197Hac bilinen aylardır. Her kim o aylarda haccı farz ederse artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Bir de azık edinin. Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır. Ve ey üstün akıl sahipleri! Benden korkun! Bu âyete dair açıklamalarımızı ondört başlık altında sunacağız: Yüce Allah'ın: "Hac bilinen aylardır" âyetine gelince; yüce Allah: "Haccı da umreyi de Allah için tamamlayın" âyetinde hac ve umreyi sözkonusu edince zaman itibariyle birbirlerinden farklı olduğunu da beyan etmektedir. Bütün yıl umre için ihrama girmek ve umre yapmak için uygun bir vakit ve zamandır. Hac ise senede yalnız bir defa olur ve hac, sözü geçen bu ayların dışında olmaz. "Hac bilinen aylardır" âyeti mübteda ve haberdir. Bu sözde bir hazf vardır ki takdiri şöyledir: Hac ayları bilinen aylardır. Veya hac zamanı bilinen aylardır. Veya hac yapma zamanı bilinen aylardır. Bunun: Hac bilinen aylardadır, takdirinde olduğu da söylenmiştir. Ancak o takdirde harf-i cerrin sakıt olması dolayısıyla "aylar" anlamına gelen: "el-eşhur" kelimesinin mansup olması gerekir ki, herhangi bir kimse bu kelimeyi mansub olarak okumuş değildir. Şu kadar var ki zarf olmak üzere günlük konuşmalarımızda mansub olması caizdir. el-Ferrâ' der ki: Burada geçen "el-eşhur" kelimesi merfudur. Çünkü bunun anlamı şöyledir: Hac zamanı bilinen aylardır. Yine Ferra der ki: Ben el-Kisaîyi şöyle derken dinledim: Yaz ancak iki aydır. Taylasan ise üç aydır. O bununla yaz zamanı ayları ile Taylasan giyme zamanının süresini belirtmek istemiş ve böylelikle sözlerinde hazf yapmıştır. 2- Bilinen Aylar Hangileridir? Bilinen aylar hakkında görüş ayrılığı vardır. İbn Mes'ûd, İbn Ömer, Atâ, er-Rabi, Mücâhid ve ez-Zührî der ki: Hac ayları Şevval, Zülkade ve Zülhiccenin tamamıdır. İbn Abbâs, es-Süddî, eş-Şa'bi ve en-Nehaî der ki: Hac ayları Şevval, Zülkade ve Zülhicce'nin ilk on günüdür. Bu görüş İbn Mes'ûd'dan da rivâyet edilmiştir. İbn ez-Zübeyr de bu görüştedir. Her iki görüş de Mâlik'ten rivâyet edilmiştir. Son görüşü İbn Habib, birincisini de İbnu'l-Münzir nakletmektedir. Bu konudaki görüş ayrılığının faydası kurban kesmek ile alakalıdır. Zülhicce tamamıyla hac aylarındandır, diyen kimse kurban bayramı birinci gününden sonraya bırakılan hac amelleri dolayısıyla kurban kesilmesini gerekli görmez. Çünkü bu işleri hac aylarında yapmış olmaktadır. Fakat son görüşe göre hac kurban bayramının birinci günü ile birlikte sona erer. Bundan sonraya bıraktığı işlerinden dolayı ise o hac amelini vaktinden sonraya bırakmış olacağından dolayı kurban kesmesi gerekir. 3- Hac Aylarının İsimlerinin Tesbiti: Yüce Allah, Kitab-ı Kerîm'inde hac aylarını ismen zikretmiş değildir. Çünkü bu aylar onlar tarafından bilinmekte idi. Aylar (el-eşhur) kelimesi iki ay ve üçüncü ayın bir kısmı hakkında (çoğul) olarak kullanılabilir. Çünkü bir ayın bir, kısmı onun tamamı gibidir. Nitekim: Ben seni filan yılında veya filan kişinin döneminde gördüm, denilmektedir. Halbuki o kişiyi o yılın kısa bir zamanında görmüştür. Zamanın bir kısmı bütünü karşılığında zikredilebilmektedir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Minâ günleri üç gündür" diye buyurmuştur. Ebû Dâvûd, Menâsik 68; Tirmizî, Hacc 57; Nesâî, Menâsik 211; İbn Mâce, Menâslk 57; Dârimî, Menâsik 54 Halbuki Mina günleri iki gün ile üçüncü günün cüz'î bir kısmıdır. Yine günlük konuşmada: Bugün seni gördüm, bu yıl sana geldim, denilir. Şöyle de açıklanmıştır: İki ve yukarısı (Arapça'da) çoğul olduğundan dolayı (aylar kelimesi de çoğul olarak:) "eşhur" diye kullanılmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 4- Hac Ayları Dışında Hac Niyetiyle İhrama Girmek: Hac ayları dışında hac niyetiyle ihrama girmenin hükmü hakkında farklı görüşler vardır. İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre hac aylarında hac için ihrama girmek haccın sünetlerindendir. Atâ, Mücâhid, Tavus ve Evzaî der ki: Hac aylarından önce hac için ihrama giren kimsenin bu ihramı hac için geçerli olmaz, umre olur. Tıpkı vaktinden önce namaza giren kimsenin durumu gibi. Bu namaz onun için yeterli olmaz ve nafile olur. Şâfiî ve Ebû Sevr de bu görüştedir. Yine el-Evzaî der ki: Böyle bir kimse umre yaparak ihramdan çıkar. Ahmed b. Hanbel der ki: Bu şekilde davranmak mekruhtur. Böyle bir görüş İmâm Mâlik'ten de rivâyet edilmiştir. Ondan meşhur olan görüş ise senenin tümünde hac için ihrama girmenin câiz olduğu şeklindedir. Ebû Hanîfe'nin görüşü de budur. en-Nehaî der ki: Haccını tamamlayıncaya kadar ihramdan çıkamaz. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana hilaller hakkında soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için bir de hac için vakit ölçüleridir." (el-Bakara, 2/189) Buna dair açıklamalar ise daha önceden geçmiştir. Şâfiî'nin benimsediği görüş daha sahihtir. Çünkü orada işaret edilen âyet-i kerîme umumidir. Bu âyet-i kerîme ise hastır. Umumun kapsamına giren birtakım birimlerin, açık nas ile belirtilmesi kabilinden olma ihtimali de vardır. Çünkü bu ayların diğer aylara göre bir fazileti vardır. Buna göre İmâm Mâlik'in görüşü de sahih olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yüce Allah'ın: "Her kim o aylarda haccı farz ederse.." içten niyet ederek, açık bir fiil olarak da ihram ile işitilen söz olarak telbiye ile başlamak suretiyle haccı yapma yükümlülüğünü üstlenirse, demektir. Bu açıklama İbn Habib'e aittir. Ebû Hanîfe de telbiye ile ilgili olarak böyle demiştir. Ancak Şâfiî'ye göre telbiye haccın rükünlerinden değildir. el-Hasen b. Hayy'ın görüşü de budur. Şâfiî der ki: Hac için ihrama girmekte niyet yeterlidir. Zahirîler ve başkaları telbiye getirmeyi vacip kabul ederler. Sözlükte "farzetme"nin asıl anlamı kesmek, koparmak şeklindedir. Ok atılan yayın kirişinin uç kısmında bağlandığı çukurlara, nehrin su içilen yerine, dağın yan taraflarındaki ve ortalarındaki çukurlara "harda" denilir. Yayın kirişinin bağlandığı çukur nasıl ondan ayrılmaz ise haccın farziyeti de hür kul için öylece ayrılmaz bir hükümdür. "Farzetti"nin açıkladı, beyan etti anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da kai'iyete rad bir anlam olur. Çünkü bir şeyi kat'eden (kesen) kimse onu diğerinden açık bir şekilde ayırdetmiş olur... Burada bazı edatların kullanımına dair birkaç