198Rabbinizin lütfundan istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı zikredin. O sizi hidâyete ulaştırdığı gibi siz de O'nu anın. Muhakkak bundan önce sapıklardandınız. Yüce Allah'ın bu âyetinin: "Rabbinizin lütfundan istemenizde size bir günah yoktur" bölümüne dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1- Hac Mevsiminde Allah'ın Lütfünu Aramak: Yüce Allah, haccın kadına yaklaşmaktan, günah işlemekten, kavga etmekten tenzih edilmesini emrettikten sonra, ticarete ruhsat vermektedir. Anlamı şudur: Allah'ın lütfundan aramanızda sizin için bir vebal yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın lütfunu aramak ticaret anlamına kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın..." (el-Cuma'a, 62/10) Bunun sağlıklı bir açıklama olduğunun delili Buhârî'nin İbn Abbâs'tan şu rivâyetidir: Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz cahiliyye döneminde (hac mevsiminde kurulan panayırlar idi. Hac mevsimlerinde ticaret yapmanın günah olacağından çekinmeleri üzerine yüce Allah'ın: "(Hac mevsimlerinde) Rabbinizin lütfundan istemenizde size bir günah yoktur" âyeti nazil oldu. Buhârî, Tefsir 2. sûre 34. Bu husus sabit olduğuna göre bu âyet-i kerimede ibadeti eda etmekle birice hac zamanında hacının ticaret yapmasının câiz olduğuna dair delil s irdir. Ticaret kastı gütmenin de şirk olmayacağına ve mükellefin bu şekilce davranması halinde kendisi için farz kılınmış olan ihlâs çerçevesinin dışına çıkmayacağına da delil vardır. Bu fakirlere hilâfen böyledir. Ancak ticaret sözkonusu olmaksızın hacca gitmek daha faziletlidir. Çünkü böylelikle hac ibadeti dünya şaibelerinden uzak olur ve kalbin başka şeylere taalluk etmesi sözkonusu olmaz. Dârakutnî Sünen'inde Ebû Umame et-Teymî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İbn Ömer'e dedim ki: Ben bu yolda (hayvanlarımı) kiraya veren kimseyim. Bazıları da: Senin haccın olmaz demektedir. İbn Ömer dedi ki: Bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına geldi ve senin bana sorduğun bu sorunun benzerini de ona sordu. Hazret-i Peygamber de şu: "Rabbinizin lütfundan aramanızda size bir günah yoktur" âyeti nazil oluncaya kadar sustu. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Senin haccın olur" diye buyurdu. Dârakutnî, II, 292; Ebû Dâvûd, Menâsik 6; Müsned, II, 155 Âyetin: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı zikredin. O sizi hidâyete ulaştırdığı gibi siz de O'nu anın: Muhakkak bundan önce sapıklardandınız" âyetine dair açıklamalarımızı da on altı başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman" âyetinde kullanılan "ifâda" etrafından taşıp dökülünceye kadar dolup taşan kap hakkında kullanılır. Bol bol başkalarına bağışta bulunan kimseye de "feyyâd" denilir. Şair Züheyr der ki: "Bol bol veren el, âdeta kendisinden talepte bulunanlar üzerinde beyaz bulutu andırır ki, Onun bağışları kesintisiz ve süreklidir." (Aynı kökten gelen) müstefîd hadis, yaygınlık kazanmış hadis demektir. Yüce Allah'ın: "Arafat'tan" âyetindeki "Arafat" kelimesini Cumhûr iki esreli (tenvinli) okumuşlardır. Aynı şekilde bir kadına "müslimât" ismi verilecek olursa o da bu durumlarda bu şekilde söylenir. Çünkü burada tenvin munsarıf olan kelime ile olmayan kelime arasındaki farkı belirtmek için değildir ki, hazfedilmesi sözkonusu olsun. Buradaki tenvin: "Müslimin (müslümanlar)" kelimesinin sonundaki "nûn" harfinin konumundadır. en-Nehhâs der ki: Güzel olan budur. Sîbeveyh ise Araplardan "Arafat" sonundaki tenvinin hazfedildiğini nakletmekte ve: (Cümle içerisindeki durumuna göre) Arafâtu, arafâti şeklinde tenvinsiz olarak söylenir, demektedir. Çünkü Araplar bu kelimeyi marife, (özel isim) kabul ettiklerinden dolayı sonundaki tenvini hazfetmişlerdir. Ahfeş ve Kûfeliler "Fatıma ve Talha" kelimelerinin sonlarındaki (yuvarlak) "te"ye benzeterek sondaki "te" harfinin fethalı olarak okunduğunu da nakletmişler ve örnek olarak da şu beyiti göstermişlerdir: "(Şam taraflarındaki) Ezriât'tan ona baktı; -ki arabaları ta Yesrib'dedir- Ve onun en yakın evi(ni görmek) için bile çok yükseğe bakmak gerekir." Ancak birinci görüş ve sonundaki tenvinin müslimat'ın sonundaki tenvin gibi olduğu, esrenin "müslimin"deki "ye" yerine, tenvinin de "nun" karşılığında geldiği görüşü daha güzel bir görüştür. Arafat: Özel bir isim ölüp "Ezriât"de olduğu gibi çoğul şeklinde adlandırılmıştır. Çevresinde bulunan kuraklık bölgeler, geçitler gibi yerler dolayısıyla bu ismi aldığı söylendiği gibi, bu bölgeye "Arafat" adının veriliş sebebinin insanların orada birbirlerini tanımaları (teâruf) olduğu da söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre Hazret-i Âdem cennetten dünyaya indirilince Hind'e, Hazret-i Havva ise Cüdde (Cidde) topraklarına indirildi. Uzun bir süre birbirlerini aradıklarından sonra Arafe günü Arafat'ta bir araya geldiler ve bu şekilde birbirlerini tanıdılar. Bundan dolayı bu güne Arafe günü, oraya da Arafat ismi verilmiştir: Bu açıklama ed-Dahhak tarafından yapılmıştır. Yüce Allah'ın: "Ve bize menâsikimizi göster" (el-Bakara, 2/128) âyetini açıklarken daha önceden işaret ettiğimiz görüşler de ileri sürülmüştür. İbn Atiyye der ki: Zahir olan odur ki, buraya Arafat adının verilmesi diğer yer ve bölge isimleri gibi mürteceldir (belli bir sebebe dayanılarak türerilmemiştir). Arafe aynı zamanda küçük ve ince erâk (misvak) parçalandır. Şair bunun hakkında şöyle demektedir: "Hind için Ne'mân'den ince erâk dallarım topladım; Fakat bunları Hind'e kim ulaştırabilir ki!" Bu kelimenin hoş koku anlamına gelen "el-arf"dan alınma olduğu da söylenmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve onları kendilerine ta'rif ettiği cennete girdirecektir." (Muhammed, 47/6) Burada "tarif etti" âyeti güzel kokularla bezedi, demektir. Arafe, kanların ve hayvanların sakatatından çıkan pisliklerin bulunduğu Mina'nın hilafına hoş kokulu ve temizdir. İşte bundan dolayı buraya "Arafat" ismi verilmiştir. Vakfe gününe de Arafe günü denilir. Bazıları şöyle demiştir: Bu iki ismin aslı "sabır"dan gelmektedir. "Arif bir adam" tabiri sabreden ve huşu sahibi olan kimse hakkında kullanılır. Nitekim meselde şöyle denilmiştir: "Nefis arûf (çok sabırlı)dır. Sen ona neyi yüklersen o da katlanır." Şair de der ki: "Ve ben bunun için (nefsim) sabredici ve hür olarak katlandım." Şair Zu'r-Rimme de şöyle demektedir: "Mukadderatın hakkında çizmiş olduklarına son derece arûf (sabırlı)dır." Yani Allah'ın kazasına karşı oldukça sabırlıdır. (Bugüne) Arafe adının veriliş sebebi ise, hacıların itaatle ve zilletle boyun eğmeleri, dua ve türlü zorluklara karşı sabretmeleri, -bu ibadeti ifa edebilmek için- sıkıntılara katlanmaları, tahammül etmeleridir. 3- Arafe'de Zevalden Önce Vakfe Yapmak: İlim ehli Arafe günü zevalden önce Arafe'de vakfe yaptıktan sonra yine zevalden önce Arafe'den ayrılacak olursa zevalden önceki vakfesinin sayılmayacağı üzerinde icma etmişlerdir. Aynı şekilde Arafe'de zevalden sonra vakfe yapıp da akşamdan önce gündüzün oradan ayrılan (ifada) kimsenin de haccının tamam olacağı üzerinde de icma etmişlerdir. Bundan tek istisna Mâlik b. Enes'tir. O şöyle der: Gecenin kısmen de olsa girmesi mutlaka gereklidir. Geceleyin Arafe'de vakfe yapana gelince; haccının tamam olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur. (Mâlik b. Enes dışında kalan) Cumhûrun lehine olan delil yüce Allah'ın: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman (ifada ettiğinizde)" âyetindeki mutlak ifadedir. Burada gece ya da gündüze dair bir tahsis yoktur. Aynı şekilde Urve b. Mudarris yoluyla gelen Hadîs-i şerîf de onların lehine olan delillerdendir. Urve der ki: Cem'de (Müzdelife'de) vakfe yerinde olduğu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gittim. Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Ben sana Tay dağlarından geliyorum. Bineğimi oldukça yordum, kendimi de yordum. Allah'a yemin ederim üzerinde vakfe yapmadığım tek bir dağ ve tepe bırakmadım. Benim haccım oldu mu ey Allah'ın Rasûlü? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bizimle birlikte Cem'de (Müzdelife'de) sabah namazını kılan bundan önce ise gece ya da gündüz Arafat'a uğramış olan kimse haccında yapması gereken menâsiki ifa etmiş ve haccını tamamlamış olur." Dârakutnî, II, 239-240; Ebû Dâvûd, Menâsik 68; Tirmizî, Hacc 57; Nesâî, Hacc 211; İbn Mâce, Menâsik 57; Müsned, IV, 15. Bu hadisi hadis İmâmlarından birden çok kişi rivâyet etmiştir ki Ebû Dâvûd, Nesâî ve Dârakutnî bunlardandır. Lâfız Dârakutnî'ye aittir. Tirmizî de der ki: Bu hasen sahih bir hadistir. Ebû Ömer der ki: Tay'lı Urve b. Mudarris'in rivâyet ettiği hadis sabit ve sahih bir hadistir. Bunu eş-Şa'bi'nin güvenilir arkadaşlarından bir topluluk eş-Şa'bi'den o Urve b. Mudarris yoluyla rivâyet etmiştir ki bu topluluk arasında İsmal b. Ebi Halid, Davud b. Ebi Hind, Zekeriyya b. Zaide, Abdullah b. Ebi Sefer ve Mutarrif de vardır. Bunların hepsi bunu eş-Şa'bi'den o Urve b. Mudarris b. Evs b. Harise b. Lâm'dan rivâyet etmektedirler. Mâlik b. Enes'in sabit sünnetten delili ise Müslim tarafından rivâyet edilen ve Cabir b. Abdullah yoluyla gelen uzunca hadistir. Bu hadiste şu ifadeler de vardır: Hazret-i Peygamber güneş batıp ondan sonraki sarılık (kızıllık) kısmen gidinceye, güneş kursu (güneş yuvarlağı) kayboluncaya kadar vakfesini devam ettirdi. Müslim, Hacc 147; Ebû Dâvûd, Menâsik 56. Hazret-i Peygamber'in fiilleri ise vücub ifade eder. Bilhassa hacda böyledir. Çünkü bu konuda: "(Hac) menâsikinizi benden öğreniniz" diye buyurmuştur. Müslim, Hacc 310; Ebû Dâvûd, Menâsik 77; Nesâi, Menâsik 220; Müsned, III, 318, 366... 4- Güneşin Batışından Önce Arafat'tan Ayrılan Kimsenin Durumu: Haccı sahih olmakla birlikte, güneşin batışından önce Arafat'tan ayrılıp dönmeyen kişinin durumu hakkında Cumhûr farklı görüşlere sahiptir. Atâ, Süfyan es-Sevrî, Şâfiî, Ahmed, Ebû Sevr, re'y ashabı ve başkaları bir kurban kesmesi gerekir, derler. Hasan-ı Basrî bir hediye kurbanı gerekir; İbn Cüreyc bir bedene (deve veya inek) kesmesi gerekir, derler. Mâlik der ki: Gelecek sene hac etmesi gerekir. Bununla birlikte gelecek seneki haccında hediye kurbanı keser. Bu kişi tıpkı haccın vaktini geçiren kimse gibidir. Şayet güneş battıktan sonra oradan ayrılıncaya kadar tekrar Arafat'a dönecek olursa Şâfiî der ki: Birşey gerekmez. Ahmed, İshak ve Davud'un görüşü de budur, Taberî de bu görüştedir. Ebû Hanîfe, arkadaşları ve es-Sevrî de der ki: Üzerinden kurban kesme yükümlülüğü düşmez. İsterse güneş battıktan sonra dönmüş olsun. Ebû Sevr de bu görüştedir. 5- Arafat'ta Binek Üzerinde Vakfe Yapmak: Gücü yeten kimse için Arafat'ta binek üzerinde vakfe yapmanın daha faziletli olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş battıktan sonra Arafat'tan ayrılıncaya kadar bu şekilde vakfe yapmıştır. Terkisine Usame b. Zeyd'i de almıştır. Bu Hazret-i Cabir'den gelen uzunca hadiste Hazret-i Ali yoluyla gelen hadiste ve yine İbn Abbâs yoluyla gelen hadiste bu husus, tesbit edilmiştir. Hazret-i Cabir der ki: "... Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vakfe yerine gelinceye kadar bineğine bindi. Devesi Kasvanın karnını (Cebelürrahme)deki kayalıklara doğru yönlendirdi, yaya kimselerin yürüdüğü yolu da önüne aldı, kıbleye doğru yöneldi. Güneş batıncaya, az bir miktar sarısı gidinceye ve güneş kursu (yuvarlağı) kayboluncaya kadar vakfesine devam etti. Arkasına da Usame b. Zeyd'i aldı... Müslim, Hacc 147; Ebû Dâvûd, Menâsik 56. Şayet binek üzerinde vakfe yapamaz ise gücü yettiği sürece ayakları üzerinde dua ederek vakfe yapar. Bu şekilde vakfe yapmaya gücü yetmiyor ise oturmasında bir mahzur yoktur. Binek üzerinde vakfe yapmakta hac için parlak bir gösteriş ve bir tazim vardır. "İşte böyle, her kim Allah'ın sedirini (hac menâsikini) ta'zim ederse şüphesiz ki o kalplerin takvasından ötürüdür." (el-Hac, 22/32) İbn Vehb, Muvatta’'’ında der ki: Mâlik bana dedi ki: Arafe'de binekler ve develer üzerinde vakfe yapmak benim için ayakta vakfe yapıp durmaktan daha sevilen birşeydir. Ayakta vakfe yapan kimse için dinlenmekte de bir mahzur yoktur. 6- Arafat'tan Mina'ya Doğru Yol Alış: Müslim'in Sahih'inde ve diğerlerinde Usame b. Zeyd'den sabit olduğuna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'tan Müzdelife'ye doğru ifâda ettiğinde devesini geniş adımlarla (el-anek denilen yürüyüş şekliyle) yürütürdü. Yolda herhangi bir çukur ile karşılaştığında bineğinin adımlarını daha da genişletmesini sağlardı (Nass). Hişam b. Urve der ki: Nass, anek yürüyüşünden daha hızlıdır. Müslim, Hacc 283-284. İşte hac emirlerinin ve onların komutaları altında olanların da böyle yapmaları gerekir. Çünkü Müzdelife'ye doğru çabukça yol almak orada çabukça namaz kılmak içindir. Bilindiği gibi akşam namazı o gece ancak Müzdelife'de yatsıyla birlikte kılınabilir ki sünneti budur. İleride yüce Allah'ın izniyle açıklaması gelecektir. 7- Arafe'de Vakfe Yapılacak Yer: Kur'ân-ı Kerîm'in ve sabit Sünnetin umum ifade eden âyetlerinin zahiri; Arafe'nih bütünüyle vakfe yeri olduğunu göstermektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben burada vakfe yaptım, bununla birlikte Arafe bütünüyle vakfe yapılacak yerdir." Bunu Müslim ve başkaları Hazret-i Cabir'in rivâyet ettikleri uzunca hadisin bir parçası olarak nakletmişlerdir. Mâlik'in Muvatta’'’ındaki ifadelere göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğuna dair rivâyet ulaşmış bulunmaktadır: "Arafe'nin tümü vakfe yapılacak yerdir. Bununla birlikte Batn-ı Urane (Urane vadisinin iç tarafı)nın üst kısmında kalınız. Müzdelife tümüyle vakfe yapılacak yerdir. Bununla birlikte Batn-ı Muhassir (Muhassir vadisinin iç tarafın)dan yüksekçe durunuz." Muvatta’'', Hacc 166, 167. İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu hadis Cabir b. Abdullah , İbn Abbâs ve Ali b. Ebî Tâlib yoluyla muttasıl bir rivâyettir. Rivâyetlerin bir çoğunda Arafe'den Urane'nin iç kısmının, Müzdelife'den de Muhassirin iç kısmının istisnası yoktur. Hadis ehlinden olup sağlam ve sika hadis hafızlan Cafer b. Muhammed'in, babasından onun da Hazret-i Cabir'den yaptığı rivâyeti böylece nakletmişlerdir. (Devamla) Ebû Ömer dedi ki: Fukaha, Arafe'nin Urane bölümünde vakfe yapan kimse hakkında ihtilaf etmişlerdir. İbnu'l-Münzir'in yaptığı rivâyette belirttiğine göre Mâlik şöyle demiştir: Böyle bir kimse bir kan akıtır (kurban keser) ve bununla birlikte haccı da tamamdır. Bu aynı zamanda Halid b. Nizar'ın Mâlik'ten naklettiği bir rivâyettir. Ebû'l-Mus'ab'ın belirttiğine göre böyle bir kimse hiç vakfe yapmamış gibidir ve haccını kaçırmış olur. Urane vadisinin iç tarafında vakfe yaptığı takdirde gelecek sene haccetmesi gerekir. İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Urane'den ifada (vakfe) yapan kimsenin haccı olmaz. Aynı zamanda bu İbnu'l-Kasım ile Salim'in de görüşüdür. İbnu'l-Münzir bu görüşü Şâfiî'den de zikretmektedir. İbnu’l-Münzir der ki: Ben de bu görüşteyim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vakfe yapılmamasını emrettiği yerde vakfe yapması onun için yeterli olamaz. İbn Abdi’l-Berr (devamla) der ki: Urane vadisinin iç taraflarının Arafe'den istisna edilmesi -nakil yönünden olsun icma yönünden olsun- bağlayıcı niteliği olan bir delil değildir. Ebû'l-Mus'ab'ın görüşünü kabul edenlerin ileri sürdükleri delil şudur: Arafe'de muayyen bir yerde vakfe, yapmak üzerinde icma olunmuş bir farzdır. O bakımdan bu farzın ancak yakin hasıl olacak şekilde eda edilmesi câiz olabilir. İhtilafın bulunduğu yerde ise yakin sözkonusu olamaz. Urane vadisinin iç tarafı ise (ki bu Urune şeklinde de söylenir) Arafe mescidinin batı tarafındadır. Hatta kimi ilim adamı şöyle demiştir: Arafe mescidinin batı duvarı düşecek olsa Urane'nin iç tarafına düşer, el-Baci'nin İbn Habib'den naklettiğine göre Arafe, Hil bölgesindedir, Urane ise Harem bölgesindedir. Ebû Ömer der ki: Muhassir (in iç tarafı)na gelince; Veki' bu konuda şunları kaydeder: Bize Süfyan anlattı, o Ebû Zübeyr'den o Cabir'den naklettiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Muhassir'in iç taraflarında hızlıca yol aldı... 8- Arafe Günü Mescidlerde Toplanmak: Arafe günü Arafe'de vakfe yapanlara benzemek arzusuyla Arafe dışındaki mescidlerde toplanmakta (ta'rîf) bir mahzur yoktur. Şu'be, Katâde'den o el-Hasen'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bunu ilk yapan kişi Basra'da İbn Abbâs olmuştur. Yani insanlar Arafe günü Basra mescidinde bir araya gelip toplandılar. Mûsâ b. Ebi Âişe dedi ki: Ben Ömer b. Hureys'i Arafe günü insanlar etrafında toplanmış olarak hutbe irad ettiğini gördüm. el-Esrem de der ki: Ben Ahmed b. Hanbel'e şehirlerde bir araya toplanarak ta'rîf yapmanın hükmünü sordum. Şöyle dedi: Bunda bir sakınca olmayacağını ümid ederim. Birden çok kişi bu işi yapmış bulunmaktadır: el-Hasen, Bekir, Sabit ve Muhammed b. Vasi. Bunlar Arafe günü mescidlerde bulunurlardı. Arafe gününün fazileti muazzam, sevabı pek büyüktür. Allah o günde büyük günahları affeder, salih amelleri kat kat arttırır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Arafe günü oruç tutmak önceki senenin ve gelecek senenin günahlarına keffarettir." Müslim, Siyam 196- 197; Ebû Dâvûd, Savm 53. Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Duanın en faziletlisi Arafe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediğimiz en faziletli sözümüz: Lâ ilâhe illâlahu vahdehu la şerike leh (Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, bir ve tektir, O'nun hiçbir ortağı yoktur) sözüdür." Muvatta’'; Kur'ân 32, Hacc 246; Tirmizî, Deavât 122. Dârakutnî'nin Hazret-i Âişe'den rivâyetine göre de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın Arafe gününde cehennemden azat ettiği kişi sayısından daha çok kimseyi azad ettiği bir başka gün yoktur. Aziz ve celil olan Allah, o gün oldukça yaklaşır, sonra onlarla (Arafat'ta vakfe yapanlarla) meleklere karşı övünür ve bunlar ne dilekte bulundular diye sorar." Müslim, Hacc 436; Dârakutnî, II, 301. Muvatta’''da ise Ubeydullah b. Keriz'den gelen rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şeytanın -Bedir günü gördükleri müstesna- Arafe günündekinden çok herhangi bir günde daha bir küçük, daha bir hakir, daha bir uzak ve daha bir kinli olduğu bir gün görülmemiştir. Bunun tek sebebi ise rahmetin sağnak sağnak indiğini, büyük günahları yüce Allah'ın bağışladığını görmesidir. Bedir günü ne gördü ki? diye sorulunca şöyle buyurdu: "O Cebrâîl'i, melekleri Savaş için saf saf düzene koyarken gördü." Muvatta’', Hacc 245. Ebû Ömer der ki: Bu hadisi Ebû Nadr İsmail b. İbrahim el-İclî Mâlik'ten o İbrahim b. Ebi Able'den, o Talha b. Ubeydullah b. Keriz'den o babasından rivâyet etmiştir. Ancak bu hadiste "babasından" şeklindeki kaydı ondan başka kimse zikretmez. Bunun hiçbir önemi yoktur. Doğrusu Muvatta’''daki rivâyet şeklidir. İbn Abdi’l-Berr, et-Temhid, I, 115. et-Tirmizî el-Hakim, Nevâdiru'l-Usûl'da. da şunu zikretmektedir: Bize Hatim b. Nuaym et-Temimî Ebû Ravh anlatarak dedi ki: Bize Hişam b. Abdülmelik Ebû'l Velid et-Tayalisî anlatarak dedi ki: Bize Abdülkahir b. es-Serrî es-Sülemî anlatarak dedi ki: Bana Kinane b. Abbas b. Mirdas'ın bir oğlu babasından o dedesi Abbas b. Mirdas'tan rivâyetle dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafe günü akşamı ümmetine mağfiret ve rahmet dileğinde bulunarak dua etti. Pek çok duada bulundu, ona (radıyallahü anhbbi) şöylece cevap verdi: Ben bunu yerine getirdim. Ancak birbirlerine zulümleri müstesnadır. Benimle onlar arasındaki günahlarına gelince onları bağışladım. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Rabbim, sen mazlum olan bu kimseye uğradığı haksızlıktan daha hayırlı bir ecir vermeye ve şu zalime de mağfiret etmeye kadirsin." O akşam Rabbi bu duasını kabul buyurmadı. Ertesi günü sabah yani Müzdelife'de bulundukları sabah ısrarla dua etti, rabbi ona şu şekilde cevap verdi: Ben onlara mağfiret buyurdum. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm etti, ona: Ey Allah'ın Rasûlü, daha önce tebessüm ettiğini görmediğimiz bir vakitte tebessüm ettin? dediler. Şöyle buyurdu: "Allah'ın düşmanı İblis'in hâlinden dolayı tebessüm ettim. Yüce Allah'ın benim, ümmetim hakkında yaptığım duanın kabul edildiğini öğrenince kendi aleyhine veyl ve subûr (helâk olmak ve ölmek) bedduasını etmeye ve başına toprak saçıp hızlıca uzaklaşmaya koyuldu." et-Tirmizî, el-Hakîm, Nevâdiru'l-Usûl, II, 39; İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd, I, 124-125. Ebû Abdülğanî el-Hasen b. Ali'nin zikrettiğine göre: Bize Abdürrezzak anlattı, bize Mâlik, Ebû Zinad'dan anlattı, o el-A'rec'den o Ebû Hüreyre'den naklederek dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Arafe günü olduğu vakit Allah ihlaslı olan hacıya mağfiret eder. Müzdelife gecesinde ise yüce Allah, ticaret yapanlara mağfiret eder. Mina günü olduğunda develeri ile hacı taşıyanlara mağfiret eder. Akabe gününe taş atılacağı günde ise Allah dilencilere mağfiret eder. Bu vakfe yerinde bulunup da lâ ilâhe illâlah deyip kendisine mağfiret olunmayan hiçbir kimse kalmaz." Ebû Ömer der ki: Bu, Mâlik yoluyla gelen garib bir hadistir. Ondan ancak bu yolla gelen şekli bilinmektedir. Ebû Abdülğani denilen raviyi ben tanımıyorum. İlim ehli hâlâ bu tür teşvik ve faziletlere dair rivâyetleri herkesten alıp nakletmekte, müsamahalı davranmaya devam etmektedirler. Onlar ahkâm ile ilgili hadislerde işleri sıkı tutuyorlardı. İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd, I, 127. İlim ehli kimseler, Arafat'ta bulunmayanlar için Arafe günü oruç tutmayı müstehab kabul etmişlerdir. -Lâfız Tirmizî'ye ait olmak üzere- hadis İmâmlarının İbn Abbâs'tan rivâyetlerine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafe'de orucunu açmıştır. Umm el-Fadl ona süt göndermiş ve o da bu sütü içmiştir Tirmizî, bu hasen sahih bir hadistir, demektedir. İbn Ömer'den de şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte haccettim. O, o günü -yani Arafe günü- oruç tutmadı. Ebû Bekir ile birlikte de haccettim. O da o gün oruç tutmadı. Ömer ile birlikte de haccettim. O da o gün oruç tutmadı. İlim ehlinin çoğunluğuna göre uygulama buna göredir. Onlar kişinin