184Sayılı günlerde. Sizden kim hasta veya yolcu olursa onlar sayısınca (başka günlerde) oruç tutsun. Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler. Bununla beraber kim hayır yaparsa, işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz. 6- Sayılı Günler: Yüce Allah'ın: "Sayılı günlerde" âyeti el-Ferrâ''ya göre "yazıldı" âyetinin ikinci mef'ûlüdür. Bunun "yazıldı" âyeti dolayısıyla zarf olduğu için mansub olduğu da söylenmiştir. Yani oruç sizin üzerinize sayılı günlerde farz kılındı, demektir. Sayılı günler ise Ramazan ayıdır. Bu, Hazret-i Muaz'dan varid olan rivâyetten farklı bir hususa delalet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Sizden kim hasta veya yolcu olursa onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)" âyetine dair açıklamalarımızı onaltı başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın bu âyetinde "hasta olursa" diye sözü geçen hastanın iki durumu vardır. Birincisinde hasta herhangi bir şekilde oruç tutamaz. O takdirde bunun orucunu açması vaciptir. İkinci durumda ise zarar ve zorlukla birlikte oruç tutabilmesidir. Böyle bir kimsenin orucunu açması müstehaptır. Buna rağmen cahil dışında kimse oruç tutmaz. İbn Şîrîn der ki: İnsan hasta ismini hakedecek duruma geldi mi oruç açması da sahih olur. Bu ifade yolcunun yolculuk sebebiyle yolculuğun ruhsatından istifade edebilmesine kıyasen kullanılmıştır. İsterse oruç açmayı gerektiren bir zaruret bulunmasın. Tarif b. Temmam el-Utaridî der ki: Ramazan ayında Muhammed b. Sirin'in yanına girdim yemek yediğini gördüm. Yemeği bitirince şöyle dedi: Benim bu parmağım ağrıyordu. İlim adamlarından pek çok kimse de şöyle demiştir: Oruçlu eğer kendisini rahatsız edecek, kendisine eziyet verecek bir hastalığa yakalanmış ya da bu hastalığın uzamasından korkuyor ya da daha da artmasından çekiniyor ise oruç açması sahih olur. İbn Atiyye der ki: İmâm Mâlik'in mezhebine mensup yetkin ilim adamlarının kabul ettikleri görüş budur ve onlar bu görüşü esas kabul eder ve buna göre tartışırlar. Ancak İmâm Mâlik'in kullandığı ifade ise, kişiye ağır gelen ve onu bir dereceye kadar rahatsız eden hastalık, şeklindedir. İbn Huveyzimendad ise şöyle demektedir: Oruç açmayı mubah kılan hastalık ile ilgili İmâm Mâlik'ten gelen rivâyet farklı farklıdır. Bir seferinde: Oruç tutmaktan dolayı telef korkusudur, derken bir diğer seferinde: Hastalığın ağır olması, oruçla birlikte hastalığın artması ve aşırı derecede zorluk çekmek halidir, demiştir. Mezhebinde sahih olan budur. Zahirin gereği de budur. Çünkü herhangi bir hastalık özel olarak sözkonusu edilmemiştir. Dolayısıyla oruç açmak bütün hastalıklarda mubahtır. Delil ile tahsis edilen baş ağrısı, sıtma ve oruç ile birlikte sıkıntı teşkil etmeyen azıcık hastalık bunlardan müstesnadır. el-Hasen der ki: Hastalıktan dolayı ayakta namaz kılamayacak ise oruç açar. Bu görüş en-Nehaî tarafından da ifade edilmiştir. Bir kesim de şöyle der: Bizzat hastalığın zarureti kişiyi oruç açmak zorunda bırakmazsa hastalıktan dolayı orucunu açamaz. Oruç ile birlikte bu zarurete katlanabiliyor ise orucunu açmaz. Bu Şâfiî (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun)nin de görüşüdür. Derim ki: İbn Sirin'in görüşü yüce Allah'ın izniyle bu hususta en mu'tedil olan görüştür. Buhârî der ki: Neysâbur'da iken Ramazan ayında hafif bir şekilde rahatsızlanmıştım. İshak b. Raheveyh bir grup arkadaşıyla birlikte benim ziyaretime geldi ve bana şöyle dedi: Ey Abdullah, orucunu açtın mı? Ben: Evet deyince şöyle sordu: Ruhsatı kabul etmeyecek kadar zayıf düşmekten mi korktun? Ben dedim ki: Bize Abdan İbnu'l Mübarek anlattı, o İbn Cüreyc'den şöyle dediğini nakletti: Atâ'ya: Hangi hastalıktan dolayı oruç açabilirim, dîye sordum. O: Hangisi olursa, dedi. Nitekim yüce Allah: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa.." diye buyurmuştur. Buhârî der ki: İshak bu hadisi bilmiyordu. Ebû Hanîfe de der ki: Kişi oruçlu iken orucunu açmadığı takdirde gözünün ağrısının ya da sıtmasının artmasından korkarsa orucunu açar. Yüce Allah'ın: "Veya yolcu olursa..." âyetinde sözü geçen ve oruç açmayla namazı kısaltmanın câiz olduğu yolculuk hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bununla birlikte yolculuğun cihad ve hac gibi itaat yolculuğu olması halinde, hükümde ittifak ve icma halindedirler. Akrabalık bağını gözetmek ve zaruri geçim talebi maksadıyla yapılan yolculuklar da bunlar gibidir. Ticaret ve mubah maksatlarla yapılan yolculuklar hakkında ise men' ve câiz kabul etmek açısından farklı görüşler vardır. Câiz kabul eden görüşler daha tercihe değerdir. İsyankârın yolculuğu hususunda ise câiz olup olmaması açısından farklı görüşler vardır. Câiz olmayacağı görüşü daha tercihe değer bulunmuştur. Bu açıklamalar İbn Atiyye'ye aittir. İmâm Mâlik'e göre oruç açmak için gereken uzaklık, namazı kısaltmak için gereken uzaklıktır. Bunun miktarı hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İmâm Mâlik bir gün ve bir gecelik yoldur demiş, daha sonra bundan dönerek: Kırksekiz mildir demiştir. İbn Huveyzimendad der ki: Maliki mezhebinin zahir olan görüşü budur. Bir seferinde İmâm Mâlik kırkiki mil demiştir. Bir seferinde otuzaltı mil demiştir. Bir seferinde bir gün bir gecelik yolculuk demiştir. Ondan iki günlük mesafe de rivâyet edilmiştir. Bu, Şâfiî'nin de görüşüdür. Kimi zaman kara ile denizdeki yolculuk arasında fark gözeterek denizde bir gün bir -gecelik yolculuk, karada ise kırksekiz mil demiştir. Maliki mezhebinde otuz mil görüşü de vardır. Mezhep dışı üç millik görüş de vardır. İbn Ömer, İbn Abbâs ve es-Sevrî üç günlük yolculukta oruç açılır demiştir. Bu görüşü İbn Atiyye nakletmiştir. Derim ki: Buhârî'deki ifade ise şöyledir: İbn Ömer ve İbn Abbâs dört beridlik bir mesafede oruç açar ve namazlarını kısaltırlardı, ki bu da onaltı fersahlık bir mesafedir. Buhârî, Taksir 4. 