194

Haram ay haram aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun size saldırdığı gibi karşılık verin. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

1- Âyet-i Kerîmenin Nüzul Sebebi:

"Haram ay, haram aya bedeldir" âyetindeki

"ay (şehr)" kelimesinin türeyişine dair açıklamalar daha önceden (2/185. âyette) geçmiş bulunmaktadır.

Nüzul sebebi ise İbn Abbâs, Katâde, Mücâhid, Miksem, es-Süddî, er-Rabi', ed-Dahhâk ve başkalarından rivâyete göre şöyledir: Bu âyet-i kerîme kaza umresi ve Hudeybiye yılı ile ilgili olarak nazil olmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) umre yapmak üzere çıkmış ve Hudeybiye'ye kadar varmıştı. Bu olay hicretin altıncı yılı Zilkade ayında cereyan etmişti. Kureyş kâfirleri olan müşrikler onu Beytullah'a ulaşmaktan engellediler. O da geri döndü. Şanı yüce Allah da ona pek yakında onu Mescid-i Haram'a girdireceği vaadinde bulundu. Hazret-i Peygamber de hicretin yedinci yılında oraya girdi ve umre ibadetini eda etti. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu.

el-Hasen'den şu da rivâyet edilmiştir: Müşrikler Pegyamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Ya Muhammed, haram ayda Savaşmak sana yasak kılındı mı diye sorulunca o: "Evet" diye buyurdu. Bunun üzerine onlar da onunla Savaşmak istediler. İşte bu âyet-i kerîme bu münasebetle inmiştir.

Âyet-i kerimenin anlamı da şudur: Eğer onlar bu haram ayda bu işi yani Savaşmayı helal kabul ederlerse sen de onlarla Savaş. Bu âyet-i kerîme ile yüce Allah onlara karşı savunmayı mubah kılmıştır. Birinci görüş ise daha meşhurdur ve çoğunluk tarafından kabul edilen görüş de odur.

2- Saldırı ve Haksızlıklara Karşılık Vermesi, Hakkını Koruması:

Yüce Allah'ın:

"Hürmetler karşılıklıdır" âyetinde yer alan "hürmetler (el-hurumât)" kelimesi "hürmet" kelimesinin çoğuludur. Zulumât kelimesinin, zulmet'in, hucurât kelimesinin de hucret'in çoğulu olduğu gibi. Hurumât kelimesinin çoğul gelmesi, hem haram ayın hürmeti, hem haram beldenin hürmeti, hem de ihramın hürmeti kastedildiğinden dolayıdır. Hürmet ise kişinin çiğnemekten alıkonulduğu, engellendiği şeydir.

Kısas (karşılıklı oluş) ise, eşitlik demektir.

Bu âyetin anlamı şöyle olur: Yani onlar hicretin altıncı yılında sizleri umre yapmaktan alıkoyup engelledikleri vakit yedinci yılında umrenizi kaza etmek suretiyle sizin lehinize onlara kısas yaptım, demektir.

Buna göre "hürmetler karşılıklıdır" âyeti kendisinden önceki buyruklarla alakalı ve onlar ile aynı sözün devamı mahiyetindedir.

Önceki buyruklarla ilişkisinin olmadığı da söylenmiştir. Buna göre bu âyet, İslâm'ın ilk dönemlerindeki bir vaziyeti ifade etmektedir. Şöyle ki; senin hürmetini (saygı duyulması gereken bir hakkını) çiğneyen bir kimseye karşı sen de sana yaptığı haksızlık kadarıyla ondan hakkını alırsın. Ancak daha sonra bu, Savaş emriyle neshedilmiştir.

Bir başka kesim şöyle demektedir: Âyet-i kerimenin ele aldığı "saldırılar"; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmeti arasındaki saldırılar, cinayetler ve buna benzer neshedilmemiş hususlardır. Mal yahut yaralama ile kendisine saldırıda bulunulan bir kimsenin, bu işi açık bir şekilde tesbit edebildiği takdirde, kendisine karşı yapılan haksızlığın mislini yapması caizdir. Ve bu hususta onun Allah'a karşı sorumlu olması sözkonusu değildir. Bu görüş Şâfiî ve başkalarına aittir. İmâm Mâlik mezhebindeki bir rivâyet de böyledir.