satırlık bir açıklama, gerek görülmediğinden tercüme edilmedi. Yüce Allah'ın: "..artık hacda kadına yaklaşmak., yoktur." İbn Abbâs, İbn Cübeyr, es-Süddî, Katâde, el-Hasen, İkrime, ez-Zührî, Mücâhid ve Mâlik der ki: (Âyet-i kerimede geçen): Rafes: Cima demektir. Yani hacda cima olmaz. Çünkü cima haccı ifsad eder. İlim adamları Arafâta vakfeden önce cimanın haccı ifsad edeceğini ve böyle yapanın gelecek sene haccedip hediye kurbanı kesmekle yükümlü olacağını icma ile kabul etmişlerdir Abdullah b. Ömer, Tavus, Atâ ve başkaları da der ki: (Âyet-i kerimede geçen): Rafes, kadına açıktan açığa çirkin söz söylemek demektir. Bir kimsenin karısına ihramdan çıktığımız takdirde -kinayeli bir lâfız kullanmaksızın- açıkça şunu yapacağız demesi gibi. İbn Abbâs da bu görüştedir. İhramlı olduğu halde şöyle bir beyit okuduğu nakledilmektedir: "Ve o kadınlar bizimle yavaşça yürüyorlar Eğer kuşlar doğru söylerse yumuşak tenli kadını...." Arkadaşı Husayn b. Kays ona: İhramlı olduğun halde çirkin söz (radıyallahü anhfes) mi söylüyorsun, deyince İbn Abbâs şöyle der: Rafes kadınların yanında söylenen bu tür sözlerdir. Bazıları da şöyle demiştir: Rafes kadınları sözkonusu ederek yapılan çirkin konuşmalardır. Bu konuşma kadınların önünde yapılsın ya da yapılmasın farketmez. Erkeğin hanımından istediklerinin hepsini ifade eden kapsamlı bir kelime olduğu da söylenmiştir. Ebû Ubeyde: Rafes boş sözlerdir, deyip şu beyiti nakleder: "Ve nice hacı kafileleri vardır ki bunlar Boş işlerden ve boş (radıyallahü anhfes) sözlerden kendilerini alıkoyarlar." İbn Mes’ûd bu kelimeyi çoğul olarak; "rafesler yoktur" şeklinde okumuştur. İbnu'l-Arabî der ki: "Rafes yoktur" âyeti ile kastedilen bunun meşruluğunu nehyetmektir. Yoksa varlığını nefyetmek değildir. Çünkü bizler hac esnasında rafes yapıldığını biliyor ve şahit oluyoruz. Şanı yüce Allah'ın haber vermesinin ise haberine muhalif olarak ortaya çıkması câiz olamaz. Buradaki nefy, şer'an varlığı ile alakalıdır. Fiilî olarak varlığı ile alakalı değildir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç ay hali süresi beklerler" (el-Bakara, 2/228). Bunun anlamı fiilen nasıl olursa olsun onlar beklerler değil, şer'an beklemelidirler, demektir. Çünkü bizler bazı boşanmış kadınların bu süreyi beklemediklerini görebiliyoruz. O halde buradaki nefy, maddi olarak varlık ile alakalı değil, şer'î hüküm ile alakalı bir nefîydir. Bu, yüce Allah'ın şu âyetine da benzemektedir: "Ona ancak alabildiğine temizlenmiş kimseler dokunur." (el-Vâkıa, 56/79) Eğer bizler bu âyet insanlar hakkında variddir -ki sahih olanı da budur- diyecek olursak, bunun anlamı şudur: Onlardan temizlenmemiş bir kimse şer'an elini o Kitaba dokundurmaz. Eğer temizlenmemiş bir kimse tarafından ona el değdirilecek olursa bu şeriatin hükmüne muhalif olarak gerçekleşir. İşte bu inceliği ilim adamlarının çoğu kavrayamayarak şöyle demişlerdir: Haber nehiy manasına da olabilir. Halbuki böyle birşey asla görülmemiştir. Görülmesi de doğru olamaz. Çünkü ikisi hakikat itibariyle birbirlerinden farklı, nitelik itibariyle de birbirlerine zıttırlar. Yüce Allah'ın: "Günah