3- Yolculuk Yapacak Olanın Geceden Oruç Açmayı Niyet Etmesi: İlim adamları ittifakla yolcunun Ramazan ayında geceden oruç tutmamayı kararlaştırmasının câiz olmadığını belirtmişlerdir. Çünkü yolcu ikamet edenin hilafına niyet etmekle yolcu olmaz. Ancak fiilen ve bu işi yapmakla yolcu olur. İkamet edenin ise belli bir fiil işlemesine gerek yoktur. Çünkü ikamete niyet ettiği takdirde derhal mukîm olur. Zira ikametin ayrıca bir amele ihtiyacı yoktur. O bakımdan aralarında fark vardır. Yine yolculuğa çıkacağını ümit eden kimsenin yolculuğa çıkmadan önce orucunu açmasının câiz olmayacağı hususunda da ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Şayet orucunu açarsa İbn Habib'in dediğine göre: Eğer yolculuğu için hazırlığını yapmış ve hareket için gerekli tedbirlerini almış ise herhangi bir sorumluluğu yoktur. İbn Habib bu görüşünü Esbağ ve İbn el-Macuşun'dan nakletmektedir. Herhangi bir engel yolculuğa çıkmasını önlerse o takdirde üzerine keffaret düşer. Bundan kurtulabilmesi için ise yolculuk yapması yeterlidir. Îsa'nın İbnu'l-Kasım'dan rivâyetine göre ise ona düşen sadece bir günlük kaza etmektir. Çünkü o oruç açmakla te'vilde bulunmaktadır. Eşheb de şöyle der: İster yolculuğa çıksın isterse çıkmasın keffaret diye herhangi bir sorumluluğu olmaz. Suhnûn da der ki: İsterse yolculuğa çıksın isterse çıkmasın keffaret ödemesi gerekir. Bu ise yarın ay hali olacağım deyip bundan dolayı orucunu açan kadın durumundadır. Ancak Suhnun daha sonra Abdülmelik ile Esbağ'ın görüşlerini kabul eder ve şöyle der: Hayır, böyle bir yolculuk niyeti taşıyan bir kimse kadın gibi değildir. Çünkü erkek dilediği takdirde yolculuğa çıkabilir. Kadın ise kendi isteğiyle ay hali olamaz. Derim ki: İbnu'l-Kasım ile Eşheb'in keffaret olmadığına dair görüşleri güzel bir görüştür. Çünkü böyle bir kimse kendisi için yapması câiz olan bir işi yapmıştır. Ve kişinin zimmeti (sorumluluktan) beridir. Kişinin zimmetinde ancak yakîn ile herhangi birşey sabit olur (yani yakîn ile bir borcu ödeme sorumluluğu ortaya çıkar). Böyle bir görüş ayrılığı varken ise yakîn olmaz. Diğer taraftan yüce Allah'ın: "Veya yolcu olursa" âyetinin gereği de budur. (Yani üzerine keffaret düşmemesi gerekir). Ebû Ömer ise der ki: Bu, ilim adamlarının bu mes'ele ile ilgili görüşlerinin en sahih olanıdır. Çünkü böyle bir kimse maksatlı olarak orucun hürmetini çiğnemiş değildir. O sadece te'vilde bulunan bir kimsedir. Eğer yolculuk niyetiyle birlikte oruç yemek -yola çıkmasından önce olduğundan dolayı- üzerine keffareti gerektiriyor olsaydı, yola koyulması üzerinden bu keffareti düşüremezdi. Bu konu üzerinde düşündüğümüz takdirde bunun yüce Allah'ın izniyle böyle olduğunu görürüz. Diğer taraftan Darakutnî şunu rivâyet etmektedir: Bize Ebû Bekr en-Neysaburî anlattı, bize İsmail b. İshak b. Sehl Mısır'da anlattı, bize İbn Ebi Meryem anlattı, bize Muhammed b. Ca'fer anlattı, bana Zeyd b. Eslem haber vererek dedi ki: Bana Muhammed b. el-Münkedir, Muhammed b. Kab'dan haber vererek, onun şöyle dediğini bildirdi: Ramazan ayında Enes b. Mâlik'in yanına vardım. Yola çıkmak istiyordu. Bineği hazırlanmış, yolculuk elbisesini giyinmişti. Güneş de batmak üzereydi. Kendisine yemek getirilmesini istedi, ondan yedi sonra da bineğine bindi. Ben ona: Bu yaptığın sünnet midir? dedim, o: Evet dedi. Darakutnî, II, 188. Yine Enes'ten şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Bana Ebû Mûsâ dedi ki: Yolculuğa çıktığın zaman oruçlu çıktığını geri dönüp (evine) girdiğinde de oruçlu girdiğini haber aldım. Ben sana: Çıktığında oruçsuz olarak çık, girdiğinde de oruçsuz olarak gir diye bildirmedim mi? Darakutnî, II, 188. Hasan-ı Basrî de der ki: Yolculuğa çıkmak istediği gün dilediği takdirde evinde orucunu açabilir. Ahmed de der ki: Beldesinin evlerinden uzaklaştı mı orucunu açar. İshak ise şöyle der: Hayır, ayağını bineğinin üzerine koymakla birlikte orucunu açar. İbnu'l-Münzir der ki: Ahmed'in görüşü sahihtir. Çünkü fukaha şöyle der: Güne sağlıklı olarak başlayıp sonradan hastalanırsa günün geri kalan kısmında orucunu açar. Aynı şekilde güne mukîm olarak başlayıp sonradan yolculuğa çıkarsa yine orucunu açabilir. Bir kesim ise şöyle demektedir: İsterse fiilen yolculuğa başlamış olsun o gün orucunu açmaz. ez-Zührî, Mekhul, Yahya el-Ensarî, Mâlik, el-Evzaî, Şâfiî, Ebû Sevr ve re'y sahipleri de bu görüştedir. Ancak orucunu açtığı takdirde hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Hepsi orucunu kaza eder fakat keffaret ödemez, derler. Mâlik der ki: Çünkü yolculuk sonradan ortaya çıkan bir mazerettir. Daha sonra başgösteren hastalık gibidir. Şu kadar var ki İmâm Mâlik'in arkadaşlarından birisinin görüşüne göre hem kazasını yapar, hem de keffarette bulunur. Bu İbn Kinane ve el-Mahzûmî'nin de görüşüdür. el-Bacî, bu görüşü Şâfiî'den de nakletmektedir. İbnu'l Arabî de bu görüşü tercih etmiş ve benimsemiştir. Bunu şöyle açıklamaktadır: Çünkü yolculuk ibadetin lazım oluşundan sonra ortaya çıkmış bir özürdür. Ayrıca yolculuk, hastalık ve ay halinden farklıdır. Çünkü hastalık kişiye oruç açmayı mubah kılar. Hayız ise oruç tutmayı kadına haram kılar. Yolculuk ise oruç açmayı yolcuya mubah kılmaz. O bakımdan orucun hürmetini (saygınlığını) ihlal ettiğinden dolayı keffaret orucu tutması gerekir. Ebû Ömer ise şöyle demektedir: Ancak bu görüşün hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü yüce Allah Kitab'ta ve sünnette yolcuya oruç açmayı mubah kılmıştır. "Orucunu açmaz" diyenlerin bu hükmü ise oruca başladığından dolayı açmamasının müstehap olduğunu ifade etmek içindir. Bununla birlikte eğer Allah'ın müsaade ettiği ruhsatı kabul eder ve uygularsa kazasını yapması gerekir. Keffarette bulunmasının ise açıklanabilir bir tarafı yoktur. Keffarette bulunmayı gerekli görenler Allah'ın da Rasûlünün de vacip kılmadığını vacip görmüşlerdir. İbn Ömer'den ise bu mesele hakkında şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Yolcu olarak yola çıktığı takdirde dilerse o gününün orucunu açar. Bu aynı zamanda Şa'bî, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür. Derim ki: Buhârî, bu mes'eleyle ilgili şu şekilde bir başlık kullanır: "İnsanlar kendisini görsünler diye yolculukta oruç açan." Daha sonra İbn Abbâs'ın şu şekildeki hadisini nakleder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'den Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı. Usfan denilen yere varıncaya kadar oruçlu idi, daha sonra kendisine su getirilmesini istedi. İnsanlara göstersin diye suyu elleriyle kaldırdı ve orucunu açtı. Mekke'ye varıncaya kadar bu böyle oldu. Hazret-i Peygamber bunu Ramazan ayı'nda yapmış idi. Buhârî, Savm 38. Bu hadisi Müslim de İbn Abbâs'tan rivâyet etmiş ve o hadiste şöyle demiştir: Daha sonra Hazret-i Peygamber içinde içecek bulunan bir kap getirilmesini istedi. İnsanlar onu görsünler diye gündüzün o kaptan içti, sonra da orucunu açtı ve Mekke'ye gelinceye kadar bu böyle oldu. İşte bu âyetler açık birer nastırlar. Dolayısıyla