İmâm Mâlik mezhebine mensup bazıları ise şöyle demiştir: Hayır, kişinin bunu yerine getirme yetkisi yoktur. Kısasa dair uygulamalar münhasıran yöneticilerin yetkisi içerisindedir. Malî konuları ise, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti kapsamına almaktadır: "Sana emaneti kim vermiş ise o emaneti ona tastamam geri öde, sana hainlik edene de sen hainlik etme!" Bu hadisi Darakutnî ve başkaları rivâyet etmiştir. Dârakutnî, III, 35; Hâkim, Müstedrek, II, 46; Beyhâki, Sünen, X, 456. Buna göre kendisine hainlik eden bir kişi tarafından kendisine emanet bırakılan kişinin kendisine emanet bırakana karşılık vererek hainlik etmesi ve böylelikle kendisine verdiği emanetten hakkını alması câiz değildir. Maliki mezhebinde meşhur olan görüş budur. Ebû Hanîfe de bu hadise bağlı kalarak bu görüştedir. Yüce Allah'ın:

"Şüphesiz ki Allah size emanetleri sahiplerine vermenizi emreder" (en-Nisa, 4/58) âyetine de bağlı kalarak bu görüşü kabul etmişlerdir. Aynı zamanda bu Atâ el-Horasanî'nin de görüşüdür.

Kudame b. el-Heyseme der ki: Atâ b. Meysere el-Horasanî'ye şöyle sordum: Adamın birisinde alacağım bir hak vardır. Bu hakkımı inkâr ediyor ve ben de delil ortaya koyamıyorum. Onun malından hakkım kadarını kısas yoluyla alayım mı? O şöyle dedi: Ne dersin sana ait olan cariyen ile haram yolla ilişki kursa ve sen bunu bilsen, ne yaparsın?

Derim ki: Sahih olan bunun hakkını ne şekilde elde edebilirse etmesinin -hırsız olarak sayılmayacağı sürece- câiz olduğudur. Şâfiî'nin kabul ettiği görüş budur. Mâlik'ten Davudî de bu görüşü nakletmiştir. İbnu'l-Münzir bu görüşü benimsemiştir. İbnu'l-Arabî de bunu tercih etmiştir. Ayrıca bunun hainlik olmayacağı, sadece kişinin hakkını elde etmekten ibaret olduğu belirtilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Kardeşine zalim olsun mazlum olsun yardımcı ol." Buhârî, Mezalim 4, İkrah 7; Müslim, Birr 62; Tirmizî, Fiten 68; Müsned, III, 99 Zalimden hakkın alınması ise aslında ona yardımcı olmaktır.

Diğer taraftan Ebû Süfyan'ın hanımı Utbe kızı Hind; Ebû Süfyan cimri bir adamdır, onun bilgisi olmaksızın benim onun malından aldıklarım müstesna, bana ve oğullarıma yetecek kadar masraf vermiyor; bundan dolayı üzerimde bir vebal var mıdır? deyince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle cevap vermiştir: "Sana ve çocuklarına yetecek kadarını maruf bir şekilde al." Buhârî, Buyû’ 95; Nesâî, Kudât 31; İbn Mâce, Ticarât 65.

Bu âyeti ile Hazret-i Peygamber ona kocasının malından almasını mubah kılmış ve alması gereken miktardan fazlasını almamasını söylemiştir. Bütün bunlar ise sahih hadisler arasında sabittir.

Yüce Allah'ın:

"Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun saldırdığı gibi karşılık verin" âyeti ise bu gibi görüş ayrılıklarını kesin sona erdiren mahiyettedir.

3- Haksızlığa Uğrayan Malının Türünden Başka Mal Elde Ederse:

Haksızlığa uğramış kimse malının türünden başka bir mal ele geçirebilir ise hüküm ne olur? Konusunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Bir görüşe göre ancak hakimin hükmü ile onu alabilir. Şâfiî'nin bu konuda iki görüşü vardır, daha sahih olanı alabileceğidir. Bu da kendi malının türünden bir mal ele geçirebilene kıyasen verilir.

İkinci,görüşe göre ise o malı alamaz, çünkü kendisinden alınan maldan başka bir türdedir.

Kimisi de şöyle demektedir: Alacağı hakkın kıymetini tesbit eder ve onun miktarı kadarını alır.