dua etmesi ve daha bir güç sahibi olabilmesi için Arafe'de oruçsuz olmasını müstehab kabul ederler. Bununla birlikte bazı ilim ehli Arafe günü Arafe'de oruç tutmuştur. Yine İbn Ömer'den, birinci hadisin bir benzerini senediyle kaydetmiş ve sonlarında şunu da ilave etmiştir: Osman ile birlikte de haccettim. O da o gün oruç tutmadı. Ben de o gün oruç tutmadığım gibi o gün oruç tutmayı da emretmiyorum, yasaklamıyorum da. Bu hasen bir hadistir. Tirmizî, Savm 47; hadis ayrıca Müsned, I, 217, 278 de de geçmektedir. Bunu İbnu'l-Münzir de zikretmiştir. Atâ ise Arafe günü orucu hakkında şöyle demiştir: Kışın oruç tutarım, fakat yazın tutmam. Yahya el-Ensarî der ki: Arafe günü oruç açmak vaciptir. Osman b. Ebi'l-As, İbn ez-Zübeyr ve Hazret-i Âişe Arafe günü oruç tutarlardı. İbnu’l-Münzir der ki: Arafat'ta Arafe günü oruç açmak benim için daha sevilir bir iştir. Böylelikle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a uyulmuş olur. Arafat dışında ise oruç tutmayı daha çok severim. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Arafe günü tutulan oruç ile ilgili olarak soru sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Geçen sene için ve gelecek sene için keffârettir." Dokuzuncu başlıkta geçti. Ayrıca biz Atâ'dan şöyle dediğini rivâyet etmekteyiz: Her kim dua etmek için daha bir güçlenmek üzere Arafe günü oruç açarsa o kimse oruç tutanın ecri gibi bir ecir alır. 11- Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı Anmak: Yüce Allah: "Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı zikredin..." yani Meş'ar-ı Haram'da dua ve telbiye getirmek suretiyle Allah'ı anın, demektir. Meş'ar-ı Haram'a "Cem'" ismi da verilir. Çünkü orada akşam ve yatsı namazları birlikte (cem' ile) kılınır. Bu açıklamayı Katâde yapmıştır. Bir görüşe göre de Âdem, Havva ile birlikte orada bir araya geldiğinden dolayı (oraya: Cem') orada ona yaklaştığından (izdilâf dan) dolayı da Müzdelife ismini almıştır. Orada vakfe yapanların yaptıkları işler sebebiyle bu adın verildiğini söylemek de mümkündür. Çünkü onlar orada vakfe yapmak suretiyle yüce Allah'a yaklaşırlar Oraya alamet anlamına gelen şiâr'dan türeyen "Meş'ar" ismi da verilir. Çünkü orası hacc için, namaz için ve orada kalmak için bir alamettir. Ayrıca orada dua etmek haccın şeâirindendir. Orasının hürmeti (saygınlığı) haramlara riâyet etme gereği dolayısıyla da "haram"lıkla nitelendirilmiştir. 12- Meş'ar-i Haram'da Akşam ve Yatsı Namazının Birlikte Kılınması: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Müzdelife'de akşam ve yatsı namazlarını birlikte kıldığı sabittir. Aralarında herhangi bir ihtilaf olmaksızın ilim ehli, sünnetin, hacıların akşam ve yatsı namazlarını bir arada kılmaları olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki Cem'e (Müzdelife'ye) gelmeden önce akşamı kılan kimsenin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik der ki: İmâm ile birlikte vakfe yapıp onun Arafat'tan ayrılmasıyla ayrılan kimse Müzdelife'ye kadar gelip her iki namazı orada bir aradakılıncayakadar namaz kılmaz. Buna Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Usame b. Zeyd'e söylediği: "Namaz ileride kılınacaktır" Buhâri, Hacc 95; Müslim, Hacc 266; Ebû Dâvûd, Menâsik 63; Nesâî, Menâsiku’l-Hacc 206; İbn Mâce, Menâsik 59. demesini delil göstermektedir. İbn Habib der ki: Müzdelife'ye gelmeden önce özürsüz olarak namaz kılan kimse durumu öğrendiği takdirde namazını iade eder. Bu kimsenin kıldığı namaz zevalden önce (öğle namazını) kılan gibidir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Namaz ileridedir" diye buyurmuştur. Ebû Hanîfe de bu görüştedir. Eşheb der ki: Bunu iade etmesi gerekmez. Ancak bu iki namazı (akşam ile yatsıyı) şafakın (güneşin batımı sonrası kızıllığın) kayboluşundan önce kılmış ise yalnızca yatsıyı iade eder. Şâfiî de bu görüştedir. Kadı Ebû'l-Hasen'in desteklediği görüş de budur. O bu görüşe şunu delil gösterir: Bu iki namazın bir arada cem' ile kılınması sünnettir. Bunların cem' ile kılınmaları sahih olmaları için bir şart değildir. Birlikte kılınmaları müstehablık anlamını ifade eder. Tıpkı Arafe'de öğle ve ikindi namazlarını bir arada kılmak gibi. İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih eder ve Atâ b. Ebi Rebah, Urve b. ez-Zübeyr, el-Kasım b. Muhammed, Saîd b. Cübeyr, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve Yakub'un görüşü olarak da nakleder. Şâfiî'den de şöyle dediğini nakletmektedir: Müzdelife'ye gelinceye kadar namaz kılmaz. Eğer Müzdelife'ye. varmadan önce gecenin yarısı olursa her iki namazı (Müzdelife'ye varmadan önce yolda) kılar. 13- Batıda Kızıllığın Batmasından Önce Müzdelife'ye Varanın Durumu: Acele edip de batıdaki şafağın kayboluşundan önce Müzdelife'ye gelen bir kimse hakkında İbn Habib şunları söyler: Elini çabuk tutarak şafağın kayboluşundan sonra Müzdelife'ye ulaşan bir kimse, ister İmâm olsun isterse başkası şafak kayboluncaya kadar namaz kılamaz. Çünkü Pegyamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Namaz ileridedir" buyurmuş sonra da bu namaz(lar)ı şafağın kayboluşundan sonra kılmıştır. Diğer taraftan bu namazın vakti, şafağın kayboluşundan sonradır. O bakımdan bundan önce bu namazın kılınması câiz olamaz. Eğer şafağın kayboluşundan önce bu namazın kılınabileceği bir vakit olsaydı, bu vakitten sonraya bırakılmazdı. 