buna muhalif olan görüşler kendiliğinden sakıt olur. Başarı Allah'tandır. Bu hadis aynı zamanda oruç niyeti yolculukta yerine gelmez, diyenlere karşı da bir delildir. Hazret-i Ömer, İbn Abbâs, Ebû Hüreyre ve İbn Ömer'den bu görüş (yolculukta orucun olmayacağı görüşü) rivâyet edilmiştir. İbn Ömer der ki: Yolcu iken oruç tutan kimse ikamet edince kazasını yapar. Abdurrahman b. Avf tan da, yolculukta oruç tutan mukîm iken orucunu açan gibidir der. Nesâî, Siyam 53. Zahir ehlinden bir grup ilim adamı da bu görüştedir. Delil olarak da yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)" âyetini delil gösterirler ki ileride buna dair açıklamalar gelecektir. Ayrıca Ka'b b. Âsım'ın şu rivâyetini de delil gösterirler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Yolculukta oruç tutmak iyilikten değildir." Buhârî, Savm 36; Müslim, Siyam 92; Ebû Dâvûd, Savm 44. Yine bu hadis şu görüş sahiplerine karşı da delildir: Yolculukta iken oruç tutmayı geceden niyet eden bir kimse herhangi bir mazereti bulunmasa dahi orucunu açabilir. Mutarrif de bu görüştedir. Şâfiî'nin iki görüşünden birisi de budur. Hadis ehlinden bir topluluk da bu görüştedir. İmâm Mâlik böyle bir kimsenin hem kazasını tutmasını hem de keffaret orucu tutmasını vacip görürdü. Çünkü böyle bir kimse oruç açmak ve oruç tutmakta muhayyer idi. O oruç tutmayı tercih edip geceden oruç tutmayı niyet edince artık oruç açamaz olur. Özürsüz olarak kasten orucunu açtığı takdirde hem kaza etmesi, hem de keffaret orucu tutması gerekir. İmâm Mâlik'ten böyle bir kimsenin keffaret orucu tutması gerekmediğine dair rivâyet de gelmiştir. İmâm Mâlik'in arkadaşlarının çoğunun görüşü budur. Şu kadar var ki Abdülmelik şöyle demiştir: Şayet hanımıyla cima ederek oruç açarsa keffaret öder. Çünkü böyle bir davranış yolculuğa karşı onu güçlendirmez ve onun için mazeret de değildir. Çünkü yolcu olan kimseye oruç açmasının mubah kılınması bu sayede yolculuğa karşı güçlensin diyedir. Irak ve Hicazlı diğer fukahâ ise şöyle demektedir: Böyle bir kimseye keffaret düşmez. Bunlar arasında es-Sevrî, el-Evzaî, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve sair Kûfeli âlimler de vardır. Bu açıklamaları Ebû Ömer yapmıştır. 4- Yolculukta Oruç Tutmak mı Daha Faziletlidir, Oruç Açmak mı? İlim adamları yolculukta oruç açmak mı oruç tutmak mı daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik ve Şâfiî kendilerinden gelen bazı rivâyetlerde şöyle demektedirler: Gücü yeten kimse için oruç tutmak daha faziletlidir. Mâlikî mezhebinin özü, bu konuda yolcunun muhayyer bırakılması şeklindedir. Şâfiî mezhebinde de durum bundan ibarettir. Şâfiî ve ona uyanlar böyle bir kimse muhayyerdir, derler ve bu konuda yolcunun durumuna göre farklı hüküm vermezler. İbn Uleyye de bu görüştedir. Çünkü Enes (radıyallahü anh) yolu ile gelen hadiste şöyle demektedir: Ramazan ayında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yolculuk yaptım. Oruç tutan oruç tutmayanı ayıplamadığı gibi oruç tutmayan da oruç tutanı ayıplamamıştır. Bu hadisi Mâlik, Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir. Buhârî, Savm 37; Müslim, Siyam 93-99; Ebû Dâvûd, Savm 43; Nesâî, Siyam 59; Muvatta’'', Siyam 23 Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın iki arkadaşı Osman b. Ebi'l-As es-Sakafî ile Enes b. Mâlik’in şöyle dedikleri rivâyet edilmektedir: Yolculukta oruç tutmak gücü yeten için daha faziletlidir. Bu aynı zamanda Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının da görüşüdür. İbn Ömer ile İbn Abbâs'tan ruhsat daha faziletlidir, dedikleri rivâyet edilmiştir. Said b. el-Müseyyeb, en-Nehaî, Ömer b. Abdülaziz, Mücâhid, Katâde, Evzaî, Ahmed ve İshak da bu görüşü ifade etmişlerdir. Bütün bunlar oruç açmak daha faziletlidir derler. Gerekçe olarak da yüce Allah'ın: "Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez" (el-Bakara, 2/185) âyetini gösterirler. 5- Ramazanda Oruç Tutamadığı Gün Kadar Ramazan Dışında Tutar: Yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)" âyetinde hazf vardır. Yani sizden her kim hasta ya da yolcu olur ve oruç açarsa bunların kazasını yapsın, demektir. İlim adamlarının çoğunluğuna göre bir şehir halkı yirmidokuz gün oruç tutsalar ve o şehirde hasta birisi bulunup sıhhatine kavuşmasa yirmidokuz gün kaza eder. Aralarında Hasen b. Salih b. Hayy'in da bulunduğu bir topluluk ise o günlerin sayısına bakmaksızın bir aya bir ay karşılık olarak kaza eder demiştir. el-Kiya et-Taberî ise bu, doğru olmaktan uzaktır, der. Çünkü yüce Allah: "Onlar sayısınca başka günlerde" diye buyurmuştur. Sair günlerden bir ay oruç tutar dememiştir. Yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca" diye buyurması, Ramazan ayında oruç tutmadığı gün sayısına eşit olarak kaza etmesi gerektiğini ifade eder. Ramazanın bir kısmında oruç açtığı takdirde Ramazandan sonra,-oruç açtığı gün sayısınca kaza etmesi gerektiği hususunda ise bir şüphe yoktur. Ramazan boyunca oruç tutmayan bir kimsenin hükmünün de aynı şekilde günlerinin sayısına itibar etmesi gerekir. Âyet-i kerimede geçen "onlar sayısınca" kelimesi bir mübtedanın haberi olmak üzere merfudur. Yani bunun hükmü, veya vacip, onlar sayısınca.. oruç tutmaktır. Ona düşen o günler sayısınca oruç tutmaktır, şeklindeki bir takdir de doğru olur. Kisaî bu kelimenin mansup olmasının câiz olacağını söyler. Yani o kimse diğer günlerde oruç tutmadığı günler sayısınca oruç tutsun, demektir. Anlamının, böyle bir kimsenin o günler sayısınca oruç tutması gerekir, olduğu da söylenmiştir. Burada "o günler sayısınca oruç" taktirindeki ifadeden, muzaf olan "oruç" anlamındaki kelime hazfedilerek "sayısınca" anlamındaki "iddet" kelimesi onun yerini almıştır. "İddet" kelimesi, "saymak" anlamındaki "add" kelimesinden "fi'le" vezninde olup, ma'dut (sayılan) anlamındadır. Kadının iddet beklemesi de (sayılı günler olduğundan) aynı kökten gelmektedir. Başka günlerde..." âyetinde, "başka" anlamındaki kelime Sîbeveyh'e göre munsarıf değildir. Çünkü bu kelime (nakşı dolaysıyla) adidir. (Tarif için gelen elif-lâm düşer; o bakımdan munsarıf olmaz). Çünkü bu kabilden olup "Fual" vezninde olan kelimeler aslında elif-lâm'lı gelirler: el-Kubas, el-Fudal gibi. el-Kisâî ise bu kelime "âher" kelimesinden adl'dir. Hamsa ve humar demek gibi. Munsarıf olmaması bundandır. Bir başka görüşe göre, munsarıf olmayışı "cuma"' vezninde olduğundan dolayıdır ve bu âyette "günler"in sıfatıdır. Bu kelime "iddet: sayısınca" kelimesinin sıfatı olduğu sanılmasın diye "uhrâ" gelmemiştir. "Uhar"ın, "uhrâ"nın çoğulu olduğu da söylenmiştir. Âdeta "günler" önce "uhrâ" diye nitelendirilmiş; sonra çoğul yapılarak "uhar" diye nitelendirilmiş gibidir. "Eyyam: günler" kelimesinin sıfatı (çoğul müennes hükmünde olduğundan) müennes gelmesi gerektiği için "uhar" diye sıfatlanmış olduğu da söylenmiştir. 