180

Üzerinize yazıldı ki: Sizden birine ölüm gelip çattığı zaman eğer bir hayır bırakacaksa anneye, babaya ve yakın akrabaya ma'ruf bir şekilde vasiyette bulunsun. Bu takva sahipleri üzerine bir hak olarak (yazıldı).

Bu âyete dair açıklamalarımızı yirmibir başlık halinde sunacağız:

1- Vasiyet Âyeti:

"Üzerinize yazıldı ki..." Bu âyet "vasiyet âyeti" diye bilinir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu âyetin dışında vasiyet (ahkâmı) sözkonusu edilmemektedir. en-Nisa Sûresi'nde

"bir vasiyetten sonra.." (en-Nisa, 4/1, 12.) diye buyurulmakta, Maide Sûresi'nde de

"vasiyyet vaktinde..." (el-Maide, 5/106) diye buyurulmaktadır. Bakara Sûresi'ndeki bu vasiyet âyeti ise bunların en tam ve teferruatlı olandır. Bu âyet-i kerîme ferâiz (miras hukuku) ile mirasa dair hükümleri açıklayan âyetlerden önce inmiştir. Nitekim ileride buna dair açıklamalar gelecektir. Bu âyet-i kerimenin başında bir atıf vav'ı takdir edilir; yani: "Ve üzerinize (kısastan başka) şu da yazıldı ki.." demektir. Ancak (kısası emreden âyetten bu yana) söz uzadığından dolayı vav düşürülmüştür.

Bir görüşe göre yüce Allah'ın şu âyetinde de bu şekilde vav düşürülmüştür:

"Ona yalanlayan (ve) yüzçeviren bedbahttan başkası girmez." (el-Leyl, 93/15-16) Burada: "Yalanlayan"ı daha önce geçen "bedbahf'a atfeden "bir vav" vardır ki hazfedilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Kısasta veli olanın kısas yapma hakkına sahip olduğu sözkonusu edildikten sonra, işte kendisine kısas yapılmakta olan bu kişi -ki kısas ölüm sebeplerinden birisidir- âdeta ölüm ile burun buruna gelmiş gibidir. İşte bu zaman vasiyette bulunma zamanıdır. Buna göre âyet-i kerîme kendisinden önceki buyruklarla yakından ilişkili ve onunla bitişiktir. Bundan dolayı buradan "atıf vavı" düşmüştür.

"Yazıldı" âyetinin anlamı az önceden de geçtiği gibi, farz kılındı ve sabit kılındı, demektir.

"Ölümün gelip çatması demek" ölüme götüren sebeplerin görülmesi demektir. Sebep hazır oldu mu Araplar müsebbebi (sebebin sonucunu) kinaye yoluyla kastederler. Şair şöyle der:

"Ey bineğini hızla dürten biniciler

Esedoğullarına sor, bu sesler nedir diye

Ve de ki onlara: Özür dilemek için elinizi çabuk tutunuz.

Ve sizi temize çıkaracak

Bir söz arayınız, çünkü ben ölümüm, ölüm!"

Antere de der ki:

"Ölüm benim elimin altında itaatkârdır,

Parmak uçları(m) kılıca ulaştığında."

Cerîr de, el-Ferezdak'ı hicvederken şöyle der:

"Kendisinden söz ettiğin ölüm işte benim

Benden kaçana kurtuluş yoktur."

2- "Yazıldı" Fiilinde Te'nis (Dişil) Alametinin Bulunmayış Sebebi:

Vasiyet kelimesi müennes olduğu halde neden diye buyuruldu da diye buyurulmadı, şeklindeki bir soruya şöyle cevap verilir: Çünkü burada vasiyet ile vasiyet etmek kastedilmiştir.

Şöyle de cevap verilmiştir: Çünkü araya başka sözler de girmiştir. O bakımdan araya giren bu sözler te'nis te'sinin yerini tutar gibidir. Araplar (fiili müzekker kullanarak): Bugün kadı'nın huzuruna bir kadın geldi, derler. Sîbeveyh (müzekker fiil kullanarak): Bir kadın kalktı denildiğini nakletmektedir. Ancak bunun güzel olabilmesi araya giren uzun fasıla ile birlikte sözkonusudur.

3- Bir Hayır Bırakırsa..

Yüce Allah'ın:

"Eğer bir hayır bırakacaksa" âyeti şarttır. Bunun cevabı ile ilgili olarak Ebû'l-Hasen el-Ahfeş'in iki görüşü vardır. Birinci görüşüne göre bunun takdirî cevabı

"vasiyette bulunsun" (anlamı verilen) âyetidir. Daha sonra bu kelimenin başında yer alması gereken "fe" harfi hazfedilmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:

"Her kim hasenat işlerse Allah onların mükâfatını verir

Kötülüğe karşı kötülük (ceza) Allah katında misli mislinedir."

İkinci görüşe göre mazi fiilin cevabı kendisinden önce de gelebilir, sonra da gelebilir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Anne-babaya ve akrabalara vasiyette bulunsun, eğer bir hayır terkedecek olursa...

Şayet "fe" harfini (vasiyyet kelimesinin başında) takdir edecek olursak o takdirde

"vasiyyet" kelimesi mübteda olmak üzere ref olur. Eğer bu "fe"yi takdir etmeyecek olursak

"vasiyyet" kelimesini mübteda olarak ref edebileceğimiz gibi naib-i fail olarak da ref edebiliriz. Yani üzerinize vasiyette bulunmak farz olarak yazıldı, demek olur.

Nahivcilerin çoğunluğuna göre " Vasiyyet" kelimesinin " ... ğı zaman" kelimesinde amel etmesi uygun değildir. Çünkü

"vasiyyet" kelimesi teşkil ettiği masdarın sılası hükmündedir ve daha önce gelmiştir. O bakımdan

"vesiyyet" kelimesi daha önce geldiği halde edatta amel edemez.