işlemek.... yoktur" âyetindeki "fusûk" kelimesi bütün masiyetleri ifade eder. İbn Abbâs, Atâ ve el-Hasen bunu söylemişlerdir. İbn Ömer ve bir grup da böyle demişlerdir. Fusûk (fısk işlemek), aziz ve celil olan Allah'ın yasak kıldığı masiyetleri hac için ihramlı olduğu halde işlemektir. Av hayvanını öldürmek, tırnak kesmek, saç kesmek ve buna benzer işler. İbn Zeyd ve Mâlik de der ki: Fusûk putlar için kesmektir. Yüce Allah'ın: "Allah'tan başkasının adına boğazlanmış bir fısktan" (el-En'am, 6/145) âyeti de bu kabildendir. ed-Dahhak da der ki: Fusûk lakap takmaktır. Yüce Allah'ın: "Îmandan sonra fâsıklık ismi ne kötüdür." (el-Hucurat, 49/11) âyeti de bu kabildendir. Yine İbn Ömer der ki: Fusûk sövmektir. Hazret-i Peygamber'in: "Müslümana sövmek fusûk onunla Savaşmak küfürdür" Buhârî, Îman 36; Müslim, Îman 116; Tirmizî, Birr 52, Îman 15; Nesâî, Tanrım 27; İbn Mâce, Mukaddime 9, Fiten 4. Hadîs-i şerîfi bu kabildendir. Bununla birlikte birinci görüş daha sahihtir. Çünkü bütün görüşleri kapsamaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Her kim hacceder ve haccında rafes yapmaz, fasıklık etmezse annesinden doğduğu günkü gibi (günahsız) döner." Buhârî, Hacc 4; Müslim, Hacc 438; Tirmizî, Hacc 2; Nesâî, Hacc 4; İbn Mâce, Menâsik 3 "Mebrûr haccın cennetten başka bir mükâfatı yoktur." Buhârî, Umre 1; Müslim, Hacc 437; Tirmizî, Hacc 2; Nesâî, Hacc 3, 5, 6; İbn Mâce, Menâsik 3. Bu hadisi Müslim ve başkaları da rivâyet etmiştir. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Nefsim elinde olana yemin ederim. Gök ile yer arasında Allah yolunda cihad etmeden yahut refesi, fusûku ve cidali bulunmayan mebrur bir hacdan daha faziletli hiçbir amel yoktur." Nesâî, Zekât 49, Îman 1 (yakın ifadelerle) Fukaha der ki: Mebrur hac eda edildiği esnada yüce Allah'a asi olunmayan hacdır. el-Ferrâ' der ki: Daha sonrasında Allah'a isyan olunmayan hacdır. Bu iki görüşü de İbnu'l-Arabi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmiştir. Derim ki: Mebrur hac eda edildiği esnada da sonrasında da Allah'a asi olunmayan hacdır. el-Hasen der ki: Mebrur hacc, kişinin hacdan dünyaya karşı zahid, âhirete rağbeti artmış olarak dönmesidir. Bundan başka açıklamalar da yapılmıştır ki ileride gelecektir. Yüce Allah'ın: "Kavga etmek yoktur" âyetinden önce yeralan: "Hacda raf es ve fasıklık yoktur" anlamına gelen âyetler şeklinde tenvinli ve ötreli olarak okunmuştur. Aynı zamanda tenvinsiz olarak ve üstün ile de okunmuştur. Bununla birlikte burada yer alan: ": Kavga etmek yoktur" âyetinin fethalı okunması üzerinde icma etmişlerdir. Bu ise bundan önceki kelimelerin de fethalı kıraatini pekiştirmektedir. Çünkü burdan kasıt her türlü rafes, fusûk ve cidali reddetmektir. Ayrıca bütün menfilerde aynı düzenliliğin sağlanması için de öncekilerin de mansub olması gerekir. Zaten kıraat İmâmlarının çoğunluğu mansub okumuşlardır. Bununla' birlikte her üç isim de ref mahallinde olup her birinin başında (nefy edatı olan): "Lâ" var demektir. "Hacda" âyeti ise hepsinin haberidir. Önceki iki ismin ötreli olarak okunuşunun açıklanması ise şöyle olur: Buradaki "lâ" edatı "leyse: değil, olmaz" anlamındadır. O