7- Kaza Oruçları Peşpeşe mi Tutulur, Ayrı Ayrı Tutulabilir mi? Kaza tutulan oruçların peşpeşe tutulmasının vücûbu hususunda iki ayrı görüş vardır. Bunları Dârakutnî Sünen'inde kaydetmektedir: Âişe (radıyallahü anha)dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca -peşpeşe- başka günlerde" âyeti nazil oldu ve sonra "peşpeşe" kelimesi neshedildi. Dârakutnî, bu sahih bir isnaddır der. Dârakutnî, II, 192. Ebû Hüreyre'den de şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kimin üzerinde Ramazan ayından tutması gereken bir miktar oruç var ise onu peşpeşe tutsun ve kesintiye uğratmasın." Dârakutnî, II, 192. Bu hadisin isnadında Abdurrahman b. İbrahim vardır ki rivâyet ettiği hadisleri zayıftır. Bu hadisi İbn Abbâs'tan Ramazan orucunun kazasını yapma bölümünde senedini kaydederek: "Onu istediğin gibi tut" diye rivâyet etmektedir. İbn Ömer ise: "Ne şekilde oruç tutmadı isen, o şekilde o günleri tut" demiştir. Dârakutnî, II, 192. Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, İbn Abbâs, Ebû Hüreyre, Muaz b. Cebel ve Amr b. el-As'tan da bu söz senediyle birlikte rivâyet edilmiştir. Dârakutnî, II, 192-193. Muhammed b. el-Münkedir'den de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bana ulaştığına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Ramazan orucunun (kazasının) parça parça ayrılması hakkında soru soruldu da şu şekilde cevap vermiştir: "Bu sana kalmış birşeydir. Sizden herhangi birinizin üzerinde ödemesi gereken bir borç varken o bir dirhem iki dirhem verip ödeyecek olursa ne dersin? Bu kişi borcunu ödemiş olmaz mı? Allah affedip mağfiret etmeye daha bir lâyıktır." Bu hadisin isnadı hasendir. Şu kadar var ki mürseldir ve muttasıl olarak sabit değildir. Dârakutni, II, 194 İmâm Mâlik'in Muvatta’'"ında Nafi'den gelen rivâyete göre Abdullah b. Ömer şöyle dermiş: Hastalık ya da yolculuk dolayısıyla Ramazan ayında arka arkaya oruç açan bir kimse kazasını da arka arkaya tutar. Muvatta’'', Siyam 45. Ancak Muvatta’''daki ibare: "Ramazan'da hastalık ya da yolculuk sebebiyle oruç açan kimse, kazasını peşpeşe tutar" şeklindedir el-Bacî ise (Muvatta’'' şerhi olan) el-Münteka adlı eserinde şöyle demektedir: "Bu ifadenin vacip olanın hangisi olduğunu haber verme kastıyla olması ihtimal dahilinde olduğu gibi müstehab olanı haber vermek istemesi de muhtemeldir. Fukahanın çoğunluğu arka arkaya tutmasının müstehab olduğu görüşündedir. Ayrı ayrı tutarsa da yerine gelir. Mâlik ve Şâfiî'nin görüşü budur. Bu görüşün sahih oluşuna delil yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca başka günlerde" âyetidir ve burada özellikle ayrı ayrı veya peşpeşe diye söz etmemiştir. Kaza yapan bir kimse bu günleri dağınık olarak kaza etse sair günlerden tutmadığı günler sayısınca oruç tutmuş olur ve bunun da yeterli olması icabeder." İbnu'l Arabî de şöyle der: Arka arkaya oruç tutmak Ramazan ayında vaciptir. Çünkü Ramazan ayı oruç tutmak için tayin edilmiştir. Orucun kazasında ise tayin sözkonusu değildir. O bakımdan ayrı ayrı tutmak da caizdir. Yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca başka günlerde.." diye buyurması tutulmayan oruçların belli bir zaman tayini sözkonusu olmaksızın kazasının vacip olduğunu göstermektedir. Çünkü burada lâfız bütün zamanlar hakkında serbest bir şekilde kullanılmıştır. Özel olarak bir zamana tahsis edilmiş değildir. Buhârî ile Müslim'deki rivâyete göre Hazret-i Âişe şöyle demiş: Bazen Ramazan ayından üzerimde borç oruç kaldığı olurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile olan ilgilenmem dolayısıyla ancak Şa'ban ayında kazasını yapabiliyor idim. Bir diğer rivâyette ise: "Bu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dolayısıyla böyle oluyordu" ifadesi de vardır. Buhari, Savm 40, Müslim, Siyam 151; Nesâî, Siyâın 64; İbn Mâce, Siyam 13; Müsned, VI, 124, 179. İşte bu başlı başına bir nas ve âyet-i kerimeyi daha ileri derecede açıklayan bir buyruktur. Ayrıca bu, Davud (ez-Zahirî)nin: İki "Şevvâl'in ikinci gününde(n itibaren) orucunu kaza etmesi gerekir" görüşünü de reddetmektedır. Davud'a göre kazasını tutmaksızın ölen günahkârdır. Buna dayanarak şunları söyler: Eğer bir köle azad etmesi gerektiği halde belli bir bedel karşılığında satılan bir köle bulur ise onu bırakıp bir başkasını satın alma hakkı yoktur. Çünkü onun üzerinde farz olan bulacağı ilk köleyi azad etmektir. Başkasını azad etmesi onun için yeterli olmaz. Eğer kendisinin kölesi varsa bir başka köle satın alması câiz değildir. Şayet yanındaki köle (azad edilmeden) ölürse -muayyen bir köle azad etmeyi adayıp da ölmesi halinde bu adağın batıl olması halinde olduğu gibi- köle azad etmesi batıl olmaz. Ancak bu hadis onun görüşünün bozuk olduğunu göstermektedir. Kimi usûl âlimleri şöyle demektedir: Şevvalin ikinci gününün geçmesinden sonra (üzerinde kaza borcu olan kimse) ölse kazasını yapma azmi bulunması şartıyla günahkâr olmaz. Sahih olan görüş böyle bir kimsenin günahkâr ve kusurlu olmayacağı şeklindedir. Cumhûrun görüşü de budur. Şu kadar var ki, ölüm gelip de üzerinde farz borç kalmasın diye oruç kazasını erken yapması müstehaptır. 9- Bir Sonraki Ramazana Kadar Kazasını Yapamazsa: Ramazan ayından kazasını yapması gereken birtakım borcu olup da bayramdan sonra o günler sayısınca oruç tutması mümkün olan günler geçtiği halde o da oruç tutmayı ertelese daha sonra da bir başka Ramazana kadar orucunun kazasına imkân vermeyen bir engel ile karşılaşırsa, böyle bir kimsenin fakirlere yemek yedirmesi gerekmez. Çünkü bu kişi kendisi için câiz olan ertelemeyi yapmakla kusurlu hareket etmiş olmaz. Mâlikî mezhebine mensup Bağdat âlimlerinin görüşü budur. Bunu el-Müdevvene'de yer alan İbnu'l-Kasım'ın bir görüşü olarak kabul ederler. 