14- İmâmın Arafe'den Ayrılmasından Sonra Arafe'ye Gelenin Durumu: İmâmın Arafeden ayrılmasından sonra Arafeye gelen ya da İmâm ile birlikte vakfe yapanlardan özür sahibi olan kimselerle ilgili olarak İbnu’l-Mevvaz der ki: Bir kimse İmâmdan sonra vakfeye durursa, her namazı kendisine ait olan vaktinde kılmalıdır. İmâm ile birlikte bulunmaktan kendisini alıkoyan bir mazereti bulunan kimse hakkında da Mâlik şöyle der: Şafak battığı takdirde her iki namazı cem ile kılar. İbnu'l-Kasım, İmâmdan sonra vakfe yapan kimse hakkında şöyle der: Şayet gecenin üçte birinde Müzdelife'ye varabileceğini umuyor ise Müzdelife'ye varıncaya kadar namazını te'hir eder. Değilse her namazı vaktinde kılar. Buna göre İbnu'l-Mevvaz (akşam) namazın(ın) Müzdelife'de kılınmak üzere ertelenmesini yalnızca İmâm ile birlikte vakfe yapanlar için kabul eder. Mâlik ise mekânı değil, zamanı göz önünde bulundurmuştur. İbnu'l-Kasım ise namaz için uygun görülen zaman ve mekânı göz önünde bulundurmuştur. Eğer tercih edilen vaktin geçmesinden korkacak olursa, bu sefer mekâna itibar sözkonusu olmaz, o taktirde namaz için tercih edilen vakte riâyet etmek daha uygun olur. 15- Müzdelife'de Namaz Kılma Şekli: İlim adamlarının Müzdelife'de namaz kılma şekli ile ilgili olarak iki farklı görüşü vardır: Birinci görüşe göre ezan ve ikamet sözkonusudur. İkincisine göre ise bu iki namaz aralarına amel ile fasıla sokmaksızın bitişik olarak mı bir arada kılınır yoksa aralarında herhangi bir iş yapmak, yükleri indirmek ve buna benzer şeylerle uğraşmak câiz midir? Ezan ve ikamete gelince; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müzdelife'de akşam ile yatsı namazını tek bir ezan ve iki kamet ile kılmıştır. Bunu sahih kitaplar Hazret-i Cabir'den rivâyet edilen uzunca hadiste nakletmektedirler. Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr ve İbnu'l-Münzir de bu görüştedir. Mâlik der ki: Akşam ile yatsıyı iki ayrı ezan ve iki kamet getirerek kılar. Arafe'de öğle ve ikindi namazlarının durumu da böyledir. Şu kadar var ki bu iki namazın (öğle ile ikindi) öğle namazının vaktinde kılınacağı hususunda icma vardır. Ebû Ömer der ki: Mâlik'in görüşü ile ilgili Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a herhangi bir şekilde merfu olarak rivâyet edilen bir hadis bilmiyorum. Şu kadar var ki bu Ömer b. el-Hattâb'dan rivâyet edilmiştir. -İbnu'l-Münzir ayrıca İbn Mes’ûd'u da zikreder. -Bu hususta nazar (kıyas) açısından İmâm Mâlik'e delil olabilecek hususlardan biri şu olabilir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müzdelife ve Arafe'de ayrı ayrı kılınan ikişer namaz için tek bir vaktin bulunduğunu sünnet ile tesbit etmiştir. Her ikisinin vakti bir olduğuna göre ve her bir namaz bizzat kendi vaktinde kılındığına göre; birisi için ezan ve kamet getirmek, ötekine göre daha tercih edilebilir bir uygulama olamaz. Çünkü bunlardan herhangi birisi kaza olarak kılınmamaktadır. Her birisi kendi vaktinde kılınan bir namazdır. Vaktinde kılınan her bir namaz için ise bir ezan okumak ve cemaat ile kılınmak üzere kamet getirilmesi bir sünnettir. Bu da apaçık bilinen bir husustur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Başkalan da şöyle der: İki namazdan önce olanı bir ezan ve bir kamet ile kılınır. İkincisi ise ezansız ve kametsiz olarak kılınır. Bunlar derler ki: Hazret-i Ömer'in ikincisi için ezan okunmasını emretmesi, insanların akşam yemeğini yemek üzere dağılmış olmalarından dolayıdır. Onları bir araya toplamak kastıyla ezan okutmuştur. Devamla derler ki: Akşam yemeğini yemek üzere veya başka bir maksat ile insanların dağılması halinde, biz de bu şekilde bir uygulamaya gidilmesini öngörüyoruz. İmâm, müezzinlere hacıları bir araya toplamak üzere ezan okumalarını emreder. Ezan okunduktan sonra da kamet getirilir. İşte Hazret-i Ömer'den gelen rivâyetin manası budur. Bu açıklamayı yapanlar ayrıca Abdurrahman b. Yezid'in naklettiği hadisi de zikrederler. Abdurrahman b. Yezid dedi ki: İbn Mes'ûd, Müzdelife'de iki namaz arasında akşam yemeğini yerdi. Bir diğer rivâyette ise her bir namazı ayrı bir ezan ve ayrı bir kamet ile kıldığı belirtilmektedir. Bunu Abdürrezzak zikretmektedir. Başkalan da şöyle demektedir: Her iki namaz (akşam ile yatsı) Müzdelife'de bir kamet getirilerek kılınır ve herhangi bir şekilde bunlar için ikinci bir kamet getirilmez. Bu görüş İbn Ömer'den rivâyet edilmiş olup es-Sevrî de buna uygun görüş beyan etmiştir. Abdürrezzak'ın ve Abdülmelik es-Sabbah'ın es-Sevrî'den onun Seleme b. Kuheyl'den, onun Saîd b. Cübeyr'den onun da İbn Ömer'den naklettiğine göre İbn Ömer şöyle demiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam ile yatsıyı Cem'de (Müzdelife'de) birlikte kıldı. Akşam namazını üç rek'at yatsı namazını da iki rek'at olmak üzere tek bir kamet ile kıldı. Buhâri, Taksîru's-Salât 6; Müslim, Hacc 286-288; Tirmizî, Hacc 56; Nesâî, Menâsik 207. Bazıları da şöyle demektedir: Her iki namaz bir arada, akşam ile yatsı beraber Cem'de tek bir ezan ve tek bir kamet ile kılınır. Onlar bu görüşlerinde Huşeym'in Yûnus b. Ubey'den, onun Saîd b. Cübeyr'den onun İbn Ömer'den yaptığı rivâyete uymaktadırlar. Bu rivâyete göre İbn Ömer akşam ile yatsıyı Cem'de bir arada tek bir ezan Ve tek bir kamet ile kılmış ve bunların arasında başka herhangi bir işle uğraşmamıştır. Bunun bir benzeri merfu olarak Huzeyme b. Sabit'ten de rivâyet edilmiştir. Şu kadar var ki pek kavi (rivâyet açısından güçlü) değildir. el-Cüzcânî'nin Muhammed b. el-Hasen'den onun Ebû Yûsuftan, onun Ebû Hanîfe'den naklettiğine göre bu iki namaz tek bir ezan ve iki kamet ile kılınır. Akşam için ezan okunur (ve kameti getirilir), yatsı için ise sadece kamet getirilir. Tahâvî de Hazret-i Cabir'in konu ile ilgili