" zaman"daki âmilin

"yazıldı" kelimesi olması da mümkündür. O takdirde anlamı şöyle olur: Ölüm gelip çattığı zaman Allah'ın farz kılma emri ve Kitabının gereği olarak size vasiyette bulunmak emri yöneltilmiştir. Burada Allah'ın farz kılma emrinin yöneltilmesi

"yazıldı" âyeti ile ifade edildi ki, bu hükmün ezelden beri yazılmış ve takdir edilmiş olduğu da anlaşılsın.

Bu edatın amilinin takdirî olarak "îsâ: vasiyyet etmek" olması da mümkündür. Buna âyette açıkça sözkonusu edilen

"vasiyyet" kelimesi delalet etmektedir. Anlamı: Sizden birine ölüm gelip çattığı zaman üzerinize vasiyette bulunmak., yazıldı, şeklinde olur.

4- Geriye Bırakılan Hayır:

Yüce Allah'ın:

"Bir hayır" âyeti, bu âyet-i kerimede maldır ve bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Ancak bunun miktarı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir görüşe göre kastedilen çokça maldır. Bu görüş Hazret-i Ali, Âişe ve İbn Abbâs (r. anhum)dan rivâyet edilmiş ve yediyüz dinar hakkında; azdır, demişlerdir. Kurtubî'de bizzat dinar kaydı vardır. Ancak İbn Abbâs'a atfen bu rivâyetin yer aldığı Beyhaki, Sünen VI, 43'ten "yediyüz dirhem" denilmektedir. Ondan naklen ed-Dürru'l-Mensûr, I, 423'te de böyledir.

Katâde'nin el-Hasen'den rivâyetine göre: Buradaki hayır, bin dinar ve yukarısıdır. en-Nehaî ise: Beşyüz dinar ile bin dinar arasıdır, demiştir.

Vasiyyet: Yapılması emrolunan ve hayatta olsun ölümden sonra olsun ahdolunup tavsiye olunan herşeydir. Örf ise ölümden sonra yapılması ve yerine getirilmesi istenen şey diye bu kelimenin anlamını tahsis etmiştir. Çoğulu; "kadiye" kelimesinin çoğulu "kadâyâ" geldiği gibi, burada da "vasâyâ" ...diye gelir.

Vasî: Hem mûsî (vasiyet eden) ve hem mûsa ileyh (kendisine vasiyet olunan)dır. Aslı "vesâ"dandır. Yetişen bitki bitişik ve birbirine yakın olarak yetiştiğinde hakkında "tevâsa" kelimesi kullanılır.

"Vâsiye" olan arazi, bitkisi sık ve birbirine bitişik arazi demektir. Bir kimseyi vasisi kılıp ona birşey tavsiye ettiğinde "evsaytu" denilir. İsmi visâyet ve vasâyet şeklindedir. "Evsâ" ile "vassâ" aynı anlama gelir. "Tavsiye" mastardır. İsmi "vesât" şeklinde gelir. "Tevâsî" birbirine tavsiye etmek demektir. Hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmaktadır: "Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiyesinde bulununuz. Çünkü onlar sizin yanınızda âdeta esir gibidirler." İbn Mâce, Nikâh 3. Birşeyi bir şe"ye bitiştirmek hakkında da "vessâ" kökü kullanılır.

5- Vasiyetin Hükmü:

İlim adamları, yanında başkalarına ait emanetler ile üzerinde birtakım borçlar bulunan kimseler için vasiyette bulunmanın vacip olduğu üzerinde icma etmekle birlikte, geriye mal bırakan kimsenin vasiyette bulunmasının vacip olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İlim adamlarının çoğunluğu, yanında emanet ve üzerinde borç bulunmayan kimsenin vasiyette bulunmasının vacip olmadığını kabul etmektedirler. Bu, Mâlik'in, Şâfiî ve es-Sevrî'nin görüşü olup vasiyette bulunacak kimsenin zengin veya fakir olması arasında fark yoktur. Bir grup da şöyle demiştir: Vasiyet Kur'ân-ı Kerîm'in zahirine uygun olarak vaciptir. Bu görüş ez-Zührî ile Ebû Miclez'e aittir. Malın az veya çok olması da farketmez.

Ebû Sevr der ki: Vasiyet ancak borcu olan yahut yanında başkalarına ait mal bulunan kimseler hakkında vaciptir. Böyle bir kimsenin vasiyetini yazıp borçlarını bildirmesi gerekir. Borcu olmayıp yanında başkasına ait emanetler bulunmayan kimse için vasiyette bulunmak, kendisinin dilemesi dışında vacip değildir. İbnu'l-Münzir der ki: Bu güzel bir görüştür. Çünkü Allah emanetleri ehline ödemeyi farz kılmıştır. Üzerinde başkasına ait hakkı olmayan, yanında emanet bulunmayan kimse için ise vasiyette bulunmak farz değildir.

Birinci görüşü kabul edenler hadis İmâmlarının İbn Ömer (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettikleri şu Hadîs-i şerîfi delil göstermişlerdir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Hakkında vasiyette bulunmak istediği birşeyi olan bir müslümanın vasiyeti yanında yazılı bulunmaksızın iki gece geçirmesi hak değildir." Bir diğer rivâyette ise (iki gece yerine:) "üç gece geçirmesi" denilmektedir. Buhârî, Vesâyâ 1; Müslim, Vasiyyet 1,4; Ebû Dâvûd, Vesâyâ 1; Tirmizî, Cenâiz 5, Vasâya 3; Nesâî, Vesâyâ 1; İbn Mâce, Vesâyâ 2; Muvatta’'', Vasiyye 1; Dârimî, Vesâyâ 1; Müsned, II, 4, 10...

İşte Abdullah b. Ömer bu hususta şöyle der: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın böyle buyurduğunu duyduğum günden bu yana yanımda vasiyyetim bulunmaksızın bir gece dahi geçirmiş değilim. Müslim, vasiyyet 4; Müsned, II, 4.

