183Ey îman edenler! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı. Tâ ki takva sahibi olasınız. Bu âyetin: "Ey îman edenler... sayılı günlerde" bölümüne dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: Yüce Allah: "Ey îman edenler! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı" diye buyurmaktadır. Bundan önce mükellefler üzerinde yazılan kısas ve vasiyeti sözkonusu ettikten sonra burada da Allah onların üzerine oruç tutmayı farz yazdığını, orucu yerine getirmekle yükümlü tuttuğunu ve orucu farz kıldığını belirtmektedir. Orucun farz olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmaktadır: "İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan ayı orucu tutmak ve haccetmek." Bu hadisi İbn Ömer rivâyet etmiştir. Buhârî, Îman 1,2; Müslim, Îman 19-22; Tirmizî, Îman 3; Nesâî, Îman 13. Sözlük anlamı itibariyle oruç (siyam) imsak etmek ve bir halden bir başka hale geçişi terketmek demektir. Susup konuşmamaya da "Savm" denilir. Çünkü bu da konuşmaktan kendisini alıkoymaktır. Yüce Allah da Hazret-i Meryem'den haber verirken şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten ben Rahmân (olan Allah) için oruç adadım." (Meryem, 19/26) Yani konuşmamayı adadım, demektir. Savm, yine rüzgarın dinmesi ve esmemesi demektir. Ayakta dikilip duran ve yemini yemeyen hayvan hakkında da bu tabir kullanılır. Günün mutedil olması hakkında da bu ifade kullanılır. Gündüzün ortasında güneşin tam tepede olması, (aynı kökten olmak üzere): "Masam" kelimesiyle ifade edilir. Nâbiğa'nın şu beyiti de bu türdendir: "Bazı atlar vardır ki hareketsiz ve yürümez (sâime) kimileri de öyle değildir Toz bulutları altında; kimi atlar da ağızlarındaki gemleri çiğner." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Sanki Ülker yıldızı kendine has yerlerinde (masam) asılı ve hareketsiz durmaktadır." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Ve en kötü (kuyu) çıknklar(ı) ise hareket edip dönmeyenlerdir." İmruu’l-Kays da şöyle demiştir. "Bırak onu, kederlerini ise; gündüzün olduğu gibi durup Sıcak olduğu vakit hızlıca yol alan, toplu bir deve ile teselli bul." Yani güneş hareket etmeyip bu ağır hareketi dolayısıyla imsak eden (yani hareketsiz duran) gibi olduğunda, kendini böylece teselli et, demektir. Bir başka şair de şöyle demektedir: "Nihayet gün ortalanıp itidal bulursa Güneşin de salyaları akıp inerse." Bir diğer şair de şöyle demektedir: "Vecra'da sarı yanaklı devekuşları Uykunun tadına bakmıyor, hep oruçludur." Yani bunlar hep ayakta durmaktadır. Bu anlamda bu kelime şiirde pek çok kullanılmıştır Sert bir terim olarak oruç; tan yerinin ağardığından itibaren güneşin batışına kadar niyet ile birlikte oruç bozan şeylerden uzak durmak demektir. Orucun tam ve mükemmel olması ise yasaklardan uzak durmak ve haramlara düşmemek ile gerçekleşir. Çünkü Peygamber (s. a) şöyle buyurmuştur: "Her kim yalan söz söylemeyi ve onun ile ameli terketmeyecek olur ise, o kimsenin yemesini içmesini terketmesine Allah'ın bir ihtiyacı yoktur." Buhârî, Savm 8, Edeb 51; Ebû Dâvûd, Savm 25; Tirmizî, Savm 16; İbn Mâce, Siyam 21. Orucun fazileti çok büyük, sevabı pek fazladır. Buna dair sahih, hasen pek çok Hadîs-i şerîf gelmiştir ki hadis İmâmları bunları kitaplarında kaydetmiştir. Bir kısmı da ileride gelecektir. Orucun faziletine dair şimdilik yüce Allah'ın orucu kendi zatına izafe ettiğini bilmek yeterlidir. Nitekim Hadîs-i şerîfte sabit olduğuna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Rabbinden şöyle buyurduğunu bize bildirmektedir: "Şanı yüce ve mübarek olan Allah şöyle buyuruyor: Âdemoğlunun bütün amelleri kendisinindir. Oruç müstesna. O Benimdir, onun mükâfatını verecek olan da Benim." Buhârî, Libâs 78; Müslim, Siyam 161, 163-164, Nesâi, Siyam 41, 42; İbn Mâce, Siyam 1 v.s. Her ne kadar bütün ibadetler yalnızca Allah'ın ise de orucu kendi zatına tahsis etmesi diğer ibadetlerden onu farklı kılan şu iki sebep dolayısıyladır: 1- Oruç nefsin hoşuna giden şeylerini ve arzularını sair ibadetlerden daha ileri derecede engelleyicidir. 