hadisi dolayısıyla bu kanaattedir. Bu görüş ilk görüşün aynıdır ve esas alınacak görüş de budur. Daha başkaları şöyle der: Bu namazlar herhangi birisi için ezan okunmaksızın iki ayrı kamet getirilerek kılınır. Bu görüşte olanlar arasında Şâfiî, arkadaşları, İshak ve iki görüşünden birisinde Ahmed b. Hanbel de vardır. Aynı zamanda bu Salim b. Abdullah ile el-Kasım b. Muhammed'in de görüşüdür. Buna delil olarak Abdürrezzak'ın Ma'mer'den, onun İbn Şihab'dan, onun Salim'den, onun İbn Ömer'den zikrettiği şu rivâyeti delil gösterirler: Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müzdelife'ye gelince akşam ile yatsıyı bir arada kıldı. Akşam namazını üç rek'at, yatsıyı da iki rek'at olarak kıldı. Her birisi için bir kamet getirdi ve ikisi arasında ayrıca bir namaz kılmadı. Müslim, Hacc 287. Ebû Ömer der ki: Bu görüşe dair İbn Ömer'den gelen rivâyetler bu konuda ondan gelen rivâyetlerin en sağlamlarındandır. Bununla birlikte te'vil edilebilme ihtimali de vardır. Hazret-i Cabir'den gelen hadiste ise ihtilaf yoktur. O bakımdan evla olan budur. Bu mes'elede ise nazarın (akıl yürütmenin) herhangi bir dahli sözkonusu olamaz. Burda sözkonusu olan (radıyallahü anhsûle) ittiba'dan başkası değildir. 16- Müzdelife'de Kılınan Akşam ile Yatsı Namazları Arasında Namaz Dışında Bir İşle Uğraşmak: İki namaz arasında namazın dışında herhangi bir işle uğraşmaya gelince; Usame b. Zeyd'den sabit olduğuna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müzdelife'ye gelince bineğinden indi, abdest aldı ve azalarını iyice yıkadı. Sonra namaz için kamet getirildi, akşam namazını kıldı. Daha sonra herkes konakladığı yerde devesini çöktürdü. Sonra namaz için kamet getirildi ve o namazı kıldı. Her ikisi arasında ayrıca bir namaz kılmadı. Buhârî, Hacc 95; Müslim, Hacc 266; Ebû Dâvûd, Menâsik 63; Nesâî, Menâsik 206?/6n Mâce, Menâsik 59 Bir rivâyette de şöyle denilmektedir: Yatsı için kamet getirilinceye kadar yüklerini çözmediler (veya konaklamak üzere inmediler). Daha sonra namaz kıldı, sonra yüklerini çözdüler (ya da konaklamak için gerekeni yaptılar). Ebû Dâvûd, Menâsik 63. Bundan az önce İbn Mes’ûd'un akşam yemeğini iki namaz arasında yediğini de kaydetmiş bulunuyoruz. İşte bu Müzdelife'de kılınan iki namaz arasında başka işlerle uğraşmanın câiz olduğunu ifade eder. Mâlik'e Müzdelife'ye gelen kimse hakkında şöyle bir soru sorulur: Bu kişi önce namaz kılmakla mı işe başlar yoksa bineğinden yüklerini indirinceye kadar namazı te'hir edebilir mi? Buna şöyle cevap verir: Hafif olan yüklerini namaz kılmaktan önce indirmesinde bir mahzur yoktur. Develer üzerindeki hevdeçlerle diğer ağır yüklerin indirilmesine gelince; bunların indirilmesinin sakıncasız olacağı görüşünde değilim. O bakımdan önce iki namazı kılsın, sonra da devesinin üzerindeki (ağır) yükleri indirsin. Eşheb, kitaplarında der ki: Namaz kılmadan önce yüklerini indirebilir. Bununla birlikte -bineğin üzerindeki yükün ağırlığı ya da bir başka mazeret dolayısıyla olması hali gibi- mecbur kalmadıkça akşam namazını kıldıktan sonra yüklerini indirmesini daha uygun görürüm. İki namaz arasında gidip gelme hakkında ise İbnu'l-Münzir şöyle demektedir: Her iki namazı bir arada kılan kimsenin iki namaz arasında nafile kılmamasının sünnetten olduğu hususunda ilim adamlarının ihtilaf ettiklerini bilmiyorum. Çünkü Usame yoluyla gelen Hadîs-i şerîfte: "Ve her iki namaz arasında herhangi bir namaz kılmadı" denilmektedir. Müzdelife'de geceyi geçirmek, Cumhûra göre haccın bir rüknü değildir. Ancak kurban bayramı gecesi Müzdelife'de gecelemeyip Cem'de (yani Müzdelife'de) vakfe yapmayan kimseye ne gerektiği hususunda farklı görüşler vardır. Mâlik der ki: Müzdelife'de geceyi geçirmeyen kimsenin bir kurban kesmesi gerekir. Gecenin çoğunluğunu orada geçiren kimseye birşey düşmez. Çünkü kurban bayramı gecesini orada geçirmek, Mâlik ve arkadaşlarına göre müekked bir sünnettir, farz değildir. Atâ, ez-Zührî, Katâde, Süfyan es-Sevrî, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve re'y ashabının da geceyi orada geçirmeyen hakkındaki görüşleri buna yakındır. Şâfiî ise der ki: Gecenin yarısından sonra oradan çıktığı taktirde ona birşey gerekmez. Yarısından önce Müzdelife'den çıkıp da tekrar oraya geri dönmezse bir fidye gerekir. Fidye ise bir koyundur. İkrime, eş-Şa'bi, en-Nehaî ve Hasan-ı Basrî ise der ki: Müzdelife'de vakfe yapmak farzdır. Cem'a yetişmeyip orada vakfe yapamayan kimse haccı da kaçırmış olur. Bu hac için girdiği ihramını umre ihramına dönüştürür. Bu görüş İbn ez-Zübeyr'den de rivâyet edilmiştir, Evzaî'nin de görüşü budur, es-Sevrî'den de buna benzer bir rivâyet nakledilmiştir. Ancak ondan sahih olarak gelen bir rivâyete göre Müzdelife'de vakfe müekked bir sünnnettir. Hammâd b. Ebi Süleyman der ki: Cem'den ifadayı kaçıran kimse haccı da kaçırmış olur. Umre yaparak ihramından çıksın, daha sonra ertesi sene hac etsin. Bunlar Kitap ve Sünnetteki beyanların zahirinden anlaşılanı delil göstermişlerdir. Kitap'tan delilleri yüce Allah'ın şu âyetidir: "Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı zikredin." Sünnetten delilleri ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Her kim Cem'e yetişerek oradan ayrılıncaya kadar insanlarla birlikte vakfe yaparsa o kişi (haccı) idrak etmiş olur. Buna yetişemeyen kimsenin ise haccı yoktur." Nesâi, Menâsik 211 yakın ifadelerle Bu hadisi İbnu'l-Münzir zikretmektedir. Dârakutnî ise Urve b. Mudarris'den şunu rivâyet etmektedir: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Cem'de bulunduğu sırada vardım ve ona şöyle dedim: Ey Allah'ın Rasûlü, benim haccım oldu mu? Şöyle buyurdu: "Her kim bizimle birlikte bu namazı kılar, sonra bizimle beraber buradan ayrılıncaya kadar vakfe yaparsa bundan önce de gece ya da gündüz Arafat'tan ayrılmış (ifada etmiş) ise onun haccı tamam olmuş, menâsikini yerine getirmiş olur." eş-Şa'bi der ki: Cem'de vakfe yapmayan kimse umre yapar. Dârakutnî, II, 240. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 68; Tirmizî, Hacc 57; Nesâî, 211; İbn Mâce, Menâsik 57; Dârimî, Menâsik 54. Cumhûrun görüşü lehine delil gösterenler şu sözleriyle bunlara cevap vermektedirler: Âyet-i kerimede Müzdelife'de vakfe yapmanın da gecelemenin de vücubuna dair herhangi bir delil yoktur. Çünkü böyle bir hüküm âyette zikredilmemektedir. Orada sadece "Allah'ı zikretmek" sözkonusudur. Bütün ilim adamları şunu icma ile kabul etmişlerdir: Bir kimse Allah'ı zikretmeksizin Müzdelife'de vakfe yapacak olursa haccı tamam olur. Orada zikretmek, haccın esasından olan emirler arasında yer almadığına göre, orada bulunmanın böyle olmaması öncelikle sözkonusudur. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Aynı şekilde ilim adamları icma ile şunu kabul ederler: Kurban bayramı birinci günü (yevmu'n-nahr) güneş doğduğu takdirde artık Cem'de vakfe yapma vakti geçmiş olur. Güneşin doğuşundan önce orada vakfeye yetişen kimse vakfeye yetişmiş olur. Bunun farz olduğunu kabul edenler de sünnet olduğunu kabul edenler de bu kanaattedirler. Urve b. Mudarris'in (sözü geçen) hadisine gelince; hadisin bazı rivâyet yollarında Arafe'de vakfe açıkça sözkonusu edilmekle birlikte Müzdelife'de geceyi geçirmekten söz edilmemektedir. Abdurrahman b. Ya'mer ed-Dîlî yoluyla gelen hadis de onun gibidir. Abdurrahman der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı Arafede gördüm. Necid halkından bazı kimseler onun yanına gelip hacca dair sorular sordular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Hac Arafe (de vakfe etmek)dir. Her kim Cem' gecesi (yani Müzdelife gecesi) tan yeri ağarmadan önce bu vakfeye yetişirse onun haccı tamam olur." Bunu Nesâî rivâyet eder ve şöyle der: Bize İshak b. İbrahim haber verdi, dedi ki: Bize Vekî anlattı. Bize Süfyan (es-Sevri) Bükeyr b. Atâ'dan anlatarak dedi ki: (Bükeyr) Abdurrahman b. Ya'mer ed-Dîlî'den naklederek dedi ki., ve yukarıdaki hadisi zikretti." Nesâî, Menâsik 203. Ayrıca bunu İbn Uyeyne, Bükeyr'den o Abdurrahman b. Ya'mer ed-Dîlî'den de rivâyet etmiştir. Abdurrahman dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğuna şahit oldum. "Hac Arafat (da vakfe)dır. Her kim tan yeri ağarmadan önce Arafeye yetişirse (hacca) yetişmiş olur. Mina günleri de üç gündür; her kim acele edip iki günden önce ayrılırsa onun için vebal yoktur. Her kim daha sonraya da kalırsa onun için de vebal yoktur." Dârakutnî, II, 241. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 68; Hacc 211; İbn Mâce, Menâsik 57. Urve yoluyla gelen Hadîs-i şerîfte Hazret-i Peygamber: "Her kim bizim bu namazımızı kılarsa.." şeklindeki âyeti ile Müzdelife'de kılınan namazı sözkonusu etmektedir. İlim adamları icma ile şunu belirtirler: Bir kimse orada geceyi geçirse, vakfe yapsa ve uyuyup İmâm ile namazı -yetişemeyip- geçirecek olsa onun haccı tamamdır, eksiksizdir. İmâm ile birlikte namaza katılmak haccın esasından olmadığına göre; bu namazın kılınması gereken yerde vakfede bulunmanın da aynı hükmü taşıması öncelikle sözkonusudur. Bu görüşün sallallahü aleyhi ve sellemunucuları derler ki: O halde bu Hadîs-i şerîf ile sözü geçen farz, ancak Arafe (de vakfe) hakkında tahakkuk etmektedir. 18- Hidâyete Karşılık Allah'ı Zikretmek: Yüce Allah'ın: "O sizi hidâyete ulaştırdığı gibi siz de O'nu anın" âyetinde zikir emri te'kid için tekrarlanmaktadır. Günlük konuşmalarımızda: "At at" dememiz gibi. Birincisinin Meş'ar-ı Haram'da zikretmeyi emrettiği, ikincisinin deihlaslıolarak Allah'ı zikretmeyi emrettiği de söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre ikinci emirden kasıt, nimetin sayılıp dökülmesi ve bu nimete karşı şükretmek emridir. Daha sonra yüce Allah onlara verdiği nimetin büyüklüğü açıkça anlaşılsın diye sapıklık hallerini hatırlatarak: "Muhakkak bundan önce sapıklardandınız" diye buyurmaktadır. Bu âyette "gibi" nin anlamı şudur: O size nasıl güzel bir hidâyet verdiyse siz de güzelce O'nu anınız. Yine; size kendisini nasıl anacağınızı öğretti ise siz de öylece O'nu anınız ve bundan vazgeçmeyiniz. Sîbeveyh'e göre bu âyet-i kerimedeki "(........) muhakkak" anlamına gelen şeddelisinin, şeddesiz halidir. Buna haberin başında yer alan kelimesinin başına "lâm" harfinin gelmesi delalet etmektedir. el-Ferrâ' ise bunun nefy anlamına geldiğini "lâm"ın ise anlamına geldiğini söylemektedir. (Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Siz bundan önce ancak sapıklardan idiniz). Nitekim şair şöyle demektedir: "Annen seni kaybedesice! Sen ancak bir müslümanı öldürdün Artık Rahmân'ın cezası seni bulacaktır." Ya da buradaki: (Muhakkak anlamına gelen): anlamına da olabilir, yani: Siz şüphesiz böyle idiniz, demek olur. Böylelikle buna dair üç görüşün olduğu ortaya çıkmaktadır. "Bundan" zamiri hidâyete râcidir. Kur'ân'a raci olduğu da söylenmiştir. Yani siz Kur'ân'ın indirilişinden önce ancak sapıklar idiniz, demektir. Arzu edildiği takdirde bu zamir sözü edilmeyen hakkında kinaye yoluyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ait de kabul edilebilir, ancak birinci görüş daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |
﴾ 198 ﴿