195Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız. İhsan ediniz. Muhakkak Allah ihsan edenleri sever. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1- Nüzul Sebebi ve Âyetin Anlaşılması: Buhârî, Huzeyfe'den rivâyet ediyor: Yüce Allah'ın: "Allah yolunda İnfak edin, kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız" âyeti infak (hak yolda harcamak) hakkında nazil olmuştur, dedi. Buhârî, Tefsir 2. sûre 31 Yezid b. Ebi Habib'in rivâyetine göre Eşlem Ebû İmrân şöyle demiştir: Konstantin şehrine (İstanbul'a) gaza yapmıştık. Askerlerin başında Abdurrahman b. el-Velid vardı. Bizanslılar sırtlarını şehrin suruna vermişlerdi. Birisi düşmana hamle yaptı. Onu görenler: Aman yapma, lâ ilahe illallah bu adam kendi elleriyle kendisini tehlikeye atıyor, dediler. Ebû Eyyûb şöyle dedi: Sübhanallah, bu âyet-i kerîme biz ensar hakkında nazil olmuştur. Allah, peygamberine yardım ve zafer verip onun dinini üstün kılınca kendi aramızda şöyle dedik: Haydi gelin, artık mallarımızın başında duralım, onları düzene koyalım. Bunun üzerine yüce Allah: "Allah yolunda infak edin" âyet-i kerimesini indirdi. Ellerimizle tehlikeye atılmak ise (buna göre) mallarımızın başında durup onları çekip çevirmek isterken cihâdı terketmek olur. Ebû Eyyûb Allah yolunda cihâd yolunu aralaksız bir şekilde sürdürdü ve nihayet Konstantin şehrinde defnedildi. Ebû Dâvûd, Cihâd 22 Onun kabri oradadır. Böylelikle Ebû Eyyûb bizlere ellerimizle tehlikeye atılmanın Allah yolunda cihâdı terketmek olduğunu ve âyet-i kerimenin buna dair nazil olduğunu haber vermiş oldu. Bunun bir benzeri Huzeyfe'den el-Hasen, Katâde, Mücâhid ve ed-Dahhak'tan da rivâyet edilmiştir. Derim ki: Tirmizî de Yezid b. Ebi Habib'den o Eşlem b. İmrân'dan bu haberi bu manada rivâyet etmiş bulunmaktadır. Orada Ebû İmrân der ki: "Rum şehrinde idik. Karşımıza Rumlardan oldukça kalabalık bir saf çıkardılar. Müslümanlardan da onlar gibi veya daha da fazla bir kalabalık karşılarına çıktı. O sırada Mısır'dan gelen askerlerin başında Ukbe b. Âmir, genel komutan da Fudâle b. Ubeyd idi. Müslümanlardan bir kişi Rumların (Bizanslıların) safına bir hamle yaptı ve onların arasına kadar girdi. Herkes yüksek sesle bağırıp: Sübhanallah, dedi. Bu adam kendi elleriyle kendisini tehlikeye atıyor. Ebû Eyyûb el-Ensarî kalkıp şöyle dedi: Ey insanlar! Sizler bu âyet-i kerimeyi bu şekilde anlıyorsunuz. Halbuki bu âyet-i kerîme biz ensar hakkında nazil olmuştur. Allah İslâm'ı kuvvetlendirip İslâm'ın yardımcıları çoğalınca birbirimize gizlice Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın aramızda olmadığı bir sırada şöyle dedik: Mallarımız sahipsiz kaldı, Allah da İslâm'ı güçlendirmiş bulunuyor. İslâm'ın yardımcıları çoğalmış bulunuyor. Mallarımızın başında dursak ve onlardan kaybolanı İslah edip yoluna koysak nasıl olur? Bunun üzerine yüce Allah Peygamberine bizim aramızda söylediğimizi reddetmek üzere: "Allah yolunda infak edin, kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız" âyetini indirdi. Buna göre tehlike, mallarımızın başında durmak, onları yoluna koymaya çalışmak ve gazayı terketmemiz diye açıklanmış oldu. Ebû Eyyûb Rum topraklarında defnedilinceye kadar Allah yolunda ileri atılmaya devam edip durdu. Ebû Îsa der ki: Bu hasen, garib, sahih bir hadistir. Tirmizî, Tefsir 2. sûre 19. Huzeyfe b. el-Yeman, İbn Abbâs, İkrime, Atâ, Mücâhid ve büyük bir kalabalık şöyle demektedir: Bu âyetin anlamı şudur: Sizler Allah yolunda infakı terkederek ve fakirlikten korkarak kişinin: Yanımda infak edecek birşey yoktur, demek suretiyle kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız. Buhârî'nin kabul ettiği anlam da budur. Çünkü bundan başka bir açıklamadan söz etmemektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Abbâs der ki: Senin ince veya enli bir oktan başka