bakımdan ondan sonra gelen isim -ismi olduğundan dolayı- merfu olmuştur. Haber ise mahzuf olup takdiri şöyledir: Hacda rafes de yoktur, fusuk da yoktur. Burada "hacda" kelimesine daha sonra açıkta gelen "hacda" kelimesi delalet etmektedir ki bu da: ": Cidal yoktur" âyetinin haberidir. Ebû Amr b. el-A'la der ki: Ref ile okumak şu anlama gelir: Sakın rafes ve fusûk olmasın, yani hacdan çıkartan herhangi birşey yapılmasın. Daha sonra da nefy ile cümleye başlanarak: Ve hacda cidal da yoktur, diye buyurulmuştur. Derim ki: "Kâne"nin Az önce "lâ"nın "leyse" anlamında olduğu söylenmişti. "Leyse" nakıs bir fiil olarak "kâne" grubundan olduğu için burada "kâne"yi söz konusu etmektedir. tam olması ihtimali de vardır. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Eğer darlık içinde olur (kâne) ise.." (el-Bakara, 2 280) Burada ayrıca bir habere ihtiyacı olmaz. Bunun az önce geçtiği gibi nakısa olması ve haberinin de mahzuf olması ihtimali de vardır. Diğer taraftan: "Rafes ve füsûk" kelimelerinin mübteda olarak merfu olmaları "lâ"nın ise nefy için olması ve haberinin hazfedilmiş olması da mümkündür. (Bu takdire göre anlamı da şöyle olur: Hacda rafes yoktur, fasıklık yoktur ve cidal da olmaz). Ebû Cafer b. el-Ka'kâ', her üçünü de merfu olarak ötreli okumuştur. Bu kıraat bazı yollarla Âsım'dan da rivâyet edilmiştir. Buna göre hacda kelimesi -nasb kıraatinde de söylediğimiz gibi- üçünün de haberi olur. Şu kadar var ki kıraatin farklı olmasıyla birlikte "hacda" kelimesinin hepsinin haberi olması pek güzel kaçmaz. Çünkü "leyse"nin haberi mansubdur. "Lâ"nın haberi ise merfu olur. Çünkü "lâ cidalun" âyeti artık birincisiyle alakalı değildir ve mübteda mahallinde merfu olur. Aynı isimde iki âmilin ameli ise sözkonusu değildir. Mahalline atfetmek suretiyle: "Felâ rafese velâ fusûkun" diye okunması da caizdir. Buna dair nahivciler şunu da delil gösterirler: "Bugün neseb de yoktur, dostluk da yoktur Delik yama yapanın aleyhine genişlemiştir." Günlük konuşmada lâfza atıf etmek suretiyle: "Fela rafese vela fusûkan vela cidalen filhacci" demek caizdir. el-Ferrâ' der ki: Bunun benzeri de şu beyitte sözkonusu edilmiştir: "Mervan ve oğlu gibi bir baba ve bir oğul yoktur. Çünkü o şanı şerefi giyinmiş ve kuşanmıştır." Ebû Recâ el-Utaridî der ki: "Felâ rafese velâ fusûka" şeklinde her iki yerde mansub okunur "velâ cidâlun" şeklinde de ötreli ve tenvinli olarak okunur. el-Ahfeş şu beyiti örnek göstermiştir: "Şanınıza yemin ederim ki küçüklüğün tâ kendisi işte budur Eğer bu böyle ise ben anasız, babasız kalayım." "Felâ rafese vela fusûka" âyetinin anlamının nehiy olduğu söylenmiştir. Yani hac esnasında rafes yapmayın, fasıklık etmeyin, demektir. "Velâ cidâle"nin anlamı ise nefydir. O bakımdan mana itibariyle aralarında fark olduğundan dolayı lâfız itibariyle de aralarında fark olmuştur. el-Kuşeyrî der ki: Ancak bu görüş su götürür. Çünkü: "Velâ cidale" de aynı şekilde nehiy ifade eder. Yani mücadele (kavga) etmeyiniz, demektir. Dolayısıyla neden bunlar arasında fark gözetsin? Âyet-i kerimede geçen "cidal (kavga): Mücadeleden "fiâl" veznindedir. Birşeyi bükmek anlamına gelen "el-cedl"den türemiştir. Bükülmüş yular demek olan: "Zimâmun mecdûl" tabiri de burdan gelmektedir. Arzın kendisi olan el-cedâle'den türetilmiş olduğu da söylenmiştir. Sanki her iki hasımdan biri ötekini mağlup edinceye kadar mukavemet gösterir ve âdeta onu yere (el-cedâleye) atmış kimse gibi olur. Şair der ki: "Bazan sıkıntı üstüne sıkıntıya girerim Aciz olanı da el-cedâle'de (yerde) bırakırını Toprağa bulanmış olarak ve onun için başka bir çare yok." 10- Âyetde Sözü Geçen Cidal (Kavga)dan Maksadın Ne Olduğu: İlim adamları burada bu kelimeyle neyin kastedildiği ile ilgili olarak altı farklı görüş ortaya atmışlardır: İbn Mes’ûd, İbn Abbâs ve Atâ der ki: Burada cidal, bir müslüman ile onu kızdırıncaya kadar tartışıp sonunda sövmeye kadar işin varmasıdır. İlmin karşılıklı müzakeresi ise yasaklanmış değildir. Katâde der ki: Cidal karşılıklı sövmektir. İbn Zeyd ve Mâlik b. Enes der ki: Cidal burada cahiliyye döneminde Kureyşliler, sair Arapların vakfe yaptığı yerden bir başka yerde vakfe yapıp daha sonra tartışmaya koyulması halinde olduğu gibi, insanların hangilerinin Hazret-i İbrahim'in vakfe yaptığı yere vakfesinin denk düştüğü hususunda anlaşmazlığa düşmeleridir. Bu açıklamaya göre bunun manası: Hac ile ilgili yerlerde tartışma, cidal olmaz, demektir. Bir başka grup şöyle demektedir: Cidal burada bir kesimin hac bugündür, bir diğer kesimin hac yarındır, demesidir. Mücâhid ve onunla birlikte bir kesim de şöyle demektedir: Cidal Arapların nesi' (hac aylarını erteleme) uygulamasında olduğu gibi aylar hakkında tartışma yapmaktır. Araplar bu uygulamalan ile kimi zaman haccı Zülhicce'den başka aya kaydırır, kimisi cem'de (Müzdelife'de) kimisi Arafe'de vakfe yapar ve bunların hangisinin doğru olduğu hususunda tartışırlardı. Derim ki: Bu iki açıklamaya göre haccın vaktinde ve hacc ile ilgili yerlerde tartışma yok demektir. Yüce Allah'ın: "Cidal yoktur" âyetinin açıklamasına dair söylenen en sıhhatli iki görüş bunlardır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Artık zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü haline dönüp gelmiş bulunmaktadır...." Buhârî, Tefsir 9, sûre 8, Bed'u’l-Halk 2, Meğâzî 77, Tevhid 24; Müslim, Kasâme 29; Ebû Dâvûd, Menâsik 67; Müsned, V, 37, 73. Hadîs-i şerîf ileride Tevbe Sûresi'nde (9/36. âyette) gelecektir. Yani hac işi eskiden olduğu hale dönmüştür. Haccın yapıldığı esas gün ve zamanına avdet etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) haccettiğinde de şöyle buyurmuştur: "Menâsikinizi benden öğreniniz." Müslim, Hacc 310; Ebû Dâvûd, Menâsik 77; Nesâî, Menâsik 220; Müsned, III, 318, 366. Böylelikle o, haccın vakfe yapılacak yerlerini ve sair yerlerini açıklamış olmaktadır. Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Cidal bir kesimin diğerine: Bizim haccımız sizin haccınızdan daha mebrurdur demesi, ötekinin de benzeri bir şekilde karşılık vermesidir. Cidalin atalarla övünme ile ilgili olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 11- Hiçbir Hayır Karşılıksız Kalmayacaktır: Yüce Allah'ın: "Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir" âyeti bir şart ve cevabından ibarettir. Yani Allahü teâlâ amellerinizin karşılığını verecektir. Çünkü karşılık vermek, ancak o şeyi bilen tarafından mümkün olabilir. Bu âyetin, çirkin söz söylemek yerine güzel söz söylemeye; ahlak açısından fasıklık ve cidal yerine iyilik ve takvaya bir teşvik olduğu da söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre yüce Allah hayır işi yapmayı, hacıların kendi nefislerini dizginlemelerinden ve onlara yasak kılınan şeyleri yapmamalarından ibaret olarak tesbit etmiş bulunmaktadır. 12- Azık Edinmek Emri ve Bu Emrin Veriliş Sebebi: Yüce Allah'ın: "Bir de azık edinin" âyeti azık edinmeyi emretmektedir. İbn Ömer, İkrime, Katâde, Mücâhid ve İbn Zeyd der ki: Âyet-i kerîme hacca azık edinmeksizin gelen Araplardan bir kesim hakkında nazil olmuştur. Bunların kimisi şöyle dermiş: Biz nasıl olur da Allah'ın evini ziyaret ederiz de o da bizi yiyeceksiz bırakır? Böyle diyerek insanların sırtına yük oluyorlardı. Böyle davranmak onlara yasaklandı ve azık edinmeleri emredildi. Abdullah b. ez-Zübeyr der ki: Azık konusunda insanlar kimisi kimisine güvenirdi. Böylelikle hepsine azık edinmeleri emri verilmiş oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yoluculuğa çıktığı vakit üzerinde azığını yüklediği bir devesi de vardı. Müzeyne'den üçyüz kişi onun yanına geldi. Ayrılıp gitmek istediklerinde Hazret-i Peygamber: "Ey Ömer, sen bu gelenlere azık ver" diye buyurdu. Müsned, V, 445. Kimisi de: "Azık edinin" demek iyi arkadaşınız bulunsun demektir, der. İbn Atiyye der ki: Böyle bir açıklama oldukça zayıf bir tahsistir. Âyet-i kerimenin anlamı ile ilgili olarak en uygunu şudur: Öldükten sonra gideceğiniz yer için salih amellerden azık hazırlayınız. Derim ki: Birinci görüş daha sahihtir. Hacc yolculuğunda azık edinmekten kasıt belirttiğimiz gibi gerçek anlamıyla yenecek şeyler edinmektir. Nitekim Buhârî, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Yemenliler haccediyor ve azık edinmiyor bu arada: Bizler mütevekkilleriz, diyorlardı. Mekke'ye vardıklarında insanlardan dilenmeye koyuluyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah: "Bir de azık edinin, şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır" âyetini indirdi. Buhârî, Hacc 6; Ebû Dâvûd, Menâsik 4. İşte bu, açıkladığımız husus ile ilgili bir nas mahiyetindedir. Müfessirlerin çoğunluğu da bu görüştedir. en-Nehaî der ki: Azık hurma ve sevîk (yağ ile kavrulmuş un)dur. İbn Cübeyr de der ki: Azık çörek ve seviktir. İbnu'l-Arabî der ki: "Yüce Allah, malı bulunan kimselere azık edinme emrini vermektedir. Malı olmayan kimseler ise eğer yolda iş yapabilecek türden bir meslek sahibi iseler veya dilenci iseler bunlara yönelik bir hitap yoktur. Yüce Allah burada mallarını yerlerinde bırakıp azık edinmeksizin yola koyulan ve: Bizler tevekkül eden kimseleriz, diyenlere hitap etmektedir. Tevekkülün ise birtakım şartları vardır. Bu şartları yerine getiren kimse azıksız olarak çıkar ve bu hitabın da kapsamına girmez. O bakımdan bu âyet, insanların çoğunluğuna yöneliktir. Bunlar ise tevekkülün hakikatlerinden gafil, tevekkül derecesinde kusurlu olan kimselerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır." Ebû'l-Ferec el-Cevzî de der ki: İblis tevekkül iddiasında bulunan bir topluluğa işi anlamalarına imkan vermeyecek şekilde karışık göstermiş, o bakımdan onlar da azıksız olarak yola çıkarak bu işin bir tevekkül olduğunu sanmışlardır. Oysa bu kanaatleriyle hatanın en ileri derecesindedirler. Adamın birisi Ahmed b. Hanbel'e şöyle sormuş: Ben Mekke'ye azıksız olarak tevekkül edip çıkıp gitmek istiyorum. Bunun üzerine Ahmed ona şu cevabı verir: O zaman sen hac kafilesinden ayrı olarak (yalnız başına) çık git. Adam: Hayır mutlaka onlarla birlikte çıkacağım, deyince bu sefer Ahmed b. Hanbel: O halde sen insanlarla beraber bulunan azık torbalarına tevekkül ederek çıkmak istiyorsun öyle mi? diye cevap verir. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır" âyeti ile yasaklanan şeylerden sakınmanın azığın hayırlısı olduğunu yüce Allah bize haber vermekte ve azık edinmeye takvayı da katmalarını emretmektedir. Yüce Rabbimizin: "Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır" âyeti böylelikle bu manaya hamledilmiş olur. Çünkü: "Azık edininiz" âyeti şu demektir: Azık edinerek yola çıkmak suretiyle Allah'ın size vermiş olduğu emre uymak hususunda Allah'tan korkunuz. Şöyle de denilmiştir: Bunun anlamının şu şekilde olma ihtimali vardır: Azığın en hayırlısı yolcunun kendisiyle helâk olmaktan ya da el açıp dilenmek ihtiyacından kişiyi koruyandır. Bir diğer açıklamaya göre: Bu âyette bu dünya yurdunun karar yurdu olmadığına dikkat çekilmektedir. İşaret ehli kimseler de der ki: Yüce Allah onlara âhiret yolculuğunu hatırlatmakta ve takva azığı edinmeye teşvik etmektedir. Çünkü takva âhiretin azığıdır. el-A'şâ der ki: "Sen takvayı azık edinmeksizin yolculuğa çıktın mı Ölümden sonra da azık edinmiş kimselerle karşılaşırsan Onun gibi olmadığına pişman olacaksın Ve (hayır) biriktirdiği gibi biriktirmediğine." Bir başka şair de şöyle der: "Ölüm dalgaları azgın bir denizdir Orada yüzenin hüneri boşa çıkar Ey nefs, şefkatle öğüt veren bir kimseden Sana bir söz söylüyorum sen de ona kulak ver; Hiç bir insana kabrinde takva ile Salih amelden başka arkadaşlık eden bulunmaz" 14- Akıl Sahibi Kimse Allah'tan Korkar: Yüce Allah: "Ve ey üstün akıl sahipleri! Benden korkun." âyeti ile -emir her ne kadar herkesi kapsıyor ise de- özellikle üstün akıl sahiplerine hitab etmektedir. Çünkü Allah'ın hücceti onlara karşı kesinlikle ve açıkça ortaya konmuş bulunmaktadır. Onlar da Allah'ın emirlerini kabul eden ve bu emirleri yerine getirmeye çalışan kimselerdir. el-elbab (özler): "lüb" kelimesinin çoğuludur. Herşeyin katıksız özüne "lüb" denilir. O bakımdan akla da "lüb" denilmiştir. en-Nehhâs der ki: Ben Ebû İshak'ı şöyle derken dinledim: Ahmed b. Yahya Sa'leb bana dedi ki: Sen Arap dilinde muzaaf türü kelimelerden olup da "feule" vezninde herhangi bir kelime biliyor musun? Ben: Evet, dedim. Sîbeveyh Yûnus'tan naklen dedi ki: (Lübbün ikinci tekil şahsını ifade eden mazi ve muzari şekilleri olan:) Lebubte, telübbü kelimesidir. Oda' bunu güzel karşıladı ve: Buna benzer Arap dilinde bir kelime bilmiyorum, dedi. |
﴾ 197 ﴿