10- Ramazan Orucunu Şa'ban Bitinceye Kadar Kaza Etmezse: Ramazan ayı orucunun kazasını, yapıldığı en son vakit olan Şa'ban ayından sonrasına kazasını tehir edecek olursa bundan dolayı bir keffaret gerekir mi, gerekmez mi? Mâlik, Şâfiî, Ahmed ve İshak gerekir, derler. Ebû Hanîfe, el-Hasen, en-Nehaî ve Davud gerekmez, demişlerdir. Derim ki: Buhârî de bu görüştedir. Çünkü Buhârî şöyle demektedir: Ebû Hüreyre'den mürsel olarak ve İbn Abbâs'tan böyle bir kimsenin yemek yedirmesi gerektiğini kabul ettikleri zikredilmekte ise de, yüce Allah yemek yedirmekten söz etmemekte, sadece: "Onlar sayısınca başka günlerde" diye buyurmaktadır. Buhârî, Savm 40. Derim ki: Ebû Hüreyre'den müsned olarak bir diğer Ramazana erişinceye kadar önceki Ramazandan kalma borcunu kaza etmekte kusurlu davranan kimse hakkında şöyle dediği rivâyet edilmiştir: O senenin Ramazan ayı orucunu herkesle birlikte tutar, oruç açtığı ayın günlerini de (sonradan) tutar ve her bir gün için bir yoksula yemek yedirir. Bunu Darakutnî rivâyet etmiş ve isnadı sahihtir, demiştir. Darakutnî, II, 197 Yine Ebû Hüreyre'den Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a merfu olarak rivâyet edildiğine göre Ramazan ayında hastalığından dolayı oruç açan sonra da sağlığına kavuşup bir diğer Ramazana ulaşıncaya kadar kazasını yapmayan kişi hakkında şöyle buyurmuş: "Önce yeni idrak ettiği ayın orucunu tutar, sonra da oruç açtığı ayın orucunu tutup her bir gün için bir yoksula yemek yedirir." Bu hadisin isnadında İbn Nâfi' ile İbn Vecih vardır ki her ikisi de zayıf ravidir. Darakutnî, II, 197 11- Bir Sonraki Ramazana Kadar Hastalığı Devam Edenin Orucu: Bir diğer Ramazan gelinceye kadar hastalığı devam edip sıhhatine kavuşmayacak olursa durum ne olur? Bu hususta Darakutnî'nin İbn Ömer'den rivâyetine göre böyle bir kimse her bir güne karşılık bir yoksula bir mud buğday yedirir; sonra da kaza etmesi gerekmez. Yine Darakutnî Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Eğer iki Ramazan arası sağlığına kavuşamayacak olursa önceki Ramazanın yerine oruç tutar, ikincisinin yerine de yoksula yemek yedirir, ayrıca kaza etmesi gerekmez. Eğer sağlığına kavuşmakla birlikte bir diğer ramazan gelip yetişinceye kadar oruç tutmazsa yeni Ramazanın orucunu tutar ve önceki ramazan yerine yoksula yemek yedirir. Eğer (ikinci Ramazanda) oruç açarsa onun kazasını yapar. Bunun da isnadı sahihtir. Darakutnî, II, 197-198 Mezhebimize mensup ilim adamları ise şöyle demektedir: Ashab-ı kiramın bu konudaki görüşleri kıyasa muhaliftir. Ama onlar delil olarak gösterilebilir. İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre, adamın birisi ona gelmiş ve iki Ramazan süresiyle hastalandım, demiştir. İbn Abbâs ona: Senin hastalığın iki Ramazan arası hep devam etti mi yoksa ikisi arasında sağlığına kavuştuğun oldu mu, diye sormuş. Adam ona: Hayır sağlığıma kavuştuğum oldu, deyince İbn Abbâs ona: İki Ramazan kadar oruç tut ve altmış tane yoksula yemek yedir. İşte bu onun: "Eğer hastalığı devam edecek olursa üzerinde kaza yükümlülüğü yoktur" görüşünden ayrıdır. Bu, onların gebe ve süt emziren kadın hakkındaki görüşlerini de andırmaktadır. Onlara göre bu durumdaki kadınlar yoksula yemek yedirirler fakat ayrıca oruçlarını kaza etmezler. Nitekim ileride ("Oruç tutmaya gücü yetmeyenler..." âyetini açıklarken) gelecektir. 12- Fakire Yedirilecek Miktar: Bu durumda olan kimseye yoksula yemek yedirmesi gerektiği kanaatinde olanlar yedirmesi gereken miktar hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Ebû Hüreyre, el-Kasım b. Muhammed, Mâlik ve Şâfiî: Her bir gün için bir mud (buğday) yedirir derken, es-Sevrî: Her bir gün için yarım sa' (buğday) yedirir, demiştir. 13- Ramazanın Kazasını Yapanın Oruç Açması veya Cima Etmesi: Ramazan ayının orucunu kaza ederken oruç açan ya da cima eden kimseye ne gerektiği hususunda farklı görüşler vardır. Mâlik der ki: Unutarak Ramazanın kazasından bir gün oruç açan bir kimsenin o günü kaza etmesi dışında herhangi bir sorumluluğu yoktur. O gününün orucunu devam ettirmesi -ilgili görüş ayrılıkları dolayısıyla- müstehabtır. Daha sonra onun kazasını yapar. Kasten orucunu açarsa günahkâr olur ve onun için sadece o günün kazasını yapmak gerekir. Bununla birlikte oruçlu imiş gibi devam etmesine gerek yoktur. Çünkü bu durumda oruçlunun uzak durması gereken şeylerden böylesine uzak durmasının anlamı yoktur. Zira kasten oruç açtığından dolayı bütün ilim adamlarına göre bu kimse oruçlu değildir. Keffarete gelince, Mâlik ve arkadaşları arasında böyle bir durumda keffaretin gerekmediği hususunda görüş ayrılığı yoktur. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşü de budur. Mâlik der ki: Hanımına yaklaşmak veya bir başka sebep dolayısıyla Ramazan kazası olarak tuttuğu bir günde oruç açan bir kimse için keffaret yoktur. Onun üzerinde sadece o günün kazasını yapmak sözkonusudur. Katâde de şöyle demektedir: Ramazan kazasını tutarken cima eden kimsenin hem o günü kaza etmesi hem de keffaret gerekir. İbnu'l-Kasım'ın Mâlik’ten rivâyet ettiğine göre Ramazan kazasını tutarken oruç açan kimsenin iki gün oruç tutması gerekir. İbnu'l-Kasım önceleri bu şekilde fetva verirken daha sonra bu görüşten vazgeçmiş; daha sonra da şöyle demiş: Kaza orucunun kazasını yaparken kasten oruç açarsa onun yerine iki gün oruç tutar. Tıpkı hanımı ile cima etmek suretiyle haccını ifsad eden kimsenin haccını ifsad etmesi ve bir sonraki sene haccederken aynı şekilde hanımı ile cima edip tekrar haccını ifsad edenin iki tane hacc yapmakla mükellef olması gibi. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) de der ki: Hac hususunda İbn Vehb ile Abdülmelik ona (İbnu'l-Kasım'a) muhalefet etmişlerdir. Hakkında ihtilaf edilen bir hüküm esas alınarak kıyas yapılması gerekmemektedir. Bence doğrusu -en iyi bilen Allah'tır- her iki halde de o kimse için sadece bir günün kazası gerekir. Çünkü onun tutması gereken tek bir gündür ve bu günü iki defa ifsad etmiştir. Derim ki: Yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca başka günlerde" âyetinin gerektirdiği de budur. Ramazan ayının kazasını yaparken iftar ettiği günün yerine ne vakit tam bir gün oruç tutarsa o vakit üzerinde vacip olanı yerine getirmiş olur. Onun yerine getirmesi gereken başka bir yükümlülük yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 14- Ramazan Ayında Orucunu Açan ve Vefat Edenin ya da Yolculuğa Çıkıp Yolculuğunda Ölenin Durumu: Ramazan ayında bir hastalık sebebiyle oruç açıp da o hastalığı sonucu ölen veya yolculuğa çıkıp da o yolculuğunda ölen bir kimse için herhangi bir sorumluluğun sözkonusu olmayacağı Cumhûr tarafından kabul edilmiştir. Tavus ve Katâde ise iyileşmeden önce vefat eden hasta hakkında onun yerine (mirasçıları tarafından oruç tutamadığı günler sayısınca) yemek yedirilir, demişlerdir. 