi" ile nasbedilmesi caizdir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Akrabasına sevgi duyması ile birlikte malını veren, demek olur. Buradaki zamirin mala ait olduğu da söylenmiştir. O takdirde masdar mef'ûle izafe edilmiş olur. İbn Atiyye der ki: "Ona olan sevgisine rağmen" âyeti konuşma esnasında beliğ bir itiraz (ara cümleciği) olarak gelebilir. Derim ki: Yüce Allah'ın: "Ona olan sevgilerine rağmen yoksula... yemek yedirirler" (el-İnsan, 76/8) âyeti de buna benzemektedir. Burada hem itiraz (ara cümleciği) hem de masdarın mef'ûle izafe edilmesi birarada kullanılmıştır. Yemeğe olan sevgilerine rağmen onu yoksula yedirirler, demektir. Yüce Allah'ın şu âyeti de bu şekildeki kullanımın, ara cümleciği olarak kullanılmasına örnektir: "Erkek veya kadın her kim. -o mü’min olduğu halde- salih amellerden işlerse işte onlar..." (en-Nisa, 4/124) Bu, belagat âlimlerine göre "tetmim" diye adlandırılır, belagatın türlerinden bir türdür. Aynı zamanda buna ihtiras ve ihtiyat da denilir. Burada yüce Allah "ona olan sevgisine rağmen" âyeti ile "o mü’min olarak" âyetindeki ifadeleri tamamlamaktadır. Züheyr'in şu beyiti de bu türdendir: "Kim bir gün Herim ile her ne halde olursa olsun karşılaşırsa Görür ki eliaçıklık cömertlik onun huyudur" İmru’l-Kays da der ki: "Ondan bir şey istemeden sana veren büyüğe (gidersen); Cimriliğini ve usandığını görmeksizin çeşit çeşit cömertlikle verdiğini görürsün." Burada birinci beyitte, ikinci beyitte de güzel bir şekilde tetmımdir. Antere'nin şu beyitinde de böyle bir tetmim vardır: "Bildiğin üzre benden övgüyle söz et, çünkü ben Muaşereti kolay olan bir kimseyim -eğer bana zulmedilmezse-." Burada da "eğer bana zulmedilmezse" tabiri güzel bir şekilde tetmimdir. Tarafe de şöyle demiştir: "-Orayı ifsad etmeksizin- senin yurdunu sulasın Bahar yağmuru ve devamlı yağan yağmurlar." er-Rabi' b. Dab' el-Fezârî de şöyle demektedir: "Ben çürüyüp gittim fakat benim yaptıklarım ve konuşmalarım çürüyüp gitmez Herkes de öyle -söyledikleri müstesna- fanidir." Burada birinci beyitte: "orayı ifsâd etmeksizin" ifadesi ile ikinci beyitte: "söyledikleri müstesna" tabirleri tetmim ve ihtirasdır. Ebû Heffân da der ki: "Ölüm ruhlarımızı yoketti -zulmetmeksizin- Cömertlik de bizim mallarımızı tüketti -ayıplamaksızın-." Burada şairin "zulmetmeksizin" ile "ayıplamaksızın" sözleri tetmim ve ihtiyattır, şiirde bunun benzerleri pek çoktur. Âyetteki bu zamirin "verme"ye ait olduğu da söylenmiştir. Çünkü fiil onun masdarını göstermektedir. Yüce Allah'ın şu âyetine benzer: "Allah'ın lütfundan kendilerine verdikleri ile cimrilik edenler sanmasınlar ki o kendileri için daha hayırlıdır" (Âl-i İmrân, 3/180); yani onlar cimriliğin kendileri için daha hayırlı olacağını zannetmesinler. Çünkü malı vermek, insanlar muhtaç oldukları veya fakirlikle karşı karşıya kaldıklarında onlar tarafından sevilen birşeydir. Bu zamirin yüce Allah'ın: "Allah'a îman eden" âyetindeki "Allah" ism-i celaline ait olduğu da söylenmiştir. Anlamı da şudur: Maksat kişinin bütün bu alanlarda sağlıklı, mala karşı tutkun, fakirlikten korkup hayatta kalacağından emin iken tasaddukta bulunmasıdır. 8- Ahidlerini Yerine Getirenler: "Ahidleşince ahidlerini yerine getirenlerin.." Yani gerek kendileri ile yüce Allah arasında olsun, gerek kendileri ile insanlar arasında olsun ahidlerine bağlı kalanların, "sıkıntıda, hastalıkta ve Savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerinkidir." Buradaki sıkıntı (el-be'sâ)dan kasıt, darlık ve fakirlik, hastalık; (ed-darrâ)dan kasıt ise hastalık ve kötürümlüktür. Bu açıklamayı İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) yapmıştır. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyuruyor ki: Ben kullarımdan herhangi birisini yatağında bırakacak bir bela ile mübtela kılıp da ziyaretine gelenlere şikâyette bulunmazsa ona etinden daha hayırlı bir et, kanından daha hayırlı bir kan veririm. Onun canını alırsam rahmetime alırım, ona afiyet ihsan edersem günahı kalmamış olarak ona afiyet veririm." Ey Allah'ın Rasûlü: Etinden daha hayırlı bir et ne demektir, diye sorulunca şu cevabı verdi: "Günah işlemeyen bir et demektir." Peki, kanından daha hayırlı bir kan ne demektir diye sorulunca: "Günah işlemeyen bir kan demektir" diye cevap verir. Muvatta’'', Ayn 5 (yakın ifadelerle). Ancak aynı Muvatta’''daki bu rivâyet Atâ b. Yesâr'dan gelen mürsel bir rivâyettir. İbn Abdi’l-Berr bu hadisi et-Temhîd, V, 47'de Ebû Said el-Hudrîden de mevsûl olarak rivâyet etmektedir. Gerek bu hadis, gerek bu manadaki diğer hadisler için ayrıca bk. el-İstizkâr, XXVII, 22 vd. el-Be'sâ ile ed-darrâ "fa'lâ" vezninde iki isimdir. Bunların fiilleri yoktur. Çünkü ikisi de sıfat olmayıp isimdirler. "İşte sadık olanlar da bunlardır, takva sahibi olanlar da bunlardır" âyetiyle yüce Allah, onları yaptıkları işlerinde doğruluk, takva ve onlara bağlı kalmak ile din hususunda ciddi ve gayretli olmakla nitelendirmektedir ki bu da övgünün oldukça ileri bir derecesidir. Doğruluk (sıdk) yalanın zıddıdır. Gayretle Savaşılması halinde Savaşanlar hakkında: "(........): Onlara karşı çok iyi Savaştılar" denilir. Sıddîk doğruluktan ayrılmayan kimse demektir. Hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmaktadır: "Doğruluğa sımsıkı sanlınız. Çünkü doğruluk (sıdk) birre (iyiliğe) götürür. Birr ise cennete götürür. Kişi, doğru söylemeye devam edip doğruyu araştırıp durursa sonunda Allah katında sıddîk diye yazılır." Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr, 103, 104, 105; Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizî, Birr 46. |
﴾ 177 ﴿