Vasiyette bulunmayı vacip görmeyenler ise şunu delil gösterirler: Eğer vasiyyet vacip olsaydı, bunu vasiyette bulunacak olanın iradesine (Hadîs-i şerîfte) bırakmazdı ve bu her durumda lazım olurdu. Diğer taraftan eğer bu sözün zahiri vücub ifade etse dahi, bunun vacip olduğunu belirten sebep bu görüşü reddetmektedir. Bu ise üzerinde insanlara ait haklar bulunan ve bu haklarının kaybolmasından korkan kimse hakkında vasiyetin vacip olduğu şeklindedir. Nitekim Ebû Sevr de böyle demiştir. Aynı şekilde eğer bir kimsenin başkaları yanında alacak hakları bulunur da mirasçıların aleyhinde bu hakların telef olmasından korkarsa, böyle bir kimsenin de vasiyette bulunması vaciptir ve bu hususta görüş ayrılığı yoktur.

Allah burada "üzerinize yazıldı ki..." diye buyurmaktadır, "Yazıldı" ise farz kılındı, anlamına gelmektedir, bu ise vasiyetin vacip olduğuna delildir, denilecek olursa şu şekilde cevap verilir: Buna dair cevap bir önceki âyet-i kerimede geçmiş bulunmaktadır. Ve bunun anlamı: Vasiyette bulunmak istediğiniz takdirde... şeklindedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

en-Nehaî der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vasiyette bulunmaksızın vefat etti. Ebû Bekir ise vasiyette bulundu. Buna göre vasiyette bulunursa güzel birşeydir, vasiyette bulunmazsa üzerinde herhangi bir sorumluluk yoktur.

6- Vasiyette Bulunulacak Malın Miktarı:

Yüce Allah Kitab-ı Kerîm'inde vasiyette bulunulacak malın miktarını açıklamaksızın sadece: "Eğer bir hayır bırakacaksa" diye buyurmaktadır. "Hayır" ise mal demektir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Her ne hayır infak ederseniz.." (el-Bakara, 2/272);

"Gerçekten o hayır (mal)a sevgisinde pek katıdır." (el-Âdiyât, 100/8)

İlim adamları bunun miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Ebû Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh)'dan (malının) beşte bir miktarını tavsiye ettiğine dair rivâyet vardır. Ali (radıyallahü anh) da: Müslümanların ganimetlerinden beşte bir, demiştir. İbarede biraz kapalılık vardır. Ganimetlerden devletin payı beşte bir olduğunu gözönünde bulundurarak, vasiyyet eden de malının beşte birini vasiyet eder; demek olmalıdır. Ma'mer, Katâde'den rivâyetle dedi ki: Ömer (radıyallahü anh) da dörtte biri vasiyet etmiştir. Bunu Buhârî, İbn Abbâs'tan rivâyet etmektedir. Ali (radıyallahü anh)'dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Beşte biri vasiyet etmeyi dörtte biri vasiyet etmekten daha çok severim. Beyhâki, Sünen, VI, 442. Dörtte biri vasiyet etmem, üçte biri vasiyet etmemden daha sevimlidir.

Bir grup ilim adamı malı az ve mirasçısı olan kimselerin vasiyeti terketmeleri görüşünü tercih etmiştir. Bu, Hazret-i Ali, İbn Abbâs ve Hazret-i Âişe'den (Allah hepsinden razı olsun) rivâyet edilmiştir. İbn Ebi Şeybe, İbn Ebi Müleyke'den, o Hazret-i Âişe'ye şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben vasiyette bulunmak istiyorum. Hazret-i Âişe, malın ne kadardır diye sorunca O: Üç bin dedi. Hazret-i Âişe: Peki ailen fertleri kaç tanedir? Dört deyince Hazret-i Âişe şöyle der: Yüce Allah:

"Eğer bir hayır bırakacaksa" diye buyurmaktadır. Senin sözünü ettiğin miktar ise azdır. Onu aile efradına bırak. Bu senin için daha faziletlidir. Beyhâki, Sünen, VI, 442

7- Üçte birden Fazlasını Vasiyet Etme:

İlim adamlarının çoğunluğu herhangi bir kimsenin üçte birden fazlasını vasiyet etmesinin câiz olmadığı görüşündedir. Ancak Ebû Hanîfe ve arkadaşları şöyle demektedirler: Eğer vasiyette bulunacak kişinin mirasçısı yoksa malının tümünü vasiyet etmesi caizdir. Ve yine şöyle demektedirler: Vasiyette üçte biri aşmamak, mirasçılarını zengin bırakmak içindir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki senin mirasçılarını zengin olarak bırakman, onları insanlara avuç açacak muhtaç kimseler olarak bırakmandan daha hayırlıdır." Bu Hadîs-i şerîfi hadis İmâmları rivâyet etmişlerdir. Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Menakıbu'l-Ensâr 49; Merdâ 16; Müslim, Vasiyyet 5, 8; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbn Mâce, Vesâyâ 5; Muvatta’'', Vasiyyet 4 vb. Mirasçısı olmayan kimseler ise bu hadiste kastedilen kimselerden değildirler. Bu görüş İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir, Ebû Ubeyde ve Mesrûk da bu görüştedir. İshak ve iki görüşünden birisinde Mâlik de bu kanaattedir. Hazret-i Ali'den de bu görüş rivâyet edilmiştir.

İşaret ettiğimiz husustan ayrı olarak görüş ayrılığının bir diğer sebebi ise, Beytü'l Mal mirasçı mıdır yoksa oraya bırakılan malların koruyucusu mudur hususunda görüş ayrılığı ve bu şekildeki iki görüşün bulunmasıdır.

8- Mirasçısı Olan, Malının Tümünü Vasiyet Edemez:

İlim adamları mirasçısı olan kimsenin malının tümünü vasiyet edemeyeceğini icma ile kabul etmişlerdir. Amr b. el-As (radıyallahü anh)'ın ölümü yaklaştığı sırada oğlu Abdullah'a şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben vasiyette bulunmak isterdim. Oğlu ona: Vasiyette bulun, bununla birlikte senin malın benim malım arasındadır. Amr b. el-As, bir kâtip çağırıp ona yazdırdı. Abdullah dedi ki: Ben ona şöyle dedim: Gördüğüm kadarıyla sen kendi malına da benim malıma da el atmış bulunuyorsun. Keşke kardeşlerimi çağırsan da onlardan helallik dilesen. Abdullah b. Amr babasına, benim malıma el atmana bir şey demiyorum ama, vasiyetinle üçte biri aşmış bulunuyorsun. Onun için bu hususta diğer kardeşlerimin muvafakatini almalısın, demek istemektedir.