hiçbir şeyin olmasa dahi Allah yolunda infak et. Sizden herhangi bir kimse sakın: İnfak edecek birşey bulamıyorum, demesin. es-Süddîden de buna yakın bir ifade nakledilmiştir: Bir deve yuları dahi olsa infak et ve: Yanımda birşey yoktur diyerek, kendi elinle kendini tehlikeye atma! Âyetin anlamı ile ilgili olarak üçüncü bir görüş daha vardır ki, bu da İbn Abbâs'a aittir. Şöyle ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a insanlara karşı cihâd için çıkma emri verilince, Medine'de hazır bulunan bedevî Araplardan bir kısmı kalkıp: Biz ne ile hazırlık yapalım? dediler. Allah'a yemin ederiz. Ne bir azığımız vardır ne de kimse bize yemek verir. Bunun üzerine yüce Allah'ın: "Allah yolunda infak edin" âyeti nazil oldu. Yani ey varlıklı kimseler, Allah yolunda yani Allah'a itaat yolunda infak ediniz "kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız" yani sakın elinizi sadakadan geri tutmayınız o takdirde helâk olursunuz. Mukâtil de böyle açıklamıştır. İbn Abbâs'ın bu sözünün anlamı şudur: Eğer sadaka vermekten uzak kalırsanız helâk olursunuz. Yani zayıf kimselere, güçsüzlere infak etmekten uzak durmayınız. Çünkü onlar sizinle birlikte Savaşa çıkmayıp geri kalacak olurlarsa düşmanınız sizi yenik düşürür ve helâk olursunuz. Âyet-i kerimenin anlaşılması ile ilgili olarak dördüncü bir görüş de şudur: Bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak el-Berâ' b. Âzib'e şöyle denildi: Burada kastedilen kişi Savaşan birliğe karşı hamle yapan kişi mi demektir? el-Bera' şöyle dedi: Hayır, burada kastedilen kişi bir günah işleyip de çaresizlik içerisinde herşeyden el etek çekip, ben masiyetlerde aşırı gittim. Tevbe etmemin bir faydası yoktur, diyerek Allah'tan ümidini kesmesi, bundan sonra daha da ileri bir şekilde masiyetlere dalmasıdır. Buna göre helâk olmak, Allah'ın rahmetinden ümit kesmektir. Abîde es-Selmanî de böyle söylemiştir. Zeyd b. Eslem ise şöyle demiştir: Bunun anlamı şudur: Cihâd için azıksız olarak yola çıkmayınız. Bir topluluk bu şekilde davranmış, bu şekildeki davranışları ise onların yolda kalmalarına ya da insanlara yük olmalarına sebep teşkil etmiş idi. Böylelikle bu hususa dair beş görüş olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada sözü geçen "Allah'ın yolu" cihâddır. Ayrıca bundan başka bu lâfız, onun (cihâdın) bütün yollarını kapsamına alır. "Kendi ellerinizle" âyetinde yer alan "be" harfi zaiddir. İfadenin takdiri: Ellerinizi tehlikeye atmayınız, şeklindedir. Yüce Allah'ın şu âyeti de bu türdendir: "Allah'ın muhakkak gördüğünü hiç bilmez mi?" (el-Alak, 96/14) el-Müberred der ki: "Kendi ellerinizle" âyeti kendinizi tehlikeye atmayınız, demektir. Yüce Allah burada bütünü ifade etmek üzere bir kısmı sözkonusu etmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: ".. ellerinizin kazandıkları sebebiyle.." (eş-Şûrâ, 42/30); "Ellerinin kazandıkları sebebiyle" (el-Hacc, 22/10). Bu tabirin bir darb-ı mesel olduğu da söylenmiştir. Mesela, bir kişi teslimiyet gösterdiği zaman "filan kişi kendi eliyle bu işi attı" denir. Çünkü Savaşta teslim olan kişi elleriyle silahını atar. İşte yapılan iş her ne olursa olsun aciz olan herkesin yaptığı iş de bu kabilden kabul edilmiştir. Abdülmuttalib'in (Zemzem kuyusunun kazılması ile ilgili olarak) söylediği şu sözleri de bu kabildendir: "Allah'a yemin ederiz, kendi ellerimizle kendimizi ölüme atmamız bir acizliktir." Kimisi de şöyle demiş: Burada ifadenin takdiri ellerinizle kendinizi atmayınız, şeklindedir. Nitekim: Sen kendi görüşünle kendi durumunu bozma, dememiz de böyledir. (Âyet-i kerimede geçen): Tehlüke, helâk olmak anlamında masdardır. Yani sizler sizi helake götürecek işleri yapmayınız. Bu şekildeki açıklamayı ez-Zeccâc ve başkaları yapmıştır. Anlamı da şudur: Sizler infak etmeyecek olursanız, Allah'a asi olmuş