2- Oruç kul ile Rabbi arasında bir sırdır. Bu ancak Allah'a ayan olur. Bundan dolayı oruç Allah'a has bir ibadet olarak sözkonusu edilmiştir. Sair ibadetler ise açıktan yapılır. Kul, belki bunları görsünler ve riyakârlık olsun diye de yapıyor olabilir. O bakımdan oruç diğer ibadetler arasından Allah'a özellikle tahsis edilmiştir. Bu hususta başka açıklamalar da yapılmıştır. Yüce Allah'ın "yazıldığı gibi" âyetindeki "gibi" anlamındaki "kef" harfi sıfat olarak nasb mahallindedir. Öncekilere yazıldığı gibi bir yazılış ya da: Öncekilerin orucu gibi bir oruç... takdirindedir. "Siyam (oruç)" kelimesinden hal de olabilir. Yani: Oruç sizden öncekilere yazılmış olduğu gibi, onlarınkine benzer bir halde size de yazıldı, demek olur. Kimi nahiv bilgini der ki: Burada "kef" harfi, "siyam: oruç" için sıfat mahallindedir. Çünkü burada "siyam" kelimesi (harf-i tarifli gelmiş olmakla birlikte) katıksız bir marife değildir. Çünkü bunda -şeriatin getirmiş olduğu açıklamalardan anlaşıldığı gibi- bir bakıma mücmellik sözkonusudur. O bakımdan bu kelimenin "kemâ: gibi" ile sıfatlandırılması mümkün olmuştur. Çünkü bununla ancak nekire (marife olmayan, belirtisiz) isimler nitelendirilir. O bakımdan burada ibare "sizin üzerinize öyle bir oruç farz kılındı ki..." hükmündedir. Ancak bu açıklama zayıf kabul edilmiştir. "Mâ" edatı ise cer mahallindedir; sılası ise "sizden öncekilere yazıldı" anlamındaki ifadedir. "Yazıldı" fiilindeki zamir de "mâ" edatına aittir. 4- Sizden Öncekilere Yazıldığı Gibi.. Yüce Allah'ın: "Sizden öncekilere yazıldığı gibi" âyetindeki benzetmenin neye yapıldığı hususunda tefsir âlimleri farklı görüşlere sahiptir. en-Nehaî, Katâde ve başkaları şöyle demektedir: Buradaki benzetme orucun zamanı ve miktarı ile ilgilidir. Yüce Allah Hazret-i Mûsâ ile Hazret-i Îsa'nın kavimlerine Ramazan ayı orucunu farz olarak yazdı, onlar ise bunu değiştirdiler. Bilginleri onlara on gün daha ilave ettiler. Daha sonra bilginlerinden birisi hastalandığında Allah kendisine şifa verdiği takdirde oruçlarına on gün ilave edeceği adağında bulundu ve bu adağını yerine getirdi. Bunun sonucunda hıristiyanların oruçları elli günü buldu. Ancak sıcakta bu kadar süre oruç tutmak onlara ağır gelince bu orucu yazdan bahara aktardılar. en-Nehhâs bu görüşü benimseyip şöyle der: Âyette dile getirilen hususa daha uygun bir açıklamadır. Bu konuda bu görüşün doğruluğuna delalet eden bir Hadîs-i şerîf de vardır ki (en-Nehhâs) bunu Dağfel b. Hanzala'dan müsned olarak rivâyet etmiştir. Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Hıristiyanlar bir ay boyunca oruç tutmakla yükümlü idiler. Onlardan birisi hastalandı. Bunun üzerine şöyle dediler: Allah ona şifa verecek olursa oruca on gün ilave edeceğiz. Daha sonra bir başkası hastalandı. Bu da yediği bir etten dolayı ağzından rahatsızlanmıştı. Onlar: Allah ona şifa verecek olursa yedi gün daha ekleyeceğiz, dediler. Daha sonra bir başka hükümdar döneminde biz bu yedi günü (ona) tamamlayalım ve orucumuzu bahar mevsiminde tutalım, dediler. Böylelikle toplam oruç günlerinin sayısı elliyi buldu." Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, I, 428-429. İbn Hanzala, en-Nehhâs ve Taberânî tarafından rivâyet edildiğini belirtmektedir. Ancak "Dağfet b. Hanzala" yerine "Ma'kil b. Hanzala" ismini vermektedir. Doğrusu "Dağfel'dir. Sahabe olup olmadığı ihtilaflı olmakla birlikte, olmadığı görüşü daha kuvvetlidir. Bk. ez-Zehebî, Mizânu'l-İ'tidâl, II, 217; İbn Hacer, Takribu't-Tehzib, I, 236 Mücâhid der ki: Yüce Allah, Ramazan ayı orucunu bütün ümmetlere farz kılmıştır. Şöyle de denilmiştir: Onlar işi daha sağlam tutmak istediklerinden otuz günden önce bir gün ondan sonra da bir gün, oruç tuttular. Ardı arkasına gelen nesiller böyle yaptı, nihayet oruçları toplam elli günü buldu. Sıcakta bu kadar çok oruç tutmak onlara ağır geldiğinden dolayı güneş senesi mevsimine naklettiler. en-Nekkâş der ki: Bu hususta Dağfel b. Hanzala'dan ve Hasan-ı Basrî ile es-Süddî'den gelen bir Hadîs-i şerîf vardır. Derim ki: Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya, şek günü oruç tutmanın mekruh olması bundan dolayıdır. Ayrıca Ramazan bayramının birinci günü akabinde ve Ramazan'a bitişik olarak Şevval'in altı gününü tutmanın mekruh olması da bundandır. en-Nehaî der ki: Bütün yıl boyunca oruç tutsam şek günü mutlaka orucumu açarım. Çünkü hıristiyanlara bize olduğu gibi Ramazan ayında oruç tutmak farz kılınmıştır. Onlar bunu güneş senesindeki mevsime havale ettiler, değiştirdiler. Çünkü artık oruç oldukça sıcak günlere tesadüf ediyordu. O bakımdan otuz gün sayarak (diğer mevsimde) tutmaya başladılar. Ardından bir başka nesil geldi. Bunlar da kendileri için işi sağlam tutmak istediler. Otuz günden önce bir gün sonrasında da bir gün oruç tuttular. Arkalarından gelenler kendilerinden önce gelenlerin yolunu izlemeye devam etti, nihayet oruçlarının sayısı elli günü buldu. İşte yüce Allah'ın: "Sizden öncekilere yazıldığı gibi" âyeti bunu göstermektedir. Bir diğer görüşe göre buradaki benzetme, öncekilere farz kılınması açısından farziyyetin aslı ile ilgilidir. Zaman ve keyfiyeti ile alakalı değildir. Bir diğer görüşe göre benzetme, onlar hakkında sözkonusu olan orucun niteliği ile ilgilidir. Yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durmak bakımından oruçlar arasındaki benzerlik kastedilmiştir. Oruç açma vakti geldiğinde uyuyan kişi bunları da yapmazdı. Önceleri hıristiyanlarda böyleydi, İslâm'ın ilk dönemlerinde de böyleydi. Daha sonra yüce Allah bunu ileride de geleceği üzere "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı." (el-Bakara, 2/187) âyeti ile bunu neshetmiştir. Bu açıklama es-Süddî, Ebû'l-Âl-iyye ve er-Rabî'e aittir. Muaz b. Cebel ile Atâ şöyle derler: Buradaki benzetme oruç ile ilgilidir. Ne nitelikle ne de sayı ile ilgidir. Fazlalık ve eksiklik bakımından her iki oruç arasında farklılık bulunsa bile bu böyledir. Bunun anlamı şudur: "Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı." Yani İslâm'ın ilk dönemlerinde her aydan üçer gün ve Aşura günü olmak üzere size farz kılındı. "Sizden öncekilerden kasıt İbn Abbâs'ın görüşüne göre yahudilerdir. Bunlara da (her aydan) üç gün ve Aşura günü oruç tutmak farz kılınmıştı. Daha sonra bu şekilde oruç, bu ümmete Ramazan ayında oruç tutma emriyle nesholundu. Muaz b. Cebel der ki: Bunu yüce Allah: "Sayılı günlerde" âyeti ile neshetti. Daha sonra bu sayılı günler ise Ramazan ayı orucu ile nesholundu. Yüce Allah'ın: "Ta ki takva sahibi olasınız" âyeti muhataplar hakkında bir umuttur. Daha önceden bu hususa dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. (el-Bakara, 2/21. âyette) "Takva sahibi olasınız" âyetinin buradaki anlamının; zayıflayasınız şeklinde olduğu söylenmiştir. Çünkü yemek azaldıkça şehvet de azalır. Şehvet azaldıkça isyanlar da azalır. Böyle bir açıklama güzel mecazî bir açıklamadır. Masiyetlerden "Sakınmanız için oruç size farz kılındı" anlamına geldiği de söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre de burada takva sahibi olmak genel özelliğiyledir. Çünkü oruç Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da buyurduğu üzere: "Oruç bir kalkandır" Buhârî, Savm 2, Tevhid 35; Müslim, Siyam 162, 163; Ebû Dâvûd, Savm 26; Tirmizî, Savm 55; Nesâî, Siyam 42, 43 v.s. ... ve "cinsel arzuyu kıran bir araçtır." Buhârî, Savm 10, Nikâh 2, 3; Müslim, Nikâh 1; Nesâî, Siyam 43; İbn Mâce, Nikâh 1... Yani oruç takvanın sebebidir. Çünkü arzulan öldürür. |
﴾ 183 ﴿