9- Vasiyette Değişiklik Yapma Hakkı:

İnsanın vasiyetini değiştirebileceği ve vasiyet ettiklerinden dilediğinden vazgeçebileceği hususu üzerinde ilim adamları icma etmişlerdir. Şu kadar var ki müdebber Azad edilmesi, efendisi tarafından kendisinin ölümü şartına bağlı kılınan köle. hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

Mâlik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Bize göre üzerinde icmaa varılan husus şu ki: Vasiyet eden sıhhatli veya hasta iken herhangi bir vasiyette bulunup bunun kapsamı içerisinde kölelerinden birisinin azad edilmesi veya başka bir husus yer alıyor ise, o daha sonra uygun gördüğünü değiştirebilir ve dilediğini yapabilir. Ölünceye kadar bu hakka sahiptir. Şayet bu vasiyeti bir kenara bırakmak ve düşürmek isterse yapabilir. Bundan tek istisna müdebber köledir. Eğer bir kölesini müdebber kılarsa artık müdebber kıldığını değiştirme imkânı yoktur. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yanında hakkında vasiyette bulunacak birşeyi olan bir müslümanın vasiyetini yanında yazılı tutmaksızın iki gece geçirmesi hak değildir." Beşinci başlıkta geçti.

Ebû'l-Ferec el-Mâlikî der ki: Kıyasa göre müdebber köle bir aya kadar azad edilecek olan köle gibidir. Çünkü bu, kaçınılmaz olarak gelecek olan bir süredir.

İlim adamları şunun üzerinde icma etmişlerdir: Kölesini azad etmeye dair yemin etmekten ve bir süre sonra azad edeceğine dair verdiği sözden dönemez. Müdebberin durumu da böyledir. Ebû Hanîfe de bu görüştedir.

Şâfiî, Ahmed ve İshak, bu bir vasiyettir, derler. Çünkü icma ile müdebber de vasiyet edilen diğer hususlar gibi malın üçte birinin kapsamı içerisinde olur. Ayrıca müdebber cariye ile efendisinin ilişki kurmasını câiz kabul etmeleri, müdebberin bir süreye kadar azad edileceği belirtilen köleye kıyaslarını çürütmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müdebber bir köleyi sattığı, İbn Mâce, Itk 1. Hazret-i Âişe'nin kendisine ait bir cariyeyi önce müdebber kılıp sonradan sattığı da sabit olmuştur. Bu tabiînden bir topluluğun da kabul ettiği bir görüştür.

Bir diğer kesim ise şöyle demektedir: Kişi, köle azad etme dışında vasiyetinde dilediği değişiklikleri yapabilir. en-Nehaî, İbn Sîrîn, İbn Şubrume ve en-Nehaî de böyle söylemiştir, Süfyan-ı Sevrî'nin görüşü de budur.

10- Vasiyet Kastıyla Kölesine:

"Ben öldükten sonra sen hürsün," Demek: Vasiyet kastıyla kölesine: Ben öldükten sonra sen hürsün, diyen kimsenin vasiyetinden dönüp dönemeyeceği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

İmâm Mâlik'e göre bu hususta vasiyetinden dönebilir. Eğer: Filan kişi ölümümden sonra müdebberdir, diyecek olursa o takdirde bundan dönüş hakkı yoktur. Eğer birinci şekildeki sözü ile kölesini müdebber kılmayı kastetmiş ise yine İmâm Mâlik mezhebine mensup çoğunluğun görüşüne göre bundan vazgeçemez.

Şâfiî, Ahmed, İshak ve Ebû Sevr'e göre ise bütün bunlar bir vasiyettir. Çünkü bu durumda köle malın üçte biri kapsamı içerisindedir. Malın üçte biri içerisinde olan herşey ise bir vasiyettir.

Ancak Şâfiî şöyle demiştir: Müdebberde rücu' ancak onu satmak ve hibe etmek yoluyla mülkiyeti dışına çıkartmak ile olur. Onun: Geri döndüm, vazgeçtim, demesi bir vazgeçme değildir. Şayet müdebberi ölene kadar mülkiyetinden çıkartmayacak olursa ölümü ile birlikte müdebber azad olur. Kadim görüşünde ise şöyle demektedir: Vasiyetten vazgeçip dönebildiği gibi, müdebberi azad etmekten de vazgeçebilir. Bu görüşü el-Müzenî müdebberi azad etmeyi vasiyet eden kimsenin rücu'u hususunda icma etmelerine kıyas ederek kabul etmiştir.

Ebû Sevr de der ki: Ben müdebber olduğunu belirttiğim kölemden vazgeçtim, derse müdebber kılması batıl olur, öldüğü takdirde müdebber kıldığı o köle azad olmaz.

İbnu'l-Kasım ile Eşheb, benim kölem ölümümden sonra hür olsun, deyip de vasiyeti de müdebber yapmayı da kastetmeyen kimse hakkında farklı görüşler ortaya koymuşlardır. İbnu'l-Kasım: Bu bir vasiyettir, derken, Eşheb: Vasiyeti kastetmese dahi o bir müdebberdir, demektedir.

11- Bu Âyet Mensuh mudur Muhkem midir?

İlim adamları bu âyet-i kerîme hakkında mensuh mudur yoksa muhkem midir hususunda farklı görüşlere sahiptir. Denildiğine göre bu âyet muhkemdir. Zahiren umum ifade eder. Manası itibariyle ise kâfir anne baba gibi mirasçı olamayan miras alamayan köle ile yine mirasçı olmayan, akrabalar hakkında husus (özel hüküm) ifade eder. Bu görüş Dahhâk, Tavus ve el-Hasen'e ait olup Taberî tarafından da tercih edilmiştir. ez-Zührî'den rivâyet edildiğine göre vasiyet az veya çok olsun vaciptir. İbnu'l-Münzir der ki: Kendisinden ilim bellenen herkes icma ile, miras almayan anne-baba ile miras alamayan akrabaya vasiyetin câiz olduğunu kabul etmişlerdir.