olursunuz ve helâk olursunuz. Bir diğer görüşe göre âyet-i kerimenin anlamı şudur: Cimrilik ederek mallarınızı alıkoymayınız. Sizden başkalan miras yoluyla o malları devralır ve böylelikle sizler mallarınızdan sağlayabileceğiniz faydadan mahrum kalarak helâk olur gidersiniz. Bir diğer anlam da şöyledir: Sizler cimrilik etmeyiniz, o takdirde dünya hayatında (infak etmeniz halinde onun yerine verilecek olan) halefi de ahiretteki sevabı da yitirirsiniz. Bir diğer açıklamaya göre: "Kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız" âyeti yani haram olan şeyden infak etmeyiniz, o size (kabul edilmeyerek) geri çevrilir ve siz de helâk olursunuz. Buna yakın bir açıklama İkrime'den nakledilmektedir. İkrime der ki: "Kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız" âyetini yüce Rabbimiz bir başka yerde açıklamaktadır: "Göz yummaksızın alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyiniz" (el-Bakara, 2/267) Taberî der ki: Yüce Allah'ın: "Kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız" âyeti sözü geçen bütün bu anlamları kapsayacak şekilde umumî bir buyruktur. Çünkü bütün bunlar onun kapsamına girer. Kullanılan lâfzın sözü geçen anlamların tümüne gelme ihtimali vardır. 2- Savaşta Tek Başına Bir Kişinin Düşmana Karşı Hamle Yapması: İlim adamları Savaş esnasında tek başına bir kişinin hücum etmesi ve düşmana hamle yapmasının hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptir. Mezhebimize mensup ilim adamlarından olan el-Kasım b. Muhaymire, el-Kasım b. Muhammed, Abdülmelik (b. el-Macuşûn) şöyle derler: Güç sahibi olması ve Allah için halis bir niyetle yapılması halinde tek başına bir kişinin büyük bir orduya karşı hücum edip hamle yapmasında bir mahzur yoktur. Şayet güçlü bir kimse değilse onun yaptığı bu iş tehlike kabilindendir. Şöyle de denilmiştir: Kişi şehadete talip olup bu konuda ihlaslı bir niyete sahip ise varsın hamle yapsın. Çünkü o düşmanlardan muayyen bir kimseyi kastederek hamle yapar. Bu da yüce Allah'ın şu âyetinde açık bir şekilde görülmektedir: "İnsanlardan Allah'ın rızasını talep ederek kendisini (ona) satanlar da vardır." (el-Bakara, 2/207) İbn Huveyzimendâd der ki: Tek başına bir kişinin yüz kişiye yahut bir asker bölüğüne veya bir grup hırsız, yolkesici ve haricilere karşı hücum etmesine gelince; bunun iki durumu sözkonusudur: Eğer kendisine karşı hamle yapan kimseyi öldürüp kendisinin kurtulacağına dair kanaati ağır basıyor ise, bu güzel bir davranış olur. Aynı şekilde öldürüleceğine dair kanaati ağır basmakla birlikte müslümanların kendisiyle fayda sağlayacakları bir şekilde düşmana zarar vereceğini yahut kendisinin bu konuda sınav vereceğini ya da böyle etki bırakacağını zannediyor ise bu da caizdir. Bana ulaşan haberlere göre müslüman askerler İranlılarla karşılaştıklarında müslüman ordusunun atları fillerden ürkmüştü. Onlardan birisi çamurdan bir fil yaptı ve atını eğiterek o file alıştırdı. Sabah olunca onun atı filden korkmaz oldu. Atının önündeki fil üzerine bir hamle yaptı. Ona: Bu fil seni öldürecektir, denilince şu cevabı verdi: Müslümanlar zafere kavuştuktan sonra benim öldürülmemin bir zararı olmaz. Aynı şekilde Yemame günü de Hanifeoğulları, bahçelerine sığınıp korununca müslümanlardan bir kişi şöyle dedi: Beni kalkanın içerisine koyun ve onların üzerine atınız. Arkadaşları dediğini yaptı, tek başına Hanifeoğullarıyla Savaştı ve kapıyı müslümanlara açtı. Derim ki: Şu rivâyet de bu türdendir. Adamın birisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle dedi: Sabreden ve ecrini uman bir kimse olarak Allah yolunda öldürülecek olursam benim durumum ne olur? Hazret-i Peygamber: "Sana cennet vardır" diye buyurunca o kişi düşmanların arasına daldı ve nihayet şehid oldu. Bk. Müslim, İmâre 117; Ebû Dâvûd, Cihâd 24; Dârimî, Cihâd 