15- Üzerinde Ramazandan Oruç Borcu Olduğu Halde Ölenin Hükmü: Üzerinde Ramazan ayından kaza etmesi gereken borcu olup da ölen kişinin hükmü hakkında farklı görüşler vardır. Mâlik, Şâfiî ve Sevrî der ki: Kimse kimsenin yerine oruç tutmaz. Ahmed, İshak, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd ve Zahirîler, başkası onun yerine oruç tutar. Şu kadar var ki onlar bu durumu adak orucuna has olarak kabul etmişlerdir. Buna benzer bir görüş Şâfiî'den de rivâyet edilmiştir. Ahmed ve İshak, Ramazan ayının kazası ile ilgili olarak onun adına yemek yedirilir, derler. Oruç tutulacağını kabul edenler Müslim'in Hazret-i Âişe'den rivâyet ettiği şu Hadîs-i şerîfi delil gösterirler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse onun velisi yerine oruç tutar." Buhârî, Savm 42; Müslim, Siyam 153; Ebû Dâvûd, Savm 41; İbn Mâce, Keffârât 19; Müsned, VI, 69. Şu kadar var ki bu âyet oruca dair genel bir hükümdür. Bunu yine Müslim tarafından rivâyet edilen İbn Abbâs'ın şu rivâyeti tahsis etmektedir: Bir kadın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip şöyle der: Ey Allah'ın Rasûlü, benim annem üzerinde adak borcu olduğu halde vefat etti. -Bir rivâyette ise "bir ay oruç borcu" denilmektedir.- Ben onun yerine oruç tutayım mı? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Eğer annenin üzerinde ödemesi gereken bir borç olsaydı sen de onun adına bu borcu ödeseydin bu onun adına bir ödeme olur muydu ne dersin?" Kadın: Evet deyince Hazret-i Peygamber: "Annenin yerine oruç tut" diye buyurdu. Müslim, Siyam 154, 156; Buhârî, Savm 42. Ayrıca bak. Buhârî, Eymân 30, İ'tisâm 12; Tirmizî, Savm 22... İmâm Mâlik ve ona uygun görüş belirtenler yüce Allah'ın: "Hiçbir (günah) yüklenici bir diğerinin yükünü yüklenmez." (el-En'am, 6/164); "Ve insan için kendi çalıştığından başka birşey yoktur." (en-Necm, 53/39); "Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir" (el-En'am, 6/164) ile Nesâî'nin İbn Abbâs'tan naklettiği şu hadisi delil gösterirler. Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kimse kimse adına namaz kılamaz. Kimse kimse adına oruç tutamaz. Fakat her bir gün yerine onun adına bir mud buğday (yoksullara) yedirir." Beyhakî, es-Sünenu'l-Kubrâ, IV, 429'da: "Kimse kimse adına oruç tutamaz..." bölümünden itibaren, IV, 430'daki İbnu't-Türkmânî'den naklen notta: Hadisin tümü kaydedilip Nesâî'ye atfedilmekte ve sahih olduğu bildirilmektedir. "Nesâi’den kasıt da Kütüb-i Sitte'den sayılan Sünen değil, Sünen-i Kübrâ'dır, denilmektedir. Derim ki: Bu Hadîs-i şerîf umumîdir. Hazret-i Peygamber'in: "Kimse kimse adına oruç tutamaz" âyeti ile Ramazan orucunun kastedilmiş olması ihtimal dahilindedir. Adak orucu ise caizdir. Buna delil ise İbn Abbâs tarafından rivâyet edilen hadis ile başkalarıdır. Yine Müslim'in Sahih'inde yer alan ve Büreyde yoluyla gelen bir Hadîs-i şerîf İbn Abbâs'ın hadisine benzerdir. Bu hadisin bazı rivâyet yollarında şöyle denmektedir: Annemin üzerinde iki ay oruç borcu vardır. Ben onun yerine oruç tutabilir miyim? Hazret-i Peygamber: "Onun yerine oruç tut" diye buyurunca kadın şöyle der: Annem hiçbir şekilde haccetmedi, onun yerine hac edebilir miyim? Hazret-i Peygamber: "Onun yerine haccet" diye buyurur. Müslim, Siyam 158 Burada kadının: "İki ay" demesi - doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya - Ramazan olması ihtimalini uzaklaştırmaktadır. İmâm Mâlik lehine gösterilebilecek en güçlü delil Medinelilerin uygulamasıdır. Celi kıyas ta bunu desteklemektedir. O da şudur: Oruç bedenî bir ibadettir. Malın bu ibadette herhangi bir ilgisi yoktur. Böyle bir ibadet kimin adına vacip olmuşsa onun yerine başkası tarafından yapılamaz. Bu (kıyas) hac ile çürütülemez. Çünkü haccın yerine getirilmesinde malın bir katkısı vardır. 16- Yolculukta Oruç Olmaz Diyenlerin Delilleri: Oruç yolculukta olmaz ve yolculukta oruç tutanın mutlaka kaza etmesi gerekir diyenler, bu âyeti delil gösterirler. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)." Yani onun başka günler sayısınca oruç tutmak yükümlülüğü vardır, demektir ve bu durumda ifadede hazf veya söylenmeyen kelimeler yoktur. Bu görüşün sallallahü aleyhi ve sellemunucuları ayrıca Hazret-i Peygamber'in: "Yolculukta oruç tutmak iyilik değildir" Hadisin kaynakları 3. başlıkta gösterilmiştir. hadisini de delil gösterirler. Ve derler ki: İyilik olmayan birşey günah demektir. İşte bu da Ramazan orucunun yolculuk halinde câiz olmadığının delilidir. Cumhûr'un görüşüne göre ise bu âyette az önceden de geçtiği gibi "yolculuğa çıkıp da orucunu açarsa" şeklinde mahzuf bir ifade vardır ki sahih olan da budur. Çünkü Enes yoluyla gelen hadiste o şöyle demiştir: Ramazan ayında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yolculuğa çıktım. Oruçlu oruç tutmayanı ayıplamadığı gibi, oruç tutmayan da oruçluyu ayıplamıyordu. Bu hadisi Mâlik, Humeyd et-Tavil'den o Enes yoluyla rivâyet etmiştir. Hadisin kaynakları 3. başlıkta gösterilmiştir. Müslim ise Ebû Said el-Hudrî'den şöylece rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Ramazan ayının onaltıncı günü gazaya çıktık. İçimizden kimisi oruç tuttu, kimisi tutmadı. Oruç tutan tutmayanı ayıplamadığı gibi oruç tutmayan da oruç tutanı ayıplamadı. Hadisin kaynakları 4. başlıkta gösterilmiştir. "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler. Bununla beraber kim hayır yaparsa işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz" âyetine dair açıklamalarımızı da beş başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de.." anlamına gelen âyetinde yer alan kelimesini Cumhûr "ti" harfini esreli, "ya" harfini sakin (yani med harfi) olarak okumuştur... İbn Abbâs'tan gelen meşhur kıraate göre "ti" harfini şeddesiz, vav harfini şeddeli olarak, "zorlukla bu oruca güç yetirenler" anlamında: şeklinde okumuştur. Mücâhid'in de şeklinde okuduğuna dair bir rivâyet gelmiş ise de bu batıldır ve imkânsız bir kıraattir. Çünkü burada fiil: dan alınmadır. Bu fiilde "vav" harfinin bulunması gereklidir ve lazımdır. Bu fiilde "ye" harfinin herhangi bir alakası yoktur. Ebû Bekr el-Enbarî der ki: Ahmed b. Yahya en-Nahvî, Ebû Züeyb'e ait olan şu beyiti bize okudu: "Takatinin fevkinde katlan denildi, çünkü o Dopdoludur ona gelen (ve ondan alan)ın ona zararı olmaz." Görüldüğü gibi şair burada kelimesinde -ki âyet-i kerimede işaret edilen kelime ile aynı köktendir- "vav" harfini açıkça söylemiş bulunmaktadır. Bu da bunun yerine "ye" harfini kullananın, doğru bir şekilde kelimeyi kullanmadığını ortaya koyar. İbnu’l-Enbarî-İbn Abbâs'tan bu kelimeyi "ye" harfini üstün "ti" ve ikinci ye harfini fethalı ve şeddeli olarak şeklinde okuduğunu rivâyet etmektedir ki aynı anlama gelmektedir. Yine İbn Abbâs'tan Hazret-i Âişe, Tavus ve Amr b. Dinar'dan şeklinde "ye" harfi fethalı ve "ti" harfi şeddeli ve üstün olarak okunduğu rivâyet edilmektedir ki dilde bu da doğru bir okuyuştur. Çünkü bunun aslı şeklindedir. "Te" harfi sakin kılınıp "ti" harfine idğam edildikten sonra, "ti" harfi şeddeli olur. Ancak böyle bir okuyuş Kur'ân-ı Kerîm'den -onun Kur'ân'dan olduğunu kabul edenlere hilafen- değildir. Bu ancak açıklayıcı mahiyette bir okuyuştur. Medinelilerle Şamlılar " Doyumu fidye" âyetini izafet terkibi şeklinde diye ve Yoksul" kelimesini de çoğul olarak diye okumuşlardır. Buhârî, Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Atâ'dan onun da İbn Abbâs'tan rivâyetine göre bu kelimeyi tekil olarak şeklinde okumuştur ki Buhârî, Tefsir 2. sûre 25; Nesâî, Siyam 63. bu güzel bir okuyuştur. Çünkü bir gün ile ilgili hükmü açıklamaktadır. Ebû Ubeyd bu okuyuşu tercih etmiştir. Aynı zamanda Ebû Amr, Hamza ve Kisaî'nin okuyuşu da bu şekildedir. Ebû Ubeyd der ki: Böylelikle bu okuyuş her bir gün için bir yoksulu yedirme gereğini açıklamış olmaktadır. Burada tek bir yoksul pek çok yoksul anlamına anlaşılabilmekle birlikte çoğul olarak zikredildiği takdirde tek bir yoksul yedirmeyi ifade etmez. "Yoksullar" şeklinde çoğul olarak kullanıldığı takdirde bir günde bunlardan kaç kişiye yemek yedirileceği -âyetin dışında bir delil olması müstesna- âyetten anlaşılmamaktadır. Bu kelimenin "yoksullar" diye çoğul olarak okunması da şöyle açıklanabilir: Oruç tutmaya gücü yetmeyenler çoğul olup da onlardan her birisi bir miskine yemek yedirmek durumunda olduğundan dolayı burada da "miskin (yoksul)" kelimesi çoğul gelmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Muhsana olan kadınlara iftira atanlar sonradan dört şahit getiremeseler o kimselere seksen(er) değnek vurun." (en-Nûr, 24/4) Yani onlardan her birisine ayrı ayrı seksen değnek vurun demektir. Yoksa sözü geçen seksen değnek hepsine tevzi edilecek anlamına değildir. Bilakis her birisine seksener değnek vurulacaktır, demektir. Bu anlamdaki açıklamaları Ebû Ali yapmıştır. Çoğul şeklindeki okuyuşu en-Nehhâs tercih ederek şöyle demiş: Ebû Ubeyd'in yaptığı tercih reddedilir. Çünkü böyle bir anlam delaletten zaten anlaşılmaktadır. Yüce Allah'ın: "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de fakirleri doyurmak üzere fidyeler versinler" ifadesinde "Fakirler" âyetinin çoğul gelmesi halinde her gün bir yoksul yedirmek anlamına geldiği zaten bilinen bir husustur. Bu şekildeki bir okuyuş ise, çoğul olan bir kelimenin yine çoğul olan kimseler ile bağlantılı olduğunu ifade etmek içindir. en-Nehhâs der ki: Ebû Ubeyd ise şeklindeki okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü "yemek, doyum" fidyenin kendisidir. Yemeğin bir sıfat olması da câiz değildir. Çünkü yemek bir cevher (öz)dür. Ancak bedel olması caizdir. Bundan da daha açık bir okuyuş ise izafe yapılarak şeklinde okunmasıdır. Çünkü (.........) kelimesi müphemdir. Yemek ve başka şeyler hakkında da kullanılabilir. O bakımdan böyle bir ifade "ipek elbise" demek kabilinden olur. 2- Âyetin Bu Bölümüyle Kimler Kastedilmiştir? Mensuh mu, Değil mi? İlim adamları bu âyet-i kerimeden neyin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bunun mensuh olduğu da söylenmiştir. Buhârî rivâyet ediyor: İbn Numeyr dedi ki: Bize el-A'meş anlattı, bize Amr b. Murre anlattı, bize Leyla anlattı. Bize Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ın ashabı şunu anlattılar; Ramazan (orucu emri) nazil oldu, bu onlara ağır geldi. Oruca gücü yeten kimseler arasından bir yoksula yemek yedirdi mi orucu terkederdi. Bu hususta onlara ruhsat verildi, daha sonra bunu: "Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" âyeti neshetti. Buhârî, Savm 39. Devamında: "...oruç tutmakla emrolundular" denilmektedir. Ayrıca bk. Buhârî, Tefsir 2. sûre 25. Buna göre Cumhûrun kıraati olan "ona gücü yetenler" anlamına gelir. Çünkü orucun farziyyeti önce; dileyen oruç tutar, dileyen de bir yoksula yemek yedirir, şeklinde idi. İbn Abbâs da şöyle der: Bu âyet-i kerîme özel olarak yaşlılar ve acizler için -oruç tutmaya güçleri yetmekle birlikte oruç açan- bir ruhsat olmak üzere nazil oldu, daha sonra ise yüce Allah'ın: "Sizden her kim bu aya erişirse orucunu tutsun" (el-Bakara, 2/185) âyeti ile neshedildi ve böylelikle aralarından oruç tutmaktan acze düşenler dışındakiler hakkında bu ruhsat ortadan kalktı. Ebû Dâvûd, Savm 2, 3. el-Ferrâ' der ki: "Ona gücü yetenler" âyetindeki zamirin "oruc"a ait olması caizdir (mealde olduğu gibi). Yani oruç tutmaya gücü yetenler oruç açtıkları vakit yoksul yedirirler. Daha sonra bu yüce Allah'ın: "Oruç tutmanız.." âyeti ile neshedildi. Bu âyetin fidyeye ait olması da caizdir. Yani fidye ödemeye gücü yetenler fidye öderler, demektir. Hasta ve hamile gibi karşı karşıya kaldıkları zorluklarla birlikte sıkıntı ile oruç tutmaya katlananlar anlamında şeklindeki okuyuşa gelince; bu gibi kimseler oruç tutabilmekte fakat karşı karşıya kaldıkları bir sıkıntı ile beraber buna güç yetirebilmektedirler. İşte bu halde olanlar oruç tutarlarsa bu onlar için yeter. Bununla birlikte fidye verirlerse bunu da yapabilirler demektir. İbn Abbâs da -eğer ondan gelen senet sahih ise-: "Ona gücü yetenler" kelimesini ona sıkıntı çekmekle beraber güç yetirebilenler bu uğurda kendilerini meşakkate sokanlar diye tefsir etmiştir. Ondan bu tefsiri nakleden bazı kimseler Kur'ân'daki bir okuyuş diye araya sokmuştur. Ebû Dâvûd da İbn Abbâs'tan: "Oruç tutmaya gücü yetenler" âyeti hamile ve süt emziren kadınlar hakkındadır, dediğini nakletmektedir. Ebû Dâvûd, Savm 3. Yine ondan gelen bir rivâyete göre: "Oruç tutmaya gücü yetenler de bir fakir doyumu fidye versinler" âyeti hakkında şöyle demiş: Bu önceleri oruç tutmaya gücü yeten kocamış yaşlı kadın ve erkek hakkında oruç açıp her bir gün yerine bir yoksul doyurmak şeklinde bir ruhsat olarak nazil olmuştur. Gebe ve süt emziren kadın da çocuklarına bir zarar geleceğinden korktukları takdirde onlar da oruç açar ve yemek yedirirler. Ebû Dâvûd, Savm 3. Dârakutnî de yine İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Kocamış yaşlıya oruç açıp her bir gün için bir yoksula yemek yedirmesi için ruhsat verildi. Ayrıca kaza etmesi de gerekmez. İşte bu rivâyetin senedi sahihtir. Dârakutnî, II, 205. Yine İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler" âyeti neshedilmemiştir. Burada sözkonusu olan oruç tutmaya gücü yetmeyen kocamış yaşlı kadın ve erkek hakkındadır. Bunlar her bir gün için bir yoksula yemek yedirirler. Bu da sahihtir. Dârakutnî, II, 205. Yine ondan gelen rivâyete göre, hamile veya süt emziren kendisine ait olan bir umm velede şöyle demiştir: Sen oruç tutmaya gücü yetmeyen kimselerdensin. Senin üzerine düşen bunun cezasını (karşılığını yani fidyeyi) vermektir, bununla birlikte sana kaza etmek düşmez. Bu rivâyetin de senedi sahihtir. Dârakutnî, II, 206. Bir diğer rivâyette de - şüphe sözkonusu olmaksızın - süt emziren bir umm veledi vardı. Oruç tutması ona oldukça ağır geldiğinden orucunu açması ve ayrıca da kaza yapmamasını emretti. Bu da sahihtir. Dârakutnî, II, 207'deki rivâyet şu şekildedir: "Onun süt emziren bir cariyesi vardı. Düşük yaptı. Ona orucunu açmasını -yani fidye vermekle birlikte- ve kaza yapmamasını emretti." Derim ki: Sahih senetlerle İbn Abbâs'tan sabit olduğuna göre bu âyet-i kerîme neshedilmemiş ve sözü geçen kimseler hakkında muhkem bir âyettir. Bununla birlikte birinci görüş de aynı şekilde sahihtir. Şu kadar var ki orada neshin tahsis anlamına olma ihtimali vardır. Çünkü mutekaddimler (önceki âlimler)in neshi tahsis anlamında kullandıkları pek çoktur. Doğrusunu en iyi Bilen Allah'tır. Hasan-ı Basrî ile Atâ b. Ebi Rebah, ed-Dahhâk, en-Nehaî, ez-Zührî, Rabia, el-Evzaî ve re'y ashabı derler ki: Hamile ve süt emziren kadın oruç açar ve bununla birlikte yoksula yemek yedirmekle yükümlü değildirler. Onlar oruç açıp sonradan kazasını yapan hasta durumundadırlar. Ebû Ubeyd ile Ebi Sevr de bu görüştedir. Bu görüşü Ebû Ubeyd Ebû Sevr'den nakletmiş, İbnu'l Münzir de tercih etmiştir. Aynı zamanda bu oruç açan hamile hakkında İmâm Mâlik’in de kabul ettiği görüştür. Süt emziren kadına gelince eğer oruç açacak olursa, hem kaza etmesi hem de fakire yedirmesi gerekir. Şâfiî ve Ahmed ise şöyle demektedirler: Hamile ve süt emziren kadın oruç açar bununla birlikte hem yemek yedirir hem de kazasını yapar. İlim adamları oruç tutmaya gücü yetmeyen yahutta oldukça ağır sıkıntılarla birlikte tutabilen yaşlı ve kocamış kimselerin oruç açabilecekleri hususunda icma etmiş, ancak sorumluluklarının ne olduğu hususunda farklı görüşe sahiptirler. Rabia ve Mâlik der ki: Üzerlerine herhangi bir sorumluluk yoktur. Ancak Mâlik şöyle der: Bununla birlikte her bir gün için bir yoksul yedirecek olsalar, bu benim daha hoşuma gider. Enes, İbn Abbâs, Kays b. es-Saib ile Ebû Hüreyre de; bunların fidye ödemeleri gerekir, demişlerdir. Bu aynı zamanda Şâfiî'nin, re'y ashabının, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür. Onlar bu görüşleriyle ashab-ı kiramın bu durumda olanlar hakkındaki görüşlerine ve yüce Allah'ın: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)" âyetine uyarak bu görüşü belirtmişlerdir. Çünkü bundan sonra yüce Allah: "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler" diye buyurmaktadır. Bunlar (yani oldukça yaşlılar) ise hasta da değildir, yolcu da değildir. O halde bunların fidye ödemeleri vacip olur. İmâm Mâlik'in görüşünün deliline gelince: Böyle bir kimse kendi yapısında bulunan bir özür dolayısıyla oruç açmaktadır ki bu da yaşlılık ve kocamışlıktır. O bakımdan bunun da tıpkı yolcu ve hasta gibi fakirlere yemek yedirmesi gerekmez. Bu görüş aynı zamanda es-Sevrî ve Mekhul'den rivâyet edilmiş olup İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir. Sözü geçen kimseler hakkında fidye ödemeyi kabul eden kimseler fidyenin miktan hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İmâm Mâlik der ki: Ödemeleri gereken fidye oruç açtığı her bir gün için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddü ile bir müddür. Şâfiî de bu görüştedir. Ebû Hanîfe ise şöyle demektedir: Her bir gün için ödemesi gereken keffaret ya bir sa' hurma veya yarım sa' buğdaydır. İbn Abbâs'tan da yarım sa' buğday diye rivâyet gelmiştir. Bunu da Darakutnî zikretmektedir. Dârakutnî, II, 207. Ebû Hüreyre'den de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Her kim oldukça yaşlanır oruç tutmaya gücü yetmezse her bir gün için bir mud buğday ödesin. Dârakutnî, II, 208. Enes b. Mâlik'ten de rivâyet edildiğine göre bir sene oruç tutmaya gücü yetmedi. Bunun üzerine büyükçe bir tencere yemek pişirdi, sonra da otuz tane fakir çağırarak hepsinin karnını doyurdu. Dârakutnî, II, 207: "... Bir tencere tirit pişirdi..." Buhârî, Tefsir 2. sûre 25'te; "Enes b. Mâlik, ihtiyarlığında bir ya da iki yıl, her gün için bir fakire ekmek ve et yedirmiş, kendisi de oruç açmıştı" denilmektedir. Yüce Allah'ın: "Bununla beraber kim hayır yaparsa işte bu, onun için daha hayırlıdır" âyeti ile ilgili olarak İbn Şihab şöyle der: Her kim oruç tutmakla birlikte yoksula da yemek yedirmek isterse.. Mücâhid de: Yemek yedirirken bir müdden daha fazlasını verirse demektir, diye açıklamıştır. İbn Abbâs da: "Bununla beraber kim hayır yaparsa" yani başka bir yoksul daha doyurursa bu onun için daha hayırlıdır diye açıklamıştır. Bunu Darakutnî zikretmiş: Sahih ve sabit bir isnad ile nakledilmiştir, demiştir. Dârakutnî, II, 205. Âyet-i kerimedeki ikinci "hayır" kelimesi üstünlük belirten bir sıfattır. Biraz sonra gelen üçüncü "hayır" kelimesi de böyledir. İlk olarak geçen "hayır" kelimesi de aynı şekildedir. Îsa b. Ömer ile Yahya b. Vessak, Hamza ve Kisaî de: şeklinde ti harfi şeddeli ve ayn harfi sakin olarak muzari fiil diye okumuşlardır. Diğerleri ise şeklinde mazi bir fiil olarak okumuşlardır. Yüce Allah'ın: "Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" âyeti, oruç sizin için daha hayırlıdır, demektir. Ubeyy de bu şekilde okumuştur. Anlamı da şudur: Fidye ödemekle birlikte oruç tutmanız oruç açmaktan daha hayırlıdır. Bu ise neshten önce idi. Bir görüşe göre de "oruç tutmanız" yani sıkıntı vermeyen yolculuk ve hastalık halinde oruç tutmanız, daha hayırlıdır, anlamına gelir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Özetle; bu âyet oruç tutmaya teşvik hükmünü ifade eder. Yani bunu bilin ve oruç tutun, demektir. |
﴾ 184 ﴿