Daha önce açıklamış olduğumuz delil dolayısıyla sahih olan budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4- Alacaklar da Böyle Değerlendirilebilir mi?

Biz bu şekilde alma ile ilgili hükümden fer'î bir mes'eleye geçerek şunu soralım: Acaba alacağı olan mallar ve benzerleri de böyle değerlendirilebilir mi? Şâfiî, hayır böyle bir kimsenin alması gereken mal ne ise onu alır, der.

Mâlik der ki: İflas halinde diğer alacaklılar ile birlikte kendisine düşene itibar edilir. Kıyas da buna göredir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- Saldırılara Karşılık Vermenin Yolu:

Yüce Allah'ın:

"Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun size saldırdığı gibi karşılık verin" âyetinin umumî mahiyette olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Karşılık vermek mümkün olduğu takdirde ya dolaysız olarak fiilen yapılır veya yöneticiler, hakimler aracılığıyla yapılır.

Mükâfatın "saldırı" diye adlandırılıp adlandırılmayacağı hususunda farklı görüşler vardır. Kimisi Kur'ân-ı Kerîm'de mecaz yoktur, der; kimisi de karşılık vermek saldırı ismini alır ve bu mubah olan bir saldırıdır, demiştir. Nitekim arapçada mecaz mubah olan bir yalan kabul edilmiştir. Çünkü şairin birisi şöyle demiştir:

"İki göz ona: Dinledim itaat ettim, dedi."

Şu mısra da böyledir:

"Havuz doldu ve: Artık bana yeter, dedi."

Bu mısra da böyledir:

"Devem bana gece boyunca yol yürümekten şikâyette bulundu."

Bilindiği gibi bu eşyalar konuşmazlar. Yalanın tarifi ise şöyledir: Bir şeye dair gerçek durumundan farklı olarak haber vermektir.

Kur'ân-ı Kerîm'de mecaz vardır, diyenler bu şekilde bir karşılık vermeyi de mecaz yoluyla ve söze misliyle karşılık vermek kabilinden "saldın" ismini vermişlerdir. Nitekim Amr b. Külsûm şöyle demiştir:

"Dikkat edin, kimse bize karşı cahillik etmesin

O vakit bizler de cahillerin cehaletinden ileri cahillik ederiz."

Bir başkası da şöyle demektedir:

"Benim bir atım var tahammülkârlığa tahammülkârlık ile dizginlenir

Ve benim bir diğer atım var, cahilliğe karşı cahillikle eğerlenmiştir

Her kim benim doğru olmamı isterse şunu bilsin ki; ben zaten doğrultulmuş bir kimseyim

Her kim de beni eğriltmek isterse şunu bilsin ki; ben zaten eğriltilmişim."

Burada şair bilgisizlikle ve eğrilikle övünüyor değildir. Cahile ve eğriye aynı şekilde karşılık (mükâfat) vermek durumunda olduğunu anlatmak istemektedir.

6- Başkalarına Ait Ölçülemeyen ve Tartılamayan Şeyleri Telef Edenler:

Kile ile ölçülmeyen, ağırlık ile tartılmayan hayvan ya da ticaret mallarından herhangi bir şeyi telef eden ya da bozan kimsenin hükmü hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Şâfiî, Ebû Hanîfe, her ikisinin mezhebine mensup ilim adamları ve bir grup alim şöyle demiştir: Bu durumda telef edenin ya da bozanın telef edip bozduğu şeylerin mislini ödemesi gerekir. Mislin (benzerinin) bulunmaması hali dışında bunların değerinin ödenmesi istenmez. Çünkü yüce Allah:

"Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun size saldırdığı gibi karşılık verin" âyeti ile

"Şayet bir ceza ile karşılık verecek olursanız, ancak size verilen cezanın benzeri ile karşılık verin" (en-Nahl, 16/126) buyrukları bunu gerektirmektedir.

Bu kanaate sahip ilim adamları derler ki: Bu, herşey hakkında umumî bir buyruktur. Bunlar, görüşlerini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kırılan çömleği kıran hanımının eyinde alıkoyup sağlam çömleği gönderip: "Kaba karşılık kap yemeğe karşılık da yemek" âyetini delil göstererek desteklemişlerdir.