21. Müslim'in Sahih'inde Enes b. Mâlik'ten gelen rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud gününde Ensar'dan yedi kişi ve Kureyşliler'den iki kişi arasında kaldı. Kureyşliler ona yetişince Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Bunları bizden kim geri çevirebilir? Onun için cennet vardır." Veya: "O cennette benim arkadaşım olacaktır." Ensar'dan birisi öne atıldı ve şehid oluncaya kadar çarpıştı. Sonra bir daha ona yaklaştılar. Yine Hazret-i Peygamber: "Bunları bizden kim çevirebilir, ona cennet vardır." Veya: "O cennette benim arkadaşım olacaktır" diye buyurdu. Yine Ensar'dan bir kişi öne atıldı ve şehid oluncaya kadar çarpıştı. Bu şekilde o yedi kişi şehid oluncaya kadar aynı durum devam etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Biz arkadaşlarımıza insafla davranmadık" diye buyurdu. Müslim, Cihâd 100; Müsned, III, 286. Rivâyet bu şekilde "fe" harfi sakin ve "be" harfi de üstün olarak gelmiştir. Yani biz onlara Savaşma yolunu göstermedik, sonunda onlar öldürüldüler. Bu kelime "fe" harfinin üstün "be" harfinin de ötreli okunması şeklinde de rivâyet edilmiştir. (Bu rivâyetin anlamı da şöyle olur: Arkadaşlarımız bize insaflı davranmadı). Bunun açıklaması da şöyle olur: Bu şekilde arkadaşlarımız ile kastedilenler ashab-ı kiramdan kaçanlar olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Muhammed b. el-Hasan der ki: Tek başına bir kişi müşriklerden bin kişiye hücum etse eğer kurtulacağını ya da düşmana zarar vereceğini umuyor ise bunda bir mahzur yoktur. Şayet böyle birşey sözkonusu değil ise bu mekruh olur. Çünkü kişi müslümanlara herhangi bir fayda sözkonusu olmaksızın kendisini telef olmaya maruz bırakmıştır. Eğer bundan kastı, müslümanların müşriklere karşı cesaretlerini artırarak onların da kendisinin yaptığı gibi yapmalarını sağlamak ise, câiz olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü bunda bazı hususlara karşı müslümanlar için fayda sağlar. Şayet bunu yapmaktan kastı düşmanı korkutmak ve din hususunda müslümanların ne kadar sağlam ve sarsılmaz olduklarının bilinmesini göstermek ise, yine bunun câiz olacağı uzak bir ihtimal değildir. Eğer bunda müslümanlar için bir fayda var ve Allah'ın dinini aziz kılıp küfrü hakir düşürüp güçsüzleştirmek için nefsi telef olursa, işte bu da yüce Allah'ın şu âyetinde mü’minleri övmüş olduğu şerefli bir makam olur: "Şüphesiz Allah mü’minlerden canlarını......satın almıştır." (et-Tevbe, 9/11) Bu ve buna benzer yüce Allah'ın kendi yolunda canını feda edenlere övgülerde bulunduğu pek çok âyet-i kerimenin de işaret ettiği şerefli makamı elde eder. Buna göre ma'rufu emredip münkerden nehyetme hükmünün şu şekilde olması gerekir: Kişi dine dair bir menfaat sağlayacağını ümit edip bu uğurda öldürülünceye kadar feda edecek olursa, şehitlerin en yüksek derecelerinde demektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ma'rufu emret, münkerden alıkoy ve sana isabet edenlere karşı sabret. Çünkü bu şüphesiz azimli olmaya değer işlerdendir." (Lukman, 31/17) İkrime'nin de rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: "Şehidlerin en üstünü Abdülmuttalib oğlu Hamza ile zalim bir sultanın yanında hak bir söz söylediği için o sultan tarafından öldürülen kişidir." el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, IX, 268. Bu hususa dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle Âl-i İmrân Sûresi'nde gelecektir. Yüce Allah'ın: "İhsan ediniz" âyeti ile kastedilen, itaat uğrunda infakta bulunmanız halinde ihsan ediniz ve o infak ettiğinizin yerine başkasını vereceği hususunda Allah hakkında güzel zan besleyiniz. Anlamı ile ilgili olarak şöyle de denilmiştir: İtaatleri yerine getirmek suretiyle amellerinizde "ihsan ediniz." Bu açıklama bazı sahabelerden de rivâyet edilmiş bulunmaktadır. |
﴾ 195 ﴿