İbn Abbâs ve yine el-Hasen ile Katâde ise bu âyet-i kerîme umum ifade eder. Kısa bir süre dahi olsa bu âyetin ifade ettiği hüküm geçerli olmuştur. Daha sonra ferâiz âyeti gereği mirasçı olan herkes bu umumun kapsamından neshedilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Ferâiz (miras hukukuna dair) âyeti, tek başına bu vasiyet âyetini neshetmemektedir. Bu âyet ile birlikte bir başka âyet da bunu gerçekleştirmektedir ki bu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir. "Allah her hak sahibine hakkını vermiş bulunmaktadır. Artık mirasçı herhangi bir kimseye vasiyet yoktur." Bu hadis Ebû Umame tarafından rivâyet edilmiş olup Tirmizî bunu kitabına almış ve: "Bu, hasen sahih bir hadistir" demiştir. Tirmizî, Vesâyâ 5; Ebû Dâvûd, Vesâyâ 6; İbn Mâce, Vesâyâ 6.

Buna göre bu vasiyet âyetinin neshedilmesi miras ile ilgili âyet ile değil, bu konuda sabit olan sünnet ile olmuştur. İlim adamlarının konu ile ilgili sahih görüşlerine göre bu böyledir. Eğer bu Hadîs-i şerîf olmasaydı miras bırakan kimseden vasiyet yoluyla malı almak vasiyet etmediği takdirde de sadece miras ile almak veya vasiyetten sonra kalanını miras yoluyla almak suretiyle her iki âyeti bir arada yürürlüğe koymak mümkün olurdu. Ancak bu Hadîs-i şerîf ile bu konudaki icma bunu engellemektedir.

Şâfiî ve Ebû'l-Ferec her ne kadar sünnet ile Kitab'ın neshedilmesini kabul etmemekte iseler de sahih olan bunun câiz olduğudur. Buna delil ise hepsinin şanı yüce Allah'ın hükmü ve onun tarafından gelmesidir. İsterse bunlara verilen isimler farklı olsun. Nitekim bu hususa dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/106. âyet 11. başlık) geçmiş bulunmaktadır.

Bizler ise deriz ki: Bu haber bize her ne kadar ahad yollarla gelmiş ise de bir mirasçıya vasiyet etmenin câiz olmadığına dair müslümanların icmaı da buna eklenmiş bulunmaktadır. Böylelikle miras alan yakın akrabaya vasiyette bulunma vücûbunun sünnet ile neshedilmiş olması ve bu sünnetin icma edenlerin dayanağı olduğu da ortaya çıkmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İbn Abbâs ve el-Hasen der ki: Anne-babaya vasiyet Nisa Sûresi'nde belirtilen miras hükmüyle neshedilmiştir. Miras alamayan yakın akraba için hükmü devam etmektedir. Bu, Şâfiî'nin, Mâlikî mezhebi âlimleri çoğunluğunun ve ilim ehli bir topluluğun da görüşüdür. Buhârî’de İbn Abbâs'tan şöyle dediği nakledilmektedir. Mal çocuğa ait idi. Vasiyet de anne-babaya yapılırdı. Allah bundan dilediğini neshetti. Böylelikle erkeğe iki dişinin payını verdi. Anne-babadan her birisine de altıda bir tayin etti. Hanıma sekizde bir ve dörtte bir, kocaya malın yarısını ve dörtte birini (durumuna göre) miras olarak verdi. Buhârî, Vesâyâ 6, Ferâiz 10.

İbn Ömer, İbn Abbâs ve İbn Zeyd der ki: Bu âyet bütünüyle neshedilmiştir. Vasiyet mendub olarak kalmıştır. İmâm Mâlik'in görüşü de buna yakındır. Ayrıca bu görüşü en-Nehhâs, eş-Şa'bi ile en-Nehaî'den zikretmektedir, er-Rabi' b. Huseym der ki: Vasiyet diye birşey yoktur. Urve b. Sabit şöyle der: Ben er-Rabi' b. Huseym'e şu mushafını bana vasiyet et dedim. Oğluna bakıp şu âyeti okudu:

"Hısımlar Allah'ın Kitabınca (miras hususunda) birbirlerine daha yakındırlar." (el-Enfal, 8/75)

İbn Ömer (radıyallahü anh) da buna yakın bir uygulamada bulunmuştur.

12- Akrabaya Vasiyet:

Yüce Allah'ın:

"el-akrabîn: akrabalar" âyeti "ekrab" kelimesinin çoğuludur. Bir grup ilim adamı şöyle der: Yakın akrabaya vasiyet yabancılara vasiyetten daha iyidir. Çünkü yüce Allah, açıkça onları âyetinde zikretmiştir. Hatta ed-Dahhâk şöyle der: Akrabası olmayanlara vasiyet ettiği takdirde amelini bir masiyet ile sona erdirmiş olur.

İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre o, kendisinden çocuğu olan cariyelerinin her birisine dört bin (dirhem) vasiyette bulunmuştur. Hazret-i Âişe'nin de azad ettiği bir cariyesine ev eşyasını vasiyet ettiği rivâyet edilmektedir. Salim b. Abdullah'tan da buna benzer bir rivâyet gelmektedir.

el-Hasen der ki: Eğer akraba olmayanlara vasiyette bulunursa vasiyeti akrabalarına geri çevrilir. Şayet bu vasiyet yabancı birisine yapılmış ise, o da onlarla birlikte vasiyetten pay alır. Onları terketmekle birlikte akraba olmayanlara vasiyet câiz değildir.

Ebû'l-Âl-iyye vefat ettiği sırada çevresinde bulunanlar: Buna hayret edilir, dediler. Riyahoğullarından bir kadın onu azad etti, o ise malını Haşimoğullarına vasiyet etti.

en-Nehaî der ki: Onun böyle yapması gerekmezdi ve bu yaptığında bir güzel taraf yoktur.

Tavus der ki: Akrabası olmayanlara vasiyet ettiği takdirde bu vasiyeti akrabalarına geri çevrilir ve onun yaptığı bu işi bozulur. Bu görüş Cabir b. Zeyd'e aittir. Bunun bir benzeri el-Hasen'den de rivâyet edilmiştir. İshak b. Raheveyh de bu görüştedir.

Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe ile mezheplerine mensup âlimler, el-Evzaî ve Ahmed b. Hanbel ise şöyle demektedirler: Akrabası olmayanlara vasiyette bulunup akrabasını muhtaç bırakanın yaptığı iş ne kadar kötüdür. Bununla birlikte bu kimsenin zengin olsun fakir olsun, yakın olsun uzak olsun müslüman ya da kâfir olsun, kime vasiyet ettiyse bu vasiyeti geçerlidir ve caizdir. İbn Ömer ve Hazret-i Âişe'den gelen rivâyetlerin ifade ettiği anlam budur, aynı zamanda bu İbn Ömer ve İbn Abbâs'ın da söylediği sözdür.

Derim ki: Birinci görüş daha güzeldir. Ebû'l-Âl-iyye'ye gelince o, Haşimoğullarının kendisini azad eden hanımdan daha evla olduklarını gözönünde bulundurmuş olabilir. Çünkü o İbn Abbâs ile arkadaşlık etmişti. İbn Abbâs ona ilim öğretmiş, onu dünyada da ahirette de âlimler derecesine kavuşturmuştu. Böyle bir babalık her ne kadar manevî ise de asıl babalık buna derler. Onu azad eden kadının amacı ise dünyada Ebû'l-Âl-iyye'yi hürler arasına katmaktan ibaretti. Böyle birisini azad etmenin sevabı ona yeter. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

13- Hastanın Hacir Altına Alınması ve Mirasçıya Vasiyyet:

Hacr: Sözlükte engellemek ve daraltmak anlamındadır. Şerl bir terim olarak insanın malında tasarrufunun engellenmesi demektir. Fıkıh mezheplerinin tarifleri farklı olmakla birlikte, birbirine yakındır. Bk. ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-lslâml, V, 411 vd. ile Fıkıh Usûlü'ne dair eserlerin "ehliyet arızaları" bahsi.

İlim adamlarının çoğunluğu hastanın (buradan kasıt ölüm ile sonuçlanan hastalıktır) malında tasarruf hususunda hacr altına alınacağı (tasarrufunun kısıtlanacağı) görüşündedirler. Bu konuda zahir ehli istisna olarak şöyle derler: Hayır, hacir altına alınmaz. Böyle bir kimse sağlıklı kimse gibidir. Ancak konu ile ilgili Hadîs-i şerîfler ve gelen rivâyetlerin ihtiva ettiği anlam görüşlerini reddetmektedir.

Hazret-i Sa'd der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda Haccı esnasında, âdeta ölüme beni yaklaştıran bir rahatsızlığım dolayısıyla beni ziyarete geldi. Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Ben gördüğün şekilde bir hastayım. Ben mal sahibi bir kimseyim. Bununla birlikte benim bir kızdan başka mirasçım yoktur. Malımın üçte ikisini sadaka olarak vereyim mi? Hayır, diye buyurdu. Yarısını tasadduk edeyim mi? diye sorunca yine: Hayır diye buyurdu. "Üçte bir, üçte bir de çoktur ya! Çünkü senin mirasçılarını zengin olarak bırakman onları insanlara el avuç açacak şekilde muhtaç bırakmandan hayırlıdır." Daha önce 7 no'lu başlıkta geçti.

Yine zahir ehli mirasçılar kabul etseler dahi üçte birden fazlasını vasiyet etmeyi kabul etmezler. Geri kalan bütün ilim adamları mirasçıların kabul etmeleri halinde böyle bir vasiyeti câiz kabul ederler. Doğru olan görüş de budur.

Çünkü hastanın üçte birden fazlasını vasiyet etmekten alıkonması mirasçının hakkı dolayısıyladır. Mirasçılar haklarından feragat ettikleri takdirde bu sahih ve câiz olur. Mirasçılar tarafından yapılmış bir hibe gibi olur. Darakutnî'nin rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Mirasçıların dilemesi dışında hiçbir mirasçıya vasiyet câiz değildir." Dârakutnî, IV, 152.

Amr b. Harice'den de şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Mirasçılar uygun görmedikçe hiçbir mirasçıya vasiyet yoktur." Dârakutnî, IV, 152.

14- Mirasçıya Yapılan Vasiyeti Kabul Eden Mirasçıların Vazgeçmeleri:

Vasiyette bulunanın hayatta iken bir mirasçıya yaptığı vasiyeti kabul eden diğer mirasçılar, onun vefatından sonra bu kabullerinden vazgeçerlerse, hükmün ne olacağı hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir grup şöyle demektedir: Bu, mirasçıların aleyhlerine olmak üzere caizdir ve uygun gördükten sonra geri dönmek hakları yoktur. Atâ b. Ebi Rebah'ın, Tavus, el-Hasen, İbn Sîrîn, İbn Ebi Leyla, ez-Zühri, Rabia ve el-Evzaî'nin görüşleri budur.

Bir diğer grup da, arzu ettikleri takdirde bu kabullerinden geri dönebilirler, demektedirler. Bu da İbn Mes'ûd, Şureyh, el-Hakem, Tavus, es-Sevrî, el-Hasen b. Salih, Ebû Hanîfe, Şâfiî, Ahmed ve Ebû Sevr'in görüşüdür. İbnu'l Münzir bunu tercih etmiştir.

İmâm Mâlik bu hususta meseleyi değişik durumlarına göre ele alır ve şöyle der: Eğer vasiyette bulunan sağlıklı iken (mirasçılar) buna izin vermiş iseler geri dönebilirler. Şayet malında tasarruf etme imkânının olmadığı hastalığı halinde miras bırakana izin vermiş iseler, bu onların aleyhlerine olmak üzere caizdir, geçerlidir. İshak'ın görüşü de budur. Birinci görüşün sahipleri şunu delil gösterirler: Böyle bir vasiyetin engellenme sebebi mirasçılar dolayısıyladır. Mirasçılar bunu geçerli ve câiz kabul ettiklerine göre bu da caizdir. Ayrıca ilim adamları eğer malının üçte birinden fazlasını yabancı birisine vasiyet ettiği takdirde, mirasçıların uygun görmeleri halinde câiz olacağı üzerinde ittifak etmişlerdir. İşte burada da durum böyledir.

İkinci görüşü kabul edenlerin delili de şudur: Mirasçılar o esnada sahip olmadıkları birşey hakkında cevaz vermişlerdir. Mirasçılar mala miras bırakanın vefatından sonra sahip olurlar. Bazen izin veren mirasçı, miras bırakandan önce vefat edebilir. O takdirde o mirasçı olamaz ve başkası ona mirasçı olabilir. Buna göre o malda hakkı olmayan bir kimse onu geçerli kabul etmiş olur. Dolayısıyla bu hususta onun için bağlayıcı bir taraf yoktur.

İmâm Mâlik de kabul ettiği görüşüne şu sözleriyle delil gösterir: Kişi sıhhatli olduğu takdirde bütün malında tasarruf hakkına kendisi daha çok sahiptir. Malında istediğini yapar. Sihhatli iken mirasçıları bu hususta ona müsaade ettikleri takdirde, lehlerine vacip olmamış (tahakkuk etmemiş) birşeyi terketmiş olurlar. Eğer hastalık halinde iken ona izin vermiş iseler, bu sefer lehlerine vacip olan (tahakkuk eden) bir hakkın bir kısmını terketmiş olurlar. Dolayısıyla miras bırakan kişi bu vasiyetini yerine getirmiş ise, mirasçıların bu verdikleri izinden geri dönmek hakları yoktur. Çünkü böyle bir imkân ortadan kalkmıştır.

15- Hasta Vasiyetini Yerine Getirmemiş İse:

Eğer hasta bu vasiyetini yerine getirmemiş ise mirasçının bundan geri dönme hakkı vardır. Çünkü yerine getirmek suretiyle bu hak ortadan kalkmamıştır. Bu görüş el-Ebherî'ye aittir.

İbnu'l-Münzir, İshak b. Raheveyh'ten şunu nakletmektedir: Bu mes'elede İmâm Mâlik'in görüşü diğerlerine göre sünnete daha yakındır.

İbnu'l-Münzir der ki: Mâlik, es-Sevrî, Kûfeliler, Şâfiî ve Ebû Sevr, vefatından sonra (mirasçılar) böyle birşeyi uygun gördükleri takdirde bunu kabul etmek zorunda olduklarını ittifakla kabul etmişlerdir.

16- Mirasçıların Bir Kısmına Bir Malı Vasiyet Etmek:

Mirasçılarından birisine bir miktar mal vasiyette bulunup da vasiyetinde: Eğer diğer mirasçılar uygun görürlerse bu mal onundur, uygun görmezlerse Allah yolunda harcanacaktır; deyip de mirasçılar uygun görmeseler hükmün ne olacağı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

İmâm Mâlik der ki: Eğer mirasçılar bunu uygun görmez, kabul etmezlerse, o vasiyet edilen miktar kendilerine geri döner.

Şâfiî, Ebû Hanîfe ve Abdürrezzak'ın arkadaşı Ma'mer'in görüşüne göre ise o takdirde o mal, Allah yolunda harcanır.

17- Hacir Altında Olmayan Âkil-Baliğin Vasiyetiyle Başkalarının Vasiyeti:

Hacir altında bulunmayan âkil ve baliğ kimsenin vasiyeti hususunda görüş ayrılığı yoksa da hacir altında bulunan kimsenin vasiyeti hakkında farklı görüşler vardır.

Mâlik der ki: Bizce üzerinde icma olunan husus şu ki: Aklı zayıf, aklı kıt, kimi zaman ayılan musibetzedenin vasiyetleri, eğer neyin vasiyetini yaptıklarını bilecek kadar bir aklî seviyede iseler caizdir. Eğer neyi vasiyet ettiğine aklı eriyor ise, ve münker bir söz söylememiş ise küçük çocuğun vasiyeti de geçerlidir.

Ebû Hanîfe ve arkadaşları küçük çocuğun vasiyeti câiz değildir, der. el-Müzenî der ki: Şâfiî'nin görüşüne göre kıyas da böyledir. Ben bu konuda Şâfiî'nin açıkça sözünü ettiği ve açıkça belirttiği bir ifadesini görmedim. Şâfiî'nin arkadaşlan ise bu konuda iki görüş ortaya atmışlardır. Birinci görüş İmâm Mâlik’in görüşü gibidir, ikinci görüş ise Ebû Hanîfe'nin görüşü gibidir. Bu ikinci görüşün sahipleri şunu delil gösterirler: Küçük çocuğun hanımını boşaması da kölesini azad etmesi de câiz değildir. İşlediği bir cinayetten dolayı ona kısas uygulanmaz, kazf halinde de ona had uygulanmaz. O bakımdan o hacir altında bulunan baliğ gibi değildir. İşte vasiyeti de böyledir.

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Bunlar hacir altında olan baliğ kimsenin vasiyetinin câiz olduğunu ittifakla kabul ederler. Bilindiği gibi yaptığı vasiyete aklı eren çocukların durumu hacir altında bulunanın malındaki uygulamasına benzer. Hacrin illeti malı saçıp sallallahü aleyhi ve sellemurmak ve telef etmektir. Bu illet ise ölümü ile ortadan kalkar. Küçük çocuk, aklı ermeyen deliden daha çok, malındaki tasarruflarında hacr altında bulunana benzer. O bakımdan Hazret-i Ömer'den bu hususta gelen emir ile birlikte vasiyetinin câiz olması gerekir. Mâlik de şöyle demiştir: Bu, Medine'de onlara göre üzerinde icma edilen bir husustur. Başarı Allah'tandır.

Muhammed b. Şureyh de der ki: Küçük ya da büyük olsun vasiyette bulunup da hakka isabet eden kimse vasıtasıyla Allah hakkı yerine getirmiş olur. Hakkı hiçbir şey önleyemez.

18- Ma'ruf ve Adaletli Bir Şekilde Vasiyet:

Yüce Allah'ın:

"Ma'ruf bir şekilde vasiyette bulunsun" âyeti adaletle, kimsenin hakkını yemeden ve aşırıya kaçmadan vasiyette bulunsun, demektir. Bu, vefat edecek olanın kişisel kanaatine, vasiyet edecek olanın görüşüne bırakılmıştır. Daha sonra yüce Allah, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vasıtasıyla bunun takdirini üzerine aldı. Bu bakımdan Hazret-i Peygamber: "Üçte bir, üçte bir de çoktur ya" diye buyurmuştur. Bu husuta ilim adamlarının görüşleri önceden kaydedilmiştir.

Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hasenatınıza bir fazlalık olsun ve Allah sizin için bir zekât (arınma sebebi) kılsın diye vefatınızın yaklaştığı sırada Allah sizlere mallarınızın üçte birini tasadduk buyurmuştur. (Onlara tasadduk yetkisini vermiştir)." Bu hadisi Darakutnî Ebû Umame'den, o Muaz b. Cebel'den, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan diye rivâyet etmiştir. Darakutnî, IV, 150; İbn Mâce, Vesâyâ 5'de Ebû Hüreyre'den; Müsned, VI, 441'de Ebû'd-Derdâ'dan.

el-Hasen der ki: Vasiyet ancak bırakılan mirasın üçte bir kısmında câiz olur. Buhârî de bu görüştedir. Buna yüce Allah'ın:

"Ve onlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet" (el-Maide, 5/49) âyetini delil göstermektedir. Buhârî, Vesâyâ 3.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın malın üçte birini çok görme hükmü Allah'ın indirdiğiyle hükmetmektir. Her kim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın çizdiği sınırı aşar ve üçte birden fazlasını vasiyet ederse Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yasakladığı bir işi yapmış olur. Ve eğer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu husustaki hükmünü bilen birisi ise yaptığı bu işi ile âsi olur. Şâfiî: "Üçte bir çoktur" âyeti, az olmadığını ifade etmektedir, der.

19- Takva Sahipleri Üzerinde Hak:

Yüce Allah'ın:

"Takva sahipleri üzerine bir hak olarak" âyeti bu hakkın gözetleme ve (zayıfların durumunu) sağlamlaştırma anlamında sabit bir hak olduğunu, farz ve vücup anlamında sabit olmadığını ifade eder. Bunun delili ise: "Takva sahipleri üzerine" kaydıdır. Bu ise böyle bir vasiyetin mendup olduğunun delilidir. Çünkü eğer bu hak farz olsaydı, bütün müslümanlar üzerine olması gerekirdi. Allah'ın bu hususta takva sahiplerini yani kusurlu davranmış olmaktan korkanları özellikle sözkonusu etmesi, ölmesi halinde telef olmasını umdukları dışında, gerekli olmadığını göstermektedir. Eğer telef olmasından korktuğu bir hak varsa o takdirde elini çabuk tutup onu yazması ve vasiyet etmesi farz olarak yerine getirmesi gerekir. Çünkü bu hakkı susarak geçiştirirse bu hakkı zayi eder ve o kişinin bir kusuru olur. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

"Hak olarak" kelimesinin mansup olması te'kid edici masdar olmasındandır. Kur'ân dışında "bu bir haktır" anlamına olmak üzere merfu olması caizdir.

20- Vasiyette Geç Kalmamak:

İlim adamları der ki: Vasiyeti yazmakta gecikmemek bu âyet-i kerimeden çıkartılan bir hüküm değildir. Bu hüküm İbn Ömer'in rivâyet ettiği hadisten çıkarılmaktadır.

Vasiyeti erken yazmanın faydası belgelendirmeyi daha ileri dereceye götürmek, yazılı ve üzerinde kanıt bulunan bir belge haline getirmektir. Bu ise gereğince amel olunması ittifakla kabul olunan vasiyet şeklidir. Adaletli kimseleri şahit tutup onlar da lafzen bu vasiyete şahitlik ederlerse yazılı olarak belgelenmemiş olsa bile o vasiyet gereğince amel olunur. Eğer kendi eliyle vasiyetini yazar ve şahit tutmazsa İmâm Mâlik'ten gelen görüşe göre o vasiyet gereğince amel olunmaz. Ancak bu hususta itham olunması sözkonusu olmaksızın, bir kişinin lehine bir hakkı ikrar etmiş olması hali bundan müstesnadır, o takdirde bu hakkın yerine getirilmesi gerekir.

21- Vasiyetin Yazılış Şekli:

Darakutnî'nin rivâyetine göre Enes b. Mâlik şöyle demiştir: Vasiyetlerinin baş tarafına şöyle yazarlardı: "Bu filan oğlu filanın yaptığı bir vasiyettir. O Allah'tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına, O'nun bir ve tek olduğuna, ortaksız olduğuna, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna, kıyâmetin şüphe sözkonusu olmaksızın mutlaka geleceğine, Allah'ın kabirde olanları dirilteceğine şehadet eder. Kendisinden sonra geriye bıraktığı aile halkına Allah'tan hakkı ile korkmalarını ve aralarında ıslah ile davranmalarını, Allah'a ve Rasûlüne itaat etmelerini vasiyet etmektedir. Eğer mü’min iseler (böyle davranmalıdırlar). Onlara ayrıca İbrahim'in oğullarına vasiyet ettiğini, Yakub'un da vasiyet ettiğini tavsiye etmektedir ki: Oğullarım, muhakkak Allah sizin için bu dini seçmiştir, ancak müslümanlar olarak ölünüz.." Dârakutnî, IV, 154.

180 ﴿