Bu hadisi Ebû Dâvûd şöylece tahric etmiştir. Bize Müsedded anlattı, bize Yahya anlattı. (H). Hadisin alındığı yolun değiştiğini gösteren işaret. Bize Muhammed b. el-Müsenna, bize Halid b. Humeyd'in Enes (radıyallahü anh)'dan anlattığına göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından birisinin yanında bulunuyor idi. Mü’minlerin annesinden birisi hizmetçi ile birlikte içinde yemek bulunan bir çömlek gönderdi. Eliyle kaba vurdu ve kabı kırdı. İbnu'l-Müsennâ der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kırık iki parçayı aldı, birisini ötekisine bitiştirdi ve yemeği o çömleğin içinde toplamaya başladı ve bu arada "Anneniz kıskandı" buyurdu. İbnu'l-Müsenna şunu da eklemektedir: "Haydi yiyiniz" dedi. Onlar da yemeye başladılar; nihayet o hanım evinde bulunan çömleği getirdi. Sonra biz Müsedded'in rivâyet ettiği hadisin lâfzına dönüyoruz: Ve: "Yeyiniz" dedi. Hazret-i Peygamber gelen elçiyi ve çömleği yemeklerini yeyinceye kadar alıkoydu. Sağlam olan çömleği elçiye verdi ve kırık olanını da evinde alıkoydu.

Bize Ebû Dâvûd anlatarak dedi ki: Bize Müsedded anlattı, bize Yahya Süfyan'dan anlatarak dedi ki: Ve bize Fuleyt el-Amirî -Ebû Dâvûd dedi ki: Bu Eflet b. Halife'dir- Decace kızı Cesre'den naklederek dedi ki: Âişe (radıyallahü anha) şöyle dedi: Ben Safiyye gibi güzel yemek pişireni görmedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir yemek pişirip o yemeği gönderdi. Aşırı kıskançlığımdan dolayı titremeye başladım ve kabı kırdım. Ve: Ey Allah'ın Rasûlü, bu yaptığımın keffareti nedir dedim? O da: "Kap gibi bir kap ve yemek gibi bir yemek" diye buyurdu. Ebû Dâvûd, Buyû’ 89; Buhârî, Mezâlim 34; Tirmizî, Ahkâm 23; Nesâî, Nisa 4

Mâlik ve mezhebine mensup fukahâ der ki: Böyle bir durumda kile ile ölçülmeyen, ağırlık ile tartılmayan hayvan ve ticaret mallarında kişinin mislini değil kıymetini ödemesi gerekir. Bunun delili ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kölesinin yarısını azad eden kişiye ortağının yarısının kıymetini tazminat yoluyla ödetmesidir. Buna karşılık kendi kölesinin yarısının mislinin tazminatını ödetmemiştir. Yenecek, içilecek ve ağırlık ile tartılan şeylerde mislin tazminat olarak ödetileceği hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yemeğe karşılık yemek" diye buyurmuştur.

7- Bu Âyet Kısasın Misli Misline Olmasını Gerektiren Aslî Bir Delildir:

Kısasta uygulamanın misli misline olması gerektiği hususunda bu âyet-i kerimenin aslî bir delil olduğu açısından ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur.

Bir kimse bir başkasını herhangi bir araç ile öldürürse o da o öldürdüğü aracın misli ile öldürülür. Cumhûrun görüşü budur. Elverir ki katil maktulü lutîlik, şarap içirmek gibi bir fasıklıkla öldürmüş olmasın. Öyle olduğu takdirde katil kılıç ile öldürülür.

Şâfiîlerin bu hususta şöyle bir görüşü vardır: Katil de bu şekilde öldürülür. O nitelikte bir sopa yapılır ve ölünceye kadar arkasından o sopa ile dürtülür. Ölünceye kadar da şarap yerine ona su içirilir.

İbnu'l-Macuşun der ki: Ateş ile yakarak ya da zehir vererek öldüren kimse bu şekilde öldürülmez. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ateş ile ancak Allah azâb eder." Buhârî, Cihâd 149; Ebû Dâvûd, Cihâd 112; Tirmizî, Siyer 20 Zehir ise gizli bir ateştir.

Cumhûrun görüşü ise âyet-i kerimenin umum ifade etmesi dolayısıyla bu şekilde öldürüleceği şeklindedir.

8- Değişik Şekillerde Öldürmelerde Kısas:

Sopa ile kısas uygulamaya gelince; kendisinden gelen iki rivâyetin birisinde Mâlik şöyle demektedir: Eğer sopa ile öldürmek işi uzatıyor ve azâb veriyor ise katil kılıçla öldürülür. Bunu Mâlik'ten İbn Vehb rivâyet etmiş, İbnu’l-Kasım da bu görüşü benimsemiştir. Ondan gelen bir diğer rivâyete göre ise sopa ile öldürülür. İsterse iş uzasın ve azâb olsun. Aynı zamanda bu Şâfiî'nin de görüşüdür.

Eşheb ve İbn Nâfi', Mâlik'ten taş ve sopa ile ilgili olarak; eğer darbe işi bitirici ise bunlarla öldürülür demişlerdir. Şayet birkaç darbe ile iş bitirilecekse o takdirde o şekilde öldürülmez. Buna bağlı olarak katile ok atılarak ve taş atılarak da öldürülmez, çünkü bu azap verme (işkence) kabilindendir. Abdülmelik (İbnu'l-Macuşun) da bu görüştedir. İbnu'l-Arabî de şöyle demektedir: "Mezhebimiz âlimlerinin görüşleri arasında sahih olan misli misline olmasının vacip oluşudur. Şu kadar var ki eğer misli misline kısas işkence sınırına ulaşacak olursa iş, kılıca havale edilir."

İlim adamlarımız ittifakla şunu kabul ederler: Katil öldürdüğü kimsenin elini ayağını kesse, gözünü çıkarsa ve bunları işkence kastıyla yaparsa ona aynı şey uygulanır. Tıpkı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in, çobanlarını öldürenlere yaptığı gibi. Bk. Buhârî, Vudu' 66, Zekat 68, Cihâd 152, Tıb 6, Hudud 17; Müslim, Îman 184, Kasame 9-11; Ebû Dâvûd, Hudud 3; Tirmizî, Et'ime 38, Tıb 6 vb. Eğer bu işi (karşısındaki) kendisini sallallahü aleyhi ve sellemunurken yahut dövüşürken yapmış ise o takdirde katil, kılıç ile öldürülür.

Bir kesim ise bütün bu hususlarda farklı bir kanaat açıklar ve şöyle derler: Kısas ancak kılıç ile uygulanır. Bu, Ebû Hanîfe, Şa'bi ve Nehai'nin kabul ettiği görüştür. Buna dair Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen şu rivâyeti delil gösterirler: "Demir ile olmadıkça kısas olmaz." İbn Mâce, Diyat 25; Dârakutnî, III, 88 Ayrıca Hazret-i Peygamber'in müsleyi (organ kesmeyi) yasaklamasını ve: "Ateş ile ancak ateşin rabbi azâb eder" hadislerini de delil gösterirler.

Şu kadar var ki sahih olan Cumhûrun kabul ettiği görüştür. Çünkü hadis İmâmları Enes b. Mâlik'ten şunu rivâyet ederler: Bir cariyenin başının iki taşla ezildiği tesbit edildi. Ona: Sana bunu yapan kimdir, filan mı filan mı? diye soruldu. Sonunda bir yahudinin ismini sözkonusu ettiklerinde başıyla (evet anlamında) işarette bulundu. Yahudi yakalanınca kendisinin yaptığını ikrar ve kabul etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da taşlarla başının ezilmesini emretti. Bir rivâyette de: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun (başını) iki taş arasında (ezerek) öldürdü Buhârî, Diyât 5, 7, 12 Husumat 1; Müslim, Kasame 15-17; Ebû Dâvûd, Diyât 10; Tirmizî, Diyât 6; Nesâî, Kasâme 12-13; İbn Mâce, Diyât 24 denilmektedir.

Bu sarih (açık) ve sahih bir nastır. Yüce Allah'ın:

"Şayet bir ceza ile karşılık verecek olursanız ancak size yapılan cezanın benzeriyle karşılık veriniz." (en-Nahl, 16/126) âyeti ile:

"Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun size saldırdığı gibi karşılık verin" âyeti bunu gerektirmektedir.

Karşı görüşü savunanların delil olarak ileri sürdükleri Hazret-i Cabir yoluyla gelen Hadîs-i şerîf ise muhaddislerce zayıf bir hadis kabul edilmiştir. Sahih bir yolla rivâyet edilmemektedir. Hadis sahih olsa bile biz zaten onun gereğini kabul ediyoruz ve bir demir ile başkasını öldürenin o şekilde demir ile öldürüleceğini söylüyoruz. Buna da Enes yoluyla rivâyet edilen (sözü geçen) hadis delildir: Yahudinin birisi bir cariyenin başını iki taş arasında ezmiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onun başını iki taş arasında ezilmesini emretmişti.

Müsleyi yasaklayan âyetlere gelince biz de eğer (katil) müsle yapmamış ise o hadis gereğince hüküm veriyoruz. Fakat müsle yapmış ise biz de ona müsle yaparız. Buna ise Uranîler ile ilgili (Hazret-i Peygamber'in çobanını öldüren) Hadîs-i şerîf delildir. Bu, hadis İmâmları tarafından rivâyet edilmiş sahih bir hadistir.

Hazret-i Peygamber'in: "Ateşin rabbi dışında hiç kimse ateş ile azap etmez" âyetine gelince; eğer katil maktulü yakmamışsa sahih ve doğrudur, fakat yakmış ise o da yakılır, buna da Kur'ân-ı Kerîm'in genel hükümleri delalet etmektedir.

Şâfiî: Kasten maktulü ateşe atmış ise o da ölünceye kadar ateşe atılır, der.

el-Vakâr (Mısırlı fakih İbnu'l-Kasım ve İbn Vehb'den fıkıh okumuş Zekeriyya b. Yahya b. İbrahim'in lakabı) Muhtasar'ında bu görüşü Mâlik'ten nakletmektedir. Aynı zamanda bu Muhammed b. Abdülhakem'in de görüşüdür.

İbnu'l-Münzir der ki: Bir başkasını boğarak öldüren bir kişiye, ilim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre kısas uygulanır. Ancak bu hususta Muhammed b. el-Hasen muhalefet eder ve şöyle der: Ölünceye kadar boğsa ya da bir kuyuya atsa ve ölse yahut bir dağdan ya da bir damdan atsa ve ölse o kişiye kısas uygulanmaz ve katilin âkilesine diyet düşer. Şayet bu işi yapmakla tanınan bir kimse ise -yani başkasını da bu yolla boğmuş ise-o takdirde o kişi öldürülür.

İbnu'l-Münzir de: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cariyenin başını taşlar arasında ezen yahudiye kısas uyguladığına göre bu tür davranışlar da buna benzemektedir. O bakımdan Muhammed b. el-Hasen'in bu görüşünün bir anlamı yoktur, der.

Derim ki: Bu görüşü Muhammed b. el-Hasan'dan başkası da Ebû Hanîfe'den nakleder ve şöyle der: Ebû Hanîfe istisna olarak boğarak ya da zehirleyerek veya bir dağdan aşağıya veya bir kuyuya yuvarlayarak ya da bir tahta ile vurarak öldüren kimse hakkında -sivriltilmiş bir demir yahut taş, tahta ile öldürmesi ya da boğmak, yuvarlamak ile tanınan bir kimse olması hali dışında- o kişiye kısas da uygulanmaz, öldürülmez de. Buna karşılık akilesinin diyet ödemesi gerekir. Bu ise Ebû Hanîfe'nin Kitap ve Sünneti reddetmesi demektir. Ümmetin daha önce benimsemediği bir şeyi ihdas etmesidir. Allah'ın öldürmeler hakkında teşri' buyurduğu kısası kaldırmaya götüren bir yoldur. Kısas uygulamaktan başka hiçbir çıkar yol kabul edilemez.

Ebû Hanîfe suda boğmayı, boynuna ip vb. şey dolayarak boğmayı ve benzer şekillerde öldürmeyi, kasten öldürme değil, kaste benzer öldürme olarak değerlendirdirdiğinden, kısası değil, diyeti gerektirici olarak görmektedir. Çünkü ona göre kasten öldürmenin şartlarından birisi de genellikle öldürücü ve öldürmek için hazırlanmış bir aletle öldürmektir. Bunlarda ise bu özellik yoktur. (Bk. Dr. Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslûmî, IV, 253, 254 vd.)

9- Birisi Tarafından Yakalanıp Başkası Tarafından Öldürülen:

Bir kimsenin birisini yakalaması bir diğerinin de onu öldürmesi halinde hükmün ne olacağı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Atâ, katil öldürülür, yakalayan da ölünceye kadar hapsedilir demektedir.

Mâlik der ki: Eğer onu yakalayıp hapseden onu öldürmek arzusunda ise her ikisi de öldürülür. Şâfiî'nin Ebû Sevr'in, en-Numan b. Sabit'in (yani Ebû Hanîfe) görüşüne göre ise yakalayıp hapseden cezalandırılır. İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir.

Derim ki: Atâ'nın görüşü sahihtir. Kitab-ı Kerîm'in gereği de budur. Darakutnî de İbn Ömer'den o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Bir adam bir adamı tutsa, bir diğeri gelip onu öldürse katil öldürülür ve onu yakalayan kişi de hapsedilir." Bunu Süfyan es-Sevrî, İsmail b. Umeyye'den, o Nafi'den, o İbn Ömer'den rivâyet ettiği Dârakutnî, III, 140 gibi, Ma'mer de İbn Cüreyc'den o İsmail'den mürsel olarak rivâyet etmiştir.

10- Yapılan Saldırıya Misliyle Karşılık Vermek:

Yüce Allah'ın:

"Onun için size kim saldırırsa... size saldırdığı gibi karşılık verin" âyetinde geçen saldırı (el-i'tidâ) haddi aşmak, tecavüzde bulunmak demektir. Yüce Allah:

"Her kim Allah'ın sınırlarını aşarsa (yeteaddâ)..." (el-Bakara, 2/229; et-Talâk, 65/1) âyeti, o sınırlan aşıp geçerse demektir. Buna göre bir kimse sana zulmetse sana yaptığı zulüm kadarıyla hakkını ondan al, bir kimse sana sövse sana söylediği sözün benzerini ona geri çevir, bir kimse senin şeref ve haysiyetine (ırzına) dil uzatsa sen de ona" karşılık ver. Şu kadar var ki babasına annesine, oğluna veya bir yakınına haksızlıkta bulunma. O sana yalan söylese bile senin ona karşı yalan söyleme hakkın yoktur. Çünkü masiyete masiyet ile karşılık verilmez. Mesela sana: Ey kâfir! diyecek olsa, senin de ona: Kâfir sensin demen caizdir. Fakat sana ey zânî diyecek olsa ona karşı uygulayacağın kısas: Yalancı, yalan şahitlik eden kişi, demendir. Sen de ona: Ey zanî diyecek olursan yalan söylemiş olursun ve yalan söylediğin için günah kazanırsın. Borcunu ödeyebilecek durumda olduğu halde özürsüz olarak senin borcunu sallallahü aleyhi ve sellemsaklıyor ise ona: Ey zalim, ey insanların mallarını yiyen kişi diyebilirsin. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Ödeme imkânı olan kimsenin (ödememesi, sallallahü aleyhi ve sellemsaklaması) onun (şeref ve haysiyetini) ve ceza görmesini helal kılar." Buhârî, İstikrâz 13; Ebû Dâvûd, Akdiye 29; Nesâî, Buyû’ 100; İbn Mâce, Sadakat 18 Irzının (şeref ve haysiyetinin) helal olması açıkladığımız şekilde olur. Ceza görmesi ise borcunu ödemediği için hapsedilmesi şeklindedir. Ebû Dâvûd, bu hadisi kayd ettikten sonra İbnu'l-Mübârek'ten şu açıklamayı nakleder: "Irzının helâl olması, ona ağır söz söylenmesi; cezalandırılması ise bundan dolayı hapsedilmesi demektir." Benzeri bir açıklamayı da Buhârî, Süfyân'dan nakletmektedir

İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerîme İslâm güçlenmeden önce nazil olmuştur. Burada eziyet gören müslümanlara eziyet gördükleri şeyin misli ile karşılık vermeleri ya sabretmeleri ya da affetmeleri emredilmektedir. Daha sonra bu hüküm yüce Allah'ın:

"Müşrikler sizinle nasıl topluca Savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca Savaşın" (et-Tevbe, 9/36) âyeti ile neshedilmiştir.

Bu işin (kısasın) sultana (İslâm devlet yöneticisine) havale edilmesiyle ve sultanın izniyle olmadıkça kimsenin kimseye kısas uygulamasının helal kılınmamasıyla neshedildiği